Ä°nsanlar kendilerine kiÅŸilik ve özgünlük yakıştırır ama hepimiz az çok çevremizin de ürünüyüz. Son yıllarda 'ben neden böyleyim?' sorusunu kendime sorduÄŸumda aklıma o okul yılları gelir. Beni ÅŸekillendiren en kritik yıllardı onlar. Gençken, o 'kapitalist' ve 'emperyalist' okula 'karşı' bir karakter geliÅŸtirdiÄŸime inanırdım. Altmışlı yıllarda benim de içinde olduÄŸum sol akım dünyayı öyle algılardı. (Yanlış anlaşılmasın, o 141/142'li yıllarda CHP sol sayılmazdı, bürokratik saÄŸ sayılırdı) Åžimdi biliyorum ki karşı olduÄŸuma inandığım o ortam beni ÅŸekillendirmiÅŸ, 'ben'i yaratmış. Bunu ilk fark eden, yakınım Yunanlı bir dostumdu. Sen, demiÅŸti, Protestan ahlakı taşıyorsun. Kafama dank etti! Gerçekten beni etkilemiÅŸ olan Amerikalı hocalar, ki çoÄŸunluktaydı, (Weberien anlamda) belli bir davranış sergiliyorlardı. Ä°ÅŸlerini dürüst ve severek yapıyorlardı, tutarlı ve hakkaniyetliydiler, çalışkandılar, dakiktiler, açık sözlüydüler. Ama en önemlisi okulda demokratik bir hava esiyordu. Hepimize ve inançlarımıza saygılıydılar. Bu son özellik en önemlisiydi bence.
O soÄŸuk savaÅŸ yıllarında okul içinde ben aktif bir TÄ°P'liydim ama kimse bana tek bir kez olsun bir tek laf etmedi. Solcuları okula davet edip konferanslar verdirdik, kimse karışmadı. Sınıfta hocalara karşı çıkıp söylediklerimi ÅŸimdi aklıma getirdiÄŸimde, o hırçınlığımdan ve saldırganlığımdan utanırım - hoÅŸ, o yıllardaki cesaretimle kıvanç da duyarım. Lisede, devrimci hızımı Keats gibi bir ozanı romantiktir diye 'rezil' ederek almıştım. Üniversite yıllarında her derste Suna Kili ve Kemal Karpat'a karşı çıkmayı alışkanlık haline getirmiÅŸtim. Onları yeterince sol bulmazdım. Amerikalı hocalara Amerikan emperyalizmini sık sık anlatırdım. 'GörüÅŸleriniz çok ilginç' -very interesting- derlerdi. Ben de 'benimle baÅŸ edemiyorlar' sonucuna varırdım.
Sonunda benim için, doÄŸru olsun yanlış olsun, görüÅŸümü çekinmeden söylemek bir reflekse dönüÅŸtü. Ä°nancımı dile getirmenin önünde bir yasak kavramı oluÅŸmadı, özgürlüÄŸümü en doÄŸal hak saydım, otoritenin sınırlaması içimde yeÅŸermedi, yerleÅŸmedi. Aslında fark etmeden, tabiiyetten vatandaÅŸlığa geçtim. Birey oldum. Daha önemlisi, farklı görüÅŸlere açık oldum. Günlük pratik içinde öÄŸrendiÄŸim, karşısındakine saygıyı kusur etmemek koÅŸuluyla herkesin istediÄŸi gibi konuÅŸabileceÄŸi ve davranacağı idi. Ama bunu bana derste 'hakimiyet kayıtsız ÅŸartsız milletindir' biçiminde ezberletmediler, bu bir yaÅŸam biçimi olarak içime sindi. Refleks dediÄŸim budur ve bunu bu okula borçlu olduÄŸuma inanıyorum. Demokrasi derste öÄŸretilmez, derste, olsa olsa demokrasi konusunda nutuk atarken ne diyeceÄŸimiz öÄŸretilir. Demokrasi bir yaÅŸam, davranış ve refleks biçimidir. Karşı tarafı dinlerken sinirlenip onu yasaklarsanız, davranışına karışırsanız, hakimiyetin halkta olması gerektiÄŸini ve özgürlüÄŸün erdem olduÄŸunu bilmeniz pek bir ÅŸey ifade etmiyor. Kritik bir anda sizin refleksiniz yasakçı ve despot olacaktır.
Sonraki hayatımda en duygulandığım anları bu okula konuÅŸmacı olarak davet edildiÄŸimde yaÅŸadım. Dinleyiciler arasında artık hoca olmuÅŸ sınıf arkadaÅŸlarım da vardı. Bunun ne anlama geleceÄŸini bilen dostlar beni kampüste misafir ettiler, okulda birkaç gün yattım, yemekhanelerin, kütüphanenin, sınıfların kokusunu içime çektim. Eski ortam egemendi etrafta. Hayd Park'ta konuÅŸurmuÅŸ gibi konuÅŸtum. Sonraki hocalık yıllarımda bu üniversitenin ortamını bir daha bulamamış olduÄŸumu düÅŸündüm. En yakın sınıf arkadaÅŸlarımdan Sabancı Üniversitesi Rektörü Tosun TerzioÄŸlu'nun ÅŸimdiki üniversitesinde ne yapmak istediÄŸini sanırım bütün bunları göz önüne alırsanız daha iyi anlarsınız.
Kimdir bilmiyorum, ama duydum ki Kadri Özçaldıran son on yıllarda ilk kez kolejli olmayan biri sıfatıyla bu okula rektör olmuÅŸ. SeçilmiÅŸ ve buna saygı duymak gerek. Ama, dedik ya, konuÅŸmam da hak. Bu okul ÅŸimdiye kadar yalnız mühendis, matematikçi ve bilmem ne yetiÅŸtirmedi. Türkiye'de eksikliÄŸini çok derinde yaÅŸadığımız bir ortamı da, 19'uncu yüzyıldan baÅŸlayarak 'doÄŸulu' bir çevrede sundu. Hani 'muasır medeniyet' denen ve dilimizden düÅŸürmediÄŸimiz o ÅŸeyin önemli bir öÄŸesini: farklılığa saygıyı, hoÅŸgörüyü, kısacası demokrasiyi. Yazılı olanını deÄŸil, içimizde, reflekslerde yaÅŸayanı. 'Yasalar bunu gerektiriyor' lafını duyunca benim refleksim karşı tepkidir. Bir çığlık duyunca nasıl ürperirseniz, aÄŸlayanı görünce nasıl empati duyarsanız, aç olanı görünce nasıl lokmanız kursağınızda kalıyorsa (yoksa kalmıyor mu?), iÅŸte böyle bir ÅŸeydir demokratik tutum. ÖÄŸrencilerin giyimine karışılınca kuÅŸkusuz öÄŸretim kalitesi düÅŸmez, ama yetiÅŸen insanların kalitesi yara alır. Farklı bir öÄŸrenci kuÅŸağı çıkar ortaya.
Giyime müdahaleyi duyunca aklıma bunlar geldi, okulum ve öÄŸrenciler adına üzüldüm. Gerçekten belki yasalar böyle bir tutumu gerekli kılıyor. Ama ben bu yasaları zorlayacak gücü kendimde bulmasam, en azından rektörlükten istifa etme gücünü bulurdum. Ä°stifa çok kolay ve tehlikesiz bir ÅŸeydir. Bende hele, refleksif bir iÅŸlem olurdu. Bu okulun en köklü ve özel mirasını 'yasa' adına bir idari kararla yok etmezdim. Belki on bir yılda bana aşılanan ahlaki ve felsefi deÄŸer böyle bir ÅŸeydir. Biraz farklı olmamdan hiç piÅŸman olmadım. Genel toplum içinde biraz marjinal kaldım ama dünyada dolaşırken hiç de 'çaÄŸ dışı' hissetmedim.
|