BÜYÜK DOÄžU – NECÄ°P FAZIL (III), (IV), (V) Vahid GönüldaÅŸ
Daha sonraları “GönüldaÅŸ” diyeceÄŸi bir beraberliÄŸe Necip Fazıl, iÅŸte yukarda görüldüÄŸü gibi “ArkadaÅŸ” diye sesleniyordu. Bu vurgulu çaÄŸrılar arasında günlük politika ile de uÄŸraÅŸmaktan geri durmuyordu. 1950 öncesi bakanları kalemine doluyor; mason, komünist ve inanışlarına ters düÅŸen kim varsa hepsine birden cephe alıyor, vuruyor vuruyordu.
Tabii cevabını da alıyor, ancak yılmıyordu. Sekiz sayfalık, kemiyet olarak zayıf fakat vurucu kalem olarak kuvvetli Büyük DoÄŸu’suyla bir ÅŸeyler yapmak için çırpınıp duruyordu. Onun bu yeni oluÅŸan doÄŸrultudan eski muhiti tedirgin ve ÅŸaÅŸkın, sonradan kendisine “süper mürÅŸit” diyecekleri bu eski dostlarına ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Yeni girdiÄŸi muhit ise böylesine güçlü bir kalemin kendilerinden yana olduÄŸunu gördükçe seviniyor, fakat onun eski halini bilenlerin tezvirleriyle de güvensiz bulunuyorlardı. Necip Fazıl’sa bütün bunları elinin tersiyle siliyor, yöneldiÄŸi yolda hızlı adımlarla mesafe almanın gereÄŸi neyse onu yapıyordu.
Bu hengamede, yeni girdiÄŸi muhitine ütopyayı iter tarzda moral vermeye devamla : << “Müshil tesirine malik bir nebat vardır. ÇiÄŸnendiÄŸi, hatta koklandığı zaman derhal tesirini gösterir. Bu nebatı, tesirinden uzaklaÅŸtırabilmek ne mümkün ! Kaynatılsa suyu, yakılsa kömürü, ufalansa tozları yine aynı iÅŸi görür.
Biz buyuz efendiler! Ve Allah’ın, mahut nebattaki tesir gibi, idealimize ve ruhumuza verdiÄŸi ölmezlik sayesinde, bir kiÅŸiden, bin kiÅŸiden, bir milyon, bir milyar kiÅŸiden daha kuvvetliyiz ! Bizim önümüze atılacak engeller, sadece kemiyyet planının neticesiz teselli baÅŸarılarından ileriye geçemez!..
Biz keyfiyetiz, Efendiler ! Kaynatılsak da, yakılsak da, kömür haline gelsek de, ufalansak da, mana ve tesirimiz yaÅŸayacaktır.
Ve “biz mutlaka muvaffak olacağız…” derken de, ya heyecanın kontrolunu yapamadığından, ya da inÅŸallah zikrinin böylesine söz vermelerde gerekli olduÄŸunu henüz öÄŸrenmemiÅŸ olduÄŸundan “Ve biz inÅŸallah muvaffak olacağız” diyememiÅŸti. Büyük bir mücadele içinde görülen üstadın bu aksamaları pek göze batmazdı…
Artık, sanatkar vasfının dışında, rengi ve kokusu iyice belirmeye baÅŸlayan Necip Fazıl’ı, antitezi olan eski muhiti rahat bırakmıyordu. AlabildiÄŸine saldırıyor, kıyasıya rahatsız ediyorlardı. Öyle ki, parasız ve kadrosuz buldukları saflarının eski gözdelerini yerden yere vurmak, böylece yeni istikametinden döndürmek istiyorlardı. Fakat, ha bugün, ha yarın pes’ eder sandıkları Necip Fazıl durmuyor, düÅŸmanlarının da bilmesini istediÄŸi bir baÄŸlantıyı, o dönemin Büyük DoÄŸu’sunun 10. sayısında ÅŸöyle ilan ediyordu : << ALLAHIM ! ^^ “ Muhal farz: Sonsuz fezanın dibine varsalar. Dibinin dibinin, dibinin dibindeki dibi, sonu, nihayeti bulsalar. Ve o hiç çıksa…
Bütün kainat, bana en uzak yıldızından, en yakın aÄŸacına kadar küfür, inkar, ve ÅŸüphede ısrar etse...
Sistemli, teÅŸkilatlı, ve teçhizatlı küfür, aya secde ettirecek, güneÅŸe elektrik faturasını kestirecek, kehkeÅŸanı sarayına halı diye döÅŸetecek marifete erse; ve bütün bu marifetle küfre baÄŸlasa…
Ä°nsanı ölümden kurtarsalar ölenleri diriltseler, ebedi hayatın sırrını bulmuÅŸ gibi görünseler…
Ve, ve. Ve bütün insanlık bir araya gelip Allaha ve Peygamberlerine inanan bir mümini, alemin en korkunç ve bulaÅŸtırıcı hastası diye kezzap ÅŸiÅŸeleri içinde yaksalar, eritseler, yok etseler.
Ben yine senin; ve kainatı yüzü suyu hürmetine yarattığın Sevgilin (peygamberin), çizgisi çizgisine ve noktası noktasına yolu üzerinde kalacağım !!!”
Necip Fazıl, Allah’a verdiÄŸi bu sözü, isabetli isabetsiz fakat daimi aksiyonlarla sürdürmeye kararlı olduÄŸunu ve aynı zamanda baÅŸlamış olduÄŸu iÅŸin kolay olmayacağını 1949 yılının 4 sayılı Büyük DoÄŸu’sunda ÅŸöyle ifade ediyor :
“BeÅŸ yüz yıldır beklediÄŸimiz büyük Türk mütefekkir ve aksiyoncusu yetiÅŸinceye. Ve o Topyekûn insanlık ve Türk tarihini muhasebe ve murakabe edinceye,
DoÄŸu ve batı dünyalarının en ince mahsup sırlarına eriÅŸinceye,
Bütün doÄŸu ve Türk dünyasının ruh kökünü, bütün saffet ve asliyetile meydana çıkarıncaya; Vecd, aÅŸk, iman ve ahlaka rütbelerini iade edinceye;
Sahtekarlıklara, maymunluklara istismarcılıklara paydos diye haykırıncaya;
Bu hakikatlere baÄŸlı, elmas gibi nesilleri kadrolaÅŸtırıncaya; bu nesilleri idare mekanizmasına hakim kılıncaya kadar halimiz dumandır !!!” diyordu.
Editörün Notu:(Yazının IV ve V. bölümleri aşğıda yorumlardadır).
|
BÃœYÃœK DOĞU - NECİP FAZIL (IV) Yazar Selami Çekmegil açık 2007-03-11 05:26:21 BÃœYÃœK DOĞU, NECİP FAZIL (IV) Vahid GÖNÃœLDAŞ Zorluklar öldürücü olmadığı zaman inanmış adamları biler; keskinleştirir. “sütü döv yağ çıksın, cemiyeti baskı altına al büyük şahsiyet meydana gelsin.” Necip FazılÂ’ı eski muhiti, yeni muhitiyle fanteziler içerisinde sandığı için başlarda pek de ciddiye almamış, fakat gelişmeleri gah tebessümlerle, gah tecessüslerle izler olmuşlardı. Bazen “intihar eden şair” bazen “süper mürşit” diye iğneliyor, bazen da onu mahkemelerde ifade vermeye sürüklüyorlardı. 1948Â’lerden başlayarak tevkifhanelere bile düşmeye başlamış; bir yıldan biraz eksik ceza evinde bile kalmıştı. Ciddi bir dava adamlığına bir türlü yakıştıramadıkları; kumarhane ve sefahathanelerde görmeye alıştıkları Necip Fazıl, eski sefih muhitini hayli şaşırtmış bulunuyordu. Onlar hala, bize döner diye bekliyor, sataşmalarında nispeten ölçülü olmaya çalışır bir manzara arz ediyorlardı. Tekrar aramıza dönsün diye kapılarını aralıyorlardı yer yer. Ama ne var ki, eski beraberliklerinin rengini hala sürdürür zannettikleri kafadarlarını bir ihtiyat tedbiri olarak yavaş yavaş saflarından itme teşebbüslerine devam etmekte idiler. Artık Necip FazılÂ’ı resmi yayınlarına almıyorlardı. Kitaplarından da çıkartmaya başlamışlardı. Ama sonraları bizzat Necip FazılÂ’ın reddettiği -batılca terennümleri bulunan- şiir ve diğer sanat ürünlerini dillerinden bırakmıyor, hafızalarından silemiyorlardı. Öyle ki, devrin Milli Eğitim Bakanlığına tırmanmış bulunan; neslinin tipik temsilcisi Hasan Ali Yücel, “Dönen Ses” adlı şiir kitabını “Hakkında her sıfatın aciz kaldığı Şair Necip FazılÂ’a” diye imzalamıştı. (sayı:13). Ona verdikleri böylesine payeleri geri almak kolay olmuyordu; zorluyorlardıÂ… Necip FazılÂ’ın kendi saflarından tamamen kopacağını bir türlü kabullenemiyorlardı. Hz. ÖmerÂ’in şahsiyetli bir inkılapla, birdenbire nasıl saf değiştirmiş olduğunu unutuyor veya anlamıyorlardı. İşte Necip Fazıl, kendisinin yeni yönlenişini bir türlü ciddiye alamayan ve aynı zamanda yakasını bırakmayan böyle tür bir ortamda, her gün biraz daha ileri hamlelere geçebiliyorduÂ… Necip Fazıl, artık ferdiyet planından kolektif bir oluşa davetiye çıkartmanın zamanının gelmiş olduğu kanaatine ulaşmış olacaktır ki, cemiyet olma çağrılarına başladı. “TARİHİ SUAL” başlığı altında “Büyük hamle” kapısını, şu şekilde seslenerek açmıştı : “Hükümete baş vursak. Kanun yoluyla, (Büyük Doğu) isimli, siyasi, içtimai, fikri ve harsi bir cemiyet teşkili için müsaade almaya teşebbüs etsek. İş ve fikir planımızı programlaştırıp versek, müsaadeyi almaya da muvaffak olsak. Farz bu ya ! Kendisine, en titiz, en ince, en sıkı şartlar altında aza kabul edecek ve dünyanın en nazik müessesi halinde atomdan Kaf dağına doğru büyüyecek olan böyle bir cemiyete.. iştirak edecek kaç kişi vardır? Lütfen (Büyük Doğu) cular bu tarihi suale cevap versinler ve zerrece Necip Fazıla sevgileri varsa, kendilerini sarih adresler ile belli etsinler…” Bu davete AnadoluÂ’dan umduğundan fazla cevap bulduğu için olacak, Necip Fazıl hemen kollarını sıvayarak cemiyet olma yoluna girdi. Okuyucularına bu konuda, “siz kendinizi belirtin de, biz de neticeyi size haber verelim” diyordu. Ve bir sonraki yazısında, Büyük Doğu imzasıyla meşhur “MEFKURECİ AHLAKI” başlıkla yazını yayınlıyordu.(13 Mayıs 1949 ). “Mefkureci ahlakında, hiçbir hasis nefis kaygısına yer yoktur! Viran olası hanede evlad-ü-iyal varÂ’ mazereti, Şarkın tefessüh devirlerinde, kör ve kaba nefislerin kendilerini korumak için baş vurduğu aşağılık bir hileden ibarettir. Aynı tefessüh devirleri değil midir ki, hile mefhumuyla arasında en küçük bir münasebetin bile yaşayamayacağı mukaddes şeriat hakkında da ‘Hile-i ŞeriyeÂ’ tabirini uydurmuştur ? Mefkure ahlakında, ya cemiyetle beraber ferdi hanenin de kurtulması, yahut içindeki evlad-ü-iyalle beraber viran olması vardır ! Tam 400 yıldan beri bu ahlaka uzak yaşıyoruz! Sade uzak değil, taban tabana zıt. Viran olası hane değil, kahrolası nefs kaygısı, her ferdin kendi kendisini muhafazaya mahkum bulunması gibi melÂ’un bir şuuru besleye besleye, bizde, içtimai bütünlük hassasiyetinin köküne kibrit suyu dökmüştür. Öyle ki, on kişinin toplu bulunduğu bir cemiyette birisi karşılarına çıksa da ‘içinizde bir namussuz varÂ’ diye haykırsa, kimsenin bunu üzerine alınmasına imkan kalmamıştır. Bizdeki mecburi hassasiyet ve aksülamel, ancak şahsen ismimiz tayin edildiği zamandır. Halbuki on kişilik bir topluluk arasında isim tayin etmeden bir namussuzun bulunduğunu söylemek, isim tayin edilinceye kadar on kişiye birden namussuz demek değil midir? Fakat, söyledik ya, isim tayin edilinceye kadar, kimse, içtimai tecavüzleri, ferdi tecavüz ayarında görmez!.. Dört yüz senelik günah devrimiz yüzünden, maddi ve manevi izmihlal çığırımız olan son yüz senedir başımıza ne geldiyse, işte bu içtimai bütünlük hassasiyetini kaybedişimizden; mefkureci ahlakına top yekun veda etmiş ‘viran olası hanede evlad-ü-iyal var derdine düşmüş olmamızdan geldi. Mesela komünizm gibi, haklı olarak iğrendiğimiz batıl akideler manzumelerinin bazı kahramanlarında bile mefkureci ahlakı, hiç bir gaye ve esasa bağlı olmaksızın, tamam ve mükemmeldir. Bu batıl akideler manzumesinin ilk aksiyoncuları, bütün ömürlerince soğan ekmek yemiş ve koskoca bir İmparatorluğu ele aldıktan sonra bile evlerini geçindirebilmek için karılarına işÃ§ilik ettirmişlerdir. Kaldı ki, her vesileyle, nefislerini, bağlı oldukları mefkure uğrunda feda edici içtimai fert hamlesini göstermekten hiçbir an yüz çevirmemişlerdir. Komünizmimin arayıp bulamadığı ve yolunu büsbütün cehenneme çevirdiği cennet, bütün aslı, esası ve hakikatı ile İslamlıkta olduğu gibi, hiçbir itikat manzumesinin ulaşamayacağı mefkureci ahlakının heyecan ve fedakarlık dolu ana kaynağı da İslamlıktadır. Kainatın Mefharine bağlı olanlar arasında büyükler büyüğü Hazreti ÖmerÂ’e eğilecek olursan seni kılıcımızla düzeltiriz cevabını verenlerin mefkureci ahlakı karşısında ürperelim. Bu ahlakı nasıl unuttuk, nasıl kaybettik; ve aman Allahım, nasıl da tersine çevirdik? Bizde bu hal oldukça, suçu, tarihimizde başımıza musallat olmuş şahıslarda aramak yerine onları lüzumundan fazla lütufkar ve müsamahakar bulsak daha iyi etmez miyiz? Allah, bütün haneleri, içindeki bütün evlat ve iyali ile beraber gerçekten viran eden ‘viran olası hanede evlad-ü-iyal varÂ’ korkusunun belasını versin.” Yeni muhitinde gördüğü acı hallere işte böylesine neşter vurduktan sonra, bir de “HAREKETSİZLİĞİMİZ”e vurarak diyordu ki : “Fikirsizlikten sonra, bir de, hareketsizlik derdimiz var! Aksiyonculuk ruhuna, mümkün kelimesinin son haddine uzak ve yabancı yaşıyor ve yaşatılıyoruz!... Bir millet, cemiyette hareket imkanları baltalanırken, sonuna kadar ulaşacak olan. Ya tam hareket, ya tam hareketsizliktir. Bizde ikincisi olmuştur.” Böylece Necip Fazıl, güçlü kalemiyle, içtimai acılara teşhis koyuyor; reçetelerini de, görüş anlayışlarına yazıyor yazıyorduÂ….
| BÃœYÃœK DOĞU - NECİP FAZIL (V) Yazar Selami Çekmegil açık 2007-03-11 05:59:32 BÃœYÃœK DOĞU – NECİP FAZIL (V) Vahid GÖNÃœLDAŞ Fikrin aksiyona geçtiği tutarlı yazılarla, imanlı genç ruhlar kaynıyor, şahlanıyor, coşuyordu. Ve böylece de, her türlü dünyacılığa göğüs germeye hazırdı gençler. Büyük Doğu fikriyatı cemiyet olacaktı. Aslında şiir, fikir ve okul olma yolunda olan Büyük Doğu neden siyasi bir oluşa yönelmişti ? Bu soru o günkü heyecanlar arasında akla bile gelmemişti. Cemiyet kurulma yoluna girmişti artık. Ama ne var ki, karanlıklar içerisinde tek hizip, tek görüşe karşı çıkmak manasına gelen bir yiğitliğe kalkışma riskini herkes göze alamıyordu. Bazı tecrübelerinin hayal sükutuyla nihayetlenmiş olduğunu gören yaşlı inanmışlar tereddütte idi. Pek çok mümin gençlerse, yerinde duramıyor; atılımların heyecanlarını nereye kadar dizginleyeceklerini kestiremiyorlardı. İstanbulÂ’da bugün üst kademelerde entelektüel mevkiler edinen, Prof . Dr. gibi arzi ünvana sahip ve önemli makamlara tırmanabilmiş, o zamanın Müslüman gençleri, hepimiz dahil, epeyce çoşkuluydu. Aynı zamanda emre amade bir manzara arz ediyorlardı. Fakat ekserisi henüz talebe veya stajyer bulundukları için de Büyük Doğu Cemiyetine resmen giremiyorlardı. Bundan dolayı da cemiyet merkezi İstanbulÂ’da Büyük DoğuÂ’ya İstanbul ve çevresinden yeterince kurucu üye bulanamamıştı. İdare heyeti ancak KayseriÂ’den Cemal Bilgin, MalatyaÂ’dan Said Çekmegil, Afyondan (o zaman ismi mahfuz tutulan) Abdullah Nurata beylerle tamamlanabilmişti. Bu arada Büyük Doğu mecmuası, on kuruşluk ve dört yapraklı haftalık gazete tavrından 16 sayfa ile haftalık bir dergi hüviyetine tekrar bürünmüştü. Necip Fazıl artık sevinçli idi. Aynı zamanda da omuzladığı yükün ağırlığını müdrik bulunuyordu. Meşhur > başlıklı şiirin ilk defa yayınladığı, 14 Ekim 1949 tarihli, bir numaralı mecmuasında diyordu ki: “Atomu çatlatan fizikçinin madde üzerinde çektiği çile, bizim, ruh atomunun infilak noktasını bulmak için çektiğimiz çilenin yanında çocuk oyuncağıÂ… Halbuki Avrupalı atomu çatlatırken, bu memleket, bayram yerlerinde taşlara vurunca ancak kabadayı bir öksürük kadar ses çıkarabilen oyuncak patlangaçlara atom ismini veriyorÂ… İşte Garp dünyası ile aramızdaki fark buyken, biz, Türk ruhunun atom enerjisini bulmak ve sistemleştirmek yolunda çalışıyoruz…”. Ve 7 sayılı mecmuada, > başlıklı yazsında devam ediyor : “Arsadaki odun yığınının gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz ! Odunların üstüne, yıllar ve asırlardır yağmadık yağmur, düşmedik kar kalmadı. Onları küf basmış, pas yutmuş, rutubet bürümüş ; üstelik garp dünyasının bütün kanalizasyonları bu odunların üzerine akmıştır. İşte, arsadaki böyle bir odun yığınının gizli bir köşesinde tek kıvılcım noktasıyız bizÂ… Dava, bu odun yığınını, büyük ve ebedi oluş hummasıyla çatır çatır yakmakÂ… Allahını ve Allahının sevgilisini seven, bu son tek kıvılcım noktasının üzerine titresin…” Bu canhıraş yazılarla Necip Fazılı sevmekte hududu aşanlar olmuş olacak ki, 13 sayılı Büyük DoğuÂ’da, özlü bir ölçü vermek için güzel bir yazı daha kaleme almıştı. başlıklı bu yazıda güzel bir kriter sunmuştu, diyordu ki : “Allahı sev! Ne kadar ? HadÂ’ mefhumunu da yaratanın o olduğunu bilecek, onun tecelli ettiği her yerde hiçbir zati had imkanı kalmadığını sezecek, yani hadÂ’ mefhumunun zatiyle beraber bütün hadleri yok görecek, kadarÂ… Allah Resulünü sev! Ne kadar? Yalnız ona Allah demeyecek kadar. Ona Allah dememek şartıyla ne dense hepsinin az geleceğini bilecek kadar. Allah Resulünü Sahabelerini sev! Ne kadar? Yalnız onlara nebi dememek şartıyla ne dense hepsinin az geleceğini bilecek kadar. Allah Resulünün yoluna sımsıkı bağlı Allah velilerini sev! Ne kadar? Yalnız onlara sahabe derecesinde dememek şartıyla ne dense hepsinin az geleceğini bilecek kadarÂ… Ve böylece hadler ve dereceler büyüdüğünden en küçüğüne iner, gider…” Bazı aksamaların yanında, böyle güzel ölçüler ve coşturucu fikirlerle kıvamına koyduğu mecmuasını cemiyetleştirmişti artık. 3 şubat 1950 tarihli ve 17 sayılı Büyük DoğuÂ’yla aşağıya aldığımız müjdeyi veriyordu: >dı bu : “Gönüldaşlar ! Muhterem ve muazzez hak ve hakikat yolcuları ! Cemiyetimizin Kurucu Heyeti tarafından, ilk umumi İdare Heyetiniz seçilmiştir. Mübarek olsun; ve Allah ile, alemlerin sultanı tayin ettiği Sevgilisinin rızası, bu Heyetin ve Hepimizin üzerinde olsun! Dokuz kişilik Umumi İdare Heyetiniz şu zatlardan mürekkeptir : 1 – Necip Fazıl Kısakürek, 2 – Haluk Nur Baki, 3 – Ömer Karagül. 4 – Şakir Üçışık 5 - Muhip Akışık, 6- Cemal Bilgin 7 – Said Çekmegil 8 – Ziya Uygur 9 – ( Abdullah NurataÂ…) Bizzat Necip Fazıl imzasıyla yayınlanan bu uzun mesajdan birkaç pasaj: “Gönüldaşlar! AllahÂ’ın edebiyat haritası olarak yarattığı gönül çizgileri bir birine, çizgisi çizgisine, noktası noktasına uygun düşen büyük ahengin kardeşleri!.. Tarihi Cemiyetimizin ilk tarihi Umumi İdare heyetinizdeÂ… yaş vasatisi tam 33 dürÂ… azamızdan 6 ve 7 numarada gösterilenler sırasıyla Kayseri ve MalatyaÂ’daÂ… Malatyalı arkadaşımızÂ…. orada, Cemiyetinin vatan çapındaki temsil salahiyetiyle işleri ve gidişi murakabe edecektirÂ… büyük günlerin ve harikalı hamlelerin eşiğinde bulunduğumuz hissini müjdelerim !...” Bu mesajın yayınladığı aynı sayıda Büyük DoğuÂ’da ÇekmegilÂ’in o günün genç heyecanıyla kaleme aldığı bir yakarışı da veriliyordu : “Allahım ! Duam, her zaman olduğu gibi, düşmanlarımıza doğru yolu nasip etmen için yalvarmaktan ibaret değil. Asıl, doğru yolda görünüp de mesafe almaktan aciz insanlara, bize, hayat ve istikamet vermen için hep bulunacak kadar çok; fakat hakikatte az, pek az, sığıntı zümresi denecek kadar az kimseleriz! Biz; ateşini kaybedenler, her şeyi kuru laftan, ölü kişilerden, cevheri düşmüş kabuklardan ibaret sananlar. İnsanoğlunu, son ve tam davetinle, Sevgilinin yoluna çağırdığın devirde, deli divane gibi o NurÂ’un etrafında ‘nar-ı beyzaÂ’ haline gelenleri aşan sürülerimizle, haşarat hanesini geçemeyenlerin maskarası olduk? Camileri tıklım tıklım dolduran kütlelerimiz, manaları bomboş bırakıyor ve dinleri sorulduğu zaman ‘Hamdolsun, MüslümanÂ’ımÂ’ ! diye cevap vermekten utanmıyorÂ… Nerede bu Müslümanlık, AllahÂ’ım, ne oldu ona ? Biz ne ettik onu, AllahÂ’ımÂ… AllahÂ’ım! İzzet barigahına (huzuruna ) uzanan masum ve mümin eller aşkınaÂ… bizi İslamÂ’ın, maddi manevi, her sahada fatih mefkuresiyle doldur. Bu dine, bu tek ve gerçek dine bizzat seçtiğini ve indinde makbul tuttuğunu KurÂ’anında bildirdiğin dine, bizi layık hale getir, AllahÂ’ım !” Bu samimi dualarla Malatya, İstanbulÂ’dan sonra, AnadoluÂ’da birinci sırayı alıyordu. Büyük Doğu neslini temsil eder gibiydi sanki... 21 sayılı Büyük DoğuÂ’da tek cümlelik makalesinde Necip Fazıl diyordu ki : “Şark ve Garp dünyalarının mahsup sırrını elinde tutan bizim neslimiz muvaffak olamazsa, başka hiçbir ümit yoktur!”
| Not: Yazar Selami Çekmegil açık 2007-03-14 06:08:49 Muh. Vahit Gönüldaş'ın bu yazı serisinin yukarıya yorum bölümüne kaydettiğim IV. ve V. bölümleri kriter dergisinin -sırasıyla- Şubat 84, Mart 84, 40 ve 41. sayfalarından alıntılanmıştır. Devam edecek inşallah...
| Not:2 Yazar Selami Çekmegil açık 2007-03-14 06:10:01 Sayfalarından değil, sayılarından olacaktı; düzeltir özür dilerim... |
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |