Sait Abi kendisini nasıl tanıtırdı. “Talebeyim” derdi. Bir de anlatmaktan zevk aldığı bir hatırasını naklederdi: Bir toplantıda kendini tanıtan biri “ Ben genel müdür…” bir diÄŸeri “Ben müsteÅŸar…” Tanıtma sırası kendisine gelince “Ben Terzi Sait Çekmegil” toplantıda hazır bulunanla “Estagfirullah! Estagfirullah!” diye bu tanıtım ÅŸekline itiraz ederlermiÅŸ. O “terziliÄŸin parası bereketli olur iÅŸi 22 yıldır bırakmış durumdayım. Fakat hala terzihaneler kadar arayıcı fikir alışveriÅŸi yapabilecek hiçbir sanat yuvası bile düÅŸünemiyorum. ” derdi. O’nun asıl uÄŸraşı alanı düÅŸünceler düÅŸlemekti. Bunu eserinde çok güzel ifade ediyor:
“Yorganımın altında, çatı katında… Hyde Park’ta, sokakta Nurnbberg’te Hitleri telin eden parkta, Paris’te Paris camiinde, Mekke-i Mükeremme’de ve Medine-i Münevvere’de… Ä°zmir’de, Ä°stanbul’da, Ankara’da, en çok da Malatya’da… Kimsenin olmadığı küçük hücre mücre gibi yerlerde… Bir de Allah bağışlasın Huzur-ı Ä°lahide. Nerede kendi başıma kaldımsa orada düÅŸündüm düÅŸündüm zikrettim. Bu uÄŸurda ne yoruldum ne de usanç duydum
DüÅŸünebilmek için yalnızlığı, düÅŸünebildiklerimi arz etmek ve tenkite açmak için toplumu seçtim.” (DüÅŸünceler DüÅŸledim s.5) Sait Abinin hayatının son yıllarında yazdığı “DüÅŸünceler DüÅŸledim” isimli kitabı, (Agustos 1997) küçük hacimli ancak mana ve fikir bakımından çok deÄŸerli baÅŸtan sona vecizeleriyle, çarpıcı tespitleriyle dolu bir eserdir.
O, özellikle Osmanlıların son zamanında baÅŸlayan taklitçi, düÅŸünce üretmeyen âlimlerin acıklı hallerini yazdı:”Harp ve Sulh adlı eserin yazarı Tolstoy Ä°slamiyeti öÄŸrenmek için günün hilafet merkezine mektup yazdığı halde cevap alamamışsa, Japon Ä°mparatoru Mikado, milletine Ä°slamiyeti öÄŸretecek âlimleri temin etmek için dönemin halifesine mürecaat ettiÄŸi halde koca Ä°stanbul’da tebliÄŸ ferasetini taşıyacak mütefekkir bir bir ilim ehlinin bulunmaması ne acı…”(s 10)
“Ä°zim”ler çare mi? “Panislamizm ve panturanizm gibi reçetelerde de. Çünkü Ä°nsanların çoÄŸu ebedi saadeti öne alma ferasetini anlayacak halde deÄŸillerdi. Böyle bir hengâmede Bediüzzeman “Dünya için din feda edilemez” diye haykırmıştı.(s11)
Karanlığın insanlarının “Aydınlanma Çağı” dediÄŸi, Rönesans entellerinin batıl bir dini Allah’ın dini sanarak, dine arka dönüÅŸü, batıyı iyice batırmış, doÄŸunun da aklını karıştırmış bulunuyor.(s 21)
DüÅŸünmeyen insanın hali nicedir? “DüÅŸünmeyen adm sloganlarla güdülür, düÅŸünen insan yolunu seçmekte hürdür. DüÅŸünen insan muhakkik olur, düÅŸünmeyen mukallit olur.
Okumak gözleri satır üzerinde gezdirip durmak deÄŸildir. Gazel okumak hiç deÄŸildir. Okumak anlamak, anlatmak; duyurmak gibi manalar taşıyor olsa gerek.(s 22)
Arnıold Toynbee: “Bir millet için en büyük felaket tarihinin düÅŸmanlar tarafından yazılmasıdır.” DermiÅŸ, doÄŸru. Toynbee bu doÄŸruyu hatırlatıyor. Ya bu tarih tahkiksiz , muhakemesiz; nakilcilikten baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünmeyen dostları tarafından yazılmışsa?...(s 23)
Hz Ä°sa’ya atfedilen bir söz naklediliyor “Ben ölüleri diriltmekten aciz kalmadım; fakat ahmakları adam etmekten aciz kaldım.”(s 26)
Avamın kınaması, havasın susması kalabalıkları ne hale getirmiÅŸtir; görülüp üzerinde düÅŸünülmeye deÄŸmez mi? Kandil günlerinden, mevlit ÅŸenliklerinden baÅŸka bir ÅŸey bilmeyen dedeler, nineler ve benzerleri çoÄŸunlukla fikir edinmekten kaçan tembellerdir. Prof Dr Hilmi Ziya Ülken “Tenbellik can sıkıntısından ölmektir.”demiÅŸ. ya zihin tenbelliÄŸi nedir? Ebeden ölüp gitme deÄŸil de nedir?
Aklını (güzel) kullanmayana yanaÅŸmayanın pislik içerisinde kalacağını Kitab-ı Mübin haber veriyor.(10/100) Hem bu ceza daha dünyada iken veriliyor.( s 29)
Sait Abi, müminleri akıllarını kullanmaya, düÅŸünmeye teÅŸvik etmekle geçti. Müslümanları ölçülü olmaya çağırdı.
Fıkıhsızlık bir felaketti. Fıkıh konusundaki yazılarında mezhep imamlarının düÅŸüncelerini de sundu “ Mezhep sahibi büyük Ä°mam Ebu Hanife (r.a.) fıkhı ÅŸöyle tarif etmiÅŸ “Fıkıh ümmetin ittifak ve ihtilaflarını bilmektir.( s43)
Medine-i Münevvere’nin büyük fakihi Resulün mescidinde vermiÅŸ olduÄŸu bir nutkunda “Resullah’tan baÅŸka hiç kimse yok ki, sözü alınır veya reddolunur olmasın”demiÅŸ.doÄŸru söylemiÅŸ (s 44)
“Hz isa’nın doÄŸumundan önce, 485–410 yılları arasında yaÅŸamış protageras “Bir yerde yangın ve ölçüsüzlük varsa, yangını bırakın, ölçüsüzlüÄŸü söndürün” demiÅŸ.
Terazisi olmayan bakkal, mezrosu olmayan terzi, miyarı olmayan kuyumcu, metresi olmayan tüccar ve kanunnamesi olmayan hâkim nasıl bocalar kalırsa, ölçüsü olmayan insan da zırvalar durur.
Çok yaygın, onun bunun kerametine mal edilerek anlatılan bir menkıbe var: Namaz kıllan insanın aklından geçeni bilmek! Sait Abi DüÅŸünceleri düÅŸledim isimli eserinde, buna benzer birinin nefis bir kritiÄŸini yapmış ”Bir de ÅŸunları düÅŸünelim; adam ölçüsünün vahyi ilahi olduÄŸunu söylerken onu anlamaya çalışarak fakih olmaya çalışmışsa kiÅŸioÄŸlu ne yapar? Ne yapacak, yer yer saçmalar durur.
Mesela vahyen tebliÄŸ edilmiÅŸtir: “gaybı Allah’tan baÅŸka kimse bilmez.”(27/65) Güya vahye baÄŸlı sığ adam, beÄŸendiÄŸi kimseyi büyütmek için bir hikâye uydurarak diyor ki Yavuz Selim, namaz kılarken kendisine selam veren bir zata öfkelenir. Ancak kızılan o zat Yavuz’a mukabil karşı çıkarak:“Siz namaz kılmıyordunuz ki,”Åžu duvara bir pencere açtırsam diye düÅŸünüyordunuz.” dedirtiliyor takvim arkalarında. Ancak kritersiz yazar, adamı büyüteyim derken nasıl küçülttüÄŸünün farkına bile varmıyor. Çünkü yukarıdaki ayetten, yani gaybı kalpte geçenleri Allah’tan baÅŸka kimsenin bilmeyeceÄŸi esas ölçüden gafildir.” (s 63-64)
DüÅŸüncenin yolunu saptıran panteist “ Vahdet-i Vücutçular” nerede, fikrin ufkunu daima açık tutan Rabbaniler nerede? Bir enel Hak” diyen Hallaçlara bir de “Enel Abd” diyen Ebu Hanifelere bak.” (s 69)
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |