26-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Medyadan Seçmeler arrow Tanrı'yı Politikaya Geri Getirin
Tanrı'yı Politikaya Geri Getirin PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 21
KötüÇok iyi 
Yazar Dr. Ahmet Cetinbudaklardan alınmıştır   
25-04-2007
Tanrı'yı Politikaya Geri Getirin

ImageALEKSANDR SOLJENITZIN, "Gulag Takımadaları" ADLI ESERÄ°YLE DÜNYACA TANINAN VE ABD'DE 20 YILI BULAN SÜRGÜN HAYATINDAN SONRA TEKRAR MEMLEKETÄ°NE DÖNEN ÜNLÜ RUS YAZARI. YAZARIN AÅžAÄžIDAKÄ° MAKALESÄ° 1996 YILINDA NPQ TÜRKÄ°YE DERGÄ°SÄ°NDE YAYIMLANMIÅžTI.

MOSKOVA -Ahlâkın politikadaki rolü, haklılığı tartışmasız kabul edilen zorunlu payı nedir? 
Erasmus, politikanın etik bir kategori olduÄŸuna inanıyor ve etik dürtüleri ortaya koymasını istiyordu. Ama bu tabii 16. Yüzyıl'daydı.  
Sonra bizim Aydınlanmamız geldi ve 18. Yüzyıl'da artık ahlâki terimleri devlete ve eylemlerine uygulamanın inandırıcı olmadığını John Locke'dan öÄŸrenmiÅŸ bulunuyorduk. Sıkıntı verici ahlâki kısıtlamalardan tarih boyunca çoÄŸunlukla uzak kalmış olan politikacılar da, böylelikle fazladan bir tür kuramsal gerekçe kazanmış oldu. Devlet adamları arasında ahlâki dürtüler her zaman politik dürtülerden daha zayıf olmuÅŸtur; ama devlet adamlarının verdikleri kararların sonuçları günümüzde çok daha geniÅŸ ölçekli olmaktadır.  
Bireylerin, ailelerin ve küçük çevrelerin davranışı için geçerli olan ahlâki ölçütler, hiç kuÅŸkusuz devletlerle politikacıların davranışına birebir uyarlanamaz: Hükümet yapılarının ölçeÄŸi, momenti ve iÅŸlevleri belli bir deformasyon gerektirdiÄŸinden, burada kesin bir eÅŸdeÄŸerlilik söz konusu deÄŸildir. Ancak devletlerin başında politikacılar vardır ve politikacılar da sıradan insanlardır, ama onların eylemleri diÄŸer sıradan insanları etkiler. Üstelik devlete iliÅŸkin zorunluluklar, çoÄŸunlukla politik davranıştaki iniÅŸ çıkışlardan uzak tutulmuÅŸtur. Dolayısıyla bizim bireylere dağıttığımız her türlü ahlâki talep, mesela dürüstlükle alçaklık ve sahtekârlık arasındaki farkın, âlicenaplık ve iyilikle tamah ve kötülük arasındaki farkın anlaşılması, ülkelerin hükümetlerin, parlementoların ve partilerin politikası için de büyük ölçüde geçerli olmalıdır.  
Zaten eÄŸer devletin, partinin ve sosyal politikanın temeli ahlâka dayanmayacaksa, insanlığın sözü edilecek bir geleceÄŸi yok demektir. Tersi de geçerlidir: EÄŸer bir devletin politikasına ya da bir bireyin davranışlarına ahlâki bir pusula yol gösteriyorsa. Bu sadece en insani deÄŸil, uzun vadede insanın kendi geleceÄŸi açısından da en saÄŸduyulu davranıştır.  
Rus halkı arasında amaçlanacak ideal olarak anlaşılıp hakikat (pravda) ve hakikate göre yaÅŸamak (jit'po pravde) sözleriyle ifade edilen bu kavram, hiçbir zaman yok olmamıştır. 19. Yüzyıl sonundaki karanlık dönemde bile, Rus filozof Vladimir Solovyov, Hristiyan bir bakış açısından ahlâki ve politik faaliyet arasında sıkı bir baÄŸ bulunduÄŸunu, politik faaliyetin ahlâki hizmetten baÅŸka anlam taşımayacağını, tek motivasyonu çıkarların gözetilmesi olan politikanın her türlü Hristiyan içerikten yoksun olduÄŸunu ısrarla belirtmiÅŸtir.  
Ne yazık ki bugün benim memleketimde bu ahlâki araçlar Batı'dakinden bile daha iÅŸlevsiz hale gelmiÅŸtir ve ben de böyle yargılarda bulunurken ÅŸu anda ne kadar savunmasız bir konumda olduÄŸumun farkındayım. Bir zamanlar SSCB olan yerde, yetmiÅŸ yıllık korkunç baskının ardından, her yeri sarmış yoksulluk koÅŸullarında ani ve sınırsız, denetimsiz bir davranış özgürlüÄŸü geldi; sonuç, birçok kimsenin, insan davranışının en kötü özelliklerini arsızca benimseyerek utanmazlık yoluna savrulması oldu. Bu baÄŸlamda, ülkemizde bu bozulmanın insanlara tümüyle rastgele biçimde musallat olmadığını, dikkate deÄŸer zihinsel ve ahlâki nitelikleri olanlara yöneltildiÄŸini belirtmek gerekir. Sonuç olarak günümüzde Rusya'daki tablo, sırf insan doÄŸamızın genel zaaflarının sonucu olarak ortaya çıksa, bu kadar iç karartıcı ve vahÅŸice olmazdı.  
Ama belayı ülkeler ve uluslara göre ayrım yapmadan ele almalıyız; Hristiyanlığın ikinci bin yılının sonuna gelirken, bu bela hepimizin başındadır. Hem ayrıca bu terimi -ahlâk- bu kadar gayrı ciddi bir ÅŸekilde kullanmamız doÄŸru olur mu?  
BENTHAM YASASI | 18. Yüzyıl'dan bize Jeremy Bentham'ın ilkesi kaldı: Ahlâk, en fazla sayıda kiÅŸiye mutluluk veren ÅŸeydir; insan, sadece kendi varoluÅŸunun korunmasından yana ÅŸeyleri arzu edebilir. Uygar dünyanın böylesine yerinde ve deÄŸerli bir öÄŸüdü bu kadar hevesle benimsediÄŸini görmek ÅŸaşırtıcı olmuÅŸtur!  
SoÄŸukkanlı hesaplar iÅŸ iliÅŸkilerinde hüküm sürmekte, hatta normal davranış olarak kabul görmektedir. Bir muhalif ya da rakip karşısında herhangi bir biçimde geri adım atmak, mevki iktidar ya da servet açısından avantajlı taraf adına affedilemez bir falso olarak görülür. Her olayın, eylemin ya da amacın nihai ölçüsü, tamamen meÅŸruiyet temelindedir. Bu ölçü ahlâk dışı davranışa karşı bir engel olarak tasarlanmıştı ve çoÄŸu zaman da baÅŸarılı olmaktadır ama bazen, "meÅŸru gerçekçilik" biçimine bürünerek tam da bu davranışı kolaylaÅŸtırmaktadır.  
Ä°nsan doÄŸasının bu meÅŸruiyet masalına direnmesi, baÅŸkalarının talihsizlikleri karşısında manevi bir atalet ve duyarsızlık gösterilmesine izin vermemesi ancak minnet duymamıza yol açabilir. Hali vakti yerinde çok sayıda Batılı, uzaklardaki insanlara mal ve para yardımında bulunmanın yanı sıra sık sık önemli ölçüde kiÅŸisel çabalar ortaya koyarak bu insanların çektiÄŸi sıkıntılara, acılara yürekten tepki göstermektedir.  
SONSUZ Ä°LERLEME | Ä°nsan bilgisi ve insan yetenekleri yetkinleÅŸmeye devam ediyor; bunlar sona eremez ve sona ermemelidir de. 18. Yüzyıl'a gelindiÄŸinde bu süreç hız kazanmaya baÅŸlamış ve daha da belirginleÅŸmiÅŸti. Buna ilerleme gibi etkileyici bir isim veren Anne-Robert Turgot, ekonomik geliÅŸmeye dayalı Ä°lerleme'nin kaçınılmaz olarak ve doÄŸrudan insan mizacında genel bir yumuÅŸamaya yol açacağını kastediyordu.  
Bu etkili etiket geniÅŸ ölçüde benimsenerek evrensel ve gurur dolu bir hayat felsefesi haline geldi: Ä°lerliyoruz! EÄŸitim görmüÅŸ insanlık, hemen inanç baÄŸladı Ä°lerleme'ye. Ama yine de kimse ÅŸu konunun üstünde durmuyordu: Evet ilerleme, ama neyin ilerlemesi? Ä°lerleme'nin varoluÅŸun ve bütünlüÄŸün içinde insanlığın tüm boyutlarını içine alacağı varsayıldı büyük bir heyecanla. Marx da, iÅŸte Ä°lerleme'ye dayalı bu güçlü iyimserlikten hareketle tarihin, Tanrı'nın yardımı olmaksızın bizi adalete ulaÅŸtıracağı sonucuna vardı.  
Zaman geçti ve görüldü ki Ä°lerleme gerçekten ilerliyor, hatta baÅŸdöndürücü bir ÅŸekilde beklentilerin de ötesine geçiyor, ama bunu sadece teknolojik uygarlık alanında (insana konfor saÄŸlamada ve askeri yeniliklerde özel bir baÅŸarı göstererek) gerçekleÅŸtiriyor.  
Gerçekten de ilerleme, müthiÅŸ bir ÅŸekilde ileri gitti, ama önceki kuÅŸakların akıl edemeyeceÄŸi sonuçlar doÄŸurdu. 
Ä°LERLEMENÄ°N BUNALIMI | Gözden kaçırdığımız ve ancak yakın zamanda farkına vardığımız ilk ayrıntı, gezegenimizin sınırlı kaynakları dahilinde sınırsız Ä°lerleme'nin gerçekleÅŸemeyeceÄŸi; doÄŸanın fethedilmesi deÄŸil, desteklenmesi gerektiÄŸi; bize tahsis edilmiÅŸ çevreyi baÅŸarıyla yiyip bitirmekte olduÄŸumuzdur.  
Ortaya çıkan ikinci yanılgı da, insan doÄŸasının Ä°lerleme'yle birlikte daha yumuÅŸak ve nazik olmadığıdır. Hepimizin unuttuÄŸu ÅŸey insan ruhudur. Ä°steklerimizin denetimsiz biçimde büyümesine izin verdik ve ÅŸimdi onları nasıl yönlendireceÄŸimizi ÅŸaşırmış durumdayız. Ve ticari giriÅŸimlerin zorlayıcı yardımıyla, bir bölümü tümüyle yapay olan yeni, hep daha da yeni istekler uyduruluyor; topluca bunların peÅŸinden koÅŸuyor, ama tatmin bulamıyoruz. Hiçbir zaman da bulamayacağız.  
Sonsuz mal mülk birikimi mi? Bu da tatmin getirmeyecektir. (Ä°drak sahibi bireyler, mal mülkün baÅŸka ilkelere, daha yüksek ilkelere tabi olması, manevi bir gerekçelendirmesi, bir misyonu bulunması gerektiÄŸini uzun zaman önce anladılar; yoksa Nikolay Berdyayev'in belirttiÄŸi gibi bunlar, birer hırs ve baskı aracı haline gelerek insan hayatına yıkım getirirler.)  
Modern ulaşım imkânları, Batı'daki insanlara bütün dünyayı açmıştır. Bu geliÅŸme olmasaydı bile modern insan, varoluÅŸunun sınırlarını aÅŸmanın dışında her ÅŸeyi baÅŸarabilir; her ÅŸeyden önce televizyon sayesinde bütün gezegenin her yerinde aynı anda hazır ve nazırdır. Yine de Ä°lerleme'nin bu anlık adımının, yüzeysel bilgi ve ucuz gösteriler okyanusunun insan ruhunu geliÅŸtirmediÄŸi, tersine ruhun daha da sığlaÅŸtığı ve manevi hayatın seviyece gerilediÄŸi ortaya çıkıyor. Buna uygun olarak bizim kültürümüz de, istediÄŸi kadar içi boÅŸ yeniliklerin ÅŸamatasıyla çöküÅŸünü gizlemeye çalışsın, gitgide yoksullaşıp kararıyor. Ortalama insanın konforu artmaya devam ettikçe, manevi geliÅŸme de gitgide dumura uÄŸrayacaktır. Haz girdabının tatmin getirmediÄŸini, çok geçmeden bizi boÄŸabileceÄŸini fark ettikçe, mide fesadı, yüreÄŸe de dinmek bilmez bir hüzün getirir.  
Hayat bütün umutlar bilime, teknolojiye, ekonomik büyümeye baÄŸlanamaz. Teknolojik uygarlığın zaferi, manevi bir emniyetsizlik de aşılamıştır bizlere. ArmaÄŸanları bizi zenginleÅŸtirmekte ama aynı zamanda da köleleÅŸtirmektedir. Her ÅŸey çıkarlar'dır, çıkarlar'ımızı ihmal etmemeliyiz; her ÅŸey maddiyat uÄŸruna bir mücadeledir, ama içimizdeki bir ses, saf, yüce ve kırılgan bir ÅŸeyi yitirmiÅŸ olduÄŸumuzu söylüyor bize. Amaç'ı görmeyi unutmuÅŸ bulunuyoruz.  
Fısıldayarak da olsa, ancak kendimizle baÅŸbaÅŸayken de olsa kabul edelim: Kafa göz yaracak hızda bir koÅŸuÅŸturmayla geçen bu hayatta ne için yaşıyoruz? 
EZELÄ° SORULAR HÂL GEÇERLÄ° | Ä°lerleme'yi (hiç kimse ya da hiçbir ÅŸey onu durduramaz) sınırsız bir nimet kaynağı olarak görmekten vazgeçmek ve özgür irademiz için son derece zorlu bir sınama biçiminde yukarıdan gönderilmiÅŸ bir armaÄŸan olarak görmek bize kalmıştır.  
Mesela telefon ve televizyon denilen armaÄŸanlar, itidali elden bırakarak kullanıldığında zamanımızın bütünlüÄŸünü parçalayıp bizi hayatımızın doÄŸal akışından koparmıştır. Uzatılmış yaÅŸam beklentisi armaÄŸanının sonuçlarından biri, yaÅŸlı kuÅŸağı çocukları için bir yük haline getirmek, bu arada onları, yaÅŸlılıkta bitmek bilmez bir yalnızlığa, sevdikleri tarafından terk edilmeye ve deneyimlerini gençlere aktarma sevincini yaÅŸamaktan onarılmaz biçimde koparmaya mahkum etmek olmuÅŸtur.  
Ä°nsanlar arasındaki yatay baÄŸlar da koparılmaktadır. Politik ve sosyal hayatın görünürdeki bütün canlılığıyla birlikte, insan iliÅŸkilerinde baÅŸkalarına karşı yabancılaÅŸma ve duyarsızlık da güçlenmiÅŸtir. Maddi çıkarlar peÅŸinde tükenip giden insanlar, bunaltıcı bir yalnızlıktan baÅŸka ÅŸey bulamamaktadır. (VaroluÅŸçuluk feryadını ortaya çıkaran da budur.)  
Ä°lerlemenin mekanik akışı içinde kendimizi kaybetmek yerine, insan ruhu yararına onu dizginlemek için mücadele etmeliyiz; Ä°lerleme'nin oyuncağı olmamalı, onun kudretini iyinin gerçekleÅŸtirilmesi doÄŸrultusuna yöneltmenin yollarını aramalı ya da geniÅŸletmeliyiz.  
Ä°lerleme, parlak ve sapmaz bir vektör olarak anlaşılmıştı ama karmaşık ve çarpık bir eÄŸri olduÄŸu ortaya çıktı; bu eÄŸri eski zamanlarda da ufukta belirmiÅŸ aynı ezeli sorulara geri götürdü bizi; yalnız o zaman bu sorular, aklı daha az karışmış, baÄŸlantılarından bu kadar koparılmamış olan insanlık için daha kolaydı.  
Yaradılışımızda bulunan ahengi, manevi ve fiziksel varlığımız arasındaki iç ahengi kaybettik. Ä°yilik ve kötülük kavramları alay konusu olup fifty-fifty ilkesiyle bir kenara itilmeden önce sahip olduÄŸumuz o manevi berraklığı kaybettik.  
Ve hiçbir ÅŸey ÅŸu anda ruhlarımızdaki çaresizliÄŸi, zihinsel karışıklığımızı, ölüm karşısındaki açık ve sakin tutumun kaybı kadar iyi anlatamaz. Modern insanın refah seviyesi ne kadar yüksekse, tüyler ürpertici ölüm korkusu ruhunu o kadar derinden yaralıyor. Eskilerin bilmediÄŸi bu kitlesel korku, bizim doymak bilmez, gürültülü ve koÅŸuÅŸturmacayla geçen hayatımızın ürünüdür. Ä°nsanoÄŸlu her ne kadar hür iradeye sahip olsa da kendini evrende sınırlı bir nokta olarak görme anlayışını yitirmiÅŸtir. Dünyaya uyum göstermek yerine dünyayı kendine uydurmaya çalışarak, kendini çevresinin merkezi olarak görmeye baÅŸlamıştır. O zaman da ölüm korkusu dayanılmaz olur tabii: Bir darbede tüm evrenin yok olmasıdır bu.  
Yukarıdaki deÄŸiÅŸmez "Yüce Kudret"i tanımayı reddederek o boÅŸluÄŸu kiÅŸisel gerekliliklerle doldurduk ve hayat da birdenbire sinir bozucu bir bekleyiÅŸ haline geliverdi. 
SOÄžUK SAVAÅžTAN SONRA | 20. Yüzyıl'ın ortaları, hepimiz için nükleer tehlike gölgesi altında geçti. Hayatın bütün kusurlarını örter gibiydi bu. BaÅŸka her ÅŸey anlamsız görünüyordu. Her halükârda akıbetimiz belli; öyleyse neden zevk için yaÅŸamayalım? Ve bu büyük tehdit hem insan ruhunun geliÅŸimini durdurdu, hem de hayatın anlamı üzerinde düÅŸünmeyi ertelememize yol açtı.  
Ama bir paradoks olarak aynı tehlike, Batı toplumuna birleÅŸtirici türden geçici bir varoluÅŸ amacı saÄŸladı: Ölümcül komünizm belasına karşı koymak. Bu tehdit, hiçbir ÅŸekilde herkes tarafından tam olarak anlaşılamadığı gibi , bu kararlılıkta da hiçbir ÅŸekilde Batı'nın tümünde eÅŸit ölçüde geçerli olmadı; Batılı tavrı düÅŸüncesizce zayıflatmaya çalışan korkakların sayısı az deÄŸildi. Ama hükümette sorumluluk sahibi insanların ağır basması Batı'yı ayakta tuttu; Berlin ve Kore'deki mücadelelerde, Yunanistan ile Portekiz'in varlığını korumasında zafer saÄŸladı. (Yine de komünist ÅŸeflerin, muhtemelen karşılığında nükleer bir darbe almadan öldürücü bir darbe indirebileceÄŸi bir dönem olmuÅŸtu. Bu bir ayağı çukurda ÅŸeflerin planlarını ertelemesini saÄŸlayan, olsa olsa kendi hedonizmlerini olmuÅŸtur; daha sonra da BaÅŸkan Reagan yeni, giderek yükselen ve sonunda dayanılmaz hale gelen bir silahlanma yarışıyla onları devre dışı bıraktı.)  
Ä°ÅŸte böylece 20. Yüzyıl'ın sonunda benim ülkemde çok sayıda insanın beklediÄŸi, ama Batı'daki pek çok kimseyi hayrette bırakan olaylar art arda patlak verdi: Komünizm, kendi yapısındaki hayatiyetsizlikten ve içinde birikmiÅŸ çürümenin ağırlığından ötürü çöktü. Ä°nanılmaz bir hızla ve aynı anda bir düzine ülkede çöküverdi. Birdenbire nükleer tehdit falan kalmamıştı artık.  
Ya sonra? Birkaç aylık kısa bir dönem boyunca tüm dünyayı sevinç dolu bir rahatlama kapladı (bu arada bazıları da dünyevi Ütopya'nın, Yeryüzündeki Sosyalist Cennet'in ölümüne yas tutuyordu.) Bu da geçti ama her nasılsa gezegen sükûnete kavuÅŸmadı; bunun yerine çok daha büyük bir sıklıkla ÅŸurada bir kıvılcımın parladığı, orada bir ÅŸeylerin patlak verdiÄŸi görülüyor; çatışmaların kontrol altına alınması için yeterince BM gücünü biraraya getirmek bile kolay iÅŸ deÄŸil.  
Üstelik komünizm, eski SSCB topraklarında hiç de ölmüÅŸ gözükmüyor. Cumhuriyetlerin bazısında kurumsal yapıları tümüyle ayaktayken, tümünde de milyonlarca komünist kadro yedekte bekliyor; ayrıca komünizmin kökleri, halkın bilincinde ve gündelik yaÅŸantısında hâlâ yerini koruyor.  
Bu arada yıllar süren iÅŸkencenin getirdiÄŸi yeni yaralar da açılmış durumda; örneÄŸin: Kısır, vahÅŸi, tiksindirici davranış biçimleriyle dolu, oluÅŸum halindeki kapitalizm; ülkenin zenginliklerinin Batı'nın benzerini görmediÄŸi biçimde yaÄŸmalaması. Bu da sonuçta hazırlıksız ve korunmasız durumdaki halkta geçmiÅŸin "sefalette eÅŸitliÄŸi"ne yönelik bir nostalji yaratmıştır.  
Dünyevi sosyalizm-komünizm ideali çökmüÅŸse de, çözme iddiasında olduÄŸu sorunlar hâlâ geçerlidir: Toplumsal üstünlük ve paradan kaynaklanan orantısız güç arsızca kullanılmakta ve bunlar, olayların akışını çoÄŸunlukla doÄŸrudan yönlendirmektedir. EÄŸer 20. Yüzyıl'ın global dersi iyileÅŸtirici bir aşı iÅŸlevi görmezse, o dev kızıl kasırga kendini tümüyle tekrarlayabilir.  
SoÄŸuk savaÅŸ sona ermiÅŸtir ama modern hayatın sorunları, ÅŸimdiye dek politik düzlemin iki boyutuna oturur görünenden çok, daha karmaşık bir biçimde, bütün çıplaklığıyla ortadadır. Hayatın anlamına iliÅŸkin eski bunalım ve eski manevi boÅŸluk (bunlar nükleer dönemde ihmal yüzünden daha da derinleÅŸti) olduÄŸu gibi duruyor. Nükleer terörün dengede olduÄŸu dönemde bu boÅŸluk, gezegende saÄŸlanan istikrar yanılsamasıyla biraz olsun belirsizleÅŸmiÅŸti; bunun da ancak geçici bir istikrar olduÄŸu ortaya çıktı. Ama ÅŸimdi ÅŸu eski amansız soru kendini çok daha belirgin bir biçimde göstermektedir: Nereye gidiyoruz?  
21. YÜZYIL'IN ARÄ°FESÄ°NDE | Günümüzde, yüzyıllar hatta bin yıllar arasındaki simgesel bir sınıra yaklaşıyoruz. Bu çok önemli kritik anla aramızda sekiz yıldan az bir zaman var. Modern çağın yerinde duramaz ruhuyla bu an, 2001 yılını beklemeden, bir yıl önce ilan edilecektir.  
Böylesine önemli bir zaman dilimini coÅŸkuyla ve umut tohumlarıyla karşılamayı kim istemez? Birçok kimse, getireceÄŸi ürkütücü dehÅŸeti hiçbir ÅŸekilde akıl edemeden, yüce aklın yüzyılı olarak böyle karşılamıştı 20. Yüzyıl'ı. Öyle görünüyor ki, totalitarizmin gelmekte olduÄŸunu bir tek Dostoyevski gördü.  
20 Yüzyıl, insanlıkta ahlâki bir olgunlaÅŸmaya tanık olmadı. Tersine eÅŸi görülmemiÅŸ bir ölçekte imhalar gerçekleÅŸtirdi; kültür keskin bir düÅŸüÅŸ gösterdi, insan ruhu çöküÅŸe geçti. (Gerçi 19. Yüzyıl, bu sonucu hazırlayacak epeyce ÅŸey yapmıştı tabii.) Öyleyse her tarafta birinci sınıf silahlarla öfke saçan 21. Yüzyıl'ın bize daha iyi davranacağını beklememiz için bir neden var mı?  
Bu arada çevrenin harap olması da var. Ve dünya ölçeÄŸindeki nüfus patlaması.Ve muazzam bir Üçüncü Dünya sorunu; son derece yetersiz bir genellemeyle hâlâ böyle adlandırılan kesim. Üçüncü Dünya günümüzde insanlığın beÅŸte dördünü oluÅŸturuyor; kısa bir süre sonra da altıda beÅŸini oluÅŸturucak. 21. Yüzyıl'ın en önemli unsuru haline gelecek. Yoksulluk ve sefalet içinde boÄŸulan bu kesim, hiç kuÅŸkusuz kısa bir süre sonra, giderek uzayan bir talepler listesiyle ileri ülkelerin kapısını çalacaktır. (Sovyet komünizminin ÅŸafağına kadar uzanan bur geçmiÅŸte de böyle düÅŸünceler vardı. Mesela 1921'e Tatar milliyetçisi ve komünist Sultan Galiyev'in sömürge ve yarı sömürge uluslarlardan bir Enternasyonal oluÅŸturulması ve ileri sanayi devletleri üzerinde diktatörlüÄŸünü kurması için çaÄŸrıda bulunduÄŸu pek bilinmez.  
Bugün Avrupa'nın bütün sınırlarını zorlayan ve giderek artan mülteci akışına baktığımızda, Batı'nın kendini bir tür kale olarak görmemesi zordur: Åžimdilik emniyette ama kuÅŸatma altında olduÄŸu da tartışma götürmez. Büyüyen ekolojik bunalım, gelecekte iklim kuÅŸaklarında deÄŸiÅŸim yaratarak bugün bunların bol bulunduÄŸu yerlerde tatlı su ve elveriÅŸli toprak kalmamasına neden olabilir. Bu da gezegende yeni ve tehlikeli çatışmalara, hayatta kalmak için verilen savaÅŸlara yol açabilir.  
Dolayısıyla Batı'nın önüne zor bir görev, zor bir denge kurma görevi gelmektedir: Dünyadaki çeÅŸitli kültürlere ve onların ayrı toplumsal çözümler aramalarına tam anlamıyla saygı gösterirken, aynı zamanda da kendi deÄŸerlerini, medeni hayatın hukukun üstünlüÄŸü altında tarihsel olarak benzersiz istikrarını (her bir yurttaÅŸa bağımsızlık ve alan tanıyan, çok zor kazanılmış bir istikrar) gözden kaybetmemek.


KENDÄ° KENDÄ°NÄ° SINIRLANDIRMA | Zaman acilen isteklerimizi sınırlandırmamızı gerektirmektedir. Siyasal, kamusal ve özel hayatımızda kendi kendini sınırlandırmanın altın anahtarını okyanusun dibine göndereli çok zaman geçtiÄŸi için, fedakârlık ve feragat noktasına gelmemiz güçtür. Ama kendi kendini sınırlandırma, özgürlüÄŸünü kazanmış bir insanın duracağı en temel ve en akıllıca noktadır. Aynı zamanda da onun kazanılmasını saÄŸlayan en emin yoldur. Dış olayların bize ağır bir baskı yapmasını, hatta bizi yere yuvarlamasını beklememeliyiz; uzmanlaşıcı bir tavır alarak ve saÄŸduyulu bir kendi kendini sınırlandırmayla olayların kaçınılmaz akışını kabullenmeliyiz.  
KiÅŸisel yaÅŸantımızda bu yoldan nasıl uzaklaÅŸtığımızı ancak vicdanımız ve bize yakın olanlar bilir. Partiler ve hükümetlerin bu yoldan nasıl uzaklaÅŸtığına iliÅŸkin örneklerse tümüyle önümüzdedir. 
Gezegenin doÄŸal çevresi ve atmosferine yönelik tartışmasız tehdit karşısında alarma geçen yeryüzü halkları (1992'de Rio Yeryüzü Zirvesi'nde) bir konferans topladığında, ÅŸu andaki mevcut yeryüzü kaynaklarının yarıya yakınını tüketen ve kirliliÄŸinin de yarısını yaratan büyük bir güç, sanki kendisi aynı yeryüzünde yaÅŸamıyormuÅŸ gibi, bugünkü iç çıkarları uÄŸruna, makul bir uluslar arası antlaÅŸmanın taleplerinin azaltılmasında ısrar etmektedir. Sonra da diÄŸer önde gelen ülkeler, bu azaltılmış talepleri bile yerine getirmeyi savsaklıyorlar. Dolayısıyla ekonomik bir yarışta kendi kendimizi zehirliyoruz.  
Aynı ÅŸekilde SSCB'nin Lenin'in çizdiÄŸi sahte sınırlar boyunca parçalanması da, yeni oluÅŸumlara çarpıcı örnekler saÄŸlamıştır; bunlar büyük güç hayali peÅŸinde, tarihsel ve etnik açıdan kendilerine yabancı geniÅŸ toprakları, etnik açıdan farklı onbinlerce, hatta bazen milyonlarca insanı barındıran toprakları iÅŸgale kalkışıyor, geleceÄŸi hiç düÅŸünmüyor, fethin kimseye asla yarar saÄŸlamayacağını unutuyorlar.  
Söylemeye gerek yok, kendi kendini sınırlandırma ilkesini gruplara, mesleklere, partilere veya bütün bir ülkeye uygularken ortaya çıkan zor sorular, bulunmuÅŸ olan cevaplardan sayıca fazladır. Bu açıdan fedakârlık ve feragat konusunda gösterilecek her türlü kararlılık, belki bunlara hazırlıksız ya da karşı olan çok sayıda insanda ters tepkiler yaratacaktır. (Hatta bir tüketicinin kiÅŸisel olarak kendi kendini kısıtlaması bile bir yerlerde bir üreticiyi etkileyecektir.)  
Ama yine de eÄŸer arzularımızla taleplerimizi kesin biçimde sınırlamayı, çıkarlarımızı ahlâki ölçütlere tabi kılmayı öÄŸrenmezsek, insan doÄŸasının en kötü yanları diÅŸlerini gösterirken bizler -yani insanlık- paramparça olup gideceÄŸiz.  
ÇeÅŸitli düÅŸünürler birçok kez dikkat çekmiÅŸtir buna (ben de burada, 20. Yüzyıl Rus filozofu Nikolay Loski'nin sözlerinden alıntı yapıyorum): "Bir kiÅŸilik, benlikten daha yüksek deÄŸerlere yönelmemiÅŸse, kaçınılmaz olarak yozlaÅŸma ve çürüme baÅŸgösterir." Ä°zin verirseniz ben de kiÅŸisel bir gözlemimi sizinle paylaÅŸacağım. Ele geçirerek deÄŸil, ancak ele geçirmeyi reddederek gerçek manevi doyuma ulaÅŸabiliriz. BaÅŸka bir deyiÅŸle: Kendi kendini sınırlandırma yoluyla.  
Kendi kendini sınırlandırma, bugün bize tümüyle kabul edilmez, zorlayıcı, hatta itici bir ÅŸey olarak görünüyor, çünkü atalarımız için gereklilikten doÄŸmuÅŸ bir alışkanlıktan yüzyıllar boyunca gitgide uzaklaÅŸtık. Onlar, çok daha büyük dış sınırlamalarla yaÅŸadı ve ellerinde çok daha az fırsat vardı. Kendi kendini sınırlandırmanın olaÄŸanüstü önemi, bütün zorlayıcılığıyla ancak bu yüzyılda çıktı insanlığın karşısına. Yine de, çaÄŸdaÅŸ hayattaki çeÅŸitli karşılıklı baÄŸlantıları göz önüne alınca bile, ne kadar güç olursa olsun , hem ekonomik hem de politik hayatımızı yavaÅŸ yavaÅŸ onarmayı ancak kendi kendini sınırlandırmayla baÅŸarabileceÄŸimiz görülmektedir.  
Bugün pek çok kimse kendi için bu ilkeyi kolayca kabullenmeyecektir. Ancak modernliÄŸimizin giderek daha karmaşık hale gelen koÅŸullarında kendi kendimizi sınırlandırma, hepimizin varlığını koruması için yegane doÄŸru yoldur.  
Ayrıca bu, bizim üstümüzde bir Bütüncül ve Yüce Otorite bulunduÄŸunun -ve bu varlık karşısında tümüyle unutulan boyun eÄŸme duygusunun- yeniden farkına varmamıza da yardımcı olur. 
Ancak tek bir gerçek ilerleme olabilir: Tek tek bütün bireylerin manevi ilerlemenin, hayatlarının akışı içinde kendilerini yetkinleÅŸtirme derecelerinin toplamı.  
Ne mutlu ki "tarihin sonu"nun geldiÄŸi, tümüyle demokratik bir saadetin her ÅŸeyi kapsayan zaferi konusundaki naif bir masalla avutulduk yakın zamanda; nihai global düzenlemenin sonunda gerçekleÅŸtirildiÄŸivarsayılıyordu.

Ama hepimiz görüyor ve seziyoruz ki çok farklı bir ÅŸey, yeni ve belki de çok çetin bir ÅŸey gelmekte. Hayır, sükûnet gezegenimize inme vaadinde bulunmuyor; bu o kadar da kolay bağışlanmayacak bize. Yine de 20. Yüzyıl'ın sınamalarından boÅŸuna geçmediÄŸimiz kesin. Åžöyle umalım. Ne de olsa bu sınamalarla ıslah edildik ve güçlükle kazanılmış metanetimiz bir ÅŸekilde gelecek kuÅŸaklara aktarılacaktır.



 
--  
Dr. Ahmet  Cetinbudaklar’dan alınmıştır.

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111698278 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net