20-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Medyadan Seçmeler arrow SURÄ°YE GEZÄ°SÄ°NDEN NOTLAR
SURİYE GEZİSİNDEN NOTLAR PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 0
KötüÇok iyi 
Yazar Osman OKTAY/Türk Yurdu   
24-12-2013
SURÄ°YE GEZÄ°SÄ°NDEN NOTLAR

                                                       Osman OKTAY/Türk Yurdu(*)
           Kalktı m’ola Koç Dağı’nın dumanı
           Bitti m’ola çayır ile çimeni
           Gönlüm Åžam’arzular, bir de Yemen’i;
           Ä°kisin bir araya getiremedim.
                                              -KaracaoÄŸlan-
           KaracaoÄŸlan diyar diyar dolaşıp gönlünün güzelini aramış, gâh orada gâh  burada dolaşıp durmuÅŸ. Biz ise, -KaracaoÄŸlan “ikisin bir araya” getiremese de- ecdâdımızın araya baÅŸka devletlerin toprağı girmeden birbirine baÄŸladığı bu iki diyarın Åžam (Suriye) bölümüne gidip güzelliklerin ve hatıraların peÅŸine düÅŸtük.

            Nasıl düÅŸmeyelim ki?..  Ä°stanbul merkezli bir Cihan Ä°mparatorluÄŸu’nun temellerini atan Osman Bey’in dedesi Süleyman Åžah Kayı Boyu’nun önderliÄŸinde o topraklardan Anadolu’ya doÄŸru at sürerken Fırat Nehri’ne düÅŸüp boÄŸulmuÅŸtu ve mezarı orada bulunuyordu. Mezarının bulunduÄŸu yer (Caber) talihin ve tarihin acı bir oyunu sonunda sınırlarımızın dışında kalmasına raÄŸmen hâlâ Türk toprağı sayılıyor, Türk askerleri tarafından bekleniyor ve orada elbette ki ay-yıldızlı Türk bayrağı dalgalanıyordu. Geziye çıkarken atamız Süleyman Åžah’ın mezarını da ziyaret edeceÄŸimiz ümidini taşıyor ve heyecanlanıyordum. Ancak Fırat havzası güzergâhımızın dışında kaldığı için bu mümkün olmadı. Gezi arkadaÅŸlarımıza Süleyman Åžah’tan söz edip Kayı Boyu’nun Anadolu’ya geçiÅŸ maceralarını anlatmakla teselli buldum.

             Kayıların Anadolu’ya geçiÅŸleri 1230 yılında olmuÅŸtu. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın SöÄŸüt ve Domaniç taraflarını vermesiyle bir Uç BeyliÄŸi olarak Bizans sınırına yerleÅŸtiler. Oraya bir “aÅŸiret” olarak gelmiÅŸlerdi. Kısa zamanda “Devlet”, sonra da “Ä°mparatorluk” haline gelmeyi baÅŸardılar.  Babası ve dedeleri hep Batı’ya gitmiÅŸlerken Yavuz Sultan Selim DoÄŸu  ve Güney ile de ilgilenilmesi gerektiÄŸini fark ederek 1516 yılında çıktığı sefer sonunda Suriye, Mısır ve Hicaz bölgelerini fethedip geldi. “Aslan payını aslan olmayanların” aldığı Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar da  oralar Türk toprağı olarak kaldı.

  AraÅŸtırma ve Kültür Vakfı’nın organizesi ile 21 Mart’ı 22 Mart’a baÄŸlayan gece saat 01.30’da, Hatay Cilvegözü sınır Kapısı’ndan, hem millî hem de dinî alanlarda pek çok hatıramızı koynunda taşıyan ve artık “Suriye” olarak anılan topraklara  giriÅŸ yaptık.
 Otobüs ÅŸoförümüzün ilk iÅŸi, ilk gördüÄŸü petrol istasyonuna girmek oldu. Sebebi malûm;   bizde, vergilerden dolayı petrolün astarı yüzünden pahalıya gelirken komÅŸularımızda neredeyse sudan ucuz. Åžunu da hemen belirtmeliyim ki petrol istasyonları burada alışageldiÄŸimiz gibi ÅŸatafatlı deÄŸil. Ä°stasyon binaları gecekondu gibi, pompalar ise adeta Nuhnebî’den kalma! Işıklandırma da olmadığı için depoya dolan petrolün kaç litre olup kaç para  tuttuÄŸunu el feneri yardımıyla tespit edebildiler.

  Saat 04.45’de Hums Vilayeti’nde Büyük Ä°slam Komutanı Halit bin Velid Camii’nde sabah namazını kılıp bu deÄŸerli komutanın türbesini ziyaret ettik. Åžehir içi nüfusu 900 bin olan Hums’da ayrıca, Hz. Ömer’in oÄŸlu Ubeydullah’ın  kabri de bulunuyor. Halid bin Velid Camii’nin hemen yanındaki bu kabri de ziyaret edip yola devam ettik. Yolculuk sırasında rehberimiz, Hums’da  24 fakültesi olan Baas Üniversitesi’nin bulunduÄŸunu söyledi.

  Her iki tarafı ve orta bölümü boydan boya çam aÄŸaçlarıyla bezeli bölünmüÅŸ yolda zevkli bir yolculuk yaparken sol yanımızdan vuran güneÅŸ yolumuzu ve ufkumuzu aydınlatıyordu. Çam aÄŸaçlarının tıpkı ayçiçekleri gibi güneÅŸe doÄŸru -neredeyse 45 derece- eÄŸik olmaları dikkatimizi çekmiÅŸti. Biz gezimiz boyunca hırçın esen rüzgârlara rastlamadık ama aÄŸaçların, doÄŸuya doÄŸru esen rüzgârlardan dolayı böyle yatık olduklarını söylediler.

  Åžam’a yaklaşık bir saat mesafede bulunan bir dinlenme istasyonunda  (Kârâ Köyü) kahvaltı için eÄŸleÅŸtiÄŸimizde yiyeceklerle ilgili olarak nelerle karşılaÅŸacağımız konusunda bir tedirginlik olsa da korktuÄŸumuz başımıza gelmedi. AÅŸağı yukarı aynı kültür dairesinde olduÄŸumuz için kahvaltı malzemeleri de belli idi. Yine de  âÅŸina olmadığımız yiyeceklere el uzatmamaya gayret ettiÄŸimizi söyleyebilirim.

  Kahvaltı’dan sonra bu defa Maulula Köyü’ne uÄŸradık. Burası enteresan bir yer. Dedeleri yıllar önce KırÅŸehir’den Suriye’ye göçüp yerleÅŸen rehberimiz Yusuf Bayram’dan aldığımız bilgiye göre Maulula, dünyada Ârâmice (Hz. Ä°sa’nın dili) konuÅŸan insanların toplu olarak yaÅŸadığı tek yerleÅŸim yeri. Köyde faal bir Kilise ve dolayısıyla rahipleri, rahibeleri ve rahibe adayları var. Onların âyinlerine, derslerine ÅŸahitlik ettik. 

  Åžam’a girip otelimize yerleÅŸmeyi beklerken, programda bir takdim-tehir yaparak yola devam ederek  Busra Åžehri’ne ulaÅŸtık.

 Busra… 
 Peygamber Efendimiz henüz 12 yaşında olduÄŸu sırada Dedesi Abdülmuttalip’le birlikte Åžam’a giden ticaret kervanına eÅŸlik ederken konakladıkları yerde O’nun Peygamber olacağını keÅŸfeden Rahip Bahîra’nın memleketi…

  Kervan giderken üstte bir bulut onlara eÅŸlik ederek kızgın güneÅŸin ateÅŸinden koruyordu. Onlar konaklayınca bulut da durmuÅŸtu. Bu durum Bahîra’nın dikkatini çekti ve ikramda bulunmak için haber göndererek yolcuları kilisesine davet etti. Bahîra gelenlere dikkatle baktı ama aradığını bulamamıştı. “Yanınızda baÅŸka kimse var mı?” diye sorunca, Abdülmuttalip torunu Muhammed’den bahsetti. Bahîra’nın isteÄŸi üzerine O’nu da Kiliseye getirdiler. Ä°ncil’den okuduÄŸuna göre O’nun vücudunda bir alâmet, bir mühür olmalıydı. Sırtını açtırıp baktı… Evet, evet! Bütün alâmetler ortada idi. Abdülmuttalib’e seslendi:
 - Müjdeler olsun Abdülmuttalip! Torunun son Peygamber olacaktır. Sakın O’nu Åžam’a götürme ve hemen Mekke’ye dön. Çünkü, Åžam’da bulunan Yahudiler tıpkı benim tanıdığım gibi O’nu tanıyıp zarar vereceklerdir.

 Geri döndüler…
 Busra tam bir tarih müzesi… Orada Romalılardan kalma hamam, Roma çarşısı, antik tiyatro var. Onlarla da ilgilendikten sonra Ömeriyye Camii’nde öÄŸle namazımızı kılıp yeniden Åžam’a hareket ettik.
     
Otele yerleÅŸip bir iki saat istirahat ettikten sonra ecdat yâdigârı Kapalıçarşı’yı boydan boya geçerek Emeviye Camii’ne gittik. Bu arada hemen ÅŸunu da belirtmeliyim; bazı peÅŸin hükümlülüklerden dolayı otel konusunda kuÅŸkularımız vardı. Son derece lüks, bakımlı bir otelle karşılaşınca sevindik. Yalnız, tuvaletlerde bulunan ve “klozet” diye adlandırılan aletlerde, Türkiyemizde olduÄŸu gibi taharet muslukları yok. Bu tür malzemeleri maalesef Avrupa’dan ithal ediyorlar ve onların kullandıkları gibi kullanıyorlar. Temizlik tuvalet kâğıtları ile ya da duÅŸ aparatlarından faydalanılarak yapılıyor ve dolayısıyla saÄŸlıklı olmuyor. Oysa Müslüman Türk’ün zekası buna çok güzel bir çözüm bularak klozeti Müslüman’ın kullanabileceÄŸi ÅŸekle sokmayı baÅŸarmıştı. Bizim, “bilgi ve görgü arttırmak” gerekçesiyle Batı ülkelerine gidip gezip tozan bürokratlarımız ve Belediye BaÅŸkanlarımız gibi Ä°slam ülkelerinin yetkilileri de galiba bizdeki uygulamaları ve kolaylıkları görmüyorlar!

 AkÅŸam namazının vakti yaklaÅŸtığı için, Kapalıçarşı giriÅŸinde hemen saÄŸda medfun bulunan büyük sahabî Ebû Hureyre’ye ancak selam verebildik ve dönüÅŸte ziyaret etmek dileÄŸi ile camiye yetiÅŸtik.

 Emevî Saltanatı’nın baÅŸyapıtlarından olan ve zamanın bir kilisesinden dönüÅŸtürülen Emeviye Camii gerçekten insanı büyülüyor. Ä°çeri girdiÄŸimizde ezan yeni bitmiÅŸti ve dolayısıyla cemaatle akÅŸam namazını kılmak nasip oldu. Namazdan sonra bir taraftan  rehberimizi dinlerken bir taraftan da resimler çekiyorduk. Cami içinde Hz. Yahya’nın makamı ile O’nun ya da Hz. Hüseyin’in kesik başının medfun bulunduÄŸu bir türbe var. Dinler ve elbette Ä°slam tarihinde böyle “kesik baÅŸ”, “kesik kol” hikâyeleri insanı üzüp düÅŸündürüyor ama  çaresi yok, olan olmuