25-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Medyadan Seçmeler arrow TÃœRKÄ°YEDE DÄ°NDARLIK PROFÄ°LÄ°
TÜRKİYEDE DİNDARLIK PROFİLİ PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 7
KötüÇok iyi 
Yazar Metin Önal MengüşoÄŸlu - Umran dergisi,Nisan 2010   
22-04-2010
TÜRKÄ°YE’DE DÄ°NDARLIK PROFÄ°LÄ°

                                                 Metin Önal MengüÅŸoÄŸlu
I. DÄ°NDAR ÇEŞİTLEMELERÄ°
Genel baÅŸlığa profil kelimesini eklememin özel bir sebebi var. Çünkü Türkiyeli insanın büyük bir ekseriyeti ‘din’ meselesine maalesef yalnızca profilden bakmaktadır. Biliniyordur ki profilden bakmak ‘yandan’ bakmanın bir çeÅŸididir. Yandan bakan insan, cepheden hem de her cepheden bakan kadar detaylı ve isabetli göremez. Sadece bir yönden tespitler yapabilir. Yanılma, yanlış anlama, doÄŸru deÄŸerlendirememe ihtimali yanılgı oranında artar. Mümkün olduÄŸunca meseleye her cepheden bakmayı denemelidir. Bir kere ‘din’ denilince sadece semavi dinleri anlama yanlışı
düzeltilmelidir. Bu da yetmez; beÅŸeri kabullerin din diye bildiÄŸi Budizm, Åžamanizm, Taoizm, Mecusilik, ZerdüÅŸtlük gibi baÄŸlılıkları bu kategoriye katmak her ÅŸeyi açıklamaz. Hiç olmazsa ÅŸurası bilinmelidir ki, Müslümanlar, temel kılavuzları olan Kur’an açısından deÄŸerlendirme yaparken, yukarıdaki nitelemeleri eksik sayarlar. Çünkü Kur’an’a göre insanların hiçbir etki altında kalmaksızın fikren, zihnen, ruhen ve bedenen hür iradeleriyle yürüyüp menziline eriÅŸmek maksadıyla seçtikleri her ana yol, ‘din’dir. Bu anlamda bütün ömrünü uÄŸruna harcadığı, aralıksız biçimde üzerinde iftihar ve büyük bir zevkle yürüdüÄŸü ana cadde hangisiyse kiÅŸinin dini de odur. Ömrünü Marksizm’e, Kemalizm’e, Laiklik, Batıcılık, Liberalizm yahut Sosyal Demokrasi gibi (kendince) ‘deÄŸer’lere hasretmiÅŸ kiÅŸiler de Kur’an’a göre, bu dinlerden birisinin dindarıdır aslında. Çünkü onlar uÄŸruna büyük atılımlar, çabalar, emekler, terler dökmüÅŸlerdir. Hatta kimileri bu uÄŸurda ölmüÅŸtür. Dindarlık kiÅŸinin asli ve gönüllü mensubiyetine baÄŸlılığın bir göstergesidir. Sırf sosyolojik, tarihsel ya da folklorik anlamda, daha evvel atalarının üzerinde yürüdüÄŸü yol (din) ile de bir irtibatı vardır diye, kiÅŸiyi hür iradesiyle kendi seçtiÄŸi yol(din)a nispet etmek yerine, berikine nispet etmek yanlışından kurtulmadıkça asla bu paradoks çözülemez. Ömrü boyunca sadece onu din zannederek Ä°slâm’a hakaret eden, söven, çaÄŸdışı sayan kimi Marksist, Kemalist, laik, batıcı kimselerin, son yolculuklarında cenaze namazı için musalla taşına konulmaları, namazın hemen arkasından da alkışlarla mezara uÄŸurlanmaları ne kadar sahici, ne kadar samimidir?

Neden dindar denilince yalnızca semavi din(ler)e baÄŸlı kimse anlaşılıyor ki? Ä°nsanlar buna alıştıkları için mi? Peki alışkanlık insana yakışıyor mu? Hele bu ülkede her dine baÄŸlı dindarın mebzul miktarda bulunduÄŸunu düÅŸünürseniz. Mesela Türkân Saylan yakınlarda vefat eden dindar bir Kemalist’ti. BaÄŸlı bulunduÄŸu dinde samimi olmayanlar dindar da sayılmazlar. Nitekim bu ülkede özellikle de Kemalizm buna en müsait zemindir. Sömürüye açıktır. Onu maske olarak kullanıp menfaat dinini sürdüren yüksek zümreden birçok isim bulunmaktadır.

Ä°slâm nokta-i nazarından yeryüzünde dinsizlik, ahlaksızlık ve tarafsızlık gibi oynak ve gevÅŸek durum ve tutumlar hiç yoktur. Herkesin bir dini, ahlakı ve tarafı vardır. Buna sırf semavi din’i benimsemediÄŸi için inkârcı sayılanlar da dâhildir. Çünkü din yol demektir ve kiÅŸinin bir ömür üzerinde yürüdüÄŸü ana yol, ana cadde onun dinidir. Ahlak ise kiÅŸiye benimsediÄŸi dinin deÄŸerleri tarafından teklif edilen davranışların bütünüdür. Davranışların sürdürülüyor olması ahlak adını alması için kâfidir. Mesela Ä°smet PaÅŸa’nın, bir ömür Allah lafzını aÄŸzına almama gibi kökten laik dindarlığı, öteden beri söylene gelmektedir. Ve bu tutumunda son derece samimidir. Herhangi bir ana caddeden herhangi bir ana menzile doÄŸru yürüyen her insanın, mademki bir dini, bir ahlakı vardır; öyleyse onun bir de tarafı olacaktır. Tarafsızlık gibi uydurma bir tutum, insan için söz konusu edilemez.

Bu durumda salt sosyolojik anlamda hatta çoÄŸu kere gönülsüz bir biçimde ortaya çıkmış bir aidiyetin, kiÅŸinin dini olarak anılması ne kadar doÄŸrudur? Asıl din, kiÅŸinin kendi hür iradesiyle gönlünü katarak seçtiÄŸi yol olmalı deÄŸil midir? Ve elbette her dinin bir samimi dindarı bir de sahtesi bulunur. Bundan Ä°slâm da payını almaktadır. Müslüman dindarlığının sahtekârı kötüdür; ya öteki dinlerin sahtekârı? Ä°ÅŸte bu soru esasen zihin ve kalplerde kördüÄŸüme dönüÅŸen meselenin kırılma noktasıdır. Profilden bakmaya alışkın insanlar hep görünen yüzle yetinirler. Medyada görünen yüzler arasından mesela Cem Yılmaz, Umre ziyaretine gitmiÅŸ oysa Yılmaz ErdoÄŸan üzerinden böyle bir duyuma sahip deÄŸiliz. Hatta aksine onun sol görüÅŸlü birisi olarak verdiÄŸi görüntü, Ä°slâm’a soÄŸuk baktığı izlenimi yaratıyor. Åžimdi Cem Yılmaz dindar birisi midir? Hangi dinin dindarıdır? Umreye gitmiÅŸtir lakin gündelik hayatında Ä°slâm ne kadar iÅŸlevseldir? Gelelim ErtuÄŸrul Özkök’e. O da umre ziyareti yaptı; Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmenliÄŸinden ayrılmadan önce. Bunu nasıl baÅŸardı? EÄŸer nüfus cüzdanında Ä°slâm ibaresi bulunmasaydı onu Harem’e sokarlar mıydı? Ä°çki içmeye devam edeceÄŸini ve namaz filan da kılmayacağını üzerine basa basa âleme ilan etti. Ä°çkiyi haram, namazı farz kılan ana caddede yürümeyeceÄŸine göre, onun üzerinde yürümeyi sürdüreceÄŸi ana cadde acaba hangisidir? Ve O, hangi dinin dindarı, deÄŸilse sahtekârıdır? Yahut böyleleri gizli mi yapmaktadır din’in kendisinden beklediÄŸi asli dindarlık alametlerini? EÄŸer böyle bir durum caizse o zaman Ä°smet PaÅŸa yahut Yılmaz ErdoÄŸan’dan da bu hakkı esirgememelidir. Belki onlar da gizli olarak yapmaktadırlar.

Kırılma noktası böyle küçük açıklamalarla aydınlanamaz. Türkiye’de Ä°slâm’ın dışındaki öteki bağımlılıkları, mensubiyetleri insanların ÅŸuur ve bilgi daÄŸarcıklarına din olarak benimsetmek, öÄŸretmek, aşılamak kolay deÄŸildir; burası çok aÅŸikâr. Çünkü bu ülkenin Ä°slâm’a en çok düÅŸmanlık edeni bile, esasen Ä°slâm’ın kendisini ne kadar kuÅŸattığını bilmekte ve hatta bundan gizli bir haz da almaktadır. Öyle ki bazen baÅŸka din mensupları yanında bunun fiyakasını kullanan Tanrı tanımazlar bile bulunmaktadır. Ancak onlar da tıpkı geçmiÅŸ zamanların müÅŸrikleri gibi yukarıda istirahat eden, aÅŸağıdaki hayatı sadece yan gelip yatarak seyreden ve bu hayata hiç karışmayan bir Tanrı’ya ‘hayır’ demiyorlar. Hayır dedikleri Tanrı hukuk koyan, haramı helali belirleyen, hayra ve ÅŸerre bir ölçü tayin ederek güzel ahlak ile kötü ahlakı birbirinden ayıran Allah’ın ta kendisidir. Din ile siyaseti birbirinden ayırma çabası Tanrı’yı toplumsal hayattan kovmanın ‘kibar’ adıdır. Bunu baÅŸarırsanız herkesi Ä°slâm’ın dindarı yapabilirsiniz. O zaman önceki CumhurbaÅŸkanı Ahmet Necdet Sezer’in hukukçu kimliÄŸiyle doÄŸru biçimde dile getirdiÄŸi gibi, Tanrı ile kul arasındaki (gizli olması gereken) iliÅŸkiyi, kamusal alana taşımak laiklik ilkesine aykırıdır. Bu açıklamalar elbette esasen kimsenin aklına yatmıyor ve kalbine oturmuyor. Herkes vicdanının derinliÄŸinde Allah’a karşı yapılan haksızlığın acısını çekiyor. Lakin bunu açık etmekten sakınıyor.

Bu durumda ortaya ÅŸöyle bir tablo çıkıyor. Ülkede yaÅŸayan yerli ahalinin asli dini yalnızca Ä°slâm’dır. Dindarlık ise dine aşırı baÄŸlılığın adıdır. Çünkü herkes aşırı olmamak kaydıyla ‘zaten’ Müslüman’dır bu ülkede. DeÄŸil mi ki Tanrı tanımazlığını ilan edenler bile kendilerini sosyolojik anlamda Müslüman görmekten rahatsızlık duymuyorlar. Yani esasen çoÄŸu kimse yaptığı yanlışlığın, hafifliklerin farkındadır. Demek ki din’e kayıtsız görünen hemen herkes Ä°slâm ile olan bağından uzaklaÅŸtıkça bir vicdan sızısı taşımaktadır. Åžöyle ki bir yanlışı, bir hafifliÄŸi, bir günahı Müslüman ve de dindar bir kiÅŸi iÅŸlediÄŸi vakit, kopartılan fırtınanın büyüklüÄŸü, buna tanıklık etmektedir. Kimse hatayı ve kusuru Ä°slâm’ın dindarlarına yakıştırmıyor. ÇaÄŸdaÅŸ ve batıcı görünümlü birisi küçük bir kıza tasallut ettiÄŸinde gösterilen tepki ile bir dindarın aynı suçu iÅŸlemesi halinde gösterilen tepki arasındaki doz farkı bir düÅŸünülsün. Bu niye böyledir? Bakınız Ä°slâm’ın dindarları vakıf kurup kendilerine benzeyen öÄŸrencilere burs verdiklerinde tarafgir davranmakla suçlanırlar; bu ayrımcı tutum onlara yakıştırılmaz. Ama Türkân Saylan’ın kurduÄŸu vakıf, yalnızca kendilerine benzeyen öÄŸrencilere burs verir; bu yakıştırılır. Neden mi? Acaba onların da ÅŸuur altında hala ‘Müslümanlar daha adildir’ diye bir gizli vicdan hesabı mı yatmaktadır? Müslümanlar yanlış yapmasın çünkü onlar ‘zaten’ adildirler. Kendileri yaparsa onlara yakışmaktadır, öyle mi? Ve bu çaÄŸdaÅŸlık iddiasındaki batıcı laik kesim yahut Kemalizm’in dindarları, ‘zaten’ başından beri tarafgirdirler diye bir inanışı mı barındırmaktadırlar sinelerinde? Onların var oluÅŸ sebepleri böyle bir ayrımcılık ve adaletsizlik üzerine kuruludur; diye bir intiba mı vardır gönüllerinin derinliklerinde?

II. HEP BEYAZ MI GÄ°YÄ°NÄ°R MÜSLÜMANLAR?
Araplar pistir, bu iddiayı sıkça duyarız. Kendilerini temiz sanan bazı Türkiye dindarlarının sözüdür bu. Hem de Hac ibadetini yerine getirip ülkeye dönenler söylerler. Oraya gitmemiÅŸ olanlar ise inanmak durumunda kalırlar bu yargıya. Niçin pistir Araplar diye sorarsanız ilk cevap olarak her an üç milyon insanın ziyaret ettiÄŸi mekânlardaki çöpler hatırlatılır. EÄŸer Türklerin elinde olsaymış tertemiz yaparlarmış o mukaddes mekânları. Ayrıca Araplar elleriyle yemek yedikleri için pismiÅŸler. Ama elbette pisliÄŸin en önemli göstergesi yine profildendir. Yani yandan, o malum yarım görünüÅŸten kaynaklanmaktadır. Bir türlü her cepheden bakmayı öÄŸrenememiÅŸ olan ÅŸu bizim akrabalarımız, ne yazık ki bu hususta da büyük bir yanılgı içerisindedirler. Sadece Araplar pis deÄŸildir. Araplar da ancak her kavim kadar pistir; hatta her kavimden biraz daha ‘az’ pistirler. Çünkü Araplar beyaz giyinirler. Onlar bu tutumlarıyla adeta herkesten biraz daha az pis olmaya mecburdurlar. Beyaz renk taşıyabildiÄŸinden biraz daha fazla kiri barındırmaya/ bulundurmaya imkân vermez. Beyaz üzerindeki leke anında göze çarpar. O çoÄŸaldıkça rahatsızlık da çoÄŸalır ve batar. Beyazın bizzat kendisi, temizlenme ihtirasıyla adeta sahibinin yüzünü gözünü yolar.

Koyu renkler böyle deÄŸildir. En çok da ÅŸu Hacca gitmeye herkesten ziyade teÅŸne görünen yaÅŸlı akrabalarımızın giyinmekten haz duyduÄŸu siyah ve koyu kahverengi, kiri hiç göstermez. Boyunlarının arka kısmına denk gelen yakalarına aşırı bir dikkatle baktığınızda, görebileceÄŸiniz tabaka sizi ÅŸaşırtır. Orada insan boynundaki tere sürtüne sürtüne kayışlaÅŸmış kir tabakası, yüzünüzü yere düÅŸürecek kadar utandırıcıdır bazen. PeÅŸin yargıların yanıltıcılığını profil kavramından hareketle, yeteri miktarda anlatabildiysek eÄŸer, asıl meram ve maksada geçebiliriz. Ä°slâm’a inansın inanmasın besbelli ki bu ülkede yaÅŸayan insanların büyük çoÄŸunluÄŸu, Müslüman dindarlığının aynı zamanda bir ‘yüce ahlak’ modeli olduÄŸunda hemfikirdir. Duru bir dille her vakit ve herkes tarafından itiraf edilmese bile, kiÅŸilerin bilinçaltı refleksleri böyle bir kabulü açığa çıkarmaktadır. Bu sebepten Ä°slâm’ın dindarı görüntüsündeki kimselerden sadır olan, en ufak bir kötü ahlak örneÄŸini, o kimseye yakıştıramıyorlar. Simsiyah giyinmiÅŸ insanın yakasındaki görünmeyen kir tabakası neyse de, beyaz giyinenin üzerindeki en küçük bir toz lekesi, bir de bu sebepten daha çok dikkat çekmektedir. Anlaşılmıştır ki olması gereken budur. Yani Müslüman iyi ahlaklıdır. Ancak olup giden maalesef bu deÄŸildir. Ä°kinci kırılma noktası da burasıdır.

Ä°badet de gizli kabahat de gizli, sözü, Türkçe bilenlere yabancı olmasa gerektir. BektaÅŸi mizaç yahut heteredoks bir din telakkisini hatırlatan bu söze, laikler fazlaca sarılırlar. Kendi dindarlıklarını unutup baÅŸkalarına ait dindarlıkların görünür olmasından müthiÅŸ rahatsızlık duyarlar. Kendi anlayışlarının da farklı bir din oluÅŸturduÄŸunu onlara anlatmanın zorluÄŸunu başından beri söyleyip duruyoruz. Ve mesela Ä°slâm fıkhında eÄŸer bir mecburiyet, terör, baskı yoksa Müslümanların, üzerlerine farz olan kulluk eylemlerini gizli yapmaları, riyakârlık olarak görülmüÅŸtür. Nasıl ki tersinden yine bir mecburiyet söz konusu deÄŸilse zorunlu olmayan kiÅŸisel kulluk eylemlerini (nafile) yalnız Allah’ın gördüÄŸü yerde yapmaları övülmüÅŸtür. Ne olacak ÅŸimdi? Müslümanlar, herkesçe maruf o kulluk eylemlerini, aynı zamanda Allah’tan baÅŸkasına boyun eÄŸmediklerinin, O’ndan baÅŸkasına kulluk etmediklerinin, yardımı yalnız Allah’tan beklediklerinin bir manifestosu olarak görmektedirler. Ve aÅŸikâr yapmak durumundadırlar. Laikler ise gizlemeden yana tavır koymaktadırlar. Ä°p burada kopmaktadır.

Ä°pin koptuÄŸu bir baÅŸka yer daha vardır. O da Yahya Kemal ile Buhari mütercimi Babanzade Ahmet Naim arasında geçen bir tartışmadır. Yahya Kemal Tevhid-i Efkâr adlı mecmuada Ä°stanbul’daki Eyüp Sultan üzerine bir yazı yazmış ve halkın o mekânı kutsallaÅŸtırmasını övmüÅŸtür. Ahmet Naim bunun üzerine Yahya Kemal’e Ä°slâm’ı efsaneleÅŸtirmesi, ölüler dini gibi sunmasından ötürü çıkışmıştır. Yahya Kemal’in buna verdiÄŸi cevap ilginçtir, demiÅŸtir ki: “Türk milletinin tarihi hatıralarına ne karışırsınız? Türk milleti dinini istediÄŸi gibi benimsemiÅŸtir…. Evet bu millet, Ä°slamiyet’i kendi mizacına göre kabul etmiÅŸ ve çok eski putperestliÄŸi ile karıştırmış ve öyle sever, onun uÄŸruna yalnız bu sebeple ölür…” [1]

Yahya Kemal’in BektaÅŸi mizaç Müslümanlığı ile Ahmet Naim’in idraki karşılaÅŸtırılınca, Türkiye dindarlığını anlama hususunda biraz daha mesafe alınmış olunacaktır. Elbet bu da yetmez. Sözlerine kulak vermemiz gereken birisi daha vardır. Nurettin Topçu’yu okuyalım ÅŸimdi de: “Bugünkü Müslümanlar, birtakım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan baÅŸka endiÅŸesi olmayan, ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar… Müslümanlık bugün müminlerine namaz kılmak, oruç tutmak gibi bir takım hareket kaideleri veren ölü dinlerdendir. Bundan daha öteye gitmiyor, ruhlara hiçbir gıda vermiyor, sanki ruhunu kaybetmiÅŸ gibidir.”[2]

Müslümanların her zaman beyaz giyinmedikleri yukarıdaki alıntılara bakılırsa anlaşılacaktır. Bir ömür boyu beyaz giyinmekten sakınanların yanında bu yine de deÄŸerlendirilebilecek bir ÅŸeydir.

Dindarlıkta gizlilik mi aÅŸikârlık mı diye tartışırken ibadet kavramına da Kur’an-ı Kerim açısından bir açıklık getirmek gereklidir. Çünkü Türkiye dindarlığının büyük görüntüsündeki Müslümanlık anlayışı, ibadeti namaz, oruç, hac ve zekâta kilitlemiÅŸ ferdi bir Müslümanlıktır maalesef. Sosyal, siyasal ve hukuki boyutu ihmal edilmiÅŸ bir din, artık Ä°slâm olmaktan çıkmış, bir atalar dini halini almış demektir. Evvela bilinmelidir ki Müslümanların meÅŸru bütün davranışları ibadet kavramı içerisinde mütalaa edilir. Ayrıca ibadetler imanın bir tezahürüdür ve imanı yoÄŸunlaÅŸtırır, derinleÅŸtirirler. Her ibadet bir vakit ve niyet (ne yapıyor olduÄŸunun bilinci) ile kaim bulunduÄŸundan asla taklide dönüÅŸmemeli ve alışkanlık halini almamalıdır. Bu iki hal onu ibadet olmaktan çıkarır. Ayrıca ibadetin imanı pekiÅŸtirmenin yanında kiÅŸide bir güzel ahlaka dönüÅŸmesi ÅŸarttır. Zaten bu sebeptendir ki sürekli beyaz giyinen Müslüman dindara kötü ahlak örneÄŸi, aynı inancı taşımayanlar tarafından bile yakıştırılamamaktadır. Olması gereken budur dedik peki olup gitmekte olan bu mudur; iÅŸte size bir baÅŸka kırılma noktası.

III. MANASTIR DÄ°NDARLIÄžI
Sahih Müslümanlık ile kültürel Müslümanlık arasındaki uçurum artık gizlenemeyecek oranda keskinleÅŸmiÅŸtir. Yukarıda bahsi geçen Yahya Kemal, Ahmet Naim ve Nurettin Topçu imzalı sözler gibi yığınla belge sunmak mümkün. Sahih Müslümanlığın dindarı ile kültürel Müslümanlığın dindarı arasında büyük farklar oluÅŸmuÅŸtur. Bu farkı görmezden gelerek Türkiye dindarlığı üzerine yapılan her analiz eksik olacaktır. Birine ‘halk dindarlığı’ ötekine ‘münevver dindarlığı’ diyerek iki ana kümede deÄŸerlendirebiliriz. Ancak Türkiye gibi tarihsel geçmiÅŸi sürekli Müslümanlık ile anılan ülkelerde, bu iki küme arasında yığınla ara duraklara rastlamaktayız. Bülent Ersoy’un Müslümanlığını ne yapacağız? Evet, hiç birimiz cehennem zebanisi deÄŸiliz. Kimsenin hesabı kimseden sorulmayacaktır, amenna. Ne kadar tartışmadan uzak tutarsanız tutunuz, kafanızı kuma gömmekle dışarıdaki hakikat de örtülmüÅŸ olmuyor. Bu sefer insanların zihninde ve kalbinde muazzam çeliÅŸkiler doÄŸuyor. DehÅŸetli yıkıntılar oluÅŸuyor. Bunun mutlaka izah edilmesi gerekiyor. EÄŸer izah edilemezse bu sefer hiç olmazsa izah edilemeyiÅŸinin izahı gerekiyor. Bu yapılmazsa gelecek kuÅŸaklara neyi emanet bırakacaksınız? Niçin o halde uyuÅŸturucu yaşının orta mektep seviyesine düÅŸtüÄŸünden ÅŸikâyetler artmaktadır? Bırakınız düÅŸsün, çünkü çocuklar hayatın izahını büyüklerinden iÅŸitmemiÅŸlerdir. Açıklanamayan bir hayatı yaÅŸamanın ne anlamı var? Her ÅŸeyi unutmak üzere uyuÅŸturucu iptilası en kolay ve çabuk bir çözüm deÄŸil midir? Yani Bülent Ersoy’un mevcut halini göre göre, bile bile, programlarındaki Allah-ü Ekber nidalarına bakarak, onun Müslüman dindarlığından dem vurup, hem kendinizi hem sizi dinleyen herkesi ve belki hem de bizzat ÅŸahsın kendisini aldatıp durmayı, böylece oyalanmayı marifet sayacaksınız. Burada bir yanlışlık yok mudur?

Soru ÅŸudur ÅŸimdi de; kiÅŸi Müslüman’dır ama dindar deÄŸildir; olamaz mı?

Ara duraklar yalnızca bundan ibaret de deÄŸil. Esasında Müslümanlık, ne yapıp edip bir biçimde kendisini insanlara açık eden bir din olmasaydı, iÅŸler daha kolay yürürdü. Ne var ki bu din böyle bir tutuma imkân vermiyor. Siz onu tabir caizse odada yasaklasanız, o bir yolunu buluyor ve bacadan içeriye giriyor. Ä°badet de kabahat de gizli sloganı, 23 devrimlerinin sarıldığı bir slogandı. Åžimdiki laiklerin de Ä°slâmî görüntüyü kamu alanından kovma çabası aynı tavrın tekrarıdır. Vakıa bu slogan aslen mistik gelenekten beslenmektedir. BektaÅŸi mizaç dediÄŸimiz davranış modeli de böyle bir ahlakı yansıtıyordu.  Ancak ‘Müslümanlık’ ile ‘yaÅŸayan Müslümanlar’ arasındaki yukarıda bahsi geçen uçurum, insanları çeliÅŸkiye düÅŸürmektedir. Hayır; Müslüman olduÄŸunu söylediÄŸi halde gündelik hayatında bunun tezahürleri bulunmayanlar hususunda deÄŸildir problem. Problem gündelik hayatında tezahürler bulunanlardadır asıl. Çünkü ötekiler bir biçimde kendilerini kurtarıyor, zorda kaldıklarında asli ana caddelerine (bizim nazarımızda dinlerine) dönebiliyorlar. Ya berikiler? Onların sığınacakları yer neresi? Manastır mı? Büyük bir kesim için görünen o ki, dünyadan el etek çekmek, bir lokma bir hırkaya rıza göstererek dünya nimetlerinden mümkün olduÄŸunca uzak durmak, az yemek, az konuÅŸmak, az düÅŸünmek, velhasıl her ÅŸeyi aza indirmek dindarlıktır. Müslüman dindarları kınamaya teÅŸne duranların görmek istediÄŸi Müslümanlar da bunlar arasındadır. Hz. Muhammed’in Ä°lahî Haber’i almadan önceki ‘maÄŸara hayatı’ ile Ebuzer adlı sahabenin fikirleri bu hususta kimi Müslümanlara ilham kaynağı olmaktadır. Lakin Hz. Muhammed’in, tebliÄŸi aldıktan sonra bir daha maÄŸaraya dönmediÄŸi mahsus unutturulmaktadır. Müslümanlık tarihi boyunca, inziva hayatını züht ve takvanın doruÄŸu gibi gösteren tekke ve zaviye hayatı da bu fikrin destekleyicisiydi.

Son yıllarda tersine bir geliÅŸme mi var nedir, dindarlık meselesi sıklıkla varlık meselesiyle beraber anılmaya baÅŸladı. Varlıklı Müslümanlar sınıfından yahut Müslümanların sosyetesinden dem vuranlar çoÄŸaldı. YürüdüÄŸü ana caddeyi insanların gözüne sokarcasına Müslümanlık olarak gösteren ve sürekli halkın gözü önünde yaÅŸayan kimileri, gündelik hayatlarındaki göz alıcı parlaklıkla dikkat çeker oldular. Ve böylece birçok yaftayla birlikte Burjuva Dindarlığı yaftası da kullanılmaya baÅŸladı. Bunu laikliÄŸin, Kemalizm’in, demokratlığın, hatta Marksizm’in dindarlığı için söz konusu etmeyenler, yine muhtemelen kendilerine yakıştıramadıkları için, Müslümanlar hakkında kınama mevzuu yapmaktadırlar. Müslüman dindarlığı ile burjuvazi birbirine yakışmıyor diyelim, peki burjuvazi ile Marksizm çok mu yakışıyor birbirine? Bence köylü, fukara, kiÅŸiliksiz, bakımsız görüntüsüne tahammül gösterilen Müslüman, az buçuk görünür hale gelince problem oluÅŸturmaya baÅŸlamıştır. BulunduÄŸu yeri deÄŸiÅŸtirmesi istenmemektedir ondan. Kaldı ki ÅŸehirlerde bugün zengin görüntüleriyle dikkat çeken Müslümanların büyük ekseriyeti, dünkü köylü hayatında da esasen köyün en varlıklısı deÄŸil miydi? Köyde traktörü olan, çalışmadan yiyen, itibar gören aÄŸa, bey, ÅŸeyh hep o kimseydi. Namazını hiç aksatmadığı gibi köyün tek ‘hacı’sı da oydu. Bugün aynı kiÅŸiler ‘kent’e düÅŸmüÅŸlerdir. Kentte lüks cipiyle üzerimize zifos fışkırtarak yanımızdan hızla uzaklaÅŸan maganda esasen aynı kiÅŸidir. Ha, namazına da aynen devam etmektedir; bir farkla ki, onun safı hemen namaz kıldırma memurunun arkasında ve saÄŸdaki ilk sıradadır. Zira orada kılınan namazın sevabı bilmem kaç misli ziyadedir(!)

Varlıklı olmak, varlığı hazmetmek, ‘sonradan görmüÅŸlük’ gibi vasıflar üzerinde çokça düÅŸünmelidir. Dindarlık ile alakasını da saÄŸlıklı kurmalıdır.

Meseleyi kökten bir biçimde ve sahiden çözmek isteyenlere önerilerimiz olacaktır. Bu yazıyla asli maksadımız da budur. Komünizmi öÄŸrenmek isteyenler Fransız eski Komünist Partisi lideri Roger Graudy’e baksınlar diyebilir misiniz? Marksizm’i öÄŸrenmek isteyen Karl Marks’ı okursa doÄŸru yoldadır. Öyleyse konusu Müslümanlık olanlar da, Müslümanlara bakmak yerine, evvela Ä°slâm’ın sahih kaynağı olan Ä°lahî Vahye bakmalıdırlar. Ä°lahî Vahyin dindar modeli Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed’dir. Belki bir de her biri farklı bir yönü ile o elçinin yakın mesai arkadaÅŸları sayılabilir. Özellikle son zamanlarda Müslümanlar arasında ‘varlıkla hiç sınanmamış’ kimi münevverlerin, mal mülk hususunda yazıp çizdikleri ortadadır. Gündelik tartışmalara yansıyan haliyle de, Mehmet BekâroÄŸlu’nun tetiklediÄŸi tartışmanın boyutları uzayıp gitti. BaÅŸörtüsü yüzünden üniversiteden kovulmuÅŸ yoksul ve maÄŸdur kız çocuÄŸunun yanından, lüks cipiyle geçerek onun üzerine zifos fışkırtan ÅŸoför de, baÅŸörtülü bir hanım deÄŸil miymiÅŸ? Bu çeliÅŸki nasıl çözülecekmiÅŸ. Müslümanlar zengin olabilir miymiÅŸ? Böyle ciplere binebilir miymiÅŸ? Bu kampanyalara katılan Müslüman münevverler ÅŸunu ihmal ediyorlar. Müslümanlar üzerinden Müslümanlık dövülmek istenmektedir. Hiç kimsenin kiÅŸisel Müslümanlık anlayışı, doÄŸrudan Ä°slâm’ı ilzam etmez, edemez. Yalnızca Son Allah Elçisi’nin din adına verdikleri alınır. Onun dışında hiç kimsenin böyle bir temsil hakkı olamaz, yoktur. Bunu ne çabuk unuttu Müslümanlar?

Åžimdi bu cip metaforundan kalkarak gündeme taşınan ‘Ä°slâmî Sol’ tartışmaları gündemden düÅŸmez oldu. Mademki cip aracı Müslüman’a yakışmaz görünmektedir öyleyse (eskiden olduÄŸu gibi) Müslüman görüntülü kimseler toplu taşıma araçlarına talim etmelidirler. Hem böylece yollar da öteki dindarlara kalır, serbestçe dolanırlar. Åžaka gibi deÄŸil mi? Ne yaparsınız ki sinelerde yatan sahici niyet bence baÅŸkası deÄŸildir. Neredeyse bütün dünyada düÅŸünsel ve pratik ömrünü tamamlamış bir sol zihniyet, ne acıdır ki hem de Müslümanlık üzerinden yeniden hortlatılmaya çalışılmaktadır. Ä°slâm’ın o aziz ve ilahî hikmeti, beÅŸeri hiçbir doktrinin ufkuna eriÅŸemeyeceÄŸi o kusursuz kılavuzluk, ÅŸimdi maalesef en cıbıl doktrinlerle aynı hizaya konulmak istenmektedir. Üstelik kırklı yıllardan itibaren Ä°slâm dünyasında da bu tür denemelerin yapılmış ve baÅŸarısız kalmış olduÄŸu bilinerek yapılmaktadır bu karşılaÅŸtırma. Ä°slâm’ın kendine mahsus Ä°lahî nizamı acaba hangi noktada (inananlar için söylüyorum) kiÅŸileri tatminsiz bırakmıştır? Ki onu ‘sol’ ya da ‘saÄŸ’ gibi içi boÅŸ kavramlarla sunmaya çalışmaktadırlar?

O halde son zamanlarda öne çıkartılarak Müslümanlık modeli gibi takdim edilen Ebuzer motifi, kimseyi aldatma vesilesi yapılmamalıdır. Ebuzer sahabeden birisidir. Allah Elçisi’nin nazarında gözde sahabelerden birisi de deÄŸildir. Allah Elçisi’nin karakterini överek öne çıkartmadığı birisini, yüzlerce yıl sonra model gösterme çabasının ardında iki sebep yatmaktadır. Birisi Türk Müslümanlığı üzerindeki Åžii etkisidir. Çünkü Åžiilik nazarında Ebuzer’in mümtaz bir mevkii vardır. Ä°kincisi ise dünya nimetlerine karşı Ebuzer’in eÄŸer doÄŸruysa söylediÄŸi iddia edilen özgün görüÅŸleridir. Güya O, evinde üç günlükten fazla yiyeceÄŸi olanın din(darlık)inden ÅŸüphe edermiÅŸ. Böylesine parlak laflarla acemilik döneminde her genç Müslüman, gelecekteki idealist hayatını hayal etmiÅŸ olabilir. Evlenip çoluk çocuÄŸa karışınca, hasıra oturmak yerine, en pahalı halılar üzerinde oturarak kendini yanıltan epeyce insan vardır bu ülkede. Gelin görün ki sadece pekmeze ekmek banarak çocuklarınız büyüyemez. Sırf bir takım fikirlerin harici benzemesi üzerinden hareketle Ebuzer’i ‘sol’, Osman ve diÄŸerlerini de ‘saÄŸ’ göstermenin, medyatik fiyakasından baÅŸka bir anlamı olamaz. Köyün eski ‘aÄŸa’sı, kentin ise yeni ‘patron’una laf yetiÅŸtireceÄŸim, onun hayatındaki yanlışı uyaracağım derken, daha köklü bir yanlışı ihdas etmenin kime ne yararı olacaktır; medyaya reyting kazandırmanın ötesinde? Kaldı ki bu eleÅŸtiriyi yapanların henüz varlıkla hiç sınanmamış kimseler olması da ayrıca düÅŸündürücüdür. Belki bahsi geçen o zenginler bile (isim verebilseydim herkesin tanıdığı kimselerle bunu daha açık anlatabilirdim) tıpkı ÅŸimdiki ‘sol’ sempatizanları gibi düÅŸünmekte ve inanmaktaydılar. Hatta daha keskin görüÅŸlüydüler. Varlıkla sınanmak zordur. O sınavı evet, herkes kazanamaz. Ancak ben eleÅŸtiri sahiplerinin de böyle bir sınava tabi tutulmalarını isterdim doÄŸrusu. GeçmiÅŸte bunun bir hayli olumsuz örneÄŸine tanıklık etmiÅŸizdir. SaÄŸcılık solculuk gibi bayatlamış kavramlarla Son Allah Elçisine arkadaÅŸlık etmiÅŸ insanları deÄŸerlendirme çabasının kimseye makbul ve makul bir yarar saÄŸlayacağı kanaatinde deÄŸilim.

Züht’ün, benim çok emniyet ettiÄŸim kavramlar arasında bir yeri yoktur. Ancak takva da insanların yaÅŸanan dünya hayatından koparak, kaçarak, uzak durarak elde ettikleri bir mevki deÄŸildir. Bizzat ve bilhassa dünyada olarak, orada bulunarak, olup bitenlere müdahil kalarak kazanılan bir mevki olmalıdır. Dünyanın bütün meÅŸru varlık ve varoluÅŸlarıyla sınanmadan, denenmeden, nasıl muttaki olunur? Müslüman’ın ÅŸiarı servet düÅŸmanlığı olmadığı gibi mülkiyet hakkını inkâr hiç deÄŸildir. Müslümanlık yüksek bir ahlak üzere yaratılmış bulunan bir Allah Elçisinin modellik ettiÄŸi biricik adalet dinidir. Adalet ise insanlarla muamele ve münasebetten, ticaret, ziraat, zenaat, sanat gibi her türlü hukukî, ahlakî ve estetik alış veriÅŸten sonra söz konusu edilmesi lazım gelen bir fazilettir. Ä°liÅŸkileri sıfıra indirgemiÅŸ insanların adaletle ne iÅŸi olabilir ki? Adalet ise zulmün zıddıdır. Herhangi bir ÅŸeyi olması gerektiÄŸi yere koymak ÅŸeklinde tanımlanan adalet bize denge, muvazene gibi kavramları hatırlatır. Model Müslüman olan Allah Elçisi’nin hayatına baktığımızda, O’nun çobanlıkla baÅŸlayan çocukluÄŸu, bildiÄŸimiz ticaret ile sürüp gitmiÅŸ, nihayet bir toplum liderliÄŸi ile sona ermiÅŸtir. Varlıkla da yoklukla da sınanmıştır. Bir evi bir devesi var olmuÅŸtur. Evlerinin üzerine durmadan ev katanlar, deve kervanına yeni ve sayısız develer katanlar olabilir. Olaya bakar ve model ile mukayese edersiniz, her türlü aşırılığı kınar, eleÅŸtirirsiniz. Ama bu sizi servet düÅŸmanlığı yahut mülkiyet hakkını inkâra kadar götürürse o zaman Kur’an’daki uzun miras âyetlerini nasıl açıkladığınızı sorarlar. Hele bir de bizim kavram dünyamıza yabancı olan saÄŸcılık ya da solculukla irtibatlandırmak vahim bir yanlıştır.

BaÅŸladığımız yerden devam edersek, yine salt profilden bakıldığında, Ä°lahî Vahyin inzal olunduÄŸu dönemde/ toplumda dilerseniz, bir ilk örnek olarak yalnızca Ebuzer’i görebilirsiniz. Oysa her cepheden bakıldığında tablo çok deÄŸiÅŸecektir. Hatta tersine dönecektir. Çünkü Allah Elçisi’nin en yakınında gördüÄŸünüz insanlar arasında Ebuzer bulunmamaktadır. Hatice, Ebubekir, Osman ve Abdurrahman’ın makamı Ebuzer’in çok önündedir. Sayılanların hepsi de döneminde ticaretle meÅŸgul olmuÅŸ varlıklı kimselerdir. Varlık sahibi Müslümanların örnek alması gereken kiÅŸilerdir onlar. Herhalde marka veya konfor düÅŸkünlükleri yoktu lakin her birisinin hayli güçlü birer devesi vardı. Evlerinde sofra kurulur, konuklara ikramlar yapılırdı. Ä°sraftan kaçındıkları, Allah yolunda harcadıkları takdirde -ki hep böyle olmuÅŸtur- onların varlıkları kimse tarafından sorun edilmemiÅŸtir. Sonraki dönemlerde, özellikle de Emevi-Abbasi kavgasının kızıştığı dönemlerde, geriye dönüÅŸlerle kimi eleÅŸtiriler yapılmıştır ki, bunların kavmiyet asabiyetiyle baÅŸladığı ortadadır.

Bu kısa anlatımla bizim asıl maksadımız ÅŸudur; evvela kendini doÄŸrudan Ä°slâm’a nispet etmeyen yahut Ä°slâm ile birlikte baÅŸka bir ideolojiye de nispet eden kesimler bilmelidirler ki, bu tip yaygaraları kopartan bilinçaltının farkındayız. Varlığı, zenginliÄŸi, iktidarı, yüksek mevki ve makamları 23 devrimlerinden bu yana onlar, Müslümanlara layık görmemektedirler. Kaldı ki bu bakış bilinçaltı olmaktan çoktan çıkıp yasal zeminlere bile oturtulmuÅŸtur. (Kebapçıları fiÅŸleyen 28 Åžubat rejimini hatırlayın.) Bizim kuÅŸağın düÅŸünmeye, inancını ahlaka/ davranışa dönüÅŸtürmeye baÅŸladığı yıllar, cumhuriyet tarihinin ilk ideolojik kümelenme yıllarıydı. Ä°nsanların hangi kümeden/ kamptan olduÄŸunu anlamak için, o zamanlar okuduÄŸu gazeteye yani güvendiÄŸi haber kaynağına bakılırdı. Esasında bugün de durum çok deÄŸiÅŸmiÅŸ deÄŸildir. O halde artık herkes eteÄŸindeki mozaikleri düzgün ve tek renkli bir zemine dökmelidir ki ak kara belli olsun. Var mısınız bütün kamuflaj malzemelerinden arınarak, cümle maskeleri yırtarak, kalbinizin ve vicdanınızın sesine, sonuna kadar kulak vererek sahici inancınızı, ana caddenizi, kampınızı, tarafınızı, insanca ve mertçe haykırmaya? Müslümanlara varlıkları layık görmeyenler, siz hangi taraftasınız? Cesaretiniz varsa, açıklayın. Ne kadar kolay deÄŸil mi; yıllarca önce, baÅŸörtüsü kamu alanında sorun olmaya baÅŸladığında, Müslüman bir avukat baroya alınmamış, mahkemelerden kovulmuÅŸtu. Hatta aynı avukatın o mahkemeye sanık sıfatıyla bile bu kıyafetle girmesi yasaklanmıştı. Onun baÅŸörtüsü için ‘marka’ seçtiÄŸini kınayanlar, durup bir de buradan baksınlar. Ta o yıllarda biz yine yazmış ve demiÅŸtik ki, baÅŸörtüsü ile banka yahut adliyede, yıllardan beridir hademelik yahut çaycılık yapan Müslüman hanıma, kimse dokunmuyor, hatta onu hiç kimse görmüyordu bile. Åžimdi ne oldu; orada burada, gözünüze hem de en az sizinkiler kadar biçimli, bakımlı, modaya uygun giyimli ama örtülü entelektüel Müslümanlar görünür olmaya baÅŸladılar. Onları mı dilinize doladınız? Kamu alanlarından kovduklarınızın, hepten gözlerinizin önünden uzaklaÅŸmasını, yeniden gecekondularına, taÅŸralarına, hademelik ve çaycılık mesleklerine, en önemlisi de öylesi bir kastın kılığına dönmesini istiyorsunuz öyle mi? ‘Bir lokma bir hırka’cı Müslümanların istediÄŸi de bu mudur?

Yedi yıldızlı oteller, markalar, konfor ve lüks yaÅŸam gibi kamuflaj malzemeleri kimilerinin gizli niyetlerini örtmeye yetmiyor; artık bizim de gözümüzden kaçmıyor bazı ÅŸeytanlıklar. Sizce bahsi geçen lüks yaÅŸamı sürdüren kaç sayıda Müslüman vardır? Sırf beyaz giyindikleri için göze batan bu insanlar, diyelim ki israf içerisindedirler. Ama onların gürbüzleÅŸmelerini, zenginleÅŸmelerini Özal sonrasında oluÅŸan iktidar iliÅŸkileriyle izaha kalkışmak kadar yanlış bir ÅŸey olamaz. Müslümanlar, yüzlerce yıldan beridir bu toprakların ve üzerindeki bütün mal ve mülkün tasarrufunu elinde bulunduran ahalinin bizzat kendisi deÄŸil midir? Siz herkesi Koç yahut Aydın DoÄŸan mı zannettiniz? Ki nereden, nasıl zengin oldukları karanlık daha bir nicesi vardır. Bugün ÅŸu veya bu adla anılan Müslüman varlıklılar, sanıldığı gibi üç beÅŸ dönemin iktidarı tarafından desteklenerek ortaya çıkmış kimseler olabilir mi? Onlar belki de, Anadolu’da yaÅŸayanların gözü önünde çalışkan, zeki ve birçoÄŸu öteden beri getirdikleri birikimi herkesin oynadığı oyunun kurallarına göre hatta büyük bir kısmı mümkün olduÄŸunca faiz v.b.den sakınarak kendilerini geliÅŸtiren insanlardır. Kazanma ÅŸekillerini tartışmak ayrı, tüketim alışkanlıklarını tartışmak ise ayrı husustur. Bunun hesabını da dışarıdan bakarak tutmak o kadar kolay bir iÅŸ olmasa gerektir. Kimse sırrına sizi vakıf kılmaz. Bu iki hususu birbirine karıştırdığınız zaman müthiÅŸ bir yanlışa imza atmış olursunuz.

Evet, ortada bir uyumsuzluk vardır. Ama bunun çok daha köklü sebepleri üzerinde düÅŸünmek lazımdır. Mesela laikliÄŸe yemin ederek Kemalist bir sistemin yönetimine talip olmak ne kadar Ä°slâmî idi? Kendi aralarında homojen bir itikat, idrak, ahlak anlayışı bile bulunmayan Müslümanların, öncelikli meselesi lüks otellerde konaklayıp konaklamamaları, lüks jiplere binip binmemeleri, hem örtülü hem de süslü olma çabaları mıdır? Müslümanlar bu hususları aralarında serinkanlı bir biçimde tartışarak bir ortak karar alma mevkiinde midirler? Müslümanlara dışarıdan bakanlar ise, onların maÄŸduriyetleri ve mazlumiyetleri ortada iken, aralarından çıkmış üç beÅŸ tüketicinin lüks düÅŸkünlüÄŸünü görüyorlarsa insaflı davranmıyorlar. Elbette bu tür eleÅŸtiriler kulaÄŸa hoÅŸ geliyor. Her zeminde itibar görüyor. Ama bir de herkes dönüp kendisine baksın. Ha, onlar, dönüp kendilerine baktıklarında, zaten kötü ahlakı benimsemiÅŸ bir hayat yaÅŸadıklarını görüyorlarsa, o halde bizi bize bırakıp sussunlar. Müslümanlar meselelerini sıraya koymuÅŸlardır. Ä°nÅŸallah bu sorunun da üstesinden geleceklerdir. Mesela ben kendi hesabıma, tam kırk yıl evvel yazdığım ve Gâvur Kayırıcılar adlı eserimde yayımladığım “Dindarlık Zamanları” adlı hikâyemde, bu meseleye bir yaklaşım sergilemiÅŸtim. Benim yazılarımı okuyanlar/izleyenler ne kertede özeleÅŸtiri yapan birisi olduÄŸumu bilirler. Ne var ki insanlar bizi bize bıraksınlar. Herkes kendi mahallesindeki tavuÄŸa ‘kış’ desin. Onlar iki dil gerektiÄŸinde iki din kullanarak insanları aldatmaktan vazgeçsinler. Biz zenginlerimizi de ıslah etmesini biliriz.

Müslümanlar bir zamandan beridir siyasal egemenliklerini kendilerinden olmayan zihniyetlere kaptırmış ve onların baskısı altında yaÅŸamaktadırlar. Dünyanın her yerinde baÅŸkalarının mahallesinde adeta sığıntı gibidirler. Bu sebeple onları mahalle köÅŸesinde kıstırıp döven dövene. Son yıllarda Müslümanlığın görünür yüzü haline gelen hanımlar üzerinden sopa çekme daha da belirginleÅŸti. Anneleri gibi giyinen kızlara kimse dokunmuyor da Bursa’da Koza Han’ından ipek eÅŸarp giyinmek isteyen bir türlü hazmedilmiyor. Ne yani siz eÅŸarp alıp örtünmek istediniz de Müslüman hanımlar tümünü tüketti mi? Sonra size her ÅŸey mubah ama Müslüman’a yasak mı? Hem Müslümanlık iddiasından vazgeçmeyeceksin hem de görünür yerlerde her türlü günahı iÅŸlemeye devam edeceksin. Senin görüntünde olmayanlar bunun önünü kestiÄŸi zaman da onu konfor düÅŸkünlüÄŸüyle suçlayacaksın, hem de son derece üst perdeden bir dil kullanarak. Ahlak dersi verir gibi. Besbelli ki ‘öteki’ dinlerin gönüllü veya gafil dindarları, Müslümanları mistik geleneklerindeki söyleme hapsederek ‘bir lokma bir hırka’ felsefesi ve pratiÄŸine sürgün etmek istemektedirler. Tuhaf olan Müslüman bünyesindeki kimi kalem ve söz erbabının buna çanak tutmasıdır. Bu iki bakışı en azından birbirinden ayırmak lazımdır. Sebebi vüruduna bakmadan, siret malzemesi içerisindeki konum ve deÄŸeri hesaplanmadan ulu orta zenginlik ve fukaralık hususunda kullanılan ‘hadis’ metinleri ÅŸaşırtıcı olmaktadır. Bilinmelidir ki güya oradan türetilen bu felsefenin Kur’an açısından bir deÄŸeri olduÄŸunu düÅŸünmeyenler de vardır.

Bu ve benzeri tartışmalarda ÅŸu çok aÅŸikârdır ki, dışarıdan yapılan eleÅŸtirilerin tamamı, Müslümanların özellikle de kadın unsuru tarafından fazlasıyla görünür olmasına karşı geliÅŸen hazımsızlığın bir tezahürüdür. Evet, Müslümanlar artık baÅŸkalarının mahallesinde yaşıyorlar. Lakin eÄŸer sayıları biraz çoÄŸalıp orada bir kast oluÅŸturmuÅŸlarsa, kendilerine göre bir mahalle kurma teÅŸebbüsünde bulunuyorlarsa, bunu baÅŸkalarının malına tecavüz deÄŸil, hak alma olarak görmek gerekmez mi? Bu mülk zaten onlara emanet idi, siz kimden gasp ettiniz? Müslümanların Demirel, Özal, Erbakan hatta ErdoÄŸan yönetimleri sonrası gürbüzleÅŸtiÄŸini söylemek ne büyük gaflettir. Biz de tam aksini düÅŸünüyor ve o yönetimlerin örtülü biçimde Ä°slâmî Hareket’i geriye götürdüÄŸü, savsaklattığı, hızını kestiÄŸi kanaatindeyiz. Zinayı suç saymaktan yasal anlamda çıkartıp hala baÅŸörtülü kızları üniversiteye almayan bir zihniyeti baÅŸka nasıl tanımlayacaksınız?

Kimi Müslümanlardan kaynaklanan olumsuzluklara bakarak vicdani ve ahlaki tepkiler veren Müslümanları elbette anlıyoruz. Bu bizim bir “iç enerji kaynağımız”dır. Ancak bunu baÅŸka bir dinin ve dindarların yedeÄŸinde kalarak yapmak, bilerek yahut bilmeyerek böyle bir konuma düÅŸmek yakışmamaktadır. Bırakalım herkes kendi elbisesinin temizliÄŸine baksın. BaÅŸkalarının giydiklerini ne zamana kadar biz temizleyeceÄŸiz? Bu ‘temizlikçi’ haleti ruhiyesinden çıkmanın vakti hiç gelmeyecek mi? Kimse zorlamasın sadece biz Müslümanlar deÄŸil topyekûn insanlık artık 40lı 60lı yıllara dönemez. Mesela o eski ‘hızlı’ solcuların büyük bir ekseriyeti bugün acaba niçin ‘liberal’ kesilmiÅŸlerdir? Ve niçin baÅŸörtüsü derdimizi bizden daha ÅŸiddetli ve ısrarlı biçimde savunmaktadırlar? Bu bahsedilen deÄŸiÅŸimin bariz göstergesidir. DeÄŸiÅŸime direnmek yerine onun nabzını tutarak kendi iradesiyle deÄŸiÅŸmelidir insan. Aksi halde baÅŸkası gelir deÄŸiÅŸtirir; karşılığında öyle bir fatura çıkartır ki ellerinden iktidarlarını alır. Merhum Seyyid Kutub’un ifadesiyle bu bir tür ‘Zillet Vergisi’dir. Kur’an’da ilk inzal olunan ayetlerin ezilme, sömürülme, yoksulluk, infak, adalet, aÅŸağılanma gibi hallere dikkatlerimizi çektiÄŸi doÄŸrudur. Tamam, sömüren, aÅŸağılayan ve zalim olmayacağız. Ancak buradan bizim sürekli aÅŸağılanan, sömürülen ve yoksul kalmış tarafta bulunmamızın gereÄŸini çıkartmamalıdır.

Alman düÅŸünürü Paul Tillich, Ä°manın Dinamikleri[3] adlı çok önemli eserinde Din’i, ‘nihai kaygının objesi’ olarak tanımlar. Öyleyse her insanın ‘nihai kaygısının objesi ne ise dini de odur. Bu ÅŸu demektir ki bir ömür boyu kiÅŸi ne uÄŸrunda çalışmış, didinmiÅŸse ve ne uÄŸrunda savaşı ve ölmeyi göze alabilmiÅŸse, hangi emel uÄŸruna hayatını feda etmiÅŸ yahut edebilecekse onun dini iÅŸte bu kaygısını oluÅŸturan objedir. Haydi, sıfırdan baÅŸlayalım; herkes hür bir biçimde dinini, yolunu, ana caddesini, tarafını, güvenli haber kaynağını yeniden seçsin ve ilan etsin. Kimse sonradan kıvırmasın, mert ve samimi davransın. Her dinin helal-haram, günah-sevap telakkisi farklıdır. Hiç olmazsa herkes kendi dininde samimi olsun. Var olan beri gelsin.


[1] KEMAL, Yahya (1986), Siyasî ve Edebî Portreler, Ä°stanbul. Ayrıca bakınız. MERT, Nuray (1998), "Cami Gölgelerinden Gölge Ä°nsanlara: Kültürel Ä°s­lam Edebiyatı", Tezkire, sayı: 14-15. Yasin Aktay(2002), “ Farklılık Politikaları ve Türkiye Müslümanlığı”,Ä°slâmiyat Dergisi c.5 s.4, sh.44.

[2] Nurettin Topçu, Ä°slâm ve Ä°nsan,  Hareket Yayınları, 1969,Ä°stanbul, Önsöz

[3] Paul Tillich, İmanın Dinamikleri (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2000)



Yorum
MÃœNAFIKLIKTA BÄ°R DÄ°NMÄ°DÄ°R?
Yazar selahaddin açık 2010-04-27 16:44:58
''İslâm nokta-i nazarından yeryüzünde dinsizlik, ahlaksızlık ve tarafsızlık gibi oynak ve gevşek durum ve tutumlar hiç yoktur. Herkesin bir dini, ahlakı ve tarafı vardır.'' BURAYI GENİŞLETMEK GEREKTİĞİ KANAATİNDEYİM. Din sayılabilecek, hiç bir ilkesi olmayan günübirlik bir hayat formu yokmudur.

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 22-04-2010 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111660976 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net