Evet, çocuk beyni biyolojik olarak tam hazır bir insan ise
de insandaki çocukluk dönemi evrim sürecindeki hayvanlık dönemine tekabül
ettiÄŸi için; çocuk soyut deÄŸerleri algılayamıyor. Onun için çocuk eÄŸitimi ilk
başta somut oyuncaklar ile yapılır.
Antropoloji, Psikoloji ve Sosyoloji açıkça gösteriyor ki;
gerek tarihte tür olarak ve gerek ailede birey olarak insanı, soyut düÅŸünceye,
sonra bilgiye, daha sonra sanat ve kaliteye yönelten ve yükselten insandaki
inanç faktörüdür. Yani eÄŸer inancı ve inancın biricik sonucu olan soyut
değerleri insanların zihninden silerseniz; insan yine vahşi bir hayvan olur. Hemen
hatırlatalım ki ilk baÅŸlarda inancın eksik veya yanlış olması çok önemli
deÄŸildir.
Fakat insanın varlığı, ölümü ve hayatı, bireysel ve sosyal
iliÅŸkileri özellikle ahlakî (etik) deÄŸerleri iyi ve eksiksiz düÅŸünmesi, bilmesi
ve iÅŸleyebilmesi için evrensel, sosyal ve bütün doÄŸru deÄŸerleri içeren bir din
gereklidir, insan için.
İşte burada Âdem, bütün insanlar, demektir. Ve yasak aÄŸaç da
hayvanlığın en birinci özelliÄŸi olan cinsel iliÅŸki ile biyolojik nesil aÄŸacının
devam etmesi demektir. Evet, baÅŸta (yani çocuklukta) bu aÄŸaçtan yemek doÄŸal
olarak yasaktır. Fakat ergenlik ile insan bunu yiyor; onun sonucu olarak cennet
gibi rahat olan çocukluk döneminden, hayat arenası olan sorumluluk dünyasına
iniyor. Bunun sonucu olarak da İsa (din ve vahiy) geliyor; insanın o hayvanî
boyutunu gideriyor; onu iman, ibadet ve manevi deÄŸerler ile yine eski
cennetteki gibi melekleÅŸtiriyor. Dinin bu ontolojik ve psikolojik
medenileÅŸtirmesi, soyut deÄŸerleri öÄŸretmesi ve insanı melekleÅŸtirmesi yanında
sosyolojik ve tarihî olarak da dinlerin özellikle Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin,
Avrupa ve Afrika’nın onlarca vahÅŸi kabilelerini medenileÅŸtirmesi, yine tarihî
bir gerçektir.
Bireysel olarak agnostik takılan ve toplumun eski soyut
deÄŸerlerini dolaylı da olsa kullanan bazılarını hariç tutarsak; sosyal olarak komünist
ve materyalist bir hayat süren sol blokta sanat, edebiyat ve kültürün
yozlaÅŸması ve daha sonra kıtlık çekmesi, bu dediklerimizin yüzlerce delilinden
sadece biridir.
Materyalistler ve determinist natüralistler, doÄŸadaki
oluÅŸumları sanat saymıyorlar. Hâlbuki doÄŸada öyle bir güzellik, estetik ve
ergonomik yapılar var ki; tabiatçılar (natüralistler) bile ona âşık oluyorlar.
Materyalistler bu güzellere âşık olmazlar; çünkü onlar, materyalist diyalektikten
baÅŸka hiçbir deÄŸer ve güzelliÄŸi göremiyorlar.
Ömer Hayyam gibi filozoflar da bu güzelliÄŸi göremiyor. Çünkü
onlar, varlığı determine ve varlığı yaratan Allah’ı mücib-i bizzat (zorunlu
olarak yapan) olarak kabul ediyorlar. Fakat İbn Sina ve İbn RüÅŸd, astronomisiyle,
biyolojisiyle, ekolojisiyle ve sosyal boyutları ile doÄŸayı en üstün bir sanat olarak
görüyorlar. Bunların delili de inayet hakikatidir. İnayet, Allah’ın
özene bezene ve itina göstererek her ÅŸey ile ilgilenmesi demektir. Onlar bu
ilgiyi Allah’ın varlığına delil yapıyorlardı. Buna delil-i inayet diyorlardı.
Orta Çağın bilimsel altyapısı eksik olmasına raÄŸmen bu büyük
düÅŸünürler, haklı idiler. Nitekim bu çağımızda insanlığın bütün bilimsel
verileri, bunları doÄŸruluyor. Çünkü bugün herkesçe biliniyor ki; varlığın üç
sacayağı var: Enerji, yazılım ve evrim. Eski deyim ile kudret, ilim ve irade..
Kudret malzemeyi temsil eder; ilim o ham malzemenin yazılım ile nesnelleşmesini
temsil eder; irade ise bilinçli tercihlerle o nesne ve varlıkları mükemmelliÄŸe
ve güzel bir görünüÅŸe doÄŸru yönlendirmeyi temsil eder.
Bugün için bütün oluÅŸumların ve biyolojideki bütün
mutasyonların daima mükemmele doÄŸru gerçekleÅŸmesi, geçmiÅŸ ve geleceÄŸi ile bütün
varlık sisteminin sonsuz bilgi-işlem isteyen bir bilgisayar gibi (hem
elektronik, hem mekanik, hem kuantum olarak) çalışması evrenin, dünyanın ve
ekolojinin özellikle biyolojik âlemin en zirve sanat olduÄŸunu gösterir. Ki
dünyadaki bu oluÅŸumlar, insanlığın birinci üstadıdır; ikinci üstadı da o
oluÅŸumların içindeki sonsuz bilinci gösteren, yaÅŸatan ve insanoÄŸluna adeta bir
evren kadar manevi genişlik ve kapasite veren dindir. Bazı dindarların zaafları
cehaletlerindendir; bu mükemmel sistemi ve dinin varoluÅŸla özellikle bilimsel verilerle
eÅŸit olduÄŸunu bilmemelerindendir. Evet, dindarların ahlakî zaafları ve geri
kalışları dinin özünden kaynaklanan bir ÅŸey deÄŸildir.
Evet, doğa sonsuz boyutları ile ve sonsuz bilgi işlem hacmi
ile son derece güzel ve anlamlı bir sanat ve yapıdır ki; yüzlerce bilim
dalları, bu sanat ve yapının dile gelmiÅŸ ÅŸekilleridir. Özellikle Optik,
Biyoloji ve Matematik dalları gayet güzel sanat numunelerini bize gösteriyor; düÅŸündürüyor
ve yaşattırıyor.
Sosyal hayat da tabiatın bir parçasıdır. Bunda İlahî inayet
ve ilgiyi gösteren binlerce bireysel, manevi ve olaÄŸanüstü yaÅŸamlar bir fenomen
olarak tarih boyunca gözlemlenmiÅŸtir. Vahiyler ve din ise, bu İlahî ilginin en
üstün ÅŸekilleridir. İşte bu sırdandır ki; vahiy metinleri –mana ve sanat
olarak- çok yüksek bir dereceye sahiptirler. Bu metinlerin diÄŸer insanî sözlere
kıyası, son derece güzel ve leziz doÄŸal bir elmanın plastik bir elma maketine
kıyası gibidir.
Evet, inayet, itina ve mana aynı kökten geliyorlar. Nitekim
insan yazarken ve konuÅŸurken karşı tarafa iletmek istediÄŸi mana ile itinalı ve özenerek
ilgilenir. Demek İlahî ilgi ve irade zamanlar üstü olduÄŸundan vahiy metinleri,
evrensel ve mana açısından çok yoÄŸun oluyorlar; hiç yaÅŸlanmıyorlar.
Biyolojik boyutuyla 150 bin yıl öncelere dayanan Homo Sapiens (soyut düÅŸünen insan) gerek göçebe
olarak ve gerek yerleÅŸik olarak 40-50 bin yıldır kültür ve beceriler üretiyor.
