30-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow Elazığ da bir sofi bilge
Elazığ da bir sofi bilge PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 6
KötüÇok iyi 
Yazar Bilal Sürgeç   
03-07-2008

      
Elazığ’ da bir sofi bilge

SöyleÅŸi: Bilal Sürgeç             
Takdim:

 Sadi Özen, Otuz yıldır tanıdığım bir ÅŸahsiyetin sahibidir. Onu sürekli okuyan, araÅŸtıran biri olarak biliyorum.O genel tasavvufi anlayışa sahip olanların arasında  istisnai özelliklere sahip birisidir.  Sadi Özen, tasavvufi çalışmalar içerisinde olmasına raÄŸmen tasavuf konularında görüÅŸleri ve fikirleri net olarak bilinen ikisi de Hak’a kavuÅŸmuÅŸ olan  Said Çekmegil’le ve Ercüment Özkan’la diyaloÄŸ halindeydi. Gıyaplarında onları mahkûm deÄŸil içerisinde bulundukları gayretten dolayı bu iki mücadele insanını takdir ediyordu. Halen isimleri geçtiÄŸinden dolayı onları rahmetle anar. Sait Abi ile Sadi Özen Bey’in seviyeli bilgi ve irfanı konuÅŸturan sohbetlerinin ÅŸahidiyim. O münevver bir insandır.
Sadi Bey’in görüÅŸlerini tasavvuf konusunda fikrini yıllar önce ortaya koymuÅŸ olan Kriter’de yayınlamayı uygun ve faydalı görüyorum. Daha doÄŸrusu faydalanmak istiyorum. Milletimizin fikir ufkunu geliÅŸtiren, Kriter Org’da Sadi Bey’in görüÅŸlerini tartışmaya açıyorum. Bu tartışmaya yönelik her eleÅŸtiriniz meselenin anlaşılmasında bizlere çok önemli katkılar saÄŸlayacaktır.

Soru: Mistik(tasavvuf)bir hayatı benimsemiÅŸsiniz,  mistik hayat nedir, tasavvuf nedir?
Sadi özen: Öncelikle nevi ÅŸahsına münhasır Ä°slam tasavvufuyla, doÄŸu ve batı dinlerindeki mistisizm maiyeti itibariyle benzerlikleri ve ayrılıkları nedir ve nelerdir? ‘mistisizm: Latince isim olup felsefi anlayışı, ilahi varlığı sezgi yoluyla kavrama ve ulaÅŸma, bu esasa dayanan görüÅŸ sırrîlik, sırrîye ‘tasavvuf’ karşılığı olarak da kullanılmaktadır.’(Mehmet DoÄŸan-Türkçe Büyük Sözlük)

Orta çaÄŸ teologları(ilahiyatçıları) mistik teolojiyi ‘tecrübî hikmet, aÅŸkın yönlendirmeyle ruhun tanrı’ ya doÄŸru teveccühü; ilahi aÅŸk sayesinde ulaşılan tecrübî bilgi’ ÅŸeklinde tanımlamıştır.

‘Hak ile birleÅŸme sanatı’ demiÅŸler.

Bir tecrübe ve doktrin olarak mistisizm baÅŸlıca iki türe ayrılarak incelenmektedir. AÅŸk ve ittihat mistisizmi, bilgi ve idrak mistisizmi diye ikiye ayrılabilir. Aynı ÅŸekilde mistisizm, tabiat mistisizmi, ruh mistisizmi ve Tanrı mistisizmi ÅŸeklinde ele alınmıştır.( Ä°slam Ansiklopedisi. TDV)
Soru:Bu Ä°slam’a uygun mu?                                                                     

Sadi Özen:GörüldüÄŸü gibi daha birçok çeÅŸitli tarifleri yapılmış. Bütün bu görüÅŸlerde Kur’ani tevhid anlayışı ve inancı olmadığı için, iki netice ve inanca varılmış. Biri insanın monark veya ilahlaÅŸması anlayışı, ikincisi kamu tanrıcılık ‘ Panteizm’ . Bu iki inanış ÅŸekli de Kur’ana göre ÅŸirk ve küfürdür.

    Ä°slam tasavvufu baÅŸka… Ä°slam tasavvufu, tevhid ‘ Kur’an’ orijinli, kuru düÅŸünceden çok amel ve yaÅŸantıyla elde edilen bir hakikat dünyası… Bir mutluluklar alemi, güzellikler ülkesi… Ä°nsanın ma’na atmosferini aydınlatan, bir aÅŸk ve sevda sonsuzluÄŸu…

       Åžeyh  Galib ne tatlı demiÅŸ:

‘’  Tedbirini terk eyle takdir Hüda’nındır. 
     Sen yoksun o benlikler hep vehm-ü gümanındır

    Birden bire bul aÅŸkı bu tuhfe bulanındır
     Devran olalı devran erbâb-ı safanındır.
    Aşık da keder neyler gam halk-ı cihanındır 
    Koyma kadehi elden söz pir-i muÄŸanındır.’

 Netice olarak, hedefe varmak için sofiyey-i âliye yalnız düÅŸünce ve sezgi boyutuyla deÄŸil, amel, ahlak ve aÅŸk boyutuyla tasavvufi yaÅŸantılarını sürdürmüÅŸ ve kendilerini ifade etmiÅŸler. BaÅŸka bir söylemle, yaÅŸadıklarını, gördüklerini, tattıklarını, kokladıklarını dillendirmeye çalışmışlar. DoÄŸu ve batı mistiklerin dünyasında apayrı bir dünya…  Ä°mam-ı Gazali: ‘ Anladım ki büyük mutasavviflerin elde etmek istedikleri gaye, öÄŸrenmekle deÄŸil; tatmak, yaÅŸamak… suretiyle elde edilir.’ DemiÅŸ..( Ä°lahiyat Fakültesi Dergisi- Ankara-1953 s.23)                                                      

Soru:Vahdet-i Vücud nedir?

Sadi Özen: Ä°slam, tarikat ve tasavvuf hayatını derinden etkileyen, ibnü-l Arabi’nin felsefi tasavvufu: Endülüs’ün Mürsiye ÅŸehrinde ‘’560- 1165’’ doÄŸan ve ‘’638-1240’’ ta Åžam’da ölen Muhittin Ä°bnü-l Arabi ile Ä°slam, zühd, vera, ahlakı güzelleÅŸtirme ve gönül arındırma olan Ä°slam tasavvuf dünyasına girmiÅŸ.( Ä°slam ans. Diyanet yay. C.20s. 493)

DoÄŸu ve Batı gayri Müslim düÅŸünür ve mistiklerinin varlığın birliÄŸi hakkındaki görüÅŸ ve düÅŸüncelerinden ayrı nevi ÅŸahsına mahsus orijinal bir görüÅŸ sergilemesi, hem Ä°slam sofileri, düÅŸünürleri ve alimleri arasında ve hem de batı filozof ve mistikleri arasında günümüze kadar konuÅŸulan ve tartışılan bir mesele olmuÅŸ. Batılılar Ä°bnü-l Arabi’nin Vahdet-i Vücud görüÅŸünü ‘’ Panteizm’’ karşılığı kullanmışlar.    

Ä°bnü-l Arabi’nin hakikatte, ‘’ Vücudda yalnız hak vardır.’’ esasından kaynaklanan görüÅŸleriyle felsefede tartışılan monizm veya panteizm akımları arasında kıyas kabul etmez farklılıklar vardır. Özetle söylemek gerekirse Vahdet-i Vücud mektebi Masivallah’ ı Hakk’a tâbi kılmaya çalışırken Panteizm,  Hakk’ ı Masivallah’a tâbi kılmaktadır. Panteizm ÅŸehadet alemini tanrılaÅŸtırarak mâverayı inkara ilhada kadar götürmüÅŸ bir felsefedir. Ä°bnü-l Arabi’nin görüÅŸleriyse Hakk’ı her merhalede tanıyıp tasdik edebilme yoludur. Ä°bnü-l Arabi panteist deÄŸildir.( Ä°slam ans. Diyanet yay. C.20s. 507)

    Ä°bnü-l Arabi’nin kurup idealize ettiÄŸi Vahdet-i Vücud felsefesi ve geriye bıraktığı yüzlerce eseriyle Ä°slam toplumunun dini, ahlaki ve ictimai hayatına ışık tutacak fazla bir ÅŸey getirdiÄŸi söylenemez.( Ä°slam ans. Diyanet yay. C.20s. 522)

Soru:Ä°slam Tasavvufunda kaç yol vardır?

 Sadi Özen:Ä°slam tasavvuf hareketinin iki yönü var, biri ashab-ı sufadan devam edip gelen bazı geliÅŸmelerle beraber, ibnü-l Arabi’ ye gelene kadar metafizik boyutu olmayan, Kur’an inancı, ahlakı, ibadeti, fikir, zikir ve muhabbetiyle beslenen Ä°slam tasavvuf hayatı… Bu tamamen nefis arınması, aklı gönlün içinde eritip, kulluÄŸu; sevgi, muhabbet ve aÅŸk seviyesinde yapma… ( Sahabe R.A gibi) bu görüÅŸ ve yaÅŸantı içerisinde olan sofiyeyi aliyenin terbiye usulleri, Allah’ı tevhid etme, güzel ahlak, kesreti ibadet, zikir ve riyazat… Bu zatlar seyr-i suluklarına metafiziÄŸi karıştırmamışlar.

    Ä°slam sofileri düÅŸünce boyutuyla deÄŸil amelleriyle Allah’a vuslat yolunda ilerlemiÅŸler. Züht, takva, ÅŸefkat ve muhabbet yolunu önemsemiÅŸ ve o yolda yürümüÅŸler. Zat-ı saadetlerinin (s.a.v) ahlakıyla ahlaklaÅŸmayı gaye edinmiÅŸler. Ve ‘’ tatmayan bilmez’’ demiÅŸler. Avrupalı filozof Descartes ‘’ DüÅŸünüyorum öyleyse varım’’ demiÅŸ. Ä°slam sofileri ‘’ Ä°rade ediyorsam varım’’ demiÅŸler. Bu gönül sultanlarının bu tür konuÅŸmalarına tasavvuf felsefesi denilmiÅŸ.

     Bu sınıfa giren gönül sultanlarından bir kaçı ki bu zatlar Kur’ an ve sünnet doÄŸrultusunda Ä°slam tasavvufunun kitabını yazan ilklerdir.

Muhasibi, Serrac, Kalabâzî, Hûcviri ve KuÅŸeyri gibi zatlar.

   Maktul Sühreverdi ve Ä°bnü’l Arabi gibi zatlarda felsefi tasavvuf ağırlıkta olduÄŸu için filozof mutasavvuf denilmiÅŸ.

  Ä°slamda sadece marifete dayanan amelsiz ve ibadetsiz bir tasavvuf mümkün deÄŸildir. Ä°deal bir tasavvuf, ÅŸeriatın ortaya koyduÄŸu amel ve ibadet sistemini eksiksiz olarak tatbik ettikten sonra marifete mümkün olduÄŸu ölçüde geniÅŸ yer verir.( kuÅŸeyri risalesi- S. UludaÄŸ.- dergah yay. 1978-sayfa 23)

Soru:Vahdet-i Vücutta ilahlık iddiası yok mu?
Sadi Özen:Ä°lahlık felsefesi ve Vahdet-i Vücud adı altında gizlenen bir metrûk ‘’ateist’’ bir felsefe vardır ki din ve ahlak adına ilmi ve hikemi ÅŸekilde en büyük zarar bundan doÄŸa gelmiÅŸtir. Her nerede bir ÅŸirk varsa bununla az çok bir alakası vardır.

  Önce ÅŸunu kaydedelim ki ‘’ Sizin Ä°lahınız bir tek Ä°lahtır. Ondan baÅŸka hiçbir Ä°lah yoktur.’’ Bakara- 2/163. ayetinde de açıkça belirtildiÄŸi üzere Ä°slam dininde emredilen genel iman konusu : ‘’ Allahtan baÅŸka hiçbir ilah yoktur.’’ Tevhidi, yani Allah’ı bir bilmektir. Yoksa ‘’Allah’tan baÅŸka hiçbir mevcud yoktur.’’ Diye ifade edilen mevcudu, varlığı bir bilmek deÄŸildir. Bu olsa olsa marifet yolunda merhaleler kat etmiÅŸ olan seçkin ÅŸahıslar için bahis konusu olabilir.

Bizim nazarımızda vücud birliÄŸi genel olarak olumsuz deÄŸil, belki keÅŸif yoluyla olumludur. Fakat ‘’Allah’tan baÅŸka mevcud yoktur’’ demekle ‘’ her mevcud Allah’tır’’ demek arasında pek büyük fark vardır.

   Birincisi sırf tevhid olabilir, fakat ikincisi sırf ÅŸirktir. ‘’Allah’tan baÅŸka mevcud yoktur’’ dendiÄŸi zaman Allah’tan baÅŸkasına isnad edile4n varlığın gerçek olmayıp hayalde ve vehme baÄŸlı, ÅŸuura akseden bir gölge iÅŸi olduÄŸu ve gerçek varlığın ancak Allah’ a mahsus bulunduÄŸu ikrar edilmiÅŸ; âlemin zatı ile ve zatı için – yani âlemin kendisi ve kendisi içinde olanların- gerçek varlığı yok sayılmış olur ki bu Vahdet-i Vücuddur. Çünkü keÅŸif yoluyla sabit olduÄŸu üzere biz âlem adına ne biliyorsak hepsi hissettiklerimizden, hayalimizden, zihnimizdeki ÅŸekillerden ve ruhi izlenimlerimizden ibarettir.( 1- hak dini Kur’ an dili – elmalı- c.1-s.474- 475- azim dağıtım Ä°st).

Netice olarak Vahdet-i Vücud görüÅŸünün suluke baÅŸlamış bir ehli tarike faidesi olmadığı gibi zararı vardır. Vuslat ve kamâlat yolunda yürüyen yolcu yanlış yorumlar yapar ÅŸirke kadar sürüklenebilir. Ve yolda kalır. Çünkü metafizik konular hem Kur’ani ve hem de felsefi bir birikim ve seviye ister. Bu tür mevzular avama kadar indi mi sapmalar baÅŸlar.

   Vahdet-i Vücud görüÅŸü Ä°bnü’l Arabî gibi bir sofinin düÅŸünceleri deÄŸil de sofi olmayan bir düÅŸünür ve filozofun görüÅŸleri olsaydı Ä°slam tasavvuf hayatını bu kadar etkilemezdi.

 Soru: Tasavvuf nedir?

 Sadi Özen:  Ä°slam tasavvufunu; her sofi içinde bulunduÄŸu hal ve merhaleden tarifini yapmış.

   Tasavvuf: a-i. Ä°slamiyet’in temel prensiplerine dayanarak nefsi arıtıp, ahlakı güzelleÅŸtirivererek dini yaÅŸama ve Allah’a ulaÅŸma bilgisi veya yaklaşımı. ‘’ Tasavvuf Kur’ an’dan kalp ilmini çıkaran felsefedir. (Büyük Türkçe sözlük m. DoÄŸan)

 Muhtelif yönlerden tasavvufun tarifi:

Tasavvuf: Allah’ı bilme ve bulma yoludur.

Tasavvuf: Maddeden manaya yükselmedir.

Tasavvuf: Zahir olan batına intikaldir.

Tasavvuf: Abidin, Ma’bûd önünde hiçliÄŸini; Halık –yaratan-  huzurunda faniliÄŸini gereÄŸi gibi kavramasıdır.

Tasavvuf: İlahi kudret karşısında beşeri aczin idrakidir.

1- Tasavvuf: husn-î hulktur; bu itibarla huluk-î Muhammedî’dir.

Tasavvuf:  Ä°mandır.( 68/4  ilahiyat fakültesi dergisi)

Tasavvuf: Tevhiddir.

2- Tasavvuf: Gönül derdini tedavi etmektir.( 2/10 Ankara -1953-s. 23-24)

‘’bildiÄŸi ile amel edene, bilmediÄŸini öÄŸreten Allah’tır.’’

Tasavvuf, Ä°slamdaki manevi hayatın ve ahlaki deÄŸerlerin ismidir. Sahabe ve tabiun zamanında Ä°slami ilimler tedvin edilmiÅŸ ve müstakil bir hale getirilmiÅŸ deÄŸildir. Hadis, tefsir,fıkıh ve kelam ilimleri gibi sûfilik cereyanı da sonraki devirlerde düzenli bir ÅŸekil almıştır.

 Tasavvuf hareketinin  tohumları Hz. Peygamber, sahabe ve tabiunun yaÅŸayışında mevcut olmakla beraber, diÄŸer ilim dallarından farklı ve müstakil bir hareket haline gelmesi: H. 2 / M./7 asrın ikinci yarısında baÅŸlamış.( Ä°slam düÅŸüncesinin yapısı S. UludaÄŸ-dergah yay.-s. 123 baskı 1979)

   Tasavvufi bilgiler amel ve ibadete dayanır, dince emredilenin uygulanması neticesinde ortaya çıkan tecrübî bilgilerdir. Nazari deÄŸil ameli ve tatbiki bir karaktere sahiptir. Ä°slami hayatın yaÅŸanmasıyla hasıl olur.

  Tasavvuf kâl’e (söz) deÄŸil Hâl’e (yaÅŸamaya) dayanır. ‘’ tatmayan bilmez’’ sözünün manası da budur. Bu bilgiler ‘’ Allameni ebi’’ ( babam ve hocam öÄŸretti) cinsinden olmayıp ‘’ Eddebi Rabbi’’ (edep ve terbiyemi Rabbim belletti) nevindendir. Tasavvufta buna ‘’ kalbi tavsiye etme yolu’’adı verilmekte…. //

Tasavvuf, Allah ile kul arasındaki bir sırdır, buna melekler bile vâkıf deÄŸillerdir. Bu hususiyetiyle de tasavvuf bir gönül iÅŸidir.


Sofiler bilgi bahsindeki anlayışlarını sürekli olarak ayet ve hadislere istinad ettirmiÅŸlerdir. Ä°lke olarak bu anlayışın doÄŸru olduÄŸunu gösteren ayet ve hadislerden bazıları ÅŸunlardır:


Ayetler:

‘’ Biz ona ilim ledün öÄŸrettik’’ Kehf, 18/65

‘’ EÄŸer takva üzere olursanız, Allah size bir Furkan ve bir nur verir.’’ Enfal- 8/139

    Burada sözü edilen ‘’ Furkan’’ kalbi aydınlatarak dini hakikatleri hatalardan, hakkı batıldan ayırt etmeyi saÄŸlayan nurdur. Ä°nsanın kalbini aydınlatan ve ışıklandıran bu nura ilham ve marifet denir. Demek ki amel etmek kuldan marifet ihsan etmek Allah’tandır.

‘’Takva üzere olursanız, mualliminiz Allah olur.’’ Bakara- 2/282

  Sufi muallimi Allah olan kiÅŸidir.

‘’ Bizim için mücahâde edenlere, biz yolumuzu gösteririz.’’( Ankebut-29/69) kul riyazat ve nefis mücahadesi sonunda, sırf Hakk vergisi olan bu bilgiye sahip olur. Bu bilgi ile doÄŸru yolu bulur. Amel, ibadet, taat ve mücahade kuldan doÄŸru yolu irÅŸad etmek Hakk’tandır. Sufi rehberi Allah olan ÅŸahıstır.( 2/10  Ankara -1953-s. 23-24)

Soru: Åžeyh kimdir?

Sadi Özen:Åžeyh: medresede müderris ne ise dergâhta da ÅŸeyh, odur. Ancak müderris nakli akla tatbik eder, akla hitap eder, metni açıklar. Ä°lminin derecesine tahlile giriÅŸir ve vazifesi bununla biter.

Åžeyh ise mürÅŸittir, ruh ile meÅŸgul olur, mürebbidir. Kendisine intisap eden müridin bütün hususiyetlerini, kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak,  herkese ayrı ayrı yol gösterir. Yaratılışındaki ferasetin ve edindiÄŸi ilmin derecesine göre müridin kalbindeki kudreti, mizacındaki sertliÄŸi, ahlakındaki fesadı tedricen izaleye çalışır. Mürid tam teslim olduysa çabuk yol alır, olgunlaşır, safayı kalbe ulaşır. Bu yolun terbiye sistemi sîret-i nebeviye ile ahenklidir. Gaye o örneÄŸe benzemektir.

Çile: Her müridin fıtratındaki sivri noktaları törpülemek ve sabrı fiilen telkinden ibarettir.

Riyazet: Åžehvetle ve nefs-i emmare ile mücahade planıdır. Az yemek, mideyi doldurmamak ve bu suretle ruhu inceltmek ve rahat çalışabilmek için yapılan beden ve ruh terbiyesidir.

Zikir: Toplu zikrin dışında her müridin ÅŸahsına ait olmak üzere verilen hususi derstir. Gün geçtikçe mürit olgunlaÅŸtıkça zikrin mertebeleri deÄŸiÅŸir.

Murakabe: Salikin iÅŸlediÄŸi günlük iÅŸlerinin Hakk’ın rızasına uygun olup olmayanlarının mülahaza ile araÅŸtırması demektir ki, bir nevi muhasebe-i nefstir. Bu esnada mürÅŸidin telkinlerini göz önünde bulundurarak abesle geçen zamanından istiÄŸfar ve tekrarlanmasından kaçınmaktır. Bu esnada ilham yeri olan kalbe varidat, hidayet ve doÄŸru yolda olmayı niyaz etmektir.( 1-Tasavvuf – Mahir Ä°Z Rahle yay. S.99-Ä°ST.1969)

Soru:Tasavvuf anlayışının ilk ortaya çıkışı nasıl oldu?

Sadi Özen: Suffa: Hz. Peygamber (sav) zamanında Medine’nin büyük camiinde namaz kılınan mahalden baÅŸka Suffa denilen hususi bir kısım vardı. Burası bizzat Hz. Peygamber (sav) in nezaretinde iÅŸleyen bir talim ve terbiye merkezi idi. Oldukça mühim bir miktar Müslüman orada kalıyordu. Onlar gündüzleri zamanlarının bir kısmını Ä°slami hayat yolunu öÄŸrenmeye, insanların yalnız Allah ile münasebetlerini deÄŸil, cemiyetin diÄŸer uzuvlarıyla olan münasebetlerini öÄŸrenmeye ayırırlardı; diÄŸer taraftan da baÅŸkalarına yük olmamak, bir tufeyli mevkiine düÅŸmemek için geçimlerine yetecek asgari bir ihtiyacı kazanmaya çalışırlardı. Gecelerini en iyi mistikler gibi nafile ibadet ve murakabe ile geçirirlerdi. Bu müesseseye Tekke densin, Hanigah densin yahut baÅŸka bir isim verilsin hiç ÅŸüphesiz Suffa’nın sakinleri Batınî ibadetlere maddi meÅŸguliyetlerden ziyade baÄŸlı idiler. Hz. Peygamber (sav) in bu ilk Müslüman mistiklerine mizaç ve kabiliyetlerine göre bir ÅŸahıstan diÄŸerine deÄŸiÅŸmesi gereken ne gibi ibadetleri emrettiÄŸini ve bunların tafsilatını ihtimal ki hiç kimse bilmeyecektir. Bununla beraber hedef belli olduÄŸu için oraya götürecek meÅŸru vasıtaları seçmekte kâfi hürriyet vardır. Bu münasebetle Hz. Peygamber (sav) in ÅŸu sözü bir defa daha hatırlanabilir: ‘’ Hikmet müminin kaybolmuÅŸ malıdır, nerde bulursa onu alsın.’’(Ä°slam’a GiriÅŸ- Prof. Dr. M. Hamidullah s.75-76 müt: K. KUÅžÇU Ä°st. 1965)

Tasavvufun Zübdesi: Tasavvuf kelimesiyle Ä°slam, itikatların tashihini (doÄŸrulanmasını), ibadete ait ameller ve davranışların mübarek kılınması (güzelleÅŸtirilmesini) hayatın bütün faaliyetlerinde Peygamber efendimizin (sav) hayatının örnek alınmasını, hal ve tavrın düzeltilmesini ve Ä°slam’ın yüklediÄŸi vecibelerin yerine getirilmesini kasteder.

  

  Tasavvufun, gaibi ( görünmeyen ÅŸeyleri) bilmek, kerametler göstermek yahut kendi iradesini baÅŸkasının iradesi üzerine –esrarengiz ruhî vasıtalarla- üstün kılmakla alakası olmadığı gibi, riyazetle, istiÄŸrakla (kendinden geçmekle) ve bunun neticesi tahassüslerle (duygulanmayla) –ki bunlar vasıta olabilir gaye olamaz – alakası yoktur; yahut Allah’ın (cc) zatına ait (panteizm gibi) bazı itikatlarla da ilgisi yoktur. Hele bazı ÅŸarlatanların, sofinin Ä°slam ÅŸeriatının ve asgari vecibelerin üstünde oluÅŸu hakkında söyledikleriyle hiçbir alakası yoktur.

     Daha münasip baÅŸka bir tabir yokluÄŸundan ÅŸahsi hatti hareketin ( gidiÅŸin) en iyi metodu tasavvuftur denilebilir. Öyle bir yol ki orda insan Allah (cc) muhabbetini gittikçe fazlasıyla arayarak nefis murakabesini, ihlası, bütün ef’al (ameller) ve harekatında (davranışlarında) ve düÅŸüncelerinde Allah’ın (cc) daimi huzurunu elde ederler. (Ä°slam’a GiriÅŸ- Prof. Dr. M. Hamidullah s.76 müt: K. KUÅžÇU Ä°st. 1965 ikinci baskı)

Ä°badatı mahsusa: Bir kimse her zaman Allah’ı hatırlamalıdır. Elzem(gerekli) olan ÅŸekli kalb yolu ile hatırlayıştır. Fakat zihni bir yere toplamak devamlı olmadığından, ruhun huzurunu kuvvetlendirmek ve Zati Bari hakkında düÅŸünceyi teksif etmek (yoÄŸunlaÅŸtırmak) için fiziki metodlar kullanılır. Kur’an -33/41.2- ÅŸöyle der:’’ Ey iman edenler ! Allah’ı çokça hatırlayın ve O’nu erkenden geç vakit tesbih edin.’’ Yine 3/191’de ‘’Allah’ı ayakta dururken, otururken, yan yatarken hatırlayanlar, arz ile semaların yaratılışını düÅŸünenler (ÅŸöyle derler:) ‘’ Ey Rabbimiz sen bunları boÅŸuna yaratmadın, seni tesbih ederim, bizi cehennem ateÅŸinden koru.’’ Ä°çinde bazı duaların tekrar edildiÄŸi münacatlar vardır; her gün itiyat haline getirilerek tekrar edilen dualar vardır. Bunlar yüksek sesle veya yavaÅŸça okunur, fakat daima ve deÄŸiÅŸmez surette Allah (cc) zikredilir.

Zati Bari’si yahut Esması (sıfatları) zikredilir. Mahluk asla zikredilmez. Bahis konusu Hz. Peygamberi (sav) dahi olsa tekarüb (yakınlaÅŸma) daima aleyhisselatı vesselam efendimize Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve keremini talep etmek suretiyle olmalıdır. Mesela ‘’Allahümme salli alâ Muhammed’’ yani ‘’Ey Allah’ım! Muhammed’e raÄŸbet et, O’nu himayene al.’’ Yahut ‘’Ey Allah’ım Muhammed’i ona vaad ettiÄŸin ÅŸerefli mevkie ba’s et(gönder) ve bize ÅŸefaatini kabul eyle.’’

Ä°lh… DüÅŸünceyi  bir noktaya toplamak için nefes almayı durdururlar, gözlerini kaparlar ve kalbi darabani (vuruÅŸunu) üzerine dikkatlerini toplayarak Allah’ı tefekkür ederler… Sufiler Allah’ı hatırlamanın üç mertebesi vardır derler; Ä°smini hatırlamak, isim vasıtasıyla ve onun delaletiyle Allah’ı hatırlamak, ne ismi ve ne de diÄŸer vasıtalar olmaksızın Allah’ı hatırlamak.( Ä°slam’a giriÅŸ prf. Dr. M. Hamidullah –s. 80 Müt: K. KUÅžÇU ikinci baskı ist. 1965)

Soru :Tasavvuf Hayatını niçin benimsediniz?

Sadi Özen:Dergâh ve Tasavvuf Hayatı: Sonsuz mutluluÄŸa açılan bir kapıdır. Güzel hayalleri, fikir ve düÅŸünceleri eyleme geçiren bir yaÅŸam tarzı ve bir hayat biçimidir. Acı ve ıstırapları tatlılaÅŸtıran bir hayat felsefesi ve anlayışıdır.

Dergâh hayatı Tasavvuf, insana sevda kapılarını açan ÅŸefkatle, sevgiyle, fedakârlıkla, cömertlikle, güzel ahlakla insanı süsleyen ve bir üst düÅŸünceye taşıyan yüksek bir öÄŸrenim ve eÄŸitimdir.                                                                                                                                

Ä°slam’ın zahiri ve batıni fıkhı var. Zahiri fıkıh kanun ve kuralları vazeder. Ceza, miras ve bunun gibi kanunları koyar. Bunlar toplumun asayiÅŸini saÄŸlar; bunlar olmazsa toplum ayakta duramaz. Öte yandan ibadetlerle ilgili kuralları vazeder. Bunlar abdest, namaz, oruç ve hac gibi ferdi ibadetlerdir. Bir mümin bu ibadetleri kurallarına göre yapıyorsa kulluk sorumluluÄŸunda kurtulur sevap kazanır.

Batıni fıkıh da bu ferdi ibadetleri akıl seviyesinden, aÅŸk seviyesine yükseltmenin yolunu ve kurallarını gösterir. Zira onlar (sofiler) huzursuz, gafletle yapılan namaz ve bilumum ibadetleri noksan sayarlar.

Dergâh eÄŸitimi Tasavvuf öÄŸretisi, Allah’la kul arasındaki engelleri kaldırır, kulu vasıtasız Rabbinin huzuruna çıkarır. Onunla tanıştırır. Kul Rabbı Kerimiyle pazar kurar, bire bir Onunla konuÅŸur. Her ÅŸeyini ona anlatır, ondan ister, en mahrem ÅŸeylerini, dertlerini, sıkıntılarını ona söyler. Yalnız ondan yardım bekler. Ondan ÅŸifa ister. Yalnız ona umut baÄŸlar. Kulun dünyada ve ahirette umudu ve tesellisi Rauf ve Rahim olan Rabbı’dır.

KulluÄŸunu aÅŸk ve ÅŸevk içerisinde yapar. Onun azabında çok sonsuz rahmetine umut baÄŸlar. Onun enisi, munisi, yâri, sonsuz lütuf ve kerem sahibi Kadir-i mutlak olan Allah-u Zülcelâl’dır. Tenhalarda ve geceleri Rabbiyle kurduÄŸu pazarda sermayesi günahları, acziyeti, piÅŸmanlığı, gözyaÅŸları ve yürek kanıdır.

Bu eÄŸitim ve öÄŸretim insana acziyetini, fakrını, noksanlığını öÄŸretir. O’nun Kadir-i mutlaklığının; mülkünde ortaklık kabul etmediÄŸi gibi sevgisinde de ortaklık kabul etmediÄŸini öÄŸretir.

Zaaflarıyla kendini tanıyan insan bütün insanları tanır. Zaaf ve acziyetiyle kendi kendini tanıyan insan sonsuz ihsan ve eta sahibi olan Allah-u Zülcelâl hazretlerini kemal sıfatlarıyla tanır ve bilir.

Tasavvuf anlayışı ve yaÅŸamında gerçek tevhide kavuÅŸulur. Biz bunu devrisaadette, bu düÅŸünce ve yaÅŸam tarzını, tarikat ve tasavvufu formüle eden ve kitabını yazan sofiyeyi aliyenin eserlerinde, yaÅŸam biçiminde ve fikirlerinde görüyoruz. (Günümüzdeki birçok ÅŸeyhin uygulamalarına, zamanla yabancı fikir ve eylemlerin sapmalara uÄŸrattığı, hurafe ve bid’atların yozlaÅŸtırdığı bir nevi tarikat ve tasavvuf anlayışı hâkim… Gerçek Ä°slam ve ihsan hayatını bunlardan tenzih ediyoruz.)

Tekke ve dergâhlardaki öÄŸretim ve eÄŸitim, insanlara perestiÅŸ etmediÄŸi deÄŸil kitabullahtaki Allah’ı tanıma ve tevhid etmeyi öÄŸretir. Ä°ki göz bir görmek içindir. Kesrette vahdeti idrak etmek ve bulmak… Salik ne zaman Zat-ı Saadetleri’nin ahlak ve edebiyle ahlaklanıp edeplenirse, bunun meyvesi, sevgi, muhabbet ve aÅŸk olur.

   Zatı saadetlerine (sav) zahiri ittibanın ÅŸartı, O’nun (sav) güzel ahlakını benimsemektir.

    Zatı saadetlerine (sav) manevi ittibanın ÅŸartı, O’nun (sav) aÅŸkına terk-i can etmektir.


Åžeyh, mürebbidir; mürÅŸiddir çok önemli iki görevi vardır: Birincisi; edebiyle, ÅŸefkatiyle, cömertliÄŸiyle, tevazusuyla, güzel ahlakıyla Zat-ı Saadetlerini (sav) hatırlatıp çevresine güzel bir örnek olmak. Ä°kincisi, talebelerinin manevi hastalıklarını tedaviye çalışmak…

Yoksa onlara, sizin ruhlarınızı bir kutuya koyup sizleri cennete götüreceÄŸim ve yahut bana tabi olun günahlarınıza ben kefilim gibi saçma sapan ÅŸeyler söyleyip insanları aldatmak deÄŸil…

En büyük mürÅŸidin bile başı, diÅŸi aÄŸrıdığı zaman bir aÄŸrı kesiciye muhtaç olan aciz bir kulu kurtarıcı bilip onu rabıta ederek Hakka vasıl olma yolu öÄŸretisi hiç deÄŸildir.

Rabıta, fenafillâh ve ÅŸeyhe teslimiyet gibi sonradan Ä°slam tasavvuf hayatına giren ve yozlaÅŸan kavramlar için evvelce yayınlanmış olan ‘Ankalar ve Kargalar’ kitabına bakılabilir.

Dergâh ve tasavvuf dünyası, seven ve yanan gönlü olanların dünyasıdır. Maddi hiçbir ÅŸeyin akıl ve gönüllerini tatmin etmeyen huzura kavuÅŸturmayan aklını gönlünün içinde eriten gönlünün heyecan ve ızdırabını duyan ve çekenlerin dünyasıdır.

Bu maddi âlemden baÅŸka bir âleme, maveraya özlem duyan, yanan aklın, tayfun, kasırgalar koparan ve lav püskürten bir gönül dünyasıdır.

Dergâh hayatı; aÅŸktır, semadır, rakstır, devrandır, ÅŸiirdir, musikidir, nezakettir, necabettir, irfandır, hikmettir ve manevi bir zevkle maddi âleme veda etmektir.

İlm kesbiyle paye-i Rıfat arzu-i muhal imiş ancak,

Aşk imiş alemde her ne var, ilm bir kıyl-u kal imiş ancak.

Bu yol, bu öÄŸrenim aklı tutuÅŸan, seven ve yanan gönlü olanların yürüdüÄŸü yol ve öÄŸrenim gördükleri bir mekteptir. Bu iÅŸ, masiva heveslilerinin ve iÅŸi olanların iÅŸi deÄŸildir.  

Niyazi Mısrî Hz. DediÄŸi gibi:
‘ Sevm-ü selatı hac ile sanma biter zahid iÅŸin 
  Ä°nsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfan imiÅŸ’

 Saçla, sakalla cübbe ile ve el etek öptürmekle, ÅŸeyh, Seyda, mürÅŸid olunmaz… Kemâlat sahibi olmak için mahlûk-u Hüdaya toprak gibi olmak lazım. Åžeyh, mürÅŸid, Seyda ve baba, dede olmadan önce, erdemli iyi bir adam olmak lazım.

        Keramet ve metafizik merkezli tarikat ve tasavvuf hareketlerinde, bid’at, hurafe ve yozlaÅŸma kaçınılmaz. GeçmiÅŸte böyle olmuÅŸ… Günümüzde itibar gören de bu tür mitolojik boyutlu tarikat ve tasavvuf hareketleri… Bu da Müslüman toplumun, zat-ı saadetlerini (s.a.v) gereÄŸi gibi tanımamaları ve Ä°slam’ı bilmemeleri, Kur’anî kültürden uzak olmalarından kaynaklanıyor. 

Ma’na erlerinin, gönül sultanlarının aleminden esintiler:

Ey saki-i Melahat aÅŸkın  ÅŸarabı yok mu?

Bu teÅŸneye o behrin bir katre âbı yok mu?

Oldum gam-ı firâkın bir mest-i ser-girânı

Bir düÅŸmüÅŸe el atsam Cânâ sevabı yok mu?

Bu Âsûmanın ey meh doÄŸmaz mı âfitâbı

Bu burc-ı hecrin âhir geçer sehabı yok mu?

Kûy-ı visâline âyâ hadi-i tarikat

Kestirme bir tariki bir gizli bâbı yor mu?

Derd artırır demâdem efsane-i hayâlin

Bilmem bu mâcerânın hadd-ı nisabı yok mu?

Ä°stersen ehl-i derde bin fasl-u bâb okursun

Gûya devây-ı aÅŸkın sende kitabı yok mu?

Yalvar bu derdin ahir Hazmi gelir devâsı

Bunca niyâzın elbet bir müstecâbı yok mu?

- - - - - - - -- - - -- - - - -- - - - - - - -- - - - - - - - --

Cam-ı aÅŸkı nûÅŸ eden ol gözleri mestaneden 

Mest olup fark itmez oldu mescidi meyhaneden

ÅžeÅŸ cihetden gûÅŸ eden ‘inni’ hitabın ÅŸübhesiz

Bi-cihet syr etti Hakk-ı Kâbe’den büthâneden

Mahrûm olur zat-ı Hakka bilmiÅŸ ol ehl-i ukûl

Terk edip haber ol gel berû divaneden

Nâr-ı aÅŸkın sûziÅŸin pervane bilmez ben kadar

Çünki ol nâra ben evvelden yanmışam pervaneden

Vahdet içre aÅŸinâ idi Sezâyi bana yar

Åžimdi kesrette tegafül  eyledi âyâ neden.

Dil nazargah-ı Hudâ’dır yıkma gönlün kimsenin

Kâbe vü Merve sâfadır yıkma gönlün kimsenin

Mü’min ise al ele bir mü’minin gönlün çalış

Zirâ kavl-i Mustafâ’dır yıkma gönlün kimsenin

Åžol kiÅŸi kim daima gönlün yıkar derviÅŸlerin

 Taat ü zühdü hebadır yıkma gönlün kimsenin

Mü’minin kalbidir Allah’ın evi sen biledin

Ä°nkisâr etme hatâdır yıkma gönlün kimsenin

Åžeyh Nizam oÄŸlu gönül yap kim bilir kimde ne var

Hak ile dil aÅŸinâdır yıkma gönlün kimsenin.


    **********************************

AÅŸkını yar et bana Ya Râb dahi yar istemem

Gönlümün ÅŸehrinde ondan gayri dildar istemem

Bülbül-i bâÄŸ-ı cemalindir ezelden dil senin

Ben anın nâlânıyım bir dahi gülzar istemem

BaÄŸladım bel rah-ı aÅŸkına ölürsem dönmezem

Râhib-i deyri bekayım gayri zünnar istemem

Alem-i kalbimden senden gayri bir yar olmasın

Dûr eden dostdan beni gönlümde aÄŸyar istemem

Aşk pazarına verdim canımı aşk almağa

Ben bu pazar ehliyim bir gayri pazar istemem

 Hângâh-ı Küntü Kenz’in Seyfi bir hayranıdır

Tekke-i dâr-ı fenâdan derviÅŸi esrar istemem

GülÅŸen içre bülbül-ü gülzar olan anlar bizi

Sohbet-ü fikr-ü hayali yar olan anlar bizi

Can-ü baÅŸtan geçmiyen basmaz kadem aÅŸk bezmine

Kim bugün Mansur gibi berdar  olan anlar bizi

Kendi zatın bilmeid, yüz bin hicabı var iken

HaÅŸelillâh, cahil-i biâr olan anlar bizi

Kaf-ı aÅŸka bir bölük Ankalarız kim, zahida!

Âlem içre sanma mur-ü mar olan anlar bizi

Biz harabat âleminde mest-i aşıkız kim bugün,

Azbiya! Rüsva-yı aÅŸk-ı yâr olan anlar bizi…

Zat-ı Hakka mahrem i irfan olan anlar bizi

Ä°lm-i serde bahr-i bipâyan olan anlar bizi

Bu fena gülzarına bülbül olanlar anlamaz

Vechi bakî hüsnüne hayran olan anlar bizi

Kahr-ü lûtfü ÅŸey-i vahid blmeyen çekti azap

Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi

Zahida âyık dururken anlamazsın sen bizi

Cur’ayı safi içip mestan olan anlar bizi

Arifin her bir sözünü duymaÄŸa insan gerek

Bu cihanda sanma ger hayvan olan anlar bizi

Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün

Katre nice anlasın umman olan anlar bizi…

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 27-01-2009 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111852371 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net