Önceki hafta Ankara Noter Odası tarafından, “e-devlet, elektronik imza ve kayıtlı elektronik posta (KEP)” konularının tartışıldığı bir toplantı düzenlendi. Toplantı yeri NevÅŸehir ilimizdi. Ortahisar’da bir otelde kaldık. Ankara’dan hareket eden otobüsümüz Tuz Gölü’nde ilk molasını verdi. En fazla bir metre derinliÄŸe ulaÅŸan gölde tuzun oluÅŸumu ve iÅŸletilmesi konusunda faydalı bilgiler aldık. Yol boyunca sohbetler yapıldı, ÅŸiirler okundu, ÅŸarkılar söylendi, fıkralar anlatıldı.
Bunlar güzel ÅŸeylerdi. Bu güzel ÅŸeylere gölge düÅŸüren, fıkraların bir kısmındaki nezahet yoksunluÄŸu, üslup ve seviye düÅŸüklüÄŸü idi. Kendi medeniyetimiz ve kültürümüzden izler taşımayan sözün de, müziÄŸin de, fıkranın da, deÄŸerlerimize bir katkı saÄŸlamadığı, bil’akis zedeleyici ve dejenere edici olduÄŸu hiç ama hiç unutulmamalıdır.Mesleki açıdan toplantı çok faydalı oldu. Görüldü ki, anılan hizmet dallarında noterler geç kalırlarsa, yani deÄŸiÅŸime ayak uyduramazlarsa treni kaçırmış olacaklar! Meslek tehlikeye girebilir!... Türkiye Noterler BirliÄŸi Yönetim Kurulu üyesi iki meslektaşımızın toplantıya katılmış olması, tartışılan konuların bir an evvel gündeme taşınması bakımından yararlı olmuÅŸtur.
Ä°kinci mola yerimiz Aksaray ilimiz oldu. Aksaray’a yaklaşırken Hasan Dağı’nı başı dumanlı ve yüksek kısımlarını karla kaplı olarak gördük. Ölçüsüz vaatlerde bulunan, meselâ “Kayseri’ye deniz getirmeyi” vaad eden politikacıları hicveden güzel bir dörtlük Hasan Dağı adına yazılmıştı.
Hasan dağı arpalıktır, eÄŸer saban yürürse /Her dereye bir deÄŸirmen, eÄŸer suyu gelirse
Her köylüden birer tavuk, eÄŸer köylü verirse /Güzel gidiÅŸ bu gidiÅŸ, eÄŸer sonu gelirse.
Hasan Dağı, Erciyes Dağı’nın bölgedeki kardeÅŸi gibi bir ÅŸeydi. Ä°kisi de volkanikti. Ä°kisi de hareket halinde oldukları devirlerde bölgeye lâvlar, küller püskürtmüÅŸlerdi. Bu lâvların kolay eÅŸilir olması, “Ihlara Vadisi”nden baÅŸlayarak çok sayıda yeraltı ÅŸehrinin; Roma Ä°mparatorluÄŸu’nun baskılarından kaçan ilk Hıristiyanların yeraltında ve yüksek daÄŸ yamaçlarında çok sayıda kilise, manastır v.s. yapmalarını kolaylaÅŸtırmıştı. Bunların çoÄŸu gizlenme ve savunma amaçlı idi. O devirlerde bunların hangi alet ve edavatla ve ne kadar bir süre içinde yapıldığı, doÄŸrusu hayret uyandırıyordu.
Ürgüp ve Avanos ilçelerimizin civarındaki peri bacaları, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyordu. Yabancıların çoÄŸu Almanya, Fransa, Ä°ngiltere ve Rusya vatandaşı olarak gözüküyordu. Çin’den ve Japonya’dan gelenler de önemli bir yekün teÅŸkil ediyordu. Avrupalı turistlerin, kilise ziyaretlerini Hıristiyanlık ÅŸuûru ile yapmaları dikkat çekiciydi.
Sığınak, kilise ve manastır türündeki yapılar ile bölgenin arazi yapısı, ne büyük bir kültürel mirasın üzerinde oturduÄŸumuzu gösteriyordu. Millet olarak acaba bunun farkında mıydık? Ä°ÅŸte bu bir soru idi… Kül ve lâvlardan oluÅŸan tabakanın kolay eÅŸilmesi sonucu, son zamanlarda, bölgede tabiî soÄŸuk hava depoları inÅŸa edildiÄŸini duyduk.
Az önce soru, dedim. Bu arada zihnime takılan en önemli ÅŸey, Kayseri, NevÅŸehir, NiÄŸde ve Aksaray illerimizi içine alan bölgeye “Kapadokya” denmesiydi. Rehberin anlatımına göre muharref Ä°ncil’de geçen bir isimmiÅŸ Kapadokya.
Bolu’da tamı tamına on yıl on bir gün çalıştım. Bolu ismi nereden gelmiÅŸti? Sadece Bolu deÄŸil, Ä°nebolu, Tirebolu, Safranbolu. Haydi bir tane daha söyleyelim: NiÄŸbolu!
Avrupa müttefik Haçlı ordusu 1389’da NiÄŸbolu üzerine yürürken, Macar Kralı Sigismund, “Bayezid ister gelsin ister gelmesin, biz önümüzdeki yaz Anatolia’dan geçerek Suriye’ye gideceÄŸiz, Kudüs’ü Araplardan geri alacağız” diyordu. Konstantinapolis gibi isimlerin geçtiÄŸi yerleri kahraman atalarımız, baÅŸlarındaki ekleri dahi deÄŸiÅŸtirerek “bolu” yapmıştı. Anatolia da Anadolu olmuÅŸtu. Ama Macar Kralı, Anatolia demekten vazgeçmemiÅŸti. Bakıyorum da atalarımızın koyduÄŸu isimlerden gönüllü olarak vazgeçiyoruz ve o bölgemize turizm adına “Kapadokya” diyoruz. Berbere kuaför, kasaba “ÅŸarküteri” dediÄŸimiz gibi.
Anadolu’ya ilk geldiÄŸimizde buraları bizim için bir toprak parçası idi ama ÅŸimdi vatanımız. Vatan kolay kurulmuyor deÄŸerli okurlarım! Önce o topraklara ÅŸehitler veriyorsunuz. Atalarınızı o toprakların baÄŸrına defnediyorsunuz. Türbeler yapıyor, mescidlerle, camilerle, kervansaraylarla, ÅŸifahanelerle, vakıf eserlerle imar ediyorsunuz. Yollar açıyor, su kanalları yapıyorsunuz. Ruhunuzu katıyorsunuz topraÄŸa… Ä°ÅŸte o zaman toprak vatan oluyor ve milletin gönlüne ebediyen vatan olarak intikal ediyor.
Toplumlar bazı kabullerin eseridir. O kabullerden kopuÅŸ toplumda çürümeye ve çözülmeye sebep olur. Onun içindir ki bu kabuller ve deÄŸerler kıskançlıkla korunmalıdır. Bu hassasiyeti gösteremeyen milletler tarihin çöplüÄŸüne atılır.
Vatan bir nimettir. Millet baÅŸlı başına bir nimettir. Devlet bir nimettir. Elde iken bunların kadri kıymeti bilinmelidir. Kadir kıymet bilinmez de, turist getireceÄŸiz diye vatanınıza baÅŸka isimler koyarsanız -Allah korusun- bir gün vatanınızı elinizden çekip alabilirler. Ä°ÅŸte o zaman vatansız kalırsınız. Milletinizi sevmezseniz milletsiz kalırsınız. Yıkmaya kalkarsanız bir gün devletsiz kalırsınız.
Vatansız kalmış, milletini kaybetmiÅŸ, devletini yitirmiÅŸ nice insan görmüyor muyuz her gün aramızda? Bütün bunlar yakılacak, yıkılacak, bir kenara atılacak ÅŸeyler deÄŸildir. Bize düÅŸen, noksanlarını tamamlamak, aksayan yanlarını düzeltmek… En mühimmi de birbirimizi sevmektir.
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.