Sofiler bilgi bahsindeki anlayışlarını sürekli olarak ayet ve hadislere istinad ettirmiÅŸlerdir. Ä°lke olarak bu anlayışın doÄŸru olduÄŸunu gösteren ayet ve hadislerden bazıları ÅŸunlardır:
Ayetler:
‘’ Biz ona ilim ledün öÄŸrettik’’ Kehf, 18/65
‘’ EÄŸer takva üzere olursanız, Allah size bir Furkan ve bir nur verir.’’ Enfal- 8/139
Burada sözü edilen ‘’ Furkan’’ kalbi aydınlatarak dini hakikatleri hatalardan, hakkı batıldan ayırt etmeyi saÄŸlayan nurdur. Ä°nsanın kalbini aydınlatan ve ışıklandıran bu nura ilham ve marifet denir. Demek ki amel etmek kuldan marifet ihsan etmek Allah’tandır.
‘’Takva üzere olursanız, mualliminiz Allah olur.’’ Bakara- 2/282
Sufi muallimi Allah olan kiÅŸidir.
‘’ Bizim için mücahâde edenlere, biz yolumuzu gösteririz.’’( Ankebut-29/69) kul riyazat ve nefis mücahadesi sonunda, sırf Hakk vergisi olan bu bilgiye sahip olur. Bu bilgi ile doÄŸru yolu bulur. Amel, ibadet, taat ve mücahade kuldan doÄŸru yolu irÅŸad etmek Hakk’tandır. Sufi rehberi Allah olan ÅŸahıstır.( 2/10 Ankara -1953-s. 23-24)
Soru: Åžeyh kimdir?
Sadi Özen:Åžeyh: medresede müderris ne ise dergâhta da ÅŸeyh, odur. Ancak müderris nakli akla tatbik eder, akla hitap eder, metni açıklar. Ä°lminin derecesine tahlile giriÅŸir ve vazifesi bununla biter.
Åžeyh ise mürÅŸittir, ruh ile meÅŸgul olur, mürebbidir. Kendisine intisap eden müridin bütün hususiyetlerini, kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak, herkese ayrı ayrı yol gösterir. Yaratılışındaki ferasetin ve edindiÄŸi ilmin derecesine göre müridin kalbindeki kudreti, mizacındaki sertliÄŸi, ahlakındaki fesadı tedricen izaleye çalışır. Mürid tam teslim olduysa çabuk yol alır, olgunlaşır, safayı kalbe ulaşır. Bu yolun terbiye sistemi sîret-i nebeviye ile ahenklidir. Gaye o örneÄŸe benzemektir.
Çile: Her müridin fıtratındaki sivri noktaları törpülemek ve sabrı fiilen telkinden ibarettir.
Riyazet: Åžehvetle ve nefs-i emmare ile mücahade planıdır. Az yemek, mideyi doldurmamak ve bu suretle ruhu inceltmek ve rahat çalışabilmek için yapılan beden ve ruh terbiyesidir.
Zikir: Toplu zikrin dışında her müridin ÅŸahsına ait olmak üzere verilen hususi derstir. Gün geçtikçe mürit olgunlaÅŸtıkça zikrin mertebeleri deÄŸiÅŸir.
Murakabe: Salikin iÅŸlediÄŸi günlük iÅŸlerinin Hakk’ın rızasına uygun olup olmayanlarının mülahaza ile araÅŸtırması demektir ki, bir nevi muhasebe-i nefstir. Bu esnada mürÅŸidin telkinlerini göz önünde bulundurarak abesle geçen zamanından istiÄŸfar ve tekrarlanmasından kaçınmaktır. Bu esnada ilham yeri olan kalbe varidat, hidayet ve doÄŸru yolda olmayı niyaz etmektir.( 1-Tasavvuf – Mahir Ä°Z Rahle yay. S.99-Ä°ST.1969)
Soru:Tasavvuf anlayışının ilk ortaya çıkışı nasıl oldu?
Sadi Özen: Suffa: Hz. Peygamber (sav) zamanında Medine’nin büyük camiinde namaz kılınan mahalden baÅŸka Suffa denilen hususi bir kısım vardı. Burası bizzat Hz. Peygamber (sav) in nezaretinde iÅŸleyen bir talim ve terbiye merkezi idi. Oldukça mühim bir miktar Müslüman orada kalıyordu. Onlar gündüzleri zamanlarının bir kısmını Ä°slami hayat yolunu öÄŸrenmeye, insanların yalnız Allah ile münasebetlerini deÄŸil, cemiyetin diÄŸer uzuvlarıyla olan münasebetlerini öÄŸrenmeye ayırırlardı; diÄŸer taraftan da baÅŸkalarına yük olmamak, bir tufeyli mevkiine düÅŸmemek için geçimlerine yetecek asgari bir ihtiyacı kazanmaya çalışırlardı. Gecelerini en iyi mistikler gibi nafile ibadet ve murakabe ile geçirirlerdi. Bu müesseseye Tekke densin, Hanigah densin yahut baÅŸka bir isim verilsin hiç ÅŸüphesiz Suffa’nın sakinleri Batınî ibadetlere maddi meÅŸguliyetlerden ziyade baÄŸlı idiler. Hz. Peygamber (sav) in bu ilk Müslüman mistiklerine mizaç ve kabiliyetlerine göre bir ÅŸahıstan diÄŸerine deÄŸiÅŸmesi gereken ne gibi ibadetleri emrettiÄŸini ve bunların tafsilatını ihtimal ki hiç kimse bilmeyecektir. Bununla beraber hedef belli olduÄŸu için oraya götürecek meÅŸru vasıtaları seçmekte kâfi hürriyet vardır. Bu münasebetle Hz. Peygamber (sav) in ÅŸu sözü bir defa daha hatırlanabilir: ‘’ Hikmet müminin kaybolmuÅŸ malıdır, nerde bulursa onu alsın.’’(Ä°slam’a GiriÅŸ- Prof. Dr. M. Hamidullah s.75-76 müt: K. KUÅžÇU Ä°st. 1965)
Tasavvufun Zübdesi: Tasavvuf kelimesiyle Ä°slam, itikatların tashihini (doÄŸrulanmasını), ibadete ait ameller ve davranışların mübarek kılınması (güzelleÅŸtirilmesini) hayatın bütün faaliyetlerinde Peygamber efendimizin (sav) hayatının örnek alınmasını, hal ve tavrın düzeltilmesini ve Ä°slam’ın yüklediÄŸi vecibelerin yerine getirilmesini kasteder.
Tasavvufun, gaibi ( görünmeyen ÅŸeyleri) bilmek, kerametler göstermek yahut kendi iradesini baÅŸkasının iradesi üzerine –esrarengiz ruhî vasıtalarla- üstün kılmakla alakası olmadığı gibi, riyazetle, istiÄŸrakla (kendinden geçmekle) ve bunun neticesi tahassüslerle (duygulanmayla) –ki bunlar vasıta olabilir gaye olamaz – alakası yoktur; yahut Allah’ın (cc) zatına ait (panteizm gibi) bazı itikatlarla da ilgisi yoktur. Hele bazı ÅŸarlatanların, sofinin Ä°slam ÅŸeriatının ve asgari vecibelerin üstünde oluÅŸu hakkında söyledikleriyle hiçbir alakası yoktur.
Daha münasip baÅŸka bir tabir yokluÄŸundan ÅŸahsi hatti hareketin ( gidiÅŸin) en iyi metodu tasavvuftur denilebilir. Öyle bir yol ki orda insan Allah (cc) muhabbetini gittikçe fazlasıyla arayarak nefis murakabesini, ihlası, bütün ef’al (ameller) ve harekatında (davranışlarında) ve düÅŸüncelerinde Allah’ın (cc) daimi huzurunu elde ederler. (Ä°slam’a GiriÅŸ- Prof. Dr. M. Hamidullah s.76 müt: K. KUÅžÇU Ä°st. 1965 ikinci baskı)
Ä°badatı mahsusa: Bir kimse her zaman Allah’ı hatırlamalıdır. Elzem(gerekli) olan ÅŸekli kalb yolu ile hatırlayıştır. Fakat zihni bir yere toplamak devamlı olmadığından, ruhun huzurunu kuvvetlendirmek ve Zati Bari hakkında düÅŸünceyi teksif etmek (yoÄŸunlaÅŸtırmak) için fiziki metodlar kullanılır. Kur’an -33/41.2- ÅŸöyle der:’’ Ey iman edenler ! Allah’ı çokça hatırlayın ve O’nu erkenden geç vakit tesbih edin.’’ Yine 3/191’de ‘’Allah’ı ayakta dururken, otururken, yan yatarken hatırlayanlar, arz ile semaların yaratılışını düÅŸünenler (ÅŸöyle derler:) ‘’ Ey Rabbimiz sen bunları boÅŸuna yaratmadın, seni tesbih ederim, bizi cehennem ateÅŸinden koru.’’ Ä°çinde bazı duaların tekrar edildiÄŸi münacatlar vardır; her gün itiyat haline getirilerek tekrar edilen dualar vardır. Bunlar yüksek sesle veya yavaÅŸça okunur, fakat daima ve deÄŸiÅŸmez surette Allah (cc) zikredilir.
Zati Bari’si yahut Esması (sıfatları) zikredilir. Mahluk asla zikredilmez. Bahis konusu Hz. Peygamberi (sav) dahi olsa tekarüb (yakınlaÅŸma) daima aleyhisselatı vesselam efendimize Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve keremini talep etmek suretiyle olmalıdır. Mesela ‘’Allahümme salli alâ Muhammed’’ yani ‘’Ey Allah’ım! Muhammed’e raÄŸbet et, O’nu himayene al.’’ Yahut ‘’Ey Allah’ım Muhammed’i ona vaad ettiÄŸin ÅŸerefli mevkie ba’s et(gönder) ve bize ÅŸefaatini kabul eyle.’’
Ä°lh… DüÅŸünceyi bir noktaya toplamak için nefes almayı durdururlar, gözlerini kaparlar ve kalbi darabani (vuruÅŸunu) üzerine dikkatlerini toplayarak Allah’ı tefekkür ederler… Sufiler Allah’ı hatırlamanın üç mertebesi vardır derler; Ä°smini hatırlamak, isim vasıtasıyla ve onun delaletiyle Allah’ı hatırlamak, ne ismi ve ne de diÄŸer vasıtalar olmaksızın Allah’ı hatırlamak.( Ä°slam’a giriÅŸ prf. Dr. M. Hamidullah –s. 80 Müt: K. KUÅžÇU ikinci baskı ist. 1965)
Soru :Tasavvuf Hayatını niçin benimsediniz?
Sadi Özen:Dergâh ve Tasavvuf Hayatı: Sonsuz mutluluÄŸa açılan bir kapıdır. Güzel hayalleri, fikir ve düÅŸünceleri eyleme geçiren bir yaÅŸam tarzı ve bir hayat biçimidir. Acı ve ıstırapları tatlılaÅŸtıran bir hayat felsefesi ve anlayışıdır.
Dergâh hayatı Tasavvuf, insana sevda kapılarını açan ÅŸefkatle, sevgiyle, fedakârlıkla, cömertlikle, güzel ahlakla insanı süsleyen ve bir üst düÅŸünceye taşıyan yüksek bir öÄŸrenim ve eÄŸitimdir.
Ä°slam’ın zahiri ve batıni fıkhı var. Zahiri fıkıh kanun ve kuralları vazeder. Ceza, miras ve bunun gibi kanunları koyar. Bunlar toplumun asayiÅŸini saÄŸlar; bunlar olmazsa toplum ayakta duramaz. Öte yandan ibadetlerle ilgili kuralları vazeder. Bunlar abdest, namaz, oruç ve hac gibi ferdi ibadetlerdir. Bir mümin bu ibadetleri kurallarına göre yapıyorsa kulluk sorumluluÄŸunda kurtulur sevap kazanır.
Batıni fıkıh da bu ferdi ibadetleri akıl seviyesinden, aÅŸk seviyesine yükseltmenin yolunu ve kurallarını gösterir. Zira onlar (sofiler) huzursuz, gafletle yapılan namaz ve bilumum ibadetleri noksan sayarlar.
Dergâh eÄŸitimi Tasavvuf öÄŸretisi, Allah’la kul arasındaki engelleri kaldırır, kulu vasıtasız Rabbinin huzuruna çıkarır. Onunla tanıştırır. Kul Rabbı Kerimiyle pazar kurar, bire bir Onunla konuÅŸur. Her ÅŸeyini ona anlatır, ondan ister, en mahrem ÅŸeylerini, dertlerini, sıkıntılarını ona söyler. Yalnız ondan yardım bekler. Ondan ÅŸifa ister. Yalnız ona umut baÄŸlar. Kulun dünyada ve ahirette umudu ve tesellisi Rauf ve Rahim olan Rabbı’dır.
KulluÄŸunu aÅŸk ve ÅŸevk içerisinde yapar. Onun azabında çok sonsuz rahmetine umut baÄŸlar. Onun enisi, munisi, yâri, sonsuz lütuf ve kerem sahibi Kadir-i mutlak olan Allah-u Zülcelâl’dır. Tenhalarda ve geceleri Rabbiyle kurduÄŸu pazarda sermayesi günahları, acziyeti, piÅŸmanlığı, gözyaÅŸları ve yürek kanıdır.
Bu eÄŸitim ve öÄŸretim insana acziyetini, fakrını, noksanlığını öÄŸretir. O’nun Kadir-i mutlaklığının; mülkünde ortaklık kabul etmediÄŸi gibi sevgisinde de ortaklık kabul etmediÄŸini öÄŸretir.
Zaaflarıyla kendini tanıyan insan bütün insanları tanır. Zaaf ve acziyetiyle kendi kendini tanıyan insan sonsuz ihsan ve eta sahibi olan Allah-u Zülcelâl hazretlerini kemal sıfatlarıyla tanır ve bilir.
Tasavvuf anlayışı ve yaÅŸamında gerçek tevhide kavuÅŸulur. Biz bunu devrisaadette, bu düÅŸünce ve yaÅŸam tarzını, tarikat ve tasavvufu formüle eden ve kitabını yazan sofiyeyi aliyenin eserlerinde, yaÅŸam biçiminde ve fikirlerinde görüyoruz. (Günümüzdeki birçok ÅŸeyhin uygulamalarına, zamanla yabancı fikir ve eylemlerin sapmalara uÄŸrattığı, hurafe ve bid’atların yozlaÅŸtırdığı bir nevi tarikat ve tasavvuf anlayışı hâkim… Gerçek Ä°slam ve ihsan hayatını bunlardan tenzih ediyoruz.)
Tekke ve dergâhlardaki öÄŸretim ve eÄŸitim, insanlara perestiÅŸ etmediÄŸi deÄŸil kitabullahtaki Allah’ı tanıma ve tevhid etmeyi öÄŸretir. Ä°ki göz bir görmek içindir. Kesrette vahdeti idrak etmek ve bulmak… Salik ne zaman Zat-ı Saadetleri’nin ahlak ve edebiyle ahlaklanıp edeplenirse, bunun meyvesi, sevgi, muhabbet ve aÅŸk olur.
Zatı saadetlerine (sav) zahiri ittibanın ÅŸartı, O’nun (sav) güzel ahlakını benimsemektir.
Zatı saadetlerine (sav) manevi ittibanın ÅŸartı, O’nun (sav) aÅŸkına terk-i can etmektir.
Åžeyh, mürebbidir; mürÅŸiddir çok önemli iki görevi vardır: Birincisi; edebiyle, ÅŸefkatiyle, cömertliÄŸiyle, tevazusuyla, güzel ahlakıyla Zat-ı Saadetlerini (sav) hatırlatıp çevresine güzel bir örnek olmak. Ä°kincisi, talebelerinin manevi hastalıklarını tedaviye çalışmak…
Yoksa onlara, sizin ruhlarınızı bir kutuya koyup sizleri cennete götüreceÄŸim ve yahut bana tabi olun günahlarınıza ben kefilim gibi saçma sapan ÅŸeyler söyleyip insanları aldatmak deÄŸil…
En büyük mürÅŸidin bile başı, diÅŸi aÄŸrıdığı zaman bir aÄŸrı kesiciye muhtaç olan aciz bir kulu kurtarıcı bilip onu rabıta ederek Hakka vasıl olma yolu öÄŸretisi hiç deÄŸildir.
Rabıta, fenafillâh ve ÅŸeyhe teslimiyet gibi sonradan Ä°slam tasavvuf hayatına giren ve yozlaÅŸan kavramlar için evvelce yayınlanmış olan ‘Ankalar ve Kargalar’ kitabına bakılabilir.
Dergâh ve tasavvuf dünyası, seven ve yanan gönlü olanların dünyasıdır. Maddi hiçbir ÅŸeyin akıl ve gönüllerini tatmin etmeyen huzura kavuÅŸturmayan aklını gönlünün içinde eriten gönlünün heyecan ve ızdırabını duyan ve çekenlerin dünyasıdır.
Bu maddi âlemden baÅŸka bir âleme, maveraya özlem duyan, yanan aklın, tayfun, kasırgalar koparan ve lav püskürten bir gönül dünyasıdır.
Dergâh hayatı; aÅŸktır, semadır, rakstır, devrandır, ÅŸiirdir, musikidir, nezakettir, necabettir, irfandır, hikmettir ve manevi bir zevkle maddi âleme veda etmektir.
İlm kesbiyle paye-i Rıfat arzu-i muhal imiş ancak,
Aşk imiş alemde her ne var, ilm bir kıyl-u kal imiş ancak.
Bu yol, bu öÄŸrenim aklı tutuÅŸan, seven ve yanan gönlü olanların yürüdüÄŸü yol ve öÄŸrenim gördükleri bir mekteptir. Bu iÅŸ, masiva heveslilerinin ve iÅŸi olanların iÅŸi deÄŸildir.
Niyazi Mısrî Hz. DediÄŸi gibi:
‘ Sevm-ü selatı hac ile sanma biter zahid iÅŸin
Ä°nsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfan imiÅŸ’
Saçla, sakalla cübbe ile ve el etek öptürmekle, ÅŸeyh, Seyda, mürÅŸid olunmaz… Kemâlat sahibi olmak için mahlûk-u Hüdaya toprak gibi olmak lazım. Åžeyh, mürÅŸid, Seyda ve baba, dede olmadan önce, erdemli iyi bir adam olmak lazım.
Keramet ve metafizik merkezli tarikat ve tasavvuf hareketlerinde, bid’at, hurafe ve yozlaÅŸma kaçınılmaz. GeçmiÅŸte böyle olmuÅŸ… Günümüzde itibar gören de bu tür mitolojik boyutlu tarikat ve tasavvuf hareketleri… Bu da Müslüman toplumun, zat-ı saadetlerini (s.a.v) gereÄŸi gibi tanımamaları ve Ä°slam’ı bilmemeleri, Kur’anî kültürden uzak olmalarından kaynaklanıyor.
Ma’na erlerinin, gönül sultanlarının aleminden esintiler:
Ey saki-i Melahat aşkın şarabı yok mu?
Bu teÅŸneye o behrin bir katre âbı yok mu?
Oldum gam-ı firâkın bir mest-i ser-girânı
Bir düÅŸmüÅŸe el atsam Cânâ sevabı yok mu?
Bu Âsûmanın ey meh doÄŸmaz mı âfitâbı
Bu burc-ı hecrin âhir geçer sehabı yok mu?
Kûy-ı visâline âyâ hadi-i tarikat
Kestirme bir tariki bir gizli bâbı yor mu?
Derd artırır demâdem efsane-i hayâlin
Bilmem bu mâcerânın hadd-ı nisabı yok mu?
Ä°stersen ehl-i derde bin fasl-u bâb okursun
Gûya devây-ı aÅŸkın sende kitabı yok mu?
Yalvar bu derdin ahir Hazmi gelir devâsı
Bunca niyâzın elbet bir müstecâbı yok mu?
- - - - - - - -- - - -- - - - -- - - - - - - -- - - - - - - - --
Cam-ı aÅŸkı nûÅŸ eden ol gözleri mestaneden
Mest olup fark itmez oldu mescidi meyhaneden
ÅžeÅŸ cihetden gûÅŸ eden ‘inni’ hitabın ÅŸübhesiz
Bi-cihet syr etti Hakk-ı Kâbe’den büthâneden
Mahrûm olur zat-ı Hakka bilmiÅŸ ol ehl-i ukûl
Terk edip haber ol gel berû divaneden
Nâr-ı aÅŸkın sûziÅŸin pervane bilmez ben kadar
Çünki ol nâra ben evvelden yanmışam pervaneden
Vahdet içre aÅŸinâ idi Sezâyi bana yar
Åžimdi kesrette tegafül eyledi âyâ neden.
Dil nazargah-ı Hudâ’dır yıkma gönlün kimsenin
Kâbe vü Merve sâfadır yıkma gönlün kimsenin
Mü’min ise al ele bir mü’minin gönlün çalış
Zirâ kavl-i Mustafâ’dır yıkma gönlün kimsenin
Åžol kiÅŸi kim daima gönlün yıkar derviÅŸlerin
Taat ü zühdü hebadır yıkma gönlün kimsenin
Mü’minin kalbidir Allah’ın evi sen biledin
Ä°nkisâr etme hatâdır yıkma gönlün kimsenin
Åžeyh Nizam oÄŸlu gönül yap kim bilir kimde ne var
Hak ile dil aÅŸinâdır yıkma gönlün kimsenin.
**********************************
AÅŸkını yar et bana Ya Râb dahi yar istemem
Gönlümün ÅŸehrinde ondan gayri dildar istemem
Bülbül-i bâÄŸ-ı cemalindir ezelden dil senin
Ben anın nâlânıyım bir dahi gülzar istemem
BaÄŸladım bel rah-ı aÅŸkına ölürsem dönmezem
Râhib-i deyri bekayım gayri zünnar istemem
Alem-i kalbimden senden gayri bir yar olmasın
Dûr eden dostdan beni gönlümde aÄŸyar istemem
Aşk pazarına verdim canımı aşk almağa
Ben bu pazar ehliyim bir gayri pazar istemem
Hângâh-ı Küntü Kenz’in Seyfi bir hayranıdır
Tekke-i dâr-ı fenâdan derviÅŸi esrar istemem
GülÅŸen içre bülbül-ü gülzar olan anlar bizi
Sohbet-ü fikr-ü hayali yar olan anlar bizi
Can-ü baÅŸtan geçmiyen basmaz kadem aÅŸk bezmine
Kim bugün Mansur gibi berdar olan anlar bizi
Kendi zatın bilmeid, yüz bin hicabı var iken
HaÅŸelillâh, cahil-i biâr olan anlar bizi
Kaf-ı aÅŸka bir bölük Ankalarız kim, zahida!
Âlem içre sanma mur-ü mar olan anlar bizi
Biz harabat âleminde mest-i aşıkız kim bugün,
Azbiya! Rüsva-yı aÅŸk-ı yâr olan anlar bizi…
Zat-ı Hakka mahrem i irfan olan anlar bizi
Ä°lm-i serde bahr-i bipâyan olan anlar bizi
Bu fena gülzarına bülbül olanlar anlamaz
Vechi bakî hüsnüne hayran olan anlar bizi
Kahr-ü lûtfü ÅŸey-i vahid blmeyen çekti azap
Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi
Zahida âyık dururken anlamazsın sen bizi
Cur’ayı safi içip mestan olan anlar bizi
Arifin her bir sözünü duymaÄŸa insan gerek
Bu cihanda sanma ger hayvan olan anlar bizi
Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi…