ÜSLÛB VE METODUMUZ NÄ°ÇÄ°N VE NASIL OMALI? Ä°smail AYDIN Bazı deÄŸerli okurlarım, günlük hadiseleri yorumlamam hususunda adeta baskı yapıyorlar. Bununla neyi kastettiklerini anladığımı düÅŸünüyorum. Ä°yi de, günlük hadiseleri niçin, nasıl, neye göre, hangi ölçüye göre yorumlayacağız? Zaman zaman bahsettiÄŸimiz gibi elimizde saÄŸlam ölçü mü kalmış? At izi it izine karışmış vaziyette. Ortalık toz duman. Öyle bir hâl almış ki olaylar, bakıyorsunuz “atın önüne et, itin önüne ot” atılmış. Ölçü bu ise, bu saÄŸlam bir ölçü deÄŸil. Bununla neyi nasıl ölçüp biçeceÄŸiz?
Önceki hafta, bir yakınımızın evlenen kızının düÄŸününe katılmak üzere NevÅŸehir’de idik. Ana-baba bir iki kardeÅŸ de orada idiler. Bu iki kardeÅŸ, tuttukları parti ve liderini desteklerken liderlerinin aÄŸzıyla birbirlerine karşı öyle savunma yapıyorlardı ki, dışarıdan bakanlar, iki kardeÅŸin parti yüzünden birbirini incitip kıracağından endiÅŸe ediyorlardı. Bizim de endiÅŸemiz budur. DeÄŸil iki kardeÅŸin kırılması, siyasi mücadeledeki ağır üslup sebebiyle yetmiÅŸ yedi milyonun incinmesinden endiÅŸe duyarız. Åžu hususu peÅŸinen arz etmek istiyorum. Ä°deolojik bakımdan insanlar bizi bir partiye ve liderine daha yakın, bir baÅŸka partiye ve liderine de daha uzak bulabilirler. Bu arada, yazılarımızı inceleyen deÄŸerli bir okurumuzun, anlatmaya çalıştıklarımı iki “S” ile sevgi ve saygı olarak özetlediÄŸini söylediÄŸini, deÄŸerli okurumdan bunu üç “S”ye çıkarmasını istediÄŸimi; ertesi gün okurumun gelerek “S”leri üçe çıkardığını, yani, yazılarımı “sevgi, saygı ve sabır” olarak özetlediÄŸini bizzat okurumdan duyduÄŸumda çok memnun olduÄŸumu arz etmek isterim. Öyle bir zaman diliminden geçiyoruz ki, o hassasiyet sebebiyle, bizi yakın gibi gördükleri parti için iyi demem, uzak buldukları parti için de kötü demem. Çünkü partiler ve liderler, tıpkı öncekiler gibi bugün varlar yarın yoklar. Ama bu aziz millet, Allah’ın izniyle ve O’nun ölçülerine göre hareket eden adaletli kimselerin gayretleriyle kıyamete kadar var olacaktır. O halde yapılacak olan nedir? Yapılacak olan, bu aziz milletin geleceÄŸe saÄŸlam bir ÅŸekilde yürüyebilmesi için elden geldiÄŸi kadarıyla bünyeyi her geçen gün daha da saÄŸlamlaÅŸtırmaya çalışmaktır. Kahpece yapılan saldırılara karşı onu kahramanca savunmaya çalışmaktır. Bunun da yolu elbette ki sabır, sevgi ve saygıdan geçer. Kötü niyetliler hariç hiç kimseyi incitmemekten, kırıp dökmemekten geçer. Herkesi sevgi ile kucaklamaktan geçer. O sebeple “birbirimizi sevmeye ihtiyacımız var” diyoruz. Onun için barışa, kardeÅŸliÄŸe ihtiyacımız var diyoruz. Sevgi yolumuzu aydınlatan kandil olduÄŸu sürece aÅŸkı mutlaka buluruz. Sevgi eninde sonunda aÅŸkı bulduracaktır, bundan asla ÅŸüphe etmiyoruz. Partilerin bir kısmına iyi, bir kısmına da kötü dediÄŸimizi düÅŸünelim. Peki, o takdirde, o partilerden birine gönül vermiÅŸ olanlar, bu ÅŸekilde ki deÄŸerlendirmemizi nasıl karşılarlar acaba? Sizin iyi dediÄŸinize karşı taraf kötü, kötü dediÄŸinize de iyi diyor. Kaldı ki, çok defa görüldüÄŸü gibi bugün iyi dedikleriniz yarın kötü, kötü dedikleriniz de iyi olabiliyor. Hangisi hakkında ne söylerseniz söyleyin, söylediklerinizin karşı tarafta bir aksi sedası oluyor. Böyle yaptığınız takdirde adeta vicdanlarına, hissiyatlarına basmış oluyorsunuz. Bu da, size karşı kulakların tıkanmasına ve size karşı cephe alınmasına sebep olabiliyor. Kulak tıkanması ve cephe oluÅŸturulması ise ne üslûbumuza yakışır, ne de metodumuz olabilir. Kabul etmeliyiz ki hiç kimse yaptığını yanlış diye yapmıyor, kötü diye, çirkin diye yapmıyor. Herkes yaptığını beÄŸenerek, doÄŸru bularak, güzel kabul ederek yapıyor. O kabullerle gidiyor sevdiklerinin ardından. Ve sevdiklerini savunmak için heyecana kaptırıyor kendini. Ä°ÅŸin içine heyecan karışınca da ortada ölçü-mölçü kalmıyor. Yanlışa doÄŸru, doÄŸruya da yanlış deniyor, sıklıkla görüldüÄŸü gibi. Sözü toparlamaya çalışalım. Ama herkes bilmeli ki, eylemlerimizden sorumluyuz. Eylemlerimizi neye göre gerçekleÅŸtirdiÄŸimizden sorumluyuz. Yapıp ettiklerimiz süse, zevke, kendi deÄŸer yargılarımıza göre hoÅŸumuza giden eylemler mi olacak, yoksa yüce Allah’ın hoÅŸnutluÄŸunu ve aziz milletimizin menfaatlerini gözeterek gerçekleÅŸtireceÄŸimiz eylemler mi olacak? Åžunu sormalıyız kendimize: Süslü görüp beÄŸenerek yapmayı adet haline getirdiÄŸimiz eylemlerin bir gün gerçekten süslü mü, süssüz mü, acı mı, tatlı mı, güzel mi, çirkin mi olduÄŸunu anlayacağımız bir gün gelecek mi, gelmeyecek mi? Åžüphesiz o gün gelecek! Peki, “O gün” gelmeden önce ne yapmalıyız? O gün gelmeden, yüce Allah’ın En’âm Sûresi’nde geçen ÅŸu buyruÄŸu hem üslubumuza bir sınır çizmeli hem de metodumuz olmalıdır: “Onların Allah’tan baÅŸka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah’a sövmesinler. Biz, her ümmete yaptıkları iÅŸi böyle süslü gösterdik. Sonunda dönüÅŸleri Rab’larınadır. O, onlara yaptıklarını haber verir.” (En’âm, 6/108) O halde, O’nun ölçülerine göre hareket edelim. Fazla söze ne hacet? Ä°sterseniz söylemeye çalıştıklarımızı bir kere de Yunus’un diliyle ifade edelim: “Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek!” Bugün ortam bunu gerektiriyor. Sevgi ve saygılarımla arz ederim. Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriÅŸ yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |