BU SITE Selami ÇEKMEG?L’in Yegenleri: Melike TANBERK ve Fatih ZEYVELI'nin beyaz.net ekibi ile birlikte M.Said ÇEKMEGIL an?sina ARMAGANIDIR!
Anasayfa
Anasayfa
ASPENDOS'TAN ZEYTİNTAŞI'NA
Yazar Necati ÇAVDAR
27-02-2006
Serik, üstü gibi altı da sırlarla dolu..
Yerin üstü ayrı, altı ayrı güzel..
Antalya’nın Serik’in üstünde, deniz, güneş yeşil, kuş ve çeşit çeşit hayvan türleri.. Tarihi yapı ve mekanların; insanı hayretler içinde bırakan yapım tekniği, mükemmelliği ve güzelliği yanında yer altında gizli sırları ile insanı hayretten hayrete sevk eden sürprizleri ile karşılaşmak mümkün. Serik için güzelliğin bütünü dense az.
Çok güzel, güneşli bir kış günü. Şubatın 9’unda.. Serik Kaymakamı Selami Altınok’un tavsiyesiyle Serik’e 8 km mesafedeki Zeytintaşı Mağarası’nı görmek üzere Serik’ten çıkıyoruz..
Yanımızda bölgeyi çok iyi bilen, yıllarını bölgenin tanıtımına ve insanların hizmetine vermiş değerli mihmandarımız var..
" Endülüs Devleti'nin yıkılışının, yani medeniyetin zirvesindeki Müslüman bir milletin vahşetin zirvesindeki bir Batı ulusu tarafından hunharca katledilişinin 514. yıldönümündeyiz.
Papaz Bartolome de Las Casas(*) 1542'de İspanya Prensi II. Philip'e anılarını takdim etti. Dominiken Tarikatına mensup olan Las Casas tarihin tanık olduğu en büyük katliamlardan birinin nasıl işlendiğini inanılmaz derecede ayrıntıları ile anlatıyor ve Tanrı adına yola çıkılan bu seferlerde, Tanrı adına hareket edenlerin nasıl vahşileştiğini gözler önüne seriyordu. İnsanlıkla adları bir arada anılması mümkün olamayan o İspanyol kafilesinin vahşetleri bakın bu eserde nasıl dile getiriliyordu:
"İspanyollar atlarıyla, kılıçlarıyla ve mızraklarıyla yerlileri kolayca savuşturup öldürdüler ve onlara karşı her türden vahşeti sergilediler. Yerli yerleşim bölgelerine zorla girerek, küçük çocuklar,yaşlı erkekler, hamile kadınlar, hatta yeni doğum yapmış
Yüzyıllar öncesine ait “…bela” bir hadiseyi döğünerek anma toplantıları sona erdiğine göre, beyni dumura uğratıcı konuların dışına çıkarak -Raci Durcan kardeşimizi takiben- kendimize kuşbakışı bakabilir ve bu güne ait temel yanlışlıklarımıza, şahsımıza yönelik mültefit teşvikleri artık geçmişte kalan, sayın Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e ait güçlü bir projektörün ışığında yeniden eğilebiliriz:
1.
“Soya tapma, ataları ilahlaştırma ve kutsanan kemiklerin arkasına saklanma, Kur’ana göre putperestliğin niteliklerindendir.
Yaratıcı dehadan yoksun bireylerin, yaratıcı ruhlardan yoksun toplumların eskiye sığınmaları ve kişileri putlaştırıp kutsamaları, evrensel realitenin gazabına uğratan tembelliklerin başında gelmektedir. Bu tembelliğin cüce benlikler tarafından erdeme çevrilmesi için gösterilen debelenme, kemiklere sığınmadır. Bu sığınmaya hayat gerçeğinin verdiği karşılık şudur: kendi elinle ürettiğin, kendi ruhunla yarattığın bir şey varsa, göster. Yoksa, olduğun yere çömel ve sus... Kemiklerle uğraşmanın yerme görünümü ise eksiklik ve yetersizliği kemiklere yükleme şeklinde ortaya çıkar. Zavallı benlikler, başarısızlıklarını, kendilerini savunamaz duruma gelmiş kişilerin mezarlarına yüklemeyi, en geçerli yol bilirler. Muazzez İslam Peygamberi, ölülerin arkasından çirkin şeyler söylemeyi yasaklayarak üzerinde olduğumuz evrensel prensibi çok yalın bir nezaket kuralı içinde göstermiştir. O biliyordu ki, soya tapıcılığın negatif belirişi, başarısızlıkları, yetersizlikleri dünyayı terk etmiş insanlara yükleme tavrıdır. Bu tavra sığanlara hayatın cevabı şu olmaktadır: madem öyle, sen güzeli ve iyiyi ortaya koy da görelim...
Şimdi kesin kanaat getirdim, bu savaş mutlaka çıkacak.
Ortalığı birbirine katan ünlü karikatür, dört ay önce yayınlanmış! Tepki gösterenlere daha geçen gün duyurulmuş. Biryerlerden üfürülmüş. Öyle ya, hangi ülkede hangi Müslüman okuyucu kıytırık bir Danimarka gazetesini her gün bulacak, alacak da hangi dilbilgisiyle izleyecek?
Amaç, bir taşla birkaç kuş vurmaktır. Hem Türkiye gibi bir ülkenin Avrupa Birliği'ne girmesi "tehlikesini" önleyecekler, hem de İran'a yapılacak saldırının "psikolojik altyapısını" geliştirecekler.
Eskiden, iki doğu ülkesinin sultanı savaşacakları zaman, işe birbirlerine küfür mektupları göndererek başlarlar, hem karşı tarafı sinirlendirir, kızıştırır, hem de kendilerine psikolojik destek ve gerekçe yaratırlardı... Ona benzedi.
Avukatlık bürosunun kütüphanesi ciltlerle kitap doluydu. Çoğu, ilgili hukukun kanun maddelerini ihtiva ediyordu. ‘Bütün bunları nasıl aklınızda tutuyorsunuz? Çok zeki insanlar olmalısınız’ diye takıldım.
Hayatı düzenlemek üzere konulmuş olan kurallar anlamına gelen kanun maddeleri hakikaten yazılı olarak görüldüklerinde büyük hacim tutmaktalar. Bunu bir kütüphanede karşınıza kitap olarak çıktıklarında daha rahat anlayabiliyorsunuz. Değil öğrenmek, sadece okumak için bile oldukça geniş zaman gerekiyor. Bir vatandaş olarak kurallara uymak hepimizin görevi. Aksi durumda sorumluluk üstleniyor ve cezalandırılıyoruz. Peki bu kadar çok kanunu nasıl bileceğiz ki onları ihlal edip cezaya muhatap olmayalım?
Hicret, zora kanırtılmış zamanı kendine bükmektir. Her şeyi yerli yerine koymak için boydan boya tarihi, zamanı, ufukları yürümektir. Hicret Kâbe'yi işaret taşı bilerek yeryüzüne açılmaktır. Hicret medeniyet atlasını alnımızdaki secde izleriyle yeniden şekillendirme kararlılığıdır. Hicreti anlamaksızın başkentlere yürüyüş olmaz. Kalbimize yönelmeyen yürüyüş yeryüzüne ulaşmaz.
Hicret cesaret, güven, korkusuzluk ve olgunluktur. Hicret sadece esaretten kurtuluş değil hele kaçış hiç değil, esareti kuşatmaya doğru bir hamle, bir kalkışma, bir yürüyüştür. Hicret mazlum ve onurlu cesarettir. Hicret yitirdiklerimizi aramak ve bulmaya çabalamaktır. Bu gün tüm insanlık içinden ve dışından şeytanın açık, acımasız, kaba, küt kuşatması altındaysa hicret kaçınılmaz demektir. Nereye gidilmeli, neyi/nereyi bulmalı? Neyimizi yitirdiğimizi hatırlamaya çalışmak hicretin ilk hareketi olmalıdır.
Bu çok bilinen ayet mealini yanlış mı yorumluyoruz? Bana öyle geldi.
Bir bayram ziyaretinde karşılaştığım dostum ‘bütün servetimi kaybettim’ dedi gülümseyerek. Görüşmeyeli çok olmamıştı. Bu kısa süre zarfında ne olmuştu da servetini kaybetmişti? Hemen aklıma borsa geldi. Borsa oyuncusu olduğunu, aldığı kağıtların seyrini heyacanla takip ettiğini ve oradaki kazançlarıyla ilgili bizlerle sohbet etmekten hoşlandığını biliyordum. Fakat yüzünde servetini kaybetmiş bir insanın o acınası ve ağlamaklı ifadesi yoktu. Hatta gülüyordu. Ben ‘borsada mı?’ diye sordum. ‘Evet’ dedi keyifle. Sonra borsada bir ara çok kazandığını, evler arabalar aldığını fakat sonunda yaptığı yanlış bir yatırımdan dolayı bütün servetini yitirdiğini anlattı. Böyle büyük bir kaybı bu kayıtsız haliyle anlatması olayın ciddiyetiyle bağdaşmıyordu. Çünkü normal halde harcamalarında ince hesaplı ve çok düşünceli hareket ediyor, mesela senet imzalatmadan ve sağlam kefil göstermeden kimseye borç para vermiyordu. Şimdiki kayıtsızlığı ya artık hayatı fazla ciddiye almadığını yani; önemli bir tavır değişikliğini, ya da şaka yaptığını gösteriyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken içeriden küçük bir çocuk koşarak gelip babasının kucağına atladı: ‘Baba bir kere daha oynayalım ne olur!’ diye yalvarmaya başladı.
Meğer biz içeride sohbete dalmışken o gidip çocuklarla yeni çıkan ve çocukların çok ilgisini çeken şu borsa oyunu oynamış. Kaybettiğini söylediği serveti de orada yitirmiş. Şimdi hep beraber gülüyorduk. Giden onca servet kimseyi şoka sokmamış hatta bir eğlence konusu dahi olmuştu.