27-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow Ä°nsan uygar ve bilinçle donatılmış bir varlıktır
İnsan uygar ve bilinçle donatılmış bir varlıktır PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 13
KötüÇok iyi 
Yazar Necmettin EVCÄ°   
07-07-2008
Ä°NSAN UYGAR VE BÄ°LÄ°NÇLE   DONATILMIÅž BÄ°R VARLIKTIR 

                                                Necmettin EVCÄ°
Ä°nsan uygar bir varlıktı(r). Allah’ın grup ve kabilelere ayırarak yarattığı insan aynı zamanda uygarlık sürecinin içinde geliÅŸimini ve deÄŸiÅŸimini sürdürdü. Bir tasnif olarak tarımın keÅŸfi, yerleÅŸik düzene geçiÅŸ, ticaret ve sanayinin, haberleÅŸme ve üretim araçlarının deÄŸiÅŸmesi ve geliÅŸmesi çok önemli merhalelerdir. Ne var ki bu tasnifi yaparken çok kesin sınırlar da çizmek gereksizdir. Bazen bu süreç ve aÅŸamalar birbirleri içine geçmiÅŸ olabilirler, olabiliyorlar. Kimi toplumlar için ‘yarı göçebe’ ‘yarı yerleÅŸik’ tabirleri kullandığımız gibi; uzay çağının, yıldız savaÅŸları projelerinin yaÅŸama geçirildiÄŸi günümüzde dünyamızın birçok yerinde insanlar hâlâ neolitik dönem koÅŸullarında yaşıyor
olabilirler. Hâlâ birçok kavim göçebe kültürden kopamamakta, birçokları avcılık ve hayvancılıkla geçinmekte ve mesela her üç kiÅŸiden biri bir defa bile olsun telefonla konuÅŸmuÅŸ deÄŸildir. Medeniyet adına kaydedilen bilgi ve bilinç seviyesi belli sınır ve devirlere sıkıştırılan tarihsel olgular deÄŸildir. Kaldı ki bu durum ilerilik- gerilik noktasında bir aÅŸamadan ziyade yaÅŸama biçimi olarak algılanmalı, öyle yorumlanmalıdır. Dünyanın en geliÅŸmiÅŸ ülkesi olan ABD’de teknolojik her türlü alet ve eÅŸyayı kullanmayı reddeden Amishler açık bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.


Özellikle göçer topluluklar yüzyıllardır, binyıllardır sürdürdükleri yaÅŸama tarzından neredeyse genetik özellikler edinmiÅŸlerdir. Gerçi modernizmin betondan ve demirden kuÅŸatması, tapu kadastro çalışmaları, nazım planı, mücavir alan uygulamaları son göçebelerin yaÅŸama alanlarını epeyce daraltmış olmalıdır. Ya modern yaÅŸama eklenecekler ya da bir süre sonra telef olup gidecekler. Her neyse, duygusal bir sapmayla bunları söylemiÅŸ oldum. Konuya dönersek kimi kiÅŸi ve kesimlerde göçer kavimleri uygarlık katına yükselmemiÅŸ toplumlar olarak anlama eÄŸilimi var olmuÅŸtur. Uygarlığı sadece yerleÅŸik düzene geçme anlamında kullanıyorsak bu tespit biraz doÄŸru gibidir. Biraz doÄŸru gibidir çünkü hadise iyi analiz edilerek varılmış bir kanaat olarak gözükmemektedir. Nice yerleÅŸik kavimler de vardır ki uygar deÄŸillerdir. Kim bilir belki çağımız da genel görünümüyle bu sürece girmiÅŸtir veya girmek üzeredir. Nüfusu milyonları bulan ÅŸehirler kabalığın, anlayışsızlığın hatta kimi yerlerde barbarlığın merkezi oldular ya da olmak üzereler. Çağımız bu yönüyle yerleÅŸik barbarlıklar dönemi yaÅŸamaktadır. Lahbabi, ‘Siteler Medeniyetinin Ä°flası’ baÅŸlığı altında özlü bir tespit yaparak meseleyi çok güzel açıklar: ‘Adalet ve liyakat kavramları yerine kuvvet ve verimlilik kavramlarını yerleÅŸtirmiÅŸ, insanları verimli ve verimsiz diye sınıflara ayırmış, rekabet, dayanışmaya tercih etmiÅŸ ve insan melekelerinin deÄŸerlendirilmesini iyi düzenleyememiÅŸ olduÄŸundan siteler medeniyeti, insana hürriyete kavuÅŸma, kendini aÅŸma, yani gerçek bir ÅŸekilde ÅŸahsiyetleÅŸme imkânlarını vermemiÅŸtir.’(16) Her ÅŸeyden evvel göçebeler hukuklu topluluklardır ve uygarlıktan uzak kavimler olarak anlaşılmamalıdır. Ancak hukuklarının niteliÄŸi daha çok örf, adet ve töre biçiminde olabilir. BaÅŸka bir yaklaşımla yerleÅŸik olmak (sadece yerleÅŸik olmak) uygarlık için yeterli koÅŸul deÄŸildir. En anlaşılır örnek olarak en küçük ve yaygın yerleÅŸim birimleri olan köy ve kasabalara bakmak yeterlidir.

