TÜKENÄ°Åž Ä°ÇÄ°NDE DÜÅžÜNMEYÄ° KEÅžFETMEK Necmettin EVCÄ° DüÅŸünmeyle birlikte insan varlığını anlamlı kılan tüm fıtri yetenekler ödün verilemeyecek baÅŸat karakterimiz olmalıydı. Ruhumuzun kimyasını oluÅŸturan ilahi alaşım içinde hilkatimizin mühim bir unsuru olan düÅŸünme melekesi, ayrıca konu edilmeyecek ölçüde yaÅŸantımızın ve insan gerçekliÄŸimizin realitesidir. Ä°nsana varlıklar içinde en ayrıcalıklı vasfını kazandıran bu
zihni olguya muhtaç bir varlık olarak nitelendirmemiz ruhumuza boÄŸarcasına abanan nesneler ve nesnel iliÅŸkilerin menfi etkileri sebebiyledir.
Nesnel imkânlar yığıntısı, kültürel bir renk kazanarak aldatıcı bir algıyla inkâr edilmez tarihsel katmanlar oluÅŸturacak düzeyde gerçekliÄŸe dönüÅŸmüÅŸtür. Gelinen modernist aÅŸamada nesnelerden ibaret dünyanın en üst katını yaÅŸamaktayız. Ne olup bittiÄŸini anlamaya dahi imkân vermeyen bir hızla yükseldiÄŸimiz bu yerde, hayatın zaruretleri koÅŸullandırmasıyla her ÅŸeyi önüne katan akıntı; bizi, biçimlendirilmiÅŸ algıların belli kalıplarına kapattığından, dünya yüzündekiler gibi kendi doÄŸallığımızı yitirdik veya yitirmek üzereyiz.
GerektiÄŸi gibi anlamaktan, algılamaktan deÄŸil, doÄŸrudan insana özgü algı yeteneÄŸini yitiriÅŸten söz ediyoruz. Sözünü ettiÄŸimiz bir kazancın, bir katma deÄŸerin meselâ bir servetin yitimi olsaydı, mutlaka bunun idrakinde olarak hiç olmazsa içine düÅŸtüÄŸümüz yoksulluÄŸun bilincinde olurduk. Oysa yükseldiÄŸimiz bu katta ruhumuz feci bir düÅŸüÅŸ içindedir. Bedenimizi buraya ruhumuzun üzerine basa basa çıkardık. Akıllı ve zeki insanı belirleyici sayılan ‘uyum’ ve ‘özümseme’ gibi kıstaslar benliÄŸin nesnel koÅŸullanmaya ne kadar adandığı anlamına gelmektedir. Giderek insanı metafizik boyutlarından soyutlayıp nesneleÅŸtirmeyi amaçlayan neo-kapitalist düzen/ek içinde kültürlü olmak; uyumlu olmanın, asimilasyonu özümsemenin çaÄŸcıl kategorisini oluÅŸturmaktadır. DoÄŸallıkla yeni insanı tanımlayıcı bir kavram olarak ‘kültürlü olmak’ ruhun etki ve itki alanından uzaklaÅŸma mesafesi ile orantılı durumu açıklar olmuÅŸtur. Yani geleneÄŸin yaÅŸayan kodlarıyla baÄŸlantılı bir ruh halini muhafaza ederek kültürlü kalmanın yolu her geçen gün daralmakta, daraltılmaktadır. Yeni, saltanatının keyfini harabeye dönüÅŸtürdüÄŸü ruhî deÄŸerler üzerine kurduÄŸu makamında sürdürmek istemektedir. GeçmiÅŸinden kopmayan insanı saltanatı için tehdit olarak görebilmektedir. Modern yapılanma, gelenin keyfi için kalkıp geçmiÅŸe sövecek tipleri kendi emrine amade kılmaksızın, egemenliÄŸini tam manasıyla kuramayacağını bilmektedir. AÅŸkın yöneliÅŸlerle düÅŸünmek tanrıyla rabıta kurmanın iç boyutudur. Farklı anlayışlar ve açılımlarda tezahür eden ilmin, tefekkürün ruh kökünde var olan aslında bu rabıtaydı. Bütün bir varlık âlemine, yeryüzüne o pürüzsüz ritmi, o efsunlu musikiyi katan, kazandıran ilahi nefesten baÅŸkası deÄŸildi. Hangi düzlemde olursa olsun insanî arayışlar bir ÅŸekilde bu baÄŸlantıyı kurmaktaydı. Siz O’nu hissederdiniz, O’da sizi görür, gözetir. DüÅŸünmek kuru akıl yürütme yerine böyle ilahî bir baÄŸlantıyla gerçekleÅŸen ve Allah’ın inayetini içeren bir mahiyete sahipti(r). O nedenle Platon’dan Nietzsche’ye kadar duyuÅŸ ve seziÅŸ, felsefi düÅŸünceyi besleyen ana damar olmuÅŸtur. Oysa modern kültürlenmeyi yaÅŸadığımız katta, akıl da zekâ da bütünüyle nesnel iliÅŸkilere baÄŸlı ve bağımlı iÅŸlemekte, geliÅŸmektedir. Buna geliÅŸme denirse tabi. Somut ve pratik olarak ‘iÅŸe yararlılık’ kavramının gündelik hayatı kolaylaÅŸtırıcı bir tarafı vardır. DüÅŸünce, bilim, sanat tamamıyla bu amaca yani yaÅŸamı kolaylaÅŸtırıcı bir amaca odaklanmıştır. Nitelikli düÅŸünce, ancak ve sadece pratik maddi getirileri bakımından iÅŸe yarar düÅŸüncelerdir. GeçerliliÄŸi olan estetik de felsefe de iÅŸe yaralılıkları ile deÄŸerlendirilirler. Ä°ÅŸe yaramak sürüp gitmekte olan hayatı kolaylaÅŸtırıcı fonksiyona endekslidir. Kolay hayatların, benliÄŸin özgür yönelimlerini savsaklayıcı, umursamaz bir tarafı olmuÅŸtur. TembelliÄŸe teÅŸne benlikler aleyhlerine olsa bile umursamazlığı yaÅŸama biçimine dönüÅŸtürmekte pek hünerlidir. Ä°nsanı kendi trajedisine güldürerek eÄŸlendiren öldürücü virüs tüm dokumuza sirayet etmiÅŸ gözükmektedir. Giderek iÅŸe yararlılık muazzam bir eÄŸlence kültü ve ölçüsüyle deÄŸerlendirilmektedir. Ä°nsan kendi hiçliÄŸi üzerinde çıldırmış arzularla tepinirken aslında ruhunu öldürmenin zaferini kutlamaktadır. Nokta nokta çürüttüÄŸü ruhunun son kalıntılarıyla onu oluÅŸturan asal unsurları ayakları altında ezmekle, ezeli mükellefiyetlerinden kurtulacağını sanmaktadır. Önceden ruhu vardı ve sorumluydu. Ä°ÅŸte ÅŸimdi o yükü boÅŸalttı ve ondan yana sorumsuz. Özgürlük uzun süredir ruhtan bağımsızlaÅŸmakla yorumlanmaktadır. Böylece çağımız insanının özgürlüÄŸü ruhtan yoksun düÅŸmüÅŸtür. YaÅŸadığımız çağın bizi ıvır zıvırla oyalayan hercümerci düÅŸünme imkânını olabildiÄŸince daraltmıştır. Bu daralmayı savunma mekanizmasıyla dışsal sebeplere dayandırmak, fıtri melekelerimizden uzaklaÅŸtığımız gerçeÄŸinin göz ardı edilmesini daha ne kadar geciktirebilir? Artık varlık bilincini yüreÄŸinde hissetme anlamıyla düÅŸünmek; imkânsız ölçüde zorlaÅŸmışsa, insanın ontolojik kopuÅŸ ile açıklanması gereken yabancılaÅŸması nedeniyledir. Ä°nsan varlığımızın tekevvün ettiÄŸi zemin kaydığı veya kayganlaÅŸtığı için; akıl gerekli baÄŸlantıları kuramamakta, çözümleme yapamamaktadır.
Varlığımızı anlamlı kılan cevher, kanıksanarak normalleÅŸmiÅŸ nesnel tortuların etkisiyle zayıflamıştır. Dünyevi bir aldanış olarak hoÅŸ ama hakikat indinde boÅŸ gerçekliÄŸin sayıltısından sıyrılış; öze doÄŸru bir hamleyle yeniden kendi bilincimize varmak, yeni bir keÅŸifle deÄŸerli kılınacak yalın insan varlığımızın çevresindeki kuÅŸatmayı yarmaya niyetlenmekle baÅŸlayabilir. Birkaç kademeden kurulu bu kuÅŸatmayı yarma eylemi, bizi düÅŸünmenin gerçek iklimine yaklaÅŸtıracaktır. Gündelik hayatın hakikatte bir deÄŸer ifade etmeyen hay huyu bu kademenin sadece en yakın olanıdır. Sonra çaÄŸa egemen anlayışlarla yüzleÅŸmek gelecektir. Bu ikinci kademe sadece sıradan insanları deÄŸil entelektüel sanılan çoÄŸu kimseyi de etkisi altında tutan bir alandır. Gündelik yaÅŸamın coÅŸku, ümit veya beklentileri, bu alana egemen olan anlayışın sadece en görünür yansımasıdır. YaÅŸadığımız çağın veya coÄŸrafyanın aktüel sorunları üzerinde yoÄŸunlaÅŸmak hepten gereksiz olmamakla beraber, entelektüel ilgileri nitelikli kılan çabalar olarak anlaşılmamalıdır.
Yazık ki, bu çaba içinde olan birçok aydın toplumu ve yaÅŸamı biçimlendiren bir kurgunun parçası, üstelik etkin bir parçası olabilmektedir. Hatta bu kurgular projelendirilirken entelektüel katkı her zaman hesap edilir. Bu durumda daha üst seviyede sanılan zihni yapılar, düÅŸünce adına yaptıkları yönlendirmelerle, baÅŸka bir yoldan bireyi sisteme eklemenin gönüllü veya görevli aracıları olurlar. Bu durumda gerçek anlamada düÅŸünmenin önünü açması gereken aydın, düÅŸüncenin özgürleÅŸmesi sürecinde umut vaat etmez, hakiki manasıyla düÅŸüncenin önünü tıkar. Aklı açmaz içinde olan aydın hangi sokağın çıkmaz olduÄŸunu haber verecek icazete sahip deÄŸildir. Hususen Türk aydını samimi olarak böyle bir arayış içinde zaten olmamıştır. Karışık ve karanlık iç dünyasıyla derin bir kimlik sorunu yaÅŸamaktadır. Bu yönüyle bizim trajedimiz, aydınları karanlıkta olan bir milletin trajedisidir. Ä°çine düÅŸtüÄŸümüz dehlize aydından da ışık gelmiyorsa iÅŸ baÅŸa düÅŸmüÅŸtür. Birey kendi ışığını kendi yakacaktır. Sahici bir tenvirat için kendi ışığımızı yakmamız yetmeyebilir. Kendi çerağımızı kendi ateÅŸimizle yakmamız icap edebilir. GöÄŸüncüyle akkor metalleri eritmeye yekinen yüreÄŸim, yılmadan yinelemelisin niyetini her daim. Sık diÅŸini, dayan; az kaldı, o kıvama ermek üzeresin.
Kendi ışığımızı kendimiz yakmak için haydi düÅŸünelim. Ä°yi ama düÅŸünmek ha deyince baÅŸlayacak bir faaliyet deÄŸildir. Bulanık iç denizimizin en uzak kıyısında kendimizi seçtiÄŸimiz an, aradaki mesafenin uzaklığını da fark ettiÄŸimiz an olabilir. Ne garip ve acınası bir durum. Hangi butona bassak da düÅŸünmeye baÅŸlasak acaba.? Neyi neyle, hangi birikimle, hangi hafızayla, hangi deÄŸerle düÅŸüneceÄŸiz? Kendimize yöneliÅŸimiz içimizin kaygan boÅŸluÄŸuyla ilk temas kurduÄŸunda sekteye uÄŸrayabilir. DüÅŸünmek yaÅŸamı, varlığı, hakikati, doÄŸruyu, iyiyi, güzeli dert edinmekle olur. DüÅŸünmek doÄŸrudan insan varoluÅŸuyla ilgili olduÄŸu zaman anlamlıdır. DeÄŸilse maaşımıza ne kadar zam yapıldığını, hangi alışveriÅŸ merkezinde neler alıp almayacağımızı dert etmenin düÅŸünce adına kıymete haiz bir tarafı yoktur. KastettiÄŸimizin bu türlü düÅŸünmeler olmadığını söylemeye bile gerek yok. Modern kültürleÅŸme süreci varlığımızı maalesef cicili bicili, allı pullu nesneler dünyasının büyüsüne katarak eritip tüketti. Kocaman adamlar olarak çocuksuluÄŸumuzu makul kisvelerle normalleÅŸtiriyoruz. Bütün ÅŸehirlerimiz biz büyük çocukları eÄŸlendiren lunapark olup çıktı. Ey bir türlü olgunlaÅŸamayan şımarık çocuk, çılgınca tüketime yöneldiÄŸin her saat, gram gram kendini tükettiÄŸinin farkına varmalıydın. MeÄŸer kendini tüketmeye, hiçliÄŸin saltanatına adamaya ne kadar gönüllü ne kadar doyumsuzmuÅŸsun. Ä°ÅŸte ÅŸimdi geldiÄŸin noktada istesen de körelmekte, tutulmakta olan düÅŸünme yeteneÄŸini açamıyor, iÅŸler hale getiremiyorsun. Aklın kaldırmıyor. Ruhun daralıyor. Doktorlar psiÅŸik bir durum diyorlar sadece. Kafaya fazla takmamalısın. Fazla düÅŸünmemelisin. Yasal ve siyasal konjonktüre de uyar bu reçete. DüÅŸünmek uyumu bozar biliyorsun; özümlemeyi geciktirir.
Bu kadar zor olanı yani kendini böylesine derin ilgisizlikle unutuÅŸu nasıl baÅŸardın, nasıl? Ä°nsanın hatırlamayacak ölçüde kendini unutuÅŸu modern toplumların ölümcül hastalığıdır. Ä°nsanın bir baÅŸkasına öykünmesi ile tanımlanan yabancılaÅŸma aÅŸaması artık geride kaldı. Åžimdi gerçek anlamda yabancılaÅŸma insanın doÄŸrudan insan varlığından kopuÅŸu ile açıklanmak durumundadır. Yani insanın varoluÅŸsal niteliÄŸi deÄŸiÅŸti. Ontolojik düzlemi çöktü. Bedenlerimiz insana yaraşır bir ruh ve gönül taşımaz oldular. Ruhumuz süfli arzuların istila ettiÄŸi bütün alanlardan çekilip uzak, metruk, bir köÅŸede büzüÅŸmüÅŸ duruyor. Orada dura dura o da tembelleÅŸti; derin mi derin bir uykuya dalmış görünüyor. Ä°nsan nasıl itilir; aÅŸka, bilgiye, imana, manaya nasıl kışkırtılır o da bilmiyor. EÄŸer el altından ruhun hâlâ canlı tutulan bir damarı varsa, o da arzuların ateÅŸine yakıt akıtmak için kullanılmaktadır. Keyfine vara vara ve yavaÅŸ yavaÅŸ ölmek için mi doÄŸuyoruz sadece? Bedenlerimiz ölü ruhları gezdirmekten baÅŸka bir ÅŸey yapmıyor. Zaman zaman uyanır gibi, uyanacak gibi oluyor ama sorumluluÄŸun sınırlamasıyla yalancı özgürlüÄŸünün azalacağına koÅŸullanmış beden can havliyle irkiliyor. Kendine yaklaÅŸmaktan, kendini hatırlatan, hatırlatacak olan iÅŸaretlerden, kelimelerden, müzikten sıkılıyor. Kayıt dışı, barkotsuz kelimeler insanı ürkütüyor. Nesnel karmaÅŸanın ritmine, makamına uymayan müzik ruhumuza gıda olamıyor. Karmakarışık iç evreniyle de olsa insan ÅŸuuraltı bir devinimle yine de kendini arıyor. Ne ki, kendini, kendine ait olanları unuttuÄŸu için neye ihtiyacı olduÄŸunu, neyi bulması gerektiÄŸini net tezekkür edemiyor. ‘Kimsin sen?’ sorusu onu ÅŸoktan, aldanmışlıktan, sarhoÅŸluktan kurtaracak yüzleÅŸmenin ilk merhalesini oluÅŸturabilir. ‘Kimim ben?’ diye kendine soran kiÅŸi özüne, hakikate yöneliÅŸin o ilk önemli merhalesine girmiÅŸ demektir. Kimim ve kim deÄŸilim? Neyim ve ne olamam? Hadi düÅŸünelim.
DüÅŸünelim demekle olmuyor. Åžeytanî bir kurgu ve düzenek insanı yıllar, asırlar boyu çevrintinse öyle sarmış ki düÅŸünme yeteneÄŸimiz dumura uÄŸramış. Karanlık ve kapalı odalarda uzun süre bekletilmiÅŸiz. Üzerimizde uygulanan iÅŸlemlerden sonra hislerimizde fonksiyon bozukluÄŸu oluÅŸmuÅŸ. Ä°stesek de göremiyor, duyamıyor, düÅŸünemiyoruz. DuyduÄŸumuzu sandıklarımız gerçek bir ses, gördüÄŸümüzü sandığımız gerçek bir obje, düÅŸündüÄŸümüzü sandığımız gerçek bir mana deÄŸil. Spazmlar geçiren kalbimiz yeni bir ritim tutturmalıdır. Sadrımız serinletici bir sükûtu sürur etmelidir. ‘Elem neÅŸrah leke sadr’ak’ Sahibine seyirle soylu, sakin, sarsıntısız. Bizim ve bütün bir insanlığın muhtaç olduÄŸu ruhta inklab (inkılâp deÄŸil), kalbin kendine, sahibine avdet etmesiyle mümkün olacaktır. Zaten kalbin dönüÅŸümü ile kalbî dönüÅŸüm ile olmayan deÄŸiÅŸim inklab deÄŸil inkıraz olur. Kalbimizin orta yerine düÅŸüÅŸü seçeneksiz kılan düÅŸünce, bizi alçaltıcı düÅŸüÅŸlerden sakındıracak can damarımıza can katacaktır. Orta yerinde kalbin anıtsallaÅŸtığı hayat, kalbimizin tam ortasını ve tam ortasından düÅŸünerek kurduÄŸumuz hayat olmalıdır/olacaktır.
Ciddi, köklü, sarıcı, hakikate dair düÅŸünmek için önce esaslı bir hareket noktası ve programı yapmak gerekir. Yakın toplumsal geçmiÅŸimizin talihsiz sayılacak tarihsel etkilerini kiÅŸilik ve kimliÄŸinde ister istemez barındıran bizler için bu konu hayati öneme sahiptir diye düÅŸünüyorum. Ve ruhun uyanışı için.
|
artık felsefe önemsenmiyor sanırdım..! Yazar Fahri açık 2008-05-15 03:17:33 Madem felsefe yapacağız, insanı insan yapan asıl özelliği düşünme kabiliyeti değildir. Düşünerek dönüştürme meziyetidir. Yani, düşünme kabiliyetinin, dönüştürmeye hizmet etmesidir. Algı tepkinin sebebidir. Refleks uyandırır. Dolayısıyla, algı biçimlendirmesi, kişi için kontrolsuz refleks sonucunu yaratır ve salt insana özgü değildir. Doğrusu, insana özgü değildir. Hayvanlar çok daha iyi algılar ve çok daha hızlı tepki verirler. Algı Yönetimi diye bir dal var ve toplumları "hayvanlaştırmaya" dönük bir proje üzerine çalışır. Hayvanlarda çevresini, yiyerek, öldürerek değiştirip pasif dönüştürürken; insanın farkı bilinçli aktif dönüştürme eylemidir. O halde bilinç nedir? Öznel midir, nesnel midir, sosyal midir? Bilinç ile inanç rabıtası nerede kurulur.? İnzivada mı.? Hücrenin, atomun yapısında mı? Evrenin derinliklerinde mi? Sosyal hayatta mı.? İnsanın tabiat ile ilişkisinde mi?
|
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |