02-03-2021
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Daha Nice güzel 
                       bayramlara 
ermemiz dileklerimizle 
                       Selam Size...
 
Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                karde?imizin
(facebook sayfas?ndan 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Temel Konular arrow Sanat ve Kültür
Sanat ve Kültür PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 0
KötüÇok iyi 
Yazar Bahaeddin SaÄŸlam   
30-01-2015

Sanat ve Kültür

                                               Bahaeddin SAÄžLAM

Bu baÅŸlık, insanlık ile ilgili konular içinde hakkında en fazla makale ve kitap yazılanların başında gelir, diyebiliriz. Biz birbiriyle iliÅŸkili olan bu iki kavramı altı açıdan ele alacağız. Konu çok derin inceleme ve araÅŸtırma istediÄŸi için bu çalışmamız belki akademik bir makale olmayabilir. Fakat bu hayatî hakikati notlar bazında dahi olsa altı açıdan iÅŸleyeceÄŸiz. İnÅŸaallah bu notlar baÅŸta siyasiler olmak üzere insan ile ilgilenen çevreler için birer hakikat çekirdeÄŸi olur.

1) Etimolojik ve Sözlük Açıdan Sanat ve Kültür

Sanat, Arapça bir kelimedir; üstün ilgi ve itina ile yapılan ürün ve eylem demektir. Büyük dilbilimci Ragıb El-İsfehanî’nin de Ahlak Risalesinde az ve yetersiz de olsa farklarına deÄŸindiÄŸi gibi; Arapçada iÅŸ ve aktiflik kavramı için üç temel kelime var: Fiil, amel ve sanat.. Fiil mutlak manada iÅŸ ve aktiflik demektir; ürünün olup olmamasına bakılmaz. Amel kelimesinde ise, mutlaka bir ürün ve mamul olmalı. EÄŸer ürün ve mamul yoksa ona amel denilmez. O sadece bir fiildir. Sanat ise, iÅŸ + mamul + özene bezene ve itina ile yapmak demektir. EÄŸer itina ile özenerek yapılmış bir ÅŸey deÄŸilse o sadece mamuldür; ona sanat denilmez.

Bu itina ve özen ile yapılış içindir ki; sanat kelimesi sözlük olarak taklidi kolay olmayan hüner ve beceri manasına geliyor. Nitekim Kamus-i Türkî sanat kelimesini hüner ve beceri diye çevirmiÅŸ.

Modern Arapçada sanat kelimesi yerine fen kelimesi kullanılır. Çünkü hem Osmanlıcada hem modern çaÄŸdan önceki Arapçada fen; edebiyat, felsefe ve doÄŸa ilimleri için kullanılıyordu. Bugün bile bu ilim dallarını iÅŸleyen fakültelere Fen Fakültesi deniliyor. Fen kelimesi etimolojik olarak çeÅŸitlilik manasına geliyor. Çünkü gerek yüksek itina isteyen sanayi dalları ve gerek çok yüksek itina ve ilgi isteyen bilim dalları çok çeÅŸitlidirler ve çokça detay içeriyorlar.

Evet, Osmanlıcada sanat, genelde sanayi manasında kullanılıyordu. Onlar, bugün sanat dediÄŸimiz beceri alanlarını da sanayinin bir kolu olarak görüyordu. Yalnız bu ikinci kısma sanayi-i bedia (sıfırdan icad edilmiÅŸ güzel beceriler) deniliyordu. Kamus-ı Türkî’nin belirttiÄŸine göre; sanat kelimesinin ilk çoÄŸulu sınaâttır. Marangozluk ve diÄŸer ustalıklar için bugün kullanılan zanaat kelimesi, bunun deÄŸiÅŸmiÅŸ ÅŸeklidir. Sanat kelimesinin ikinci çoÄŸulu ise sanayi kelimesidir.

Avrupalılar, sanat için art diyorlar. Avrupa’nın kültür ve edebiyat merkezi olan Fransa bu kelimeyi aynen Osmanlıca sınaât kelimesine tekabül edecek ÅŸekilde kullandıklarını ve her bilim dalı kelimesinin başına art kelimesini koyduklarını merhum Åžemsettin Sami’nin Kamus-ı Fransevî’sinde görüyoruz.

Kültür Kelimesinin Sözlük ve Etimolojik Manası: Kültür Avrupa dillerinden bizim kültürümüze geçen bir kelimedir. Etimolojik manası bilinçli olarak yapılan ziraat ve ekin demektir. Ki Osmanlıcada bu mana, tarla ve ürün demek olan hars kelimesi ile ifade edilmiÅŸtir.

Kültür kavramı, sanat ve meslek manaları gibi medeni insanı, vahÅŸi insanlardan ayıran önemli bir manadır. Büyük ihtimal ile bundan 12 bin sene önce ilk medenileÅŸme ve sosyalleÅŸme ziraat ve ekin ile olduÄŸundan insanın öÄŸrendiÄŸi ailevi ve toplumsal bilgi manasında bu kültür kavramı kullanılmıştır. Nitekim biyolojik olarak insan türü manasında kullanılan Homo Sapiens kelimesi bazen kültürlü insan diye çevrilir. Homo Sapiensin asıl manası, soyut olarak düÅŸünen ve düÅŸündüÄŸünün farkında olan insan demektir. Homo kelimesi, medeni-i bittab’ (doÄŸuÅŸtan medeni olan) insan manasında sosyal ve düÅŸünebilen canlı demektir. Sapiens kelimesi ise, bilgelik ve felsefe manasında olan sofia kelimesiyle akrabadır.

Hulasa: Kültür kavramı insanlığın ve milletlerin geçim tarzlarından ta inançlarına kadar bütün sosyal birikimlerini özellikle dil ve edebiyatlarını kapsar.

Modern Araplar kültür manası için hars kelimesi deÄŸil de sekafet kelimesini kullanırlar. Bu kelime ise zekâ, beceri ve ustalık demektir. Anlaşılan bugünün Arabı, ekin manasına gelen eski birikimi deÄŸil de kültürün çaÄŸdaÅŸ seviyesini esas alıyorlar. Sözlüklerinde bu sekafet kelimesini, ilimlerde, estetik ürünlerde ve edebiyatta beceri ve ustalık ÅŸeklinde çeviriyorlar.

2) İnsan, Sanat ve Kültür

Kültür, sosyal ve düÅŸünsel bir birikim olarak insanı hayvandan ayıran temel bir realite olduÄŸu gibi; sanat da daha ileri derecede insanın sıradan bir hayvan olmadığını daha parlak bir ÅŸekilde isbat eder. EÄŸer insanlığın bu çok katlı yapısını genel olarak üç aÅŸamada dile getirirsek; ÅŸu üç kelime ile ifade edebiliriz:

a) Giyinme ve beslenme (mutfak) aşaması.

b) Okuma-yazma ve öÄŸrenim aÅŸaması.

c) Ölçülü, sanatlı ve güzel bir hayat biçimini benimsemesi.

Evet, sanat ve kültür kavramları, o kadar çok ve önemli manaları içeriyorlar ki; insan gibi çok modlu, çok yönlü ve sonsuz istekleri olan bir varlığı temsil edebiliyorlar. Adeta onunla eÅŸdeÄŸerdirler. Çünkü sanat ve kültür olmadığı zaman insan hayvanlaşır. İnsanın kültür ve sanat ile olan varoluÅŸsal iliÅŸkisini ÅŸu beÅŸ kısa baÅŸlık altında ÅŸöyle ifade edebiliriz:

a) İnsanın Dil ÖÄŸrenmesi: Dünyada 3000 tane dil varsa da hepsindeki mantık ve fonetik yapılar aÅŸağı-yukarı aynıdır. Dil öÄŸrenme, eÅŸyaya isim takma, soyut ve girift manaları belli ve örgülü bir gramer ile canlandırma, insanın (Âdemin) biricik mucizesidir. İnsanın sıradan bir hayvan olmadığının yani yeryüzünü Allah namına yönetebileceÄŸinin belgesidir. İnsanın diÄŸer hayvanlardan çok farklı olarak 29-30 civarında harf ve ses çeÅŸidini çıkarabilmesi için evrim sürecinde çene ve boÄŸaz yapısı ekstra, bilinçli İlahî bir müdahale görmüÅŸtür. Demek dil ve edebiyat, baÅŸlı başına bir sanattırlar. Evet dil ve edebiyat, insanî varoluÅŸ aÄŸacının kökü oldukları gibi aynı zamanda o aÄŸacın meyvesidirler.

b) İnsanın Sanat ve Teknik Yapabilmesi: Teknik, bilgi ve sanat olarak insanın ikinci bir mucizesidir. BilindiÄŸi gibi teknik, insanoÄŸlunun tahlil ve terkip yapabilme özelliÄŸinin sonucu ve birikmiÅŸ ÅŸeklidir. Evet, insan adeta sonsuz bir bilinç içeren doÄŸayı ve doÄŸal nesneleri tahlil eder; yani önce çözer; onların yapılış sırrını ve nedenselliÄŸini öÄŸrenir; sonra onu taklid ederek terkib eder; yani o sıraya göre o doÄŸal nesnelere benzer bir aleti monte eder. Bu ÅŸekilde mesleki sanatları öÄŸrenmiÅŸ olur. Ve nihayet bu teknik birikim, insanı tabiata egemen kılar; dinlerin, insan yeryüzünde Allah’ın halifesidir, sözünü isbat eder.

c) Sanat ve Soyut Boyut: Eskiden beri merak ederdim; insanlar nasıl oluyor da gidip 500 milyon dolar verip bir tabloyu alıyor. Çünkü nicelik olarak bu tablo bir metre bez ve bir kilo boyadan ibarettir. Sonra öÄŸrendim ki; insanlar bu gibi paraları o tablodaki özene bezene yapılan iÅŸe, yani onun içinde hissedilip de tam görünemeyen soyut boyuta veriyorlar. Bu soyut yön ile bir nevi ebediyet arzularını tatmin etmiÅŸ oluyorlar.[1] Evet, bu asırda ebediyet arzusunun tatmini çok önemli olmuÅŸtur. Çünkü insanın ebediyet arzusunu tatmin eden dinler, yanlış anlaşıldıklarından ve yanlış anlatıldıklarından dolayı hayat alanlarının ve sosyal aktivitelerin hiçbirinde egemen deÄŸiller. Cenaze merasimleri hariç..

d) İnsanın İlim ÖÄŸrenmesi ve Sanatkârlığı DoÄŸuÅŸtan mı? Yoksa Sonradan mı ediniliyor?

Bu konuda iki farklı görüÅŸ var. Biri insanın bütün yeteneklerinin doÄŸuÅŸtan geldiÄŸini iddia ediyor. DiÄŸeri hayır, insan beyni boÅŸ bir sayfa gibidir; insan her ÅŸeyi sonradan öÄŸreniyor, diyor. Her iki görüÅŸ de tek taraflı ve genellemeci oldukları için yanlıştırlar. Çünkü insanda üç beyin katmanı vardır; vejetatif kısım, limbik tabaka ve üst korteks. Vejetatif kısım insanın bitkisel hallerini organize eder; limbik kısım insanın hayvanî ve duygusal yönlerini düzenler. Bu iki kısımdaki bütün bilgiler, aÅŸağı-yukarı doÄŸuÅŸtan gelir. Onun için hayvanlarda –ÅŸartlanma durumları hariç- öÄŸrenim safhaları ya yoktur veya çok kısa bir zamanda oluyor.

İnsan ise eÄŸitimini tam olarak ancak 40 senede tamamlar.[2] Çünkü insanı Âdem yapan, ona soyut deÄŸerleri ve bilgileri kazandıran beynin üst korteksi, adeta boÅŸ bir sayfa ve disk gibidir; insan sonradan bunu doldurur ve tekmil eder. Hemen hatırlatalım ki; bu üst korteks, beynin diÄŸer kısımlarından tamamen müstakil çalışmıyor; diÄŸer alt kısımları kendine temel (basic) ve altyapı olarak kullanıyor.

Beynin alt ve derin davranışları doÄŸal olarak çalıştığından ve üst korteks diÄŸer bölümlere nisbeten bir derece iradî ve yapay çalıştığından sanatla ilgilenen insanların çoÄŸu, doÄŸal oluÅŸumları sanat saymıyorlar. Çünkü sanat, özenerek ve itina ile yapılan bir ÅŸeydir.

e) Sanat ve İnanç: Hayvanlarda ve üç yaşına kadar çocuklarda gözlemlediÄŸimiz gibi; soyut algı hemen hemen yok gibidir. Soyut algının en basit basamağı olan nedensellik bilgisi yoktur. Maymun, karga ve bazı diÄŸer zeki hayvanlar ile 5 yaşındaki çocuklarda iki veya üç basamaklı nedenselliÄŸin bilgisi olduÄŸu gözlemleniyor. Hâlbuki eÄŸitimli, yetiÅŸkin bir insan, binlerce nedensellikleri ve soyut manaları kısa bir zaman içinde ve beraber olarak düÅŸünebilir.

Evet, çocuk beyni biyolojik olarak tam hazır bir insan ise de insandaki çocukluk dönemi evrim sürecindeki hayvanlık dönemine tekabül ettiÄŸi için; çocuk soyut deÄŸerleri algılayamıyor. Onun için çocuk eÄŸitimi ilk baÅŸta somut oyuncaklar ile yapılır.

Antropoloji, Psikoloji ve Sosyoloji açıkça gösteriyor ki; gerek tarihte tür olarak ve gerek ailede birey olarak insanı, soyut düÅŸünceye, sonra bilgiye, daha sonra sanat ve kaliteye yönelten ve yükselten insandaki inanç faktörüdür. Yani eÄŸer inancı ve inancın biricik sonucu olan soyut deÄŸerleri insanların zihninden silerseniz; insan yine vahÅŸi bir hayvan olur. Hemen hatırlatalım ki ilk baÅŸlarda inancın eksik veya yanlış olması çok önemli deÄŸildir.

Fakat insanın varlığı, ölümü ve hayatı, bireysel ve sosyal iliÅŸkileri özellikle ahlakî (etik) deÄŸerleri iyi ve eksiksiz düÅŸünmesi, bilmesi ve iÅŸleyebilmesi için evrensel, sosyal ve bütün doÄŸru deÄŸerleri içeren bir din gereklidir, insan için.

Mesela önemli üç örnek verelim:

1) Tevratta özellikle Çıkış ve Sayılar bölümlerinde o kadar ince kurallar, estetik önermeler ve dini yaÅŸamak için kurumların gerekliliÄŸi anlatılıyor ki; bir insan o süreçten geçip de kaliteli bir hayata ve sanata sahip olmaması adeta muhal olur.

2) İslam dini, diyalektik süreci kabul etmekle ve dinin en birinci emri olan sırat-ı müstakimi (iki farklı ucu dengeleyip orta yolu) ve varoluÅŸ simetrisinin ortasını esas almakla adeta savaÅŸları ve olumsuzlukları dahi sanata ve güzel ahlaka çeviriyor.

3) Hıristiyanlık ise aslî günahı kabul eder. Bu aslî günahın manası ÅŸudur: İşlemekle yapılan iradî bir günah deÄŸil de yapısal bir mesele olan insanın hayvan olmasıdır. Bu aslî günah, Âdem yasak aÄŸaçtan yedi; cennetten atıldı ÅŸeklinde ifade edilmiÅŸtir. Bu ontolojik gerçeÄŸi,  sadece bir sefer gerçekleÅŸen tarihî bir olay olarak görmek, dinin evrensel gerçeklerini hurafeleÅŸtirir. Nitekim Kilise, bu meseleyi böyle anladığı için; bilimselliÄŸi ve adaleti savunanlarca sürekli olarak eleÅŸtiriliyor.

İşte burada Âdem, bütün insanlar, demektir. Ve yasak aÄŸaç da hayvanlığın en birinci özelliÄŸi olan cinsel iliÅŸki ile biyolojik nesil aÄŸacının devam etmesi demektir. Evet, baÅŸta (yani çocuklukta) bu aÄŸaçtan yemek doÄŸal olarak yasaktır. Fakat ergenlik ile insan bunu yiyor; onun sonucu olarak cennet gibi rahat olan çocukluk döneminden, hayat arenası olan sorumluluk dünyasına iniyor. Bunun sonucu olarak da İsa (din ve vahiy) geliyor; insanın o hayvanî boyutunu gideriyor; onu iman, ibadet ve manevi deÄŸerler ile yine eski cennetteki gibi melekleÅŸtiriyor. Dinin bu ontolojik ve psikolojik medenileÅŸtirmesi, soyut deÄŸerleri öÄŸretmesi ve insanı melekleÅŸtirmesi yanında sosyolojik ve tarihî olarak da dinlerin özellikle Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin, Avrupa ve Afrika’nın onlarca vahÅŸi kabilelerini medenileÅŸtirmesi, yine tarihî bir gerçektir.

Bireysel olarak agnostik takılan ve toplumun eski soyut deÄŸerlerini dolaylı da olsa kullanan bazılarını hariç tutarsak; sosyal olarak komünist ve materyalist bir hayat süren sol blokta sanat, edebiyat ve kültürün yozlaÅŸması ve daha sonra kıtlık çekmesi, bu dediklerimizin yüzlerce delilinden sadece biridir.       

3) Tabiat ve Sanat

Materyalistler ve determinist natüralistler, doÄŸadaki oluÅŸumları sanat saymıyorlar. Hâlbuki doÄŸada öyle bir güzellik, estetik ve ergonomik yapılar var ki; tabiatçılar (natüralistler) bile ona âşık oluyorlar. Materyalistler bu güzellere âşık olmazlar; çünkü onlar, materyalist diyalektikten baÅŸka hiçbir deÄŸer ve güzelliÄŸi göremiyorlar.

Ömer Hayyam gibi filozoflar da bu güzelliÄŸi göremiyor. Çünkü onlar, varlığı determine ve varlığı yaratan Allah’ı mücib-i bizzat (zorunlu olarak yapan) olarak kabul ediyorlar. Fakat İbn Sina ve İbn RüÅŸd, astronomisiyle, biyolojisiyle, ekolojisiyle ve sosyal boyutları ile doÄŸayı en üstün bir sanat olarak görüyorlar. Bunların delili de inayet hakikatidir. İnayet, Allah’ın özene bezene ve itina göstererek her ÅŸey ile ilgilenmesi demektir. Onlar bu ilgiyi Allah’ın varlığına delil yapıyorlardı. Buna delil-i inayet diyorlardı.       

Orta Çağın bilimsel altyapısı eksik olmasına raÄŸmen bu büyük düÅŸünürler, haklı idiler. Nitekim bu çağımızda insanlığın bütün bilimsel verileri, bunları doÄŸruluyor. Çünkü bugün herkesçe biliniyor ki; varlığın üç sacayağı var: Enerji, yazılım ve evrim. Eski deyim ile kudret, ilim ve irade.. Kudret malzemeyi temsil eder; ilim o ham malzemenin yazılım ile nesnelleÅŸmesini temsil eder; irade ise bilinçli tercihlerle o nesne ve varlıkları mükemmelliÄŸe ve güzel bir görünüÅŸe doÄŸru yönlendirmeyi temsil eder.

Bugün için bütün oluÅŸumların ve biyolojideki bütün mutasyonların daima mükemmele doÄŸru gerçekleÅŸmesi, geçmiÅŸ ve geleceÄŸi ile bütün varlık sisteminin sonsuz bilgi-iÅŸlem isteyen bir bilgisayar gibi (hem elektronik, hem mekanik, hem kuantum olarak) çalışması evrenin, dünyanın ve ekolojinin özellikle biyolojik âlemin en zirve sanat olduÄŸunu gösterir. Ki dünyadaki bu oluÅŸumlar, insanlığın birinci üstadıdır; ikinci üstadı da o oluÅŸumların içindeki sonsuz bilinci gösteren, yaÅŸatan ve insanoÄŸluna adeta bir evren kadar manevi geniÅŸlik ve kapasite veren dindir. Bazı dindarların zaafları cehaletlerindendir; bu mükemmel sistemi ve dinin varoluÅŸla özellikle bilimsel verilerle eÅŸit olduÄŸunu bilmemelerindendir. Evet, dindarların ahlakî zaafları ve geri kalışları dinin özünden kaynaklanan bir ÅŸey deÄŸildir.

Evet, doÄŸa sonsuz boyutları ile ve sonsuz bilgi iÅŸlem hacmi ile son derece güzel ve anlamlı bir sanat ve yapıdır ki; yüzlerce bilim dalları, bu sanat ve yapının dile gelmiÅŸ ÅŸekilleridir. Özellikle Optik, Biyoloji ve Matematik dalları gayet güzel sanat numunelerini bize gösteriyor; düÅŸündürüyor ve yaÅŸattırıyor.

Sosyal hayat da tabiatın bir parçasıdır. Bunda İlahî inayet ve ilgiyi gösteren binlerce bireysel, manevi ve olaÄŸanüstü yaÅŸamlar bir fenomen olarak tarih boyunca gözlemlenmiÅŸtir. Vahiyler ve din ise, bu İlahî ilginin en üstün ÅŸekilleridir. İşte bu sırdandır ki; vahiy metinleri –mana ve sanat olarak- çok yüksek bir dereceye sahiptirler. Bu metinlerin diÄŸer insanî sözlere kıyası, son derece güzel ve leziz doÄŸal bir elmanın plastik bir elma maketine kıyası gibidir.

Evet, inayet, itina ve mana aynı kökten geliyorlar. Nitekim insan yazarken ve konuÅŸurken karşı tarafa iletmek istediÄŸi mana ile itinalı ve özenerek ilgilenir. Demek İlahî ilgi ve irade zamanlar üstü olduÄŸundan vahiy metinleri, evrensel ve mana açısından çok yoÄŸun oluyorlar; hiç yaÅŸlanmıyorlar.

4) Edebiyat Alanı Olarak Sanat ve Kültür

Biyolojik boyutuyla 150 bin yıl öncelere dayanan Homo  Sapiens (soyut düÅŸünen insan) gerek göçebe olarak ve gerek yerleÅŸik olarak 40-50 bin yıldır kültür ve beceriler üretiyor. Bu kültür ve becerilerin ölçülü ve estetik bir ÅŸekilde toplumlara özellikle yeni nesillere veriliÅŸine ve gösteriliÅŸine sanat denilir. Yani toplumların kültürel birikimlerini özenerek ve itina ile ele alıp güzel bir üslup ve ÅŸekil ile topluma sunmaya sanat denilir.

Demek sanatın ve dolayısıyla kültürün asıl alanı ve dayanağı dil ve edebiyattır. Osmanlıcada edebiyata kısaca edep deniliyordu. Bu kelimenin kök manası (etimolojisi) ölçü demektir. Nitekim müfredat manasına gelen literatür kelimesinin kök manası da ölçü demektir. Litre kelimesi bu kökten gelir.

Topluma yönelik edebiyat ve sanat için üç alan vardır: AÅŸk ve güzellik, kahramanlık ve cesaret, hakikati dile getirmek ve göstermek..

Bu konuda İslam edebiyatı ile Avrupa edebiyatı önemli farklılıklar gösterir. Bu farklılıkları son derece derin bir analiz ile dile getiren bir parçayı izahı ile beraber buraya alıyorum.[3] Åžöyle ki:

“Batı edebiyatı nefsanî arzu ve isteklerden doÄŸmuÅŸ; üstün zekâya (dehaya) dayanır. Hâlbuki olgun insanların yüce zevklerini okÅŸayan bir dil ve edebiyat, çocuksu bir algıya, ahlaksız bir karaktere sahip olan birine hoÅŸ gelmez; onu eÄŸlendirmez. Bundan dolayıdır ki; zevki aÅŸağı, sefih ve ÅŸehvanî bir hayat ile beslenen kiÅŸiler, ruhanî ve manevi zevkleri bilemezler.

Avrupa’dan bütün modern dünyaya sızmış olan bugünkü çaÄŸdaÅŸ edebiyat, romanlara dayandığı için yani yapay ve dünyevi olduÄŸu için Kur’anın saf hakikat olan yüksek edebî inceliklerini ve haÅŸmetli ifade üstünlüklerini göremez ve tadamaz. Dolayısıyla Avrupa edebiyatı Kur’an için mukayese ölçüsü olamaz. Çünkü edebiyat için üç alan vardır. Edebiyat bu üç alan içinde dolaşır; dışına çıkamaz: AÅŸk ve Güzellik, Kahramanlık ve Cesaret, Hakikat ve GerçekliÄŸin Gösterilmesi...

Bakın Avrupa edebiyatı kahramanlık konusunda hakperest davranmıyor. İnsanların zalimlerini ve gaddarlarını alkışlıyor. İnsanlara, güce tapının diye yanlış bir ilkeyi aşılıyor.

Güzellik ve aÅŸk noktasında hakiki güzelliÄŸi bilmiyor. Erotik bir zevki nefislere şırınga eder. Hakikati göstermek alanında kâinatı İlahî bir sanat olarak göstermez. Varlığı ve hayatı, İlahî rahmetin bir dekoru olarak görmez. Evreni bilinçsiz, sağır ve kör bir madde yığını olarak ele alır; bir daha bu bataklıktan çıkamıyor. Kalkıp insan gibi deÄŸerli bir varlığı, kendilerince bu çirkin ve absürt tabiata âşık ettiriyor. Materyalizmi ve maddi deÄŸerleri tek dayanak olarak gösteriyor; insanı öyle bir çökertiyor ki insan bir daha ayaÄŸa kalkamıyor. Bu gibi haletlerden doÄŸan insan sıkıntılarını kendi edebiyat ve eÄŸlenceleri ile teskin etmek ister. Fakat hakiki çıkış yolu gösteremiyor.

İsterseniz bu parçanın geri kalan kısmını müellifin ÅŸiirsel üslubundan okuyalım:[4]                                                                                                                                                                                      

Tek bir ilacı bulmuÅŸ, o da romanlarıymış: Kitap gibi bir hayy-ı meyyit (canlandırılan ölü), sinema gibi bir müteharrik emvat: (Hareket eden ölüler.) Meyyit hayat veremez.

Hem tiyatro gibi tenasuhvari (reenkarne olmak gibi) mazi (geçmiÅŸ zaman) denilen geniÅŸ kabrin hortlakları gibi ÅŸu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.

BeÅŸerin aÄŸzına yalancı bir dil koymuÅŸ, hem insanın yüzüne fasık bir göz takmış, dünyaya bir alüfte fistanını giydirmiÅŸ, hüsn- ü mücerret (saf ve soyut güzelliÄŸi) tanımaz.

GüneÅŸi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktristi karie (okuyucuya) ihtar eder. Zahiren der: “Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.” Netice-i muzırrayı (zararlı sonucu) gösterir. Hâlbuki sefahete öyle müÅŸevvikane (teÅŸvik ederek) bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.

İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder; (heyecanlandırır;) his daha söz dinlemez. Kur’andaki edebse (edebiyat ise) hevayı (keyfiliÄŸi) karıştırmaz.

Hakperestlik hissi, hüsn- ü mücerret aÅŸkı,

cemalperestlik zevki, hakikatperestlik ÅŸevki verir. Hem de aldatmaz.

Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor. Belki bir sanat-ı İlahi, bir sıbga-i Rahmani (İlahî somut yansımalar) noktasında (çerçevesinde) bahseder; akılları ÅŸaşırtmaz. Marifet-i Sâniin (yüce sanatkâr olan Allah bilgisi) nurunu telkin eder, her ÅŸeyde ayetini (belgesini) gösterir.

Her ikisi rikkatli (acıklı) birer hüzün de veriyor; fakat birbirine benzemez:

Avrupazade edebse, fakdül-ahbaptan (dostların yokluÄŸundan) sahipsizlikten neÅŸ’et eden (ortaya çıkan) gamlı bir hüznü veriyor; ulvi hüznü veremez.

Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten (enerjiden) mülhemane aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar: (Üzüntü ve çöküntü duymaktır.) Âlemi bir vahÅŸetzar (yabanilik yayan bir alan olarak) tanır; baÅŸka çeÅŸit göstermez.

O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahipsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümit bırakmaz.

Kendine verdiÄŸi ÅŸu hiss-i heyecanla git gide ilhada (sapıklığa) kadar gider, ta’tile (tanrıyı devre dışı bırakmaya) kadar yol verir. Dönmesi müÅŸkül olur; belki daha dönemez.

Kur’anın edebi ise, öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimane deÄŸildir. Firakul-ahbaptan (dostların ayrılışından) gelir; fakdül-ahbaptan gelmez.

Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine, ÅŸuurlu, hem rahmetli bir sanat-ı İlahi onun medar-ı bahsi. Tabiattan bahsetmez.

Kör kuvvetin (enerjinin) yerine, inayetli, hikmetli bir kudret-i İlahi ona medar-ı beyan. Onun için, kâinat vahÅŸetzar suret giymez.

Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cemiyet-i ahbap (dostlar derneÄŸi;) her tarafta tecavüp (iliÅŸki ve yardımlaÅŸma), her canipte tahabbüp (sevgi gösterisi) ona sıkıntı vermez.

Her köÅŸede istinas (tanışma ve huzur) o cemiyet içinde mahzunu vazediyor; bir hüzn-ü müÅŸtakane; bir hiss-i ulvî (yüce duygu) verir, gamlı bir hüznü vermez.

İkisi birer ÅŸevki de verir. O yabanî edebin verdiÄŸi bir ÅŸevk ile nefis düÅŸer heyecana, heves olur münbasıt (kabarır;) ruha ferah veremez.

Kur’anın ÅŸevki ise, ruh düÅŸer heyecana, ÅŸevk-i maâlî (yüksek istekleri) verir. İşte bu sırra binaen, Åžeriat-ı Ahmediye  (İslam Hukuku) lehviyatı (anlamsız eÄŸlenceleri) istemez.

Bazı alât-ı levhi tahrim eder (yasak eder;) bir kısmı helal diye izin verir. Demek hüzn-ü Kur’anî veya ÅŸevk-i tenzili veren alet zarar vermez.

EÄŸer hüzn-ü yetimî (umutsuzluk ve karamsarlığı) veya ÅŸevk-i nefsanî verse, alet haramdır. DeÄŸiÅŸir eÅŸhasa göre; herkes birbirine benzemez.

5) Kur’anda Sanat Kavramı

Kur’anda sanat kelimesi ve bu kökten türemiÅŸ kelimelerin toplam sayısı 20 adettir. Fakat kelimelerin sayısından ziyade içinde geçtikleri ayet ve sure baÄŸlamları çok önemli bir bakış açısını insana veriyor; bu kavram hakkında.

İçlerinde bu kelime ve türevlerinin geçtiÄŸi bütün ayetleri gözden geçirdiÄŸimizde az da olsa birbirinden farklı altı manada kullanıldığını görüyoruz. EÄŸer ayet, cümle ve surenin dizayn ve baÄŸlamlarına dikkat edersek..

Birincisi, İslam sanatının mahiyetini ve temel dayanaklarını bize anlatan Ankebut suresi 45. ayettir. Åžöyle ki:

“Kâinatın temel bilinç yasalarından sana vahiy olunan kısımları oku. Namazı tam olarak kıl. Çünkü namaz aşırılıklardan ve çok iÄŸrenç olan geri kalışlardan insanı alıkoyar. (Yani namaz dengedir.) Fakat sonsuzluÄŸu ve edebiyatı idrak etmek (zikir) demek olan Allah bilgisi bundan daha önemlidir. Hiç ÅŸüphesiz Allah, yaptığınız sanatı (yani bir sanat olan hayat tarzınızı) çok iyi biliyor.”

Bu ayette beÅŸ cümle var. İlk dördü İslam’ın hayat ve sanat anlayışını dile getiriyor. BeÅŸinci cümle ise bunları özetliyor. Åžöyle ki:

1. Cümle, düzen ve yasayı (kitabı) vahyi (destana dökülen bilinci) ve bunları anlayarak okumayı gösteriyor. 2. Cümle, namazı ikame etmeyi; denge ve entegrasyonu dile getiriyor. 3. Cümle, aşırılıkların ve geri kalışların önünü kesiyor.

[Bu deÄŸerlerin güzellikle saÄŸlıklı bir hayat ve sanat için ne kadar önemli olduÄŸunu iÅŸten anlayan herkes bilir.]

4. Cümle, sonsuzluÄŸu ve soyut manevi varlığı gösteriyor. Ki bu iki mesele sanatın ruhu ve aklıdırlar.

İkinci grup ayetler, zalim ve mazlumların sanat ve hayat anlayışını gösterir. Åžöyle ki:

“Bereketli kıldığımız yeryüzünün doÄŸularını ve batılarını, zayıf bırakılan millete miras bıraktık. Sabrettikleri için Beni İsraile (dindar-medeni millete) olan İlahî vaad tamamlandı. Firavunun bütün medeniyeti, sanayisi, milleti ve yükselttikleri binalar yerle bir oldu.” (Araf, 137)

“Siz her tarafa anlamsız bina ve heykeller yapıyorsunuz. Dünyada ebedî kalacak imiÅŸsiniz gibi özene bezene lüks evler ve yapıtlar yapıyorsunuz.” (Åžuara, 128-129)

Üçüncü kısım ayetlerde, sanat kelimesi hile manasında kullanılmıştır. Åžöyle ki:

“Onların çoÄŸunu, kötü davranışlarda, düÅŸmanlıklarda ve haram yemede yarıştıklarını görüyorsun. Neden manevi eÄŸitim almış mürÅŸidler (Rabbaniler) ve âlimler (ahbar) onları bu yanlış iÅŸlerden alıkoymuyorlar. Allah bunların yaptığı bu iÅŸi (yaptıkları bu sanatı) çok iyi biliyor.” (Maide, 62-63)

[Evet, Medine’de Yahudi ve münafıkların yaptıkları hileler çok ince ayar ve özen istediÄŸi için ayet onların yaptıklarına sanat diyor.]

“Bir köy vardı; güven ve huzur içinde idi. Sabah akÅŸam rızıkları onlara geliyordu. Fakat onlar, bunu Allahtan bilmeyip (haram ve helal demeden) hile yapmaya baÅŸladılar. Nankörlük ettiler. Allah da bu yaptıkları sanat yüzünden onlara korku ve açlığı tattırdı.” (Nahl, 112)

Dördüncüsü, Nur suresi, 30. ayettir. Burada Kur’an sanat kavramını olumsuz manada karşı cinse kur yapma ve çıplaklığı (erotizmi) teÅŸvik etme manasında kullanmıştır. Åžöyle ki:

“Müslümanlara de ki: Gözlerini haramdan sakınsınlar, cinselliklerini korusunlar. Bu onlar için daha nezih ve daha temizdir. Hiç ÅŸüphesiz Allah, bu alanda yanlış yapanların sanatından çok iyi haberdardır.”

Bu sanat kavramının beÅŸinci kullanılışı, Allah’ın özenerek yaptığı yaratılış manasındadır. Åžöyle ki:

“Sen daÄŸları görüyorsun; onları donuk ve durgun sanıyorsun. Hâlbuki onlar bulutlar gibi hareket halindedirler. Bu durum, her ÅŸeyi saÄŸlam yapan Allah’ın sanatıdır. Hiç ÅŸüphesiz Allah yaptıklarınızı biliyor.” (Neml, 88)

Altıncısı: Kur’an bazen bütün bir hayatı ve bir süreci sanat sayıyor. Åžöyle ki:

“Ey Musa, nefsim (somut tecellilerim) için seni ve bu hayatını özenerek (sanatlı olarak) seçtim.” (Taha, 41)

“Ey Musa, senin üzerine kendimden özel bir sevgi bıraktım ki benim gözetimim (sanatım) altında güzel bir hayat ve sanat ortaya çıksın.” (Taha, 39)

6) Çağımızda Öne Çıkan Sanat ve Kültür Yapısı

Sanat, insanın ikiz kardeÅŸi olduÄŸundan; düÅŸünen, inanan, düzenli bir hayat yaÅŸayan insanlar var oldukça elbette güzel sanatlar var olacaktır. Fakat hayatı ve varoluÅŸu süsleyen bu güzel meslek, çağımızda diÄŸer çaÄŸlarda olmayan 6-7 hastalık kapmıştır. Åžöyle ki:

1) Yazının başında deÄŸindiÄŸimiz gibi; sanat özenerek ve itina ile yapılan bir iÅŸtir. Dolayısıyla önemli bir içeriÄŸi ve manası olmalı. Fakat çağımızda birçok kitap, film ve müzik ürünleri, estetik ve mana yüklü olması gerekirken, uyarma ve ajitasyon dışında bir fonksiyon taşımıyor.

2) Çağımızdaki sanatların çoÄŸu ya abartı ve aşırılık içeriyor veya yetersiz ve bodurdur. Mesela; korku iÅŸleyen filmler, hayatta ve gerçek durumda olandan belki on kat daha fazla korku veriyorlar. Ayrıca korkudan kurtulmanın çaresini de göstermiyorlar. Yaptıkları tek ÅŸey insandaki korku damarını fazlaca ajite etmek; bu sayede yarı ölmüÅŸlük sayılan durgunluÄŸu gidermektir.

AÅŸk ve sevgiyi iÅŸleyen film ve kitaplar yine öyle; aşırı bir erotizm ile o durgun insanları ÅŸaşırtıyorlar. Bunlar bilmiyorlar ki ajitasyon da durgunluk gibi bir çeÅŸit ölümdür. İsraf ve tükeniÅŸtir.

3) Çağımızda dinler hayatta aktif olmadıkları için sanat ve edebiyat çeÅŸitleri içinde en fazla raÄŸbet gören sürrealist çeÅŸittir. Maalesef bu edebiyat, insanı realiteden ve hayattan koparan, onu havalandıran, bir yaprak gibi onu her tarafa savuran bir ÅŸeydir. Evet, sürrealist sanat ve edebiyat, insanı akıldan ve gerçeklikten koparan kurnazca bir tuzaktır. Evet, din de sürrealist edebiyat da insana sonsuzluk duygusunu hissettiriyor. Fakat din doÄŸanın, insanın ve toplumun gerçek manada bir parçası iken belki kendisi iken; sürrealist edebiyatın doÄŸallıkla ve bilimsel kanunlar ile hiçbir iliÅŸkisi yoktur. DoÄŸa ve varlığın yapısına tamamen aykırıdır.

4) Çağımızda Nihilist felsefeler çok egemen oldukları için her ÅŸey, dolayısıyla varlık da hayat da aÅŸk da güzellik de anlamsız kaldıklarından; absürtlük ve anlamsızlık, sanata ve edebiyata diÄŸer çaÄŸlara oranla daha çok yansımıştır.

Bazı dinî metinlerde hamd ve istiÄŸfar beraber zikrediliyor. Hamdın manası: Sistem, hayat ve kâinat mükemmeldir. İstiÄŸfarın manası: Var olan eksik ve kusurlar, insandan kaynaklanıyor. Onun için insan bağışlanma dilemeli. Maalesef bu varlık algısı bugün yok. Dolayısıyla hedonizmden baÅŸka insanın elinde hiçbir deÄŸer kalmıyor ki; o deÄŸerler sanata ve sahneye yansıtılsın.

5) Gerçek sanatın içeriÄŸi soyuttur ve hedef konusu sonsuzluÄŸu hissettirmektir. Çağımızda materyalizm ve teknoloji (fabrikasyon) egemen olduÄŸundan, soyutluk ve sonsuzluk manaları kaybolmuÅŸtur. Evet, karanlık ve aydınlığın zıtlığı gibi, materyalizm felsefesi ve hayat tarzı ile teknoloji ve fabrikasyon, insana nefes aldıran, sonsuz ve soyut deÄŸerlere zıttırlar.

6) Bazı Fransız düÅŸünürler, sanattaki bu soyut ve sonsuz boyut kaybolmasın diye; Sanat, sanat içindir; sanatta onu kirletecek baÅŸka bir amaç ve çıkar beklentisi olmamalı, demiÅŸlerdi. Maalesef bu prensip bugün yanlış kullanılıyor. Nitekim Fransızların o güzel sözünden; Sanat, sanat içindir; onda mana ve içerik olmamalı; olursa uyarma özelliÄŸi gider. Çünkü bazen çılgınlık ve absürt hareketler dahi sanat olabilir, yeter ki kitleleri ajite edebilsin, ÅŸeklindeki bir manayı anlıyorlar.

Yazımızı bir fıkra ile bitiriyoruz: 1970’li yıllarda sol blok kendi aralarında Deniz Ticaret BirliÄŸini kuruyor. Sonra Sovyetler BirliÄŸi, sınırında deniz olmayan Çekoslovakya gibi ülkeler bu birlikte olmamalı, diye teklif veriyor. Çekoslovakya ise, Ruslara karşı Ama sizde de kültür ve adalet olmadığı halde Rusya Devletinde Kültür ve Adalet Bakanlıkları var, diyerek cevap veriyor..

 

 

1. 1. 2015

Bahaeddin SaÄŸlam


[1] Åžöhret ve ticaret için bu iÅŸi yapanlar bahsimizin dışındadırlar.

[2] Ahkaf Suresi, 15

[3] Lemeat 1920, Bediüzzaman Said Nursi

[4] Metindeki parantezler bizim tarafımızdan konulmuştur.

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 30-01-2015 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
64924500 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net