Necip Fazıl altta kalacak adam deÄŸildi. Bu tür gazetelerin hepsine birden ve ayrıca teker teker hücuma baÅŸlıyordu. Türkiye’nin bu iri kıyım ve kalabalık trajlı gazetelerinin hepsine birden bir “Ä°HTAR” çekerek :
Ya suspus, kuyruklarını apış aralarına çekip otururlar, yahut, misline bütün matbuat tarihinde ÅŸahit olunmamış bu mukabelenin arkasından baÅŸlarına gelecek olanı görürler…” diye, mukabil tehditlerle çirkin yayını durdurmak çabasına geçmiÅŸ bulunuyordu.
Necip Fazıl, artık gücünün çok üstünde mütecaviz, sinsi, kurt ve kalabalık hasımlarıyla karşı karşıya ve yalnızdır.
Çünkü, Anadolu söz konusu olmuÅŸtu. Acı acı sorular, ithamlar birbirini kovalıyor, “gerçekten kumarhaneye gittiniz mi?” “Neden bizi aldattınız?” “yoksa kumara olan zaafınız hala giderilmedi mi?” gibi sorgularla Cemiyetlerinin Umumi Reislerini hesap vermeye çağıranlar az deÄŸildi.
Ä°stanbul’dakiler de: “Hem Ä°slam davası güdülsün, hem de bir kumarbazın reisliÄŸine tahammül gösterilsin; bu nasıl olur?” diyenlere cevap bulmakta zorluk çektiklerinden bu dönemde kenar durmaktan baÅŸka bir iÅŸ görememiÅŸtiler…
Necip Fazıl mecburen, kendi kendisini temize çıkarmaya çalışırken yine yalnızdı. Aslında Ä°stanbul’daki ileri kademede bulundan büyük doÄŸucular günah kademelerinde apışıp kalacaklarına, Reisleriyle ihtilafları kaçınılmaz idiyse, akaid konularında ÅŸahlanıp duruma baÅŸtan müdahale etmeleri gerekirdi. Ne çare ki, anlaşılan, onlar da reislerini aÅŸan bir temel anlayışa sahip bulunmuyorlardı. Bu yüzden aralarındaki çekiÅŸme, politik çıkışlar ve bozuk yaÅŸantıları aÅŸamıyordu.
Umumi heyette zıtlaÅŸmalar büyüyor; Reis, ikinci reis, umumi katip birbirlerinin aleyhine çalışıyorlardı. Necip Fazıl’ın dışında kalan bu zevat artık cemiyet için çalışamaz hale gelmiÅŸti. Ayrılmanın, kimileri de yeni bir teÅŸekküle inkılap etmenin derdine düÅŸmüÅŸlerdi. Duruma muttali olan Necip Fazıl onlar ayrılamadan muhaliflerini “Hususi Ä°hraç”a tabi tutmuÅŸtu. Bu cümleden olarak, Ä°stanbul’dan Cevat Rıfat Atilhan ve Abdurrahim Zapsu, Ä°zmir’den Mahmut ReÅŸat DüÅŸünür gibi Büyük DoÄŸu cemiyetinin önde görünenlerinin Cemiyetten ihracı acilen yapılmıştı.
Anadolu, bütün bu olanlara raÄŸmen, “Afyon, Kayseri, Kütahya, Malatya, TavÅŸanlı bütün azasıyla… birer kahraman ÅŸubedir”, Umumi reisin sözcüsünün gözünde(Sayı 56). Fakat bunlar da ne zamana kadar bu geliÅŸen skandal karşısında ayakta durabilecekti.
Necip Fazıl artık “.. başına getirdikleri belayı olduÄŸu gibi yüklenmeye karar” vermiÅŸti. Ve “Bütün hatası, nefsine ve manasına fazla güvenmiÅŸ olmasından ibaret bulun”duÄŸunu itiraf etmiÅŸti de (Sayı: 54).
Ancak bu teslimiyetle kabili telif olmayan, açık düÅŸmanlarının dışında da, bilhassa Cemiyet azası arkadaÅŸlarına taarruzlar yaÄŸdıran Necip Fazıl, yine de “itimat et ve itimat duygunu bana yaz, gönüldaÅŸ” diyebiliyordu. (S.54, Eh :13).
Kendi kendisinin moralini yenilemesini ve mensuplarının zaaflarını iyi bilen Necip Fazıl, 1951 Haziran, 58 sayılı Büyük DoÄŸu mecmuasının kapağına bir balon resmi koymuÅŸ, üzerine : “Bir çilenin hikayesi” diye uçuruyor, altına da, cemiyetten atılanlara yükün hafifletilmiÅŸ olmasını gösteren, büyük ve majuskül harflerle “DÜÅžMÜYORUZ! YÜKSELÄ°YORUZ!” diyen iki kelime yazmıştı. Hani kaçırdığı treni, “kovdum gitti” dediÄŸi gibi.
Aynı mecmuanın ikinci sayfasında da, “Mukaddesatçı Türk”e seslenip, “Otuz iki diÅŸinin arasında otuz iki milyon çığlık gömmüÅŸ, içini yırtan manalar ve meseleler karşısında lisanın bütün kelimelerini ve hançerenin olanca ihtizaz kabiliyetini patlatıcı bir sükuta geçmiÅŸ, her ÅŸeyi Allah’a ve onun ilham edeceÄŸi kalplere bırakmış bir insana mahsus korkunç ÅŸartlar içinde sana HÄ°TAP ediyorum!” diyor ve bu çok uzun hitabesini ÅŸöyle bitiriyor: “BaÅŸ ihtiyacım, en küçük parçadan en koca bütüne yol veren mana ve madde sahasında, vatan çapındaki BÜYÜK DOÄžU müessesesini sana borçlu olmaktır.Her ÅŸeyi Allah’a borçlu olan sen, bana bu borcunu ALLAH için ver!” diyen içli bir edanın ricasını getiriyordu. (bkz. Sayı : 58) Bir sonraki sayısında da “Divanelere muhtacız” baÅŸlıklı bir “Ä°deolocya Örgüsü” örüyordu. (59)
<<GÖNÜLDAÅž>> baÅŸlıklı uzunca yazısında: “Mahzunum, derecesiz mahzun ! Ama meyus ve ümitsiz miyim? Hayır! Meyus ve ümitsiz olmaya sebep yok sanma; meyus ve ümitsiz olmaya bizim lügatımızda karşılık yok!..” Meyus olmak bize muhal olduÄŸu için ümitsizliÄŸe düÅŸmedik ama, mahzun olmak nasip ve davamızın biricik kuvvet ve hamle merkezi olduÄŸu için hudutsuz acılara katlandık; ve uzun söze, müÅŸahhas misallere ne lüzum var, dava üzerinde ÅŸu muhkem ve ÅŸaÅŸmaz hükme vardık: …ihsan yalnız Allah’tan ve itimat yalnız Allah’adır! Bunun içindir ki, onun lutuf yolu olarak ÅŸartlar ve imkanlar dünyasını, yine ve daima Allah’tan beklemek, yine ve daima Allah’a güvenmek prensibi altında, başından sonuna kadar fetih ve zaptetmek lazımdır… Bu vaziyette, hem senin, hem de bizim, biricik çile ve yaramız, biricik mefhum ve tabirimiz olan, maddi ve manevi liyakat ve ehliyet borçlarımızı tam ödememiz gerekiyor… Bundan böyle ya tam silinmek, ya tam yazılmaktan baÅŸka bize bir nasip kalmamıştır…” diyor, her zaman olduÄŸu gibi Allah’tan ümit kesilemez iman düsturunu zikrediyordu. (Sayı : 56). Ve 12 Mayıs 1951 toplantısında, Büyük DoÄŸu Cemiyetinin “en ileri çaptaki” temsilcilerine, Aynen demiÅŸtir ki :
“- GönüldaÅŸlar; biz bugüne kadar, surların nurlu mıntıkasına giden yolu göstermeÄŸe talip, asla ele avuca sığmaz ve önü kesilmez bir balık GÄ°BÄ°YDÄ°K. Nihayet düÅŸman kutuplar, bu balığı enselemek için, baÅŸ vurdukları her çarenin iflas ettiÄŸini görünce, bizi hileyle bir lağımın önüne çekip, her tarafımızı aÄŸlarla çevirdiler; ve ÅŸahsımıza ve bilhassa ÅŸahsımızdan münezzeh olan mukaddes davamıza lağım pisliÄŸini atfetmeÄŸe kalktılar. Esefler ve hicranlar içinde kaydedeyim ki, biz de bu hileleri kestirecek kadar zeki olmadığımız ve onlar bilhassa bu zekasızlığımıza dayanarak son numaralarını oynadıkları için, bizi büsbütün ÅŸahlandıracakları ve kuvvetlendirecekleri yerde apıştırdılar ve zayıflattılar.
Kuvvet, enayice nefse güvenmekten deÄŸil, ancak zaafın idrakinden doÄŸacağına göre, nefislerimize ait bu derin kabalık ve anlayışsızlık yarasını idrak ve onu ilan cesaretini gösterebilirsek, iÅŸte o zaman, Allah’ın bu ihtarından doÄŸan mana ve hayrı kavramış ve nihai zaferin ilk ÅŸartına ayak basmış oluruz… Bundan böyle bize düÅŸen vazife, balığı olduÄŸu yerde bırakıp, misli ve menendi görülmemiÅŸ bir azim, cehd, irade, ruh ve ahlak hamlesiyle silkinerek bir çift kanat edinmek, bir kuÅŸ olmak, peÅŸimize yalnız bir kuÅŸ gibi uçabilecek kanatlılar katarını takmak; ve suların içinde aksini aradığımız nuru, hiçbir lağım fışkıyesinin ulaÅŸamayacağı bulutlar üzerinden uçarak bulmaktır. Bunun için de bir oluÅŸu kapamak ve baÅŸka bir oluÅŸu aramak ve onu bütün incelikleriyle nizamlaÅŸtırmak zorundayız. Böyle olursa zaferin bizim olacağına inanabilirsiniz!” (56, Sh :16)
Bu ifadelerde, en kötü ÅŸartlar içinde de olsa Müslümanın karlı çıkma çabalarında olmasının lazım geldiÄŸi esasının titretiÅŸimlerini görmek mümkün. Necip Fazıl Kısakürek bu psikoloji gücüyle yeni yeni hamlelere hazırlanıyordu…
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.