BilindiÄŸi gibi münevver lafzı Arapça bir sıfattı; nur’dan gelir. Parlatılmış, aydınlatılmış, ışıklı manalarınadır. Münevver de aydınlanmış, karanlıktan kurtulmuÅŸ insan…
Bir kimsenin aydınlatılması; karanlıktan kurtulması, yani onun kafasının nurlanmış olması, lüzumlu bilgilerin ışığında hareket etmesiyle olur…Demek ki insanın karanlıktan kurtularak ışığa kavuÅŸması, aydınlığa çıkması; yani münevver olması bilmekle baÅŸlar.
- Neyi bilecek; bilmenin sonu var mı ki? Soru bizlere ÅŸunları hatırlatır: bir münevverde bilhassa ÅŸu aÅŸağıdaki anlatacağımız bilgilerin bulunması mutlaka ÅŸarttır... Bu ÅŸartlar kimde yoksa o kimsenin deÄŸil bir üniversiteyi bitirmesi, üniversiteyi bitirenlerin ordinaryüs profesörü olması bile onu münevver yapmaz. MeÅŸhur Gandi’nin dediÄŸi gibi: “Ruh uyanmadıktan sonra üniversiteler, yollar, trenler, hastaneler neye yarar?”
[1]Öyle ise bir münevverde aranması lazım gelen hususların ÅŸunlar olması icap eder:
a)- Ä°nsanlara has bir düÅŸünceye sahip olan her kiÅŸi bu düÅŸünebilme hasselerinin kendisine kedinden gelmediÄŸini, ancak kendisini var eden ve var ettikleri arasında insana hususi bir deÄŸer vererek diÄŸer yaratılmışlardan ayıran üstün bir varlıktan geldiÄŸini düÅŸünmesi ve diÄŸer yaratıklara akıl, muhakeme vermek istense bile, buna deÄŸil tek bir insanın, bütün insanların dahi güçsüz kalacağının gerçekliÄŸini idrak etmek, yani kendisine ait hududunu, yaratıcısının kudretini anlaması
b)- Sahip olunan bu düÅŸüncenin, yani mefkurenin insana yüklediÄŸi mükellefiyetlerin neler olduÄŸunu aranmasının ÅŸart olduÄŸunu bilmesi.
c)- Bilgilerinin hududunu bilmesi.
d)- BilmediÄŸini bilmesi.
Kısaca: Kendini bilmesi, kendisine bilme meziyetlerini vereni bilmesi, kusur ve meziyetleriyle aczini ve neleri yapmaya muktedir olduÄŸunu bilmesi… Aydınlığa çıkabilmenin ilk ÅŸartlarıdır.
DoÄŸrusu, bir kimsenin –bilhassa bilgilerin çoÄŸalıp yayıldığı bir devirde- her ÅŸeyi bilmesi çok zordu. Fakat bilmediÄŸine (bilmiyorum) demesine de insani bir engel yoktur. O halde bilmediÄŸini bilmeyenlerin münevverlikle ne alakası olabilir?
Muhakkak her insan iyi kötü, az veya çok bir ÅŸeyler bilir. Ama bu bilgilerinin hududunu bilmiyorsa ona nasıl münevver denilir?
EÄŸer insan mefkûresinin doÄŸruluÄŸuna inanıyorsa o mefkûreye karşı imkânları nispetinde, bir takım vazifeleri olduÄŸunu da bilir. Bu vazifelerin neler olduÄŸunu bilmek için herhangi bir araÅŸtırma bilgisine sahip deÄŸilse, o insanın münevver olacağından elbette ÅŸüphe edilir.
Daha mühim olanı: Ä°nsan biyolojik yapısıyla olmasa bile psikolojik yönüyle hayvan deÄŸildir ki yemekten, içmekten, cinsi arzularını tatmin etmekten baika bir ÅŸey düÅŸünmemiÅŸ olsun: Ä°nsanların hayvanlardan ayrı yüce gayeleri, ferdi ve içtimai görüÅŸleri, yani bir ideale sahip olması lazımdır. Prof. Dr. Mehmet Kaplan Bey’in deyimiyle “Ä°nsanı deÄŸerli kılan ÅŸey midesi deÄŸil kafası, yedikleri deÄŸil düÅŸündükleri ve yaptıklarıdır.”
[2]Mevlana Celaleddin Rumi de ÅŸöyle diyor: “…adam fikirle deÄŸerlidir, fikirle diridir,”
[3] münevverdir. Ve “o münevver ki (Malik Binnebi’nin ifadesiyle) toplumun içtimai motorudur.”
[4] Fakat teati etmesini bilmeyen kimseler ancak elleriyle iskambil veya ayaklarıyla futbol teati (alışveriÅŸi) ederler.”
[5]O adam ki mefkûresizdir, yani düÅŸüncesizdir. Sadece münevverlikle deÄŸil, fıtratındaki güzellilerle ilgisi kesilmiÅŸ demektir.
Böylelilerinin münevver olamayacaklarını bilmemek dahi münevver olamamanın açık delillerinden biridir.
Öyle ise;
I- Mefkûresizlere,
II- Vazife yüklenmemiÅŸlere,
III- Bilgisinin sınırlarını bilmeyenlere,
IV- BilmediÄŸini bilmeyenlere
Bir münevver olarak, münevver demenin imkân ve ihtimali yoktur. Ve evet, bunlar münevverliÄŸin asgari ÅŸartıdır. Böyle ise, bu asgari ÅŸartlara göre de olsa muhitimizde münevver arayalım, bakalım kaç tane bulabileceÄŸiz?
Åžurasını bir daha tespit etmeden geçmeyelim ki; düÅŸünemeyenler, düÅŸünmesini bilmeyenler diÄŸer yaratıklardan fazla bir haysiyet taşıyamazlar. DüÅŸünmesini bilmeyenlerde herhangi insani bir fazilet aranılmaz. Bunlar halk arasında sahte bir ÅŸöhrete ulaÅŸsalar bile Ahnef ibni Kays hazretlerinin dediÄŸi gibi: “Ä°lim ile takviye edilmeyen izzet nihayet bir zillete munkalip olur.”
[6] Bunu biraz daha açalım: insan ölü deÄŸil de yaşıyorsa mutlaka hareket halindedir. Ä°ÅŸte bu hareketin hangi yolda ve hangi istikamette olduÄŸunun düÅŸünülmesi ve bulunması herhangi bir ölçünün bilinmesini gerektiriyordu. Ä°ÅŸte biz naçizane aÅŸağıda göreceÄŸiniz ölçülerle aradık. Samimiyetle diyebilirim ki birkaç asırlık bir tedrisin yetiÅŸtirdikleri arasında –kendini yetiÅŸtirenler müstesna- herhangi bir münevvere rastlayamadık. “Bizde fikir adamı sözü laftır. Ä°nanılan fikir yoktur ki adamı olsun! Bir fikre baÄŸlı gibi görünenler, onu sadece reklâm gibi kullanıp menfaatlerini konuÅŸuÅŸlar”
[7] diye büyük bir gerçeÄŸi itiraf eden Orhan Seyfi Orhon Bey’i doÄŸrulamamak için insanın karşı delillere sahip olması icap ed er. Hem böyle oluÅŸu biraz da tabi deÄŸil midir? DüÅŸünüyorum, iki asrı aÅŸarak günümüze ulaÅŸan eÄŸitim, ilkokulundan tutunuzda ta üniversitesine varıncaya kadar, yetiÅŸtirdiklerinde hangi temel mefkûreyi iÅŸledi? Bakınız insaflı bir eÄŸitim üyesi Prof. Dr. Osman Turan Bey ne diyor? “…birçok üniversite mezunları tanırım ki bilgi ile malumatı veya peÅŸin hükmü birbirinden ayıramadıkları gibi kendilerine yabancı gelen ilmi bir hakikati ÅŸüphe ile karşıladıkları halde bazı batıl itikatlara veya o ayarda kanatlara inanmakta tereddüt göstermeler.
[8] Bırakın gerçekten elit kiÅŸilikler, Prof. Kemal Karhan Bey’in dediÄŸi gibi: “… Tanzimat münevverleri (!) bile bizim aydın takımın yüzyıl ilerisindedir.”
[9] Entellektüel bir yazar olan merhum Peyami Safa Bey ÅŸöyle yazıyordu: “Batı medeniyetini maddenin zaferi gibi anlamış ve gençliÄŸe pozitivizm aşısını yapmış bir maarifin yetiÅŸtirdiÄŸi inkılâp nesli, eÄŸer hayatta kazançtan, keyiften ve rahattan üstün bir hedef tanımıyorsa –ki zannetmem- mazurdur.”
[10]Dıştan bakanların görüÅŸünü uzun yıllar yurdumuzda etütler yapan Davi Hotham ÅŸöyle veriyor; dindan sandığı çevreleri anlatmak isterken: “Aslında Ä°slamiyette ruhban sınıfı yoktur; ama Türkiye’de papazlara çok benzeyen bir sınıf türemiÅŸti…” Ve belki de bunlara reaksiyon esprisiyle uygulanana bir sistemin “ürünü olan pek çok Türk aydını, hiç olmazsa dış görünüÅŸleriyle, biraz dinsizdir”
[11] diyerek kuÅŸ bakışı bir tanıtma yapıyor. Ankara’da vazifeli Robert M. Fresco adlı bir Amerikalı diplomat ise: “Türk aydını dinsizdir… Bu zümre Rusya ve Çin dışında, dünyanın en ateist elittir.”
[12] Diye izahsız bir iddia getiriyor.
“Zamanımızda münevver diye tanınan, bilmem hangi üniversiteyi bitiren, hatta 3-4 lisan bilen bir takım adamların ne müthiÅŸ dalavereler çevirdiklerini görüp duruyor” diyen, milletvekilliÄŸi de yapmış bulunan yazar Serdengeçti Osman Bey batılılardan ÅŸöyle bir ÅŸey naklediyor ki: “Alman BaÅŸvekili Adenhavr’a sormuÅŸlar, siz niçin münevver düÅŸmanısınız? Cevap:
- “Evet, ben münevver düÅŸmanıyım. Almanya’yı çıkmaza sokanlar münevverlerdir. Bunlar hiçbir ÅŸeyi beÄŸenmezler, boyuna tenkit ederler. Lüks hayat isterler; müsriftirler. Almanya’yı yükselten halktır. Bir Allah’a inanan, mütemadiyen çalışan, didinen Almanya’nın dindar halkıdır. Alman münevverleri için söylenen bu söz bizimkiler için bin defa daha doÄŸrudur.”
[13]Bütün bunları “…Türk eÄŸitimi –kendisini yok saydıracak biçimde- kötü aydın yetiÅŸtiriyor derken Tarık BuÄŸra, sebeplerden birini özetle yakalamış oluyor.
[14] Avrupalı Jan Dallas ise, dünyaya kötü örnek veren batılı münevverlere dokunurken: “Bu aydın kiÅŸileri ben kendi düÅŸüncelerinden örülmüÅŸ kafesler içinde bir o yana bir buyana koÅŸuÅŸturan beyaz fareler sayıyorum”
[15] der. Åžimdi Ä°stanbul Teknik Üniversitesi dekanının 1963 yılındaki gazetelere geçen ÅŸu ilana bakınız: “Bu yıl Teknik Üniversite imtihanlarına giren 4073 lise mezunu gençten 2937 tanesi bir numaranın altında not almıştır.”
[16]- Bu neden böyledir? Çünkü hareket halindeki bir hayatiyet arzeden bir davanın, bir fikrin mensubu olmak sevgisi ve heyecanı verilememiÅŸtir. MeÅŸhur reformcu Luther: “BeÅŸer kalbi bir deÄŸirmendeki deÄŸirmen taÅŸlarına benzer; ona buÄŸday koyduÄŸunuz zaman döner, buÄŸdayı kırar öÄŸütür ve un haline getirir. EÄŸer buÄŸday koymazsanız yine dönmekte devam eder ve kendi kendini öÄŸütür”
[17] diyen teÅŸhisiyle bir gerçeÄŸe ışık tutmuyor mu? Nasıl da senler senesi kendi kendimizi öÄŸütüp tüketmiÅŸiz… Genç münevverlerimizden Karakoç bir yazısında bunu yeni ifadeyle bize ÅŸöyle özetliyor: “…bir psikoloji kuralıdır: dışarıyla savaÅŸmayan içiyle savaşır.”
[18]Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.