Bu kültür ve becerilerin ölçülü ve estetik bir ÅŸekilde toplumlara özellikle
yeni nesillere veriliÅŸine ve gösteriliÅŸine sanat denilir. Yani toplumların
kültürel birikimlerini özenerek ve itina ile ele alıp güzel bir üslup ve ÅŸekil
ile topluma sunmaya sanat denilir.
Demek sanatın ve dolayısıyla kültürün asıl alanı ve dayanağı
dil ve edebiyattır. Osmanlıcada edebiyata kısaca edep deniliyordu. Bu
kelimenin kök manası (etimolojisi) ölçü demektir. Nitekim müfredat manasına
gelen literatür kelimesinin kök manası da ölçü demektir. Litre kelimesi bu
kökten gelir.
Bu konuda İslam edebiyatı ile Avrupa edebiyatı önemli
farklılıklar gösterir. Bu farklılıkları son derece derin bir analiz ile dile
getiren bir parçayı izahı ile beraber buraya alıyorum.[3] Åžöyle
ki:
“Batı edebiyatı nefsanî arzu ve isteklerden doÄŸmuÅŸ; üstün zekâya
(dehaya) dayanır. Hâlbuki olgun insanların yüce zevklerini okÅŸayan bir dil ve
edebiyat, çocuksu bir algıya, ahlaksız bir karaktere sahip olan birine hoÅŸ
gelmez; onu eÄŸlendirmez. Bundan dolayıdır ki; zevki aÅŸağı, sefih ve ÅŸehvanî bir
hayat ile beslenen kiÅŸiler, ruhanî ve manevi zevkleri bilemezler.
Avrupa’dan bütün modern dünyaya sızmış olan bugünkü çaÄŸdaÅŸ
edebiyat, romanlara dayandığı için yani yapay ve dünyevi olduÄŸu için Kur’anın
saf hakikat olan yüksek edebî inceliklerini ve haÅŸmetli ifade üstünlüklerini
göremez ve tadamaz. Dolayısıyla Avrupa edebiyatı Kur’an için mukayese ölçüsü
olamaz. Çünkü edebiyat için üç alan vardır. Edebiyat bu üç alan içinde dolaşır;
dışına çıkamaz: AÅŸk ve Güzellik, Kahramanlık
ve Cesaret, Hakikat ve GerçekliÄŸin Gösterilmesi...
Bakın Avrupa edebiyatı kahramanlık konusunda hakperest
davranmıyor. İnsanların zalimlerini ve gaddarlarını alkışlıyor. İnsanlara, güce
tapının diye yanlış bir ilkeyi aşılıyor.
Güzellik ve aÅŸk noktasında hakiki güzelliÄŸi bilmiyor. Erotik
bir zevki nefislere şırınga eder. Hakikati göstermek alanında kâinatı İlahî bir
sanat olarak göstermez. Varlığı ve hayatı, İlahî rahmetin bir dekoru olarak
görmez. Evreni bilinçsiz, sağır ve kör bir madde yığını olarak ele alır; bir
daha bu bataklıktan çıkamıyor. Kalkıp insan gibi deÄŸerli bir varlığı,
kendilerince bu çirkin ve absürt tabiata âşık ettiriyor. Materyalizmi ve maddi
deÄŸerleri tek dayanak olarak gösteriyor; insanı öyle bir çökertiyor ki insan
bir daha ayağa kalkamıyor. Bu gibi haletlerden doğan insan sıkıntılarını kendi
edebiyat ve eÄŸlenceleri ile teskin etmek ister. Fakat hakiki çıkış yolu gösteremiyor.
İsterseniz bu parçanın geri kalan kısmını müellifin ÅŸiirsel
üslubundan okuyalım:[4]
Tek bir ilacı bulmuş,
o da romanlarıymış: Kitap gibi bir hayy-ı meyyit (canlandırılan ölü), sinema
gibi bir müteharrik emvat: (Hareket eden ölüler.) Meyyit hayat veremez.
Hem tiyatro gibi
tenasuhvari (reenkarne olmak gibi) mazi (geçmiÅŸ zaman) denilen geniÅŸ kabrin
hortlakları gibi ÅŸu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.
Beşerin ağzına yalancı
bir dil koymuÅŸ, hem insanın yüzüne fasık bir göz takmış, dünyaya bir alüfte
fistanını giydirmiÅŸ, hüsn- ü mücerret (saf ve soyut güzelliÄŸi) tanımaz.
GüneÅŸi gösterirse,
sarı saçlı güzel bir aktristi karie (okuyucuya) ihtar eder. Zahiren der:
“Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.” Netice-i muzırrayı (zararlı sonucu)
gösterir. Hâlbuki sefahete öyle müÅŸevvikane (teÅŸvik ederek) bir tasviri yapar
ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.
İştihayı kabartır,
hevesi tehyiç eder; (heyecanlandırır;) his daha söz dinlemez. Kur’andaki edebse
(edebiyat ise) hevayı (keyfiliği) karıştırmaz.
Hakperestlik hissi,
hüsn- ü mücerret aÅŸkı,
cemalperestlik zevki,
hakikatperestlik ÅŸevki verir. Hem de aldatmaz.
Kâinata tabiat cihetinde
bakmıyor. Belki bir sanat-ı İlahi, bir sıbga-i Rahmani (İlahî somut yansımalar)
noktasında (çerçevesinde) bahseder; akılları ÅŸaşırtmaz. Marifet-i Sâniin (yüce
sanatkâr olan Allah bilgisi) nurunu telkin eder, her ÅŸeyde ayetini (belgesini)
gösterir.
Her ikisi rikkatli (acıklı) birer hüzün de veriyor; fakat birbirine benzemez:
Avrupazade edebse,
fakdül-ahbaptan (dostların yokluÄŸundan) sahipsizlikten neÅŸ’et eden (ortaya
çıkan) gamlı bir hüznü veriyor; ulvi hüznü veremez.
Zira sağır tabiat, hem
de bir kör kuvvetten (enerjiden) mülhemane aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar:
(Üzüntü ve çöküntü duymaktır.) Âlemi bir vahÅŸetzar (yabanilik yayan bir alan olarak)
tanır; baÅŸka çeÅŸit göstermez.
O surette gösterir,
hem de mahzunu tutar, sahipsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümit
bırakmaz.
Kendine verdiÄŸi ÅŸu
hiss-i heyecanla git gide ilhada (sapıklığa) kadar gider, ta’tile (tanrıyı
devre dışı bırakmaya) kadar yol verir. Dönmesi müÅŸkül olur; belki daha dönemez.
Kur’anın edebi ise,
öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimane deÄŸildir. Firakul-ahbaptan
(dostların ayrılışından) gelir; fakdül-ahbaptan gelmez.
Kâinatta nazarı, kör
tabiat yerine, şuurlu, hem rahmetli bir sanat-ı İlahi onun medar-ı bahsi.
Tabiattan bahsetmez.
Kör kuvvetin
(enerjinin) yerine, inayetli, hikmetli bir kudret-i İlahi ona medar-ı beyan.
Onun için, kâinat vahÅŸetzar suret giymez.
Belki muhatab-ı
mahzunun nazarında oluyor bir cemiyet-i ahbap (dostlar derneği;) her tarafta
tecavüp (iliÅŸki ve yardımlaÅŸma), her canipte tahabbüp (sevgi gösterisi) ona
sıkıntı vermez.
Her köÅŸede istinas
(tanışma ve huzur) o cemiyet içinde mahzunu vazediyor; bir hüzn-ü müÅŸtakane;
bir hiss-i ulvî (yüce duygu) verir, gamlı bir hüznü vermez.
İkisi birer şevki de
verir. O yabanî edebin verdiÄŸi bir ÅŸevk ile nefis düÅŸer heyecana, heves olur
münbasıt (kabarır;) ruha ferah veremez.
Kur’anın ÅŸevki ise,
ruh düÅŸer heyecana, ÅŸevk-i maâlî (yüksek istekleri) verir. İşte bu sırra binaen,
Şeriat-ı Ahmediye (İslam Hukuku)
lehviyatı (anlamsız eğlenceleri) istemez.
Bazı alât-ı levhi
tahrim eder (yasak eder;) bir kısmı helal diye izin verir. Demek hüzn-ü Kur’anî
veya ÅŸevk-i tenzili veren alet zarar vermez.
EÄŸer hüzn-ü yetimî
(umutsuzluk ve karamsarlığı) veya ÅŸevk-i nefsanî verse, alet haramdır. DeÄŸiÅŸir
eÅŸhasa göre; herkes birbirine benzemez.
5) Kur’anda Sanat Kavramı
Kur’anda sanat kelimesi ve bu kökten türemiÅŸ kelimelerin
toplam sayısı 20 adettir. Fakat kelimelerin sayısından ziyade içinde geçtikleri
ayet ve sure baÄŸlamları çok önemli bir bakış açısını insana veriyor; bu kavram
hakkında.
İçlerinde bu kelime ve türevlerinin geçtiÄŸi bütün ayetleri
gözden geçirdiÄŸimizde az da olsa birbirinden farklı altı manada kullanıldığını
görüyoruz. EÄŸer ayet, cümle ve surenin dizayn ve baÄŸlamlarına dikkat edersek..
Birincisi, İslam sanatının mahiyetini ve temel dayanaklarını
bize anlatan Ankebut suresi 45. ayettir. Åžöyle ki:
“Kâinatın temel bilinç
yasalarından sana vahiy olunan kısımları oku. Namazı tam olarak kıl. Çünkü
namaz aşırılıklardan ve çok iÄŸrenç olan geri kalışlardan insanı alıkoyar. (Yani
namaz dengedir.) Fakat sonsuzluğu ve edebiyatı idrak etmek (zikir) demek olan
Allah bilgisi bundan daha önemlidir. Hiç ÅŸüphesiz Allah, yaptığınız sanatı (yani
bir sanat olan hayat tarzınızı) çok iyi biliyor.”
Bu ayette beÅŸ cümle var. İlk dördü İslam’ın hayat ve sanat
anlayışını dile getiriyor. BeÅŸinci cümle ise bunları özetliyor. Åžöyle ki:
1. Cümle, düzen
ve yasayı (kitabı) vahyi (destana dökülen bilinci) ve bunları anlayarak okumayı
gösteriyor. 2. Cümle, namazı ikame
etmeyi; denge ve entegrasyonu dile getiriyor. 3. Cümle, aşırılıkların ve geri kalışların önünü kesiyor.
[Bu deÄŸerlerin güzellikle saÄŸlıklı bir hayat ve sanat için
ne kadar önemli olduÄŸunu iÅŸten anlayan herkes bilir.]
4. Cümle,
sonsuzluÄŸu ve soyut manevi varlığı gösteriyor. Ki bu iki mesele sanatın ruhu ve
aklıdırlar.
İkinci grup ayetler, zalim ve mazlumların sanat ve hayat
anlayışını gösterir. Åžöyle ki:
“Bereketli kıldığımız
yeryüzünün doÄŸularını ve batılarını, zayıf bırakılan millete miras bıraktık.
Sabrettikleri için Beni İsraile (dindar-medeni millete) olan İlahî vaad
tamamlandı. Firavunun bütün medeniyeti, sanayisi, milleti ve yükselttikleri
binalar yerle bir oldu.” (Araf, 137)
“Siz her tarafa
anlamsız bina ve heykeller yapıyorsunuz. Dünyada ebedî kalacak imiÅŸsiniz gibi
özene bezene lüks evler ve yapıtlar yapıyorsunuz.” (Åžuara, 128-129)
Üçüncü kısım ayetlerde, sanat kelimesi hile manasında
kullanılmıştır. Åžöyle ki:
“Onların çoÄŸunu, kötü
davranışlarda, düÅŸmanlıklarda ve haram yemede yarıştıklarını görüyorsun. Neden
manevi eÄŸitim almış mürÅŸidler (Rabbaniler) ve âlimler (ahbar) onları bu yanlış
işlerden alıkoymuyorlar. Allah bunların yaptığı bu işi (yaptıkları bu sanatı)
çok iyi biliyor.” (Maide, 62-63)
[Evet, Medine’de Yahudi ve münafıkların yaptıkları hileler
çok ince ayar ve özen istediÄŸi için ayet onların yaptıklarına sanat diyor.]
“Bir köy vardı; güven
ve huzur içinde idi. Sabah akÅŸam rızıkları onlara geliyordu. Fakat onlar, bunu
Allahtan bilmeyip (haram ve helal demeden) hile yapmaya baÅŸladılar. Nankörlük
ettiler. Allah da bu yaptıkları sanat yüzünden onlara korku ve açlığı tattırdı.”
(Nahl, 112)
Dördüncüsü, Nur suresi, 30. ayettir. Burada Kur’an sanat
kavramını olumsuz manada karşı cinse kur yapma ve çıplaklığı (erotizmi) teÅŸvik
etme manasında kullanmıştır. Åžöyle ki:
“Müslümanlara de ki:
Gözlerini haramdan sakınsınlar, cinselliklerini korusunlar. Bu onlar için daha
nezih ve daha temizdir. Hiç ÅŸüphesiz Allah, bu alanda yanlış yapanların
sanatından çok iyi haberdardır.”
Bu sanat kavramının beÅŸinci kullanılışı, Allah’ın özenerek yaptığı
yaratılış manasındadır. Åžöyle ki:
“Sen daÄŸları
görüyorsun; onları donuk ve durgun sanıyorsun. Hâlbuki onlar bulutlar gibi
hareket halindedirler. Bu durum, her ÅŸeyi saÄŸlam yapan Allah’ın sanatıdır. Hiç
ÅŸüphesiz Allah yaptıklarınızı biliyor.” (Neml, 88)
Altıncısı: Kur’an
bazen bütün bir hayatı ve bir süreci sanat sayıyor. Åžöyle ki:
“Ey Musa, nefsim
(somut tecellilerim) için seni ve bu hayatını özenerek (sanatlı olarak) seçtim.”
(Taha, 41)
“Ey Musa, senin
üzerine kendimden özel bir sevgi bıraktım ki benim gözetimim (sanatım) altında
güzel bir hayat ve sanat ortaya çıksın.” (Taha, 39)
6) Çağımızda Öne Çıkan Sanat
ve Kültür Yapısı
Sanat, insanın ikiz kardeÅŸi olduÄŸundan; düÅŸünen, inanan,
düzenli bir hayat yaÅŸayan insanlar var oldukça elbette güzel sanatlar var
olacaktır. Fakat hayatı ve varoluÅŸu süsleyen bu güzel meslek, çağımızda diÄŸer
çaÄŸlarda olmayan 6-7 hastalık kapmıştır. Åžöyle ki:
1) Yazının
başında deÄŸindiÄŸimiz gibi; sanat özenerek ve itina ile yapılan bir iÅŸtir. Dolayısıyla
önemli bir içeriÄŸi ve manası olmalı. Fakat çağımızda birçok kitap, film ve
müzik ürünleri, estetik ve mana yüklü olması gerekirken, uyarma ve ajitasyon
dışında bir fonksiyon taşımıyor.
2) Çağımızdaki
sanatların çoÄŸu ya abartı ve aşırılık içeriyor veya yetersiz ve bodurdur. Mesela;
korku iÅŸleyen filmler, hayatta ve gerçek durumda olandan belki on kat daha
fazla korku veriyorlar. Ayrıca korkudan kurtulmanın çaresini de göstermiyorlar.
Yaptıkları tek şey insandaki korku damarını fazlaca ajite etmek; bu sayede yarı
ölmüÅŸlük sayılan durgunluÄŸu gidermektir.
AÅŸk ve sevgiyi iÅŸleyen film ve kitaplar yine öyle; aşırı bir
erotizm ile o durgun insanları şaşırtıyorlar. Bunlar bilmiyorlar ki ajitasyon
da durgunluk gibi bir çeÅŸit ölümdür. İsraf ve tükeniÅŸtir.
3) Çağımızda
dinler hayatta aktif olmadıkları için sanat ve edebiyat çeÅŸitleri içinde en
fazla raÄŸbet gören sürrealist çeÅŸittir. Maalesef bu edebiyat, insanı realiteden
ve hayattan koparan, onu havalandıran, bir yaprak gibi onu her tarafa savuran
bir ÅŸeydir. Evet, sürrealist sanat ve edebiyat, insanı akıldan ve gerçeklikten koparan
kurnazca bir tuzaktır. Evet, din de sürrealist edebiyat da insana sonsuzluk
duygusunu hissettiriyor. Fakat din doÄŸanın, insanın ve toplumun gerçek manada
bir parçası iken belki kendisi iken; sürrealist edebiyatın doÄŸallıkla ve bilimsel
kanunlar ile hiçbir iliÅŸkisi yoktur. DoÄŸa ve varlığın yapısına tamamen
aykırıdır.
4) Çağımızda
Nihilist felsefeler çok egemen oldukları için her ÅŸey, dolayısıyla varlık da
hayat da aÅŸk da güzellik de anlamsız kaldıklarından; absürtlük ve anlamsızlık,
sanata ve edebiyata diÄŸer çaÄŸlara oranla daha çok yansımıştır.
Bazı dinî metinlerde hamd ve istiÄŸfar beraber zikrediliyor. Hamdın
manası: Sistem, hayat ve kâinat mükemmeldir. İstiÄŸfarın manası: Var olan eksik
ve kusurlar, insandan kaynaklanıyor. Onun için insan bağışlanma dilemeli.
Maalesef bu varlık algısı bugün yok. Dolayısıyla hedonizmden baÅŸka insanın
elinde hiçbir deÄŸer kalmıyor ki; o deÄŸerler sanata ve sahneye yansıtılsın.
5) Gerçek sanatın
içeriÄŸi soyuttur ve hedef konusu sonsuzluÄŸu hissettirmektir. Çağımızda
materyalizm ve teknoloji (fabrikasyon) egemen olduÄŸundan, soyutluk ve sonsuzluk
manaları kaybolmuştur. Evet, karanlık ve aydınlığın zıtlığı gibi, materyalizm
felsefesi ve hayat tarzı ile teknoloji ve fabrikasyon, insana nefes aldıran,
sonsuz ve soyut değerlere zıttırlar.
6) Bazı Fransız
düÅŸünürler, sanattaki bu soyut ve sonsuz boyut kaybolmasın diye; Sanat, sanat içindir; sanatta onu kirletecek
baÅŸka bir amaç ve çıkar beklentisi olmamalı, demiÅŸlerdi. Maalesef bu prensip
bugün yanlış kullanılıyor. Nitekim Fransızların o güzel sözünden; Sanat, sanat içindir; onda mana ve içerik olmamalı;
olursa uyarma özelliÄŸi gider. Çünkü bazen çılgınlık ve absürt hareketler dahi sanat
olabilir, yeter ki kitleleri ajite edebilsin, şeklindeki bir manayı anlıyorlar.
Yazımızı bir fıkra ile bitiriyoruz: 1970’li yıllarda sol
blok kendi aralarında Deniz Ticaret Birliğini kuruyor. Sonra Sovyetler Birliği,
sınırında deniz olmayan Çekoslovakya gibi ülkeler bu birlikte olmamalı, diye
teklif veriyor. Çekoslovakya ise, Ruslara karşı Ama sizde de kültür ve adalet
olmadığı halde Rusya Devletinde Kültür ve Adalet Bakanlıkları var, diyerek
cevap veriyor..
1. 1. 2015
Bahaeddin SaÄŸlam
[1]
Åžöhret ve ticaret için bu iÅŸi yapanlar bahsimizin dışındadırlar.
[3]
Lemeat 1920, Bediüzzaman Said Nursi
[4]
Metindeki parantezler bizim tarafımızdan konulmuştur.