Köy yerleÅŸimlerinde uygarlık olmaz. Köyler düÅŸünce ve kültür üretemeyen doÄŸal olarak ÅŸehirdekine benzer hukuk ve siyaset gibi yönetsel erk ve mekanizmalardan yoksun tekçi yapılardır. Bu bakımdan köyler tek anlayışı, tek tutumu, tek yaÅŸam algısını daha doÄŸrusu alışkanlığını ifade ederler. ‘Kırlar yavaÅŸ dönüÅŸen toplumsal oluÅŸumlardır. DuraÄŸan bir teknoloji, duraÄŸan bir sosyal yapı, birbirlerine benzeyen üreticiler, köylere ancak uzun dönemlerde bir hareketlilik –o da belki döngüsel bir hareketlilik- verir. Buna mukabil toplumsal dinamizmi saÄŸlayan her ÅŸey kentlerde oluÅŸur.’(17) Nüfus yoÄŸunlukları ne kadar fazla, kuruluÅŸ alanları ne kadar geniÅŸ olursa olsun, baÅŸta o tekçi yapı olmak üzere ancak o yapı içinde var olacak tutum, yaÅŸam ve bakışı görürseniz orası bir köydür.  

Medeniyet bir yönüyle insanın iskân etmek için yeryüzünü biçimlendirme serüveni aÅŸamalarında ortaya çıktı. Bunun anlamsal niteliÄŸinin tanrıdan ve yaradılış ayetlerinden ayrı düÅŸünmenin imkânı yoktur. Yeryüzünde insanın ilk serüveni ne zaman baÅŸladı? Ä°lk bu soruya cevap vermekle iÅŸe koyulanlar bir bakıma materyalist zihinsel fantezilerine tarihsel dayanaklar bulma çabasına giriyorlar. Bu yöndeki tahminlerin ve yaklaşımların hemen hepsi materyalist bir sapmanın ve aldatmanın sonucudur. Birileri yedi yüz-sekiz yüz milyon evvel medeniyet hareketlerinin baÅŸladığını ifade ediyor. (Toynbee) Bir baÅŸkası on iki-on beÅŸ milyon yıl önceye gidiyor. Bir çırpıda milyonlarca yılı nasıl da atlayıp geçiyoruz. Ve ÅŸimdi, ÅŸu anda yaÅŸadığı bu dünyada burnunun ucunda bile neler olup bittiÄŸini çoÄŸu zaman anlamakta güçlük çeken biz insanlar milyonlarca yıl öncesini sanki o kılanların ve insan gruplarının içindeymiÅŸizcesine nasılda rahat anlatıyoruz. Üstelik elimizde ciddi manada bir kanıt olmaksızın. Prehistorik, antropolojik her türlü bulguya yaptığımız yorumlar sonuç itibariyle bir yakıştırmadan ibarettir.(18) Daha da gülünç olanı biz bugünün mantalitesiyle yani mevcut aklımızın iÅŸleyiÅŸi ile o günün insanını ve yaÅŸamını kavramaya çalışıyoruz. Burada sizle her hatırladığımda güldüÄŸüm kısa bir anımı paylaÅŸmak istiyorum. Prehistorya’ya GiriÅŸ dersinde bu çerçevede bir tartışma olmuÅŸtu. ArkadaÅŸlarımızdan biri yeryüzünde ilk yerleÅŸik uygarlığın izlerine on iki milyon yıl önce rastlandığını söyledi. Yukarıdaki düÅŸüncelerle söz aldım benim edindiÄŸim bilgilere göre arkadaşın yanlış olduÄŸunu doÄŸru rakamın yedi milyon yıl olduÄŸunu söyledim. BeÅŸ milyon yılı ne kadar rahat geçmiÅŸtim. Arkadaşım iddiasında ısrarlıydı. UzlaÅŸma arayışıma bütün sınıf güldü elbette. ‘Fazla inat etme’ dedim arkadaÅŸa ‘Ver elini dokuz milyon yılda anlaÅŸalım.’  Sanki bizim anlaÅŸmamızla milyonlarca yıl öncesinin olayları, yaÅŸanmışlıkları birden deÄŸiÅŸiverecek!. Evet bu yaklaşım gülünç geliyor. Özellikle antropolojiye antropomorfolojik yaklaşımlar ve yorumlar bu gülünçlüklerle dolu deÄŸil midir? Yani biz tarihte olan olaylara göre bir anlayış ortaya koymak yerine çoÄŸu zaman anlayışımıza uygun tarih icat ediyoruz. Yetmiyor tarihi kendi sayıltılarımızın ipoteÄŸine alıyoruz. Hastalıklı akıl yürütmelerle ortaya konan izahlar bilimsel çerçeveler olarak dayatılınca hakikatler de bu saplantılı kurmaca içinde yolunu ÅŸaşırabiliyor. DoÄŸal olarak bu icat edilmiÅŸ tarihin yaÅŸamdan koparılmış olması gerçeklerle uygunluÄŸu pek önem arz etmiyor. Önemli olan tarihin bizim düÅŸünce sistematiÄŸimize ve ideolojik çerçevemize ters düÅŸüp düÅŸmemesidir. Tarih ancak bugünkü argümanlarımızı pekiÅŸtirmek ve politikalarımızı haklı çıkarmak için bize dayanaklar sunmalıdır.

Nedense insan bugünü için hep düne atıfta bulunma tarihe dayanma gereÄŸi hissetmiÅŸtir. Bu tür çabaların kökeninde tarihsel, kültürel arayış ve isnatlarla ontolojik ve epistemolojik meÅŸruiyet saÄŸlama düÅŸüncesi saklıdır. Kısa metrajlı avunmaları saymazsak Tanrıyla iliÅŸkisini keseli ve kısalı beri materyalist insan problemsiz bir alanda varlığını inÅŸa etmeyi hiçbir zaman baÅŸaramadı. Kendisi için ve kendisi adına ve kendi elleriyle tasarladığı felsefi kurgunun aslında kocaman bir yalan olduÄŸunu, tüm gerçeklerini bu yalan üzerine bina ettiÄŸini herkesten evvel kendisi, daha açık bir söyleyiÅŸle kaçıp kurtulamadığından arada bir de olsa dinlemek durumunda kaldığı o iç sesi, az da olsa ruhundaki esinti fısıldıyordu.  Evveliyata ait ne varsa hepsini silip süpüren bu yeni, yaldızlı gerçekliÄŸin karşısına olur olmaz yerde, olur olmaz zamanda, ansızın ve çokluk açıklamasız kalarak ama ruhunun çok uzak katmanlarında gizil kalmış tüm bastırmaları sarsan, savuran depreniÅŸlerle sıyrılarak gelip kalbinin, benliÄŸinin tam orta yerine kuruluvererek dikilen kendi gerçekliÄŸinden baÅŸkası deÄŸildir. Modern insan inkârına tarihsel dayanaklar bulma çabasıyla bir süre daha kendini oyalayabilir. Sanki bir düÅŸünce tarihsel dayanaklara müsteniden ortaya konulduÄŸunda onun kabulü daha kolaylaÅŸacaktır. Tarihsel kökenleri olmayan düÅŸüncelerin haklılığı zayıflayacakmış gibi bir his suçluluk kıskacındaki benlikleri istila etmiÅŸ olmalıdır. Esasen bu duygu köken itibariyle yaradılıştan gelen insiyaki tezahürdür. Bu yöndeki çabalara, Rönesans sonrasında aydınlanma ile baÅŸlayan dinden ve gelenekten kopuÅŸ eÄŸiliminin bilimsel çalışmalar desteÄŸi ile yeni bir teknoloji geliÅŸtirip yeni bir dünya kuran modernizm fazlasıyla ihtiyaç duyacaktı. Çünkü insanlar yeni bir dünya ile karşı karşıyaydılar nevzuhur olan bu yeni durum ne kadar gerçeÄŸe uygundu? Kendini dini verilerle ve kaynaklarla ifade etmeyen profan sekülerizm onun yerine ihdas ve ikame ettiÄŸi insanilik ve insan gerçekliÄŸi kavramını tarihsel olarak tarihsel süreç ve aÅŸamalarıyla açıklama telaşına düÅŸtü. O nedenle modern diyalektik dinden kopuÅŸun izahını sadece o kopuÅŸun gereklerini anlatarak deÄŸil, hakikatin dayanaklarında da deÄŸiÅŸiklik yapma yolunu seçerek yaptı. O nedenle gözünün önünde duran ve çoÄŸu insanlık tarihi itibariyle dün kadar, bugün kadar yeni, canlı veriler sunan tarihsel metinleri bırakıp milyonlarca yıl öncesinden hayallerine, hayallerinin kurgu gücüne göre biçimlendirdiÄŸi bir takım yakıştırmalar yolunu seçti. Elbette bunların hepsi baÅŸtan sona yanlış deÄŸildi. Bir ÅŸeyin yanlış olmaması doÄŸru olması anlamına gelmez. Ä°nsanlığın düÅŸünsel ve kültürel deÄŸiÅŸimi var oluÅŸsal anlamda Fisher, Morgan gibi Marksizm’e de malzeme hazırlayan sosyal evrimci düÅŸünürler tarafından maddi olarak yorumlanacak Engels ve Marks gibi düÅŸünürler de bunun ideolojik bünyesini kuracaklardı. Bu yapının içini dolduran diÄŸer önemli iki isim hazırdı zaten: Freud ve Darvin. Biri insanın sözde biyolojik kökenini ve tarihsel evrimini sonuç olarak nasıl insan olduÄŸumuzun serüvenini bilimsel olarak izah edecek, diÄŸeri de insan varlığımızın ruhsal eÄŸilim ve sapmalarını giderek bütün bir zihin dünyamızın düÅŸ ve eylemlerimizin hâsılı tüm insani fonksiyonlarımızın izahını cinsel dürtülere indirgeyerek ‘Libido’ kavramsallaÅŸtırmasıyla yapacaktı. Pozitivist modern ideoloji öÄŸretisini bu  varsayımlar üzerinde kurdu. Engels’in toplumların oluÅŸum ve kökenlerinin anlaşılması için, düÅŸüncelerine en az Darvin’in teorisi kadar önem verdiÄŸi Lewis Henry Morgan, ‘Eski Toplum’ ismiyle dilimize çevrilen hacimli kitabında, maddeci diyalektiÄŸin antropolojik temellerini oluÅŸturmaya çalışır. Bu yaklaşıma göre istisnasız bütün insan kabileleri, uygarlık döneminden önce bir barbarlık dönemi, ondan önce de bir yabanıllık dönemi geçirmiÅŸlerdir. Hatta kimi kavimlerdeki hayvan figürleri ve kültü kökenlerinin onlara dayandığı ÅŸeklinde yorumlanabilir. Ä°nsan maddi bir ilerleme periyodu izlemiÅŸ, bilinci bu süreçte oluÅŸmuÅŸtur.  Oldukça erken devirlerde görülen din ve dini ritüeller akıl dışı anlaşılmaz fenomenlerdir.(19) Kendi payıma ben sadece insanın deÄŸil bütün bir varlığın evrimine inanıyorum. Bu Allah’ın yaratışı ile çeliÅŸen bir durum deÄŸildir. Varlık evrimle geliÅŸince Allah’ın yaratıcılığı sakıt mı oluyor? Ayrıca sadece Freud’dan deÄŸil Junk’tan Adler’den bilhassada Frankfurt ekolünün ünlü sosyal psikoloÄŸu E.From’dan oldukça yararlanıyorum. Bütün bunlar dinin hususen de Ä°slâm’ın açıkladığı insan tiplerinden ve insan davranışlarından uzak düÅŸmemi de gerektirmiyor. Bilakis Kur-an’ın ve peygamberin yol göstericiliÄŸinde enfüste ve afakta anlamaya çalıştığım insanı, bütün bu batılı verilerle deÄŸerlendirdiÄŸimde, eksikliÄŸin ciddi manada onların dinsel kaynaklara eÄŸilmediklerinde özellikle de Ä°slam’ın hayat, kâinat ve insan tasavvurunu bilmemelerinde olduÄŸunu görüyorum. Bu onlar için ne büyük bir eksiklik.

Yaratanı kabul etmekle üstleneceÄŸi sorumluluktan kaçmak için kendi kendisinin tanrısı olduÄŸu sapkınlığıyla varlığını ve yaÅŸamı bu ölçüde zorlamamalıydı insan!(20)  Bu zorla(n)manın arkasında, dinin; insanın neye nasıl baÅŸlayacağı ve nerede duracağına dair bütün yaÅŸamı ve bütün varlığı kuÅŸatıcı emirleri etkili olmuÅŸtur. Bu sınırlar yeni insanın hesapsız, ölçüsüz yaÅŸamını engelliyordu. Yani insanın ruhuna sinmiÅŸ veya gizlenmiÅŸ ÅŸeytan ayaÄŸa kalkmak için yol ve fırsat bulmakta zorlanıyordu. Åžeytanı ayaÄŸa kaldırmanın, özgürlüÄŸüne kavuÅŸturmanın, kuralları ve sınırları kaldırmanın yolu dini yok saymaktan geçiyordu. Yeni insanın da yaptığı bundan baÅŸkası olmadı.

Ä°lk insan olarak Âdem yeryüzünde bir halife, akıllı, anlayışlı, yetenekli ve kültürlü olarak var edildi.(21) Burada yaratılışın birden bire olması da gerekmez. Ufak bir ayrıntı olarak Bakara süresinin ‘insanın oluÅŸumunu’ konu eden 30’uncu ayetini belli aÅŸamalarla tamamlanmış bir süreç olgusu ve oluÅŸumu ile anlamak, izah etmek akla daha yatkın gelebilir.(22) Bunun fazlaca da bir önemi yoktur. Yaradılış anının ya da sürecinin ne kadar ve nasıl olduÄŸu neticeyi ve sorumlulukları deÄŸiÅŸtirecek bir husus deÄŸildir. En doÄŸrusunu bizleri yaratan, bize isimleri, okumayı ve yazmayı öÄŸreten Allah bilir. Sonuç itibariyle bizler akıllı, duygulu, bilgili, kültürlü varlıklar olarak yeryüzünde yerimizi aldık. Âdem olarak yaradılışımızın serüven merakımı karşılayacak kıssa öyküsü üzerinde pek durmak istemeyiÅŸim konuyu önemsemediÄŸimden deÄŸil elbet. Bilakis ayetlerde alegorik dil ve üslupla vurgu yapılarak öne çıkarılan, kul olarak insan gerçekliÄŸimizin ve sorumluluÄŸumuzun göz ardı edilmesine razı olamayışımdandır. Âdem kim? Âdem benim. O yaradılış öyküsünde ben kendi gizimi, saklımı, kendi bilinmezliÄŸimi çözmeye çalışıyorum. Rabbim bana bunları bu nedenle yani kendimi anlamam için bildiriyor. Âdem’in öyküsü benim öykümdür. Durum böyle olunca kendimi sorarak, sorgulayarak, kendime sorarak insan gerçekliÄŸini kavramaya çalışıyorum. Ä°nsanı kavramamız için kendi varlığımız en büyük imkândır. Yeter ki aldanmadan ve kendimizi aldatmadan çıplak gerçekliklerimizle yüzleÅŸelim. Yaradılış kıssasının hikmetini kendimle yüzleÅŸerek çözmeye çalıştığımda varoluÅŸun keyfiyeti muamma olmaktan çıkıp bilinç katına yükseliyor. Mesafeler, zamansal uzaklıklar bir anda ortadan kalkıyor. Bin belki milyon yıllar süren insanın kültür ve medeniyet serüveni boyunca deÄŸiÅŸken bunca realitenin boÄŸuntusuna gelmeksizin, deÄŸiÅŸmez ontolojik hakikati fark etme imkânım çoÄŸalıyor. Ontolojik hakikatim ontolojik konumumla ilgilidir. Varlık hakikati veya hakikatin deÄŸiÅŸmez varlığı aktüel olandan ayrı ve farklı bir kesinliktir. Aktüel olanlar deÄŸiÅŸir. DeÄŸiÅŸkenler kesin olamazlar. Oysa hakikat deÄŸiÅŸmez kesinliktir. DeÄŸiÅŸmez kesinliÄŸi bütünüyle kavradığımı söylemem doÄŸru olmaz. Onu hissediyor, ona yaklaşıyor ve ona inanıyorum. Nesnel dünyanın görüntüsü deÄŸiÅŸse de içerik olarak hayat ile varlığın amacını ihata eden mananın ve bu manayla ilgili soyut kavrayışların sıralaması deÄŸiÅŸmiyor. Böylece beynelmilelliÄŸi de aÅŸan zihinsel, ruhsal uzamda, ilahi ve aÅŸkın olana açık baÄŸlantı kanallarımız insan benliÄŸimizi beslemeye devam ediyor. Bu baÄŸlanmayı duymak hissetmek yeterli oluyor benim için. Hadiseyi gündelik kaygıların yontarak biçimlendirdiÄŸi zihinlere tatminkâr açıklamalarla izaha çalışmak bizdeki materyalist zafiyet ve sapmaya iÅŸaret ediyor olmalıdır diye düÅŸünüyorum. Ben Allah’a inanıyorum. O beni yaratılış özelliÄŸime uygun yolu da göstererek yarattı. (K.K. Tâhâ: 50) Tanrısına kul olmayı seçmek yerine sözde onu yaratma haddini bilmez küstahlığını gösteren akıl, sonunda zelil olmakta, ziyana uÄŸramaktadır. Akıl bir anlamıyla baÄŸ kurmakla ilgili bir kavramdır. Mutlak varlıkla bağını koparan akıl diÄŸer hususlarda baÄŸlantı kurma, düÄŸümleri çözme maharetini nasıl gösterecektir? Ä°nsan güzel, deÄŸerli ve üstün bir ÅŸekilde yaratılmıştır.(23) Yaratılışımızda en güzeldik. Ä°nsan türü olarak aynı güzelliÄŸi ÅŸimdi de koruduÄŸumuzu rahatlıkla söyleyemiyorsak aklımızda ve ruhumuzda baÅŸlayan sapmalar sebebiyledir. Gelinen noktada bozulan dünyamızla birlikte yaradılışımızı da ifsat eden bir medeniyetin ablukası altında yaşıyoruz. Bu uygarlık, Rabbimiz tarafından hamurumuza katılarak onurlandırıldığımız asalet ayaklar altında çiÄŸnenerek kuruldu. Bu yüzden uygarlık her ÅŸeyden evvel insan boyutunu, insanilik boyutunu yitirdi. Yaratılmışların en ÅŸereflisiydik. Ayrıca vahiyle desteklendik. Amaç ve anlam edindik. ÖzgürleÅŸtik. Diyalektik yorumlarla insan bilincinin tamamen tesadüfler ve maddi geliÅŸmeler sonunda oluÅŸtuÄŸunu izah etmek tamamen ilahi olanla baÄŸlantımızı koparma gayretinden kaynaklanmaktadır. Marksist diyalektiÄŸe göre madde kendi bilinci ile vardır ve insana yaÅŸamın doÄŸal seyri içinde kendi bilincinden vermiÅŸtir.

(16) -Lahbabi, Milli Kültür ve Medeniyet, s.37, Çev. Bahaeddin Yediyıldız, Tur yay. Ä°st. 1980.
(17) -Prof. Dr. ÇaÄŸlar Keyder, “Kent Tarihi Nasıl Dönemlenmeli?” Kent TarihçiliÄŸi Sempozyumu, s.12, Toplu Konut Ä°daresi/ Tarih Vakfı yay. Ä°st.1994.
(18) -Otantik bir iki maÄŸarada hayallerimizdeki yakıştırmalarla kurulan bir geliÅŸmeye kanıt olacak belli belirsiz bir iki çizim, sanrılarla iÅŸlevselleÅŸtirilen bir iki malzeme de projenin maksadına uygun yorumlandı mıydı yaratılmışlığın gerektirdiÄŸi sorumluluktan da kurtulmuÅŸ olunur. Bu hezeyana (mesela Chicago Üniversitesi Antropoloji Bölümünde profesörlük de yapmış Fay Cooper’e göre ‘hayvanlarla bizim atalarımız birdir’ Siz bu orijini ihdas ettikten sonra artık Neanderthal, Kro-Magnon zincirinin veya Kafkaslı, Negroid, Mongolid sınıflamasını yapmak zor olmaz. GeniÅŸ bilgi için bkz. Fay Cooper-Cole, Medeniyete Giden Uzun Yol, çev. Mediha Berkes, Yurt ve Dünya Kültü yay. Ank.1943.  
(19) -Bkz. Lewis Henry Morgan, Eski Toplum C.1, s. 24, 72, 163, çev. Ünsal Oskay, Payel yay. Ä°st. 1986; Ayrıca Gordon Childe, Kendini Yaratan insan, çev. Filiz OfluoÄŸlu, Varlık yay. Ä°st. 1983.
(20) -Bir örnek olarak bkz. M. Ä°lin- E. Segal, Ä°nsan Nasıl Ä°nsan Oldu?, Rusça’dan çev. Ahmet Zekerya, Hür yay. Ä°st. 1974.
(21) -DeÄŸerli bir ilmi çalışmayı kitaplaÅŸtırmış olan Halil Çalış, eserinde bu konuyu Kur-an’i bir perspektifle çok güzel özetlemiÅŸ. Oradan bir alıntıyı nazar-ı dikkatlerinize sunmaktan yarar mülahaza ettim: ‘Kur-an’ın bu ilk insan topluluklarının yaÅŸayışıyla ilgili verileri dikkatle incelendiÄŸinde bunların, ilkel bir toplum olduklarını ve vahÅŸet hayatı yaÅŸadıklarını gösteren herhangi bir bilgiye rastlamak mümkün deÄŸildir. Bilakis Kur’an, insanoÄŸlunun diÄŸer bütün varlıklardan üstün ve güzel (Ä°sra 17/70; Tin95/4) ve yeryüzüne indirilirken eÅŸyanın bilgisine/ isimlerine vâkıf bir halde bulunduÄŸundan söz etmektedir. (Bakare 2/31) Ä°ÅŸ bu noktada da bırakılmamış, insana nasıl bir hayat süereceÄŸi ve eÅŸya ile iliÅŸkisinin nasıl olması gerektiÄŸi gibi hususlar vahiyle bildirilmiÅŸ (Taha 20/123, 124), insanoÄŸlu kendi haline terk edilmemiÅŸtir. Yeryüzünün insan yaÅŸamına uygun hale getirildiÄŸi ve her ÅŸeyin onun emrine/himayesine sunulduÄŸu (Araf 7/10; Lokman 31/20) gerçeÄŸi de bu unsurlara ilave edilirse; ilk insan topluluÄŸunun yaÅŸam biçimini ‘ilkellik’ veya ‘vahÅŸet’le vasıflandırmak ÅŸöyle dursun, Allah’ın özel lütfuna mazhar olduÄŸunu söylemek gerekecektir. Dolayısıyla bu topluluk, eski toplumların tarihi üzerine araÅŸtırma yapanların (sosyal antropoloÄŸ), tarihçilerin ve toplumbilimcilerin tasvir ettiÄŸi gibi ilkellik, vahÅŸet gibi sıfatlardan uzaktır. (krÅŸ. Abâdî el Mülkiye,1. 48-50, Muslih, Kuyûdü’l- mülkiyyeti’l- hâssa,46-51) Halit Çalış, Ä°slâm Hukukunda Özel Mülkiyet ve Sınırlamaları, s.14,15, Yediveren yay. Konya 2004.
  (22)-‘’Rabbin Meleklere ‘yeryüzünde bir halife yaratacağım..’ diye baÅŸlayan meallendirmede ‘yaratma’ karşılığında kullanılan kelime ‘halake’ deÄŸil ‘caile’ dir. Bu kelime süreç içinde bir oluÅŸu, oluÅŸumu, kılmayı, tayin etmeyi ifade edebilir. Ayrıca yaradılışın aÅŸamalar halinde olması Kur-an’i beyanlara ters düÅŸen bir durum da olmamalıdır. Önceden zaten yaratılmış ve belli bir formatta yaÅŸayan insanın iÅŸlev ve format olarak yeniden biçimlendirilmesi sözkonusu olabilir diye biliyorum. Kelime ve tefsiri için bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.1, s.258-259, Azim yay, SadeleÅŸtirilmiÅŸ baskı. Ä°st. 
(23)-Prof. Dr. M. Abdullah Draz, Ä°slâm’ın Ä°nsana VerdiÄŸi DeÄŸer, s. 45, çev. Nurettin Demir, Kayhan yay. Ä°st. 1983-

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 07-07-2008 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111713079 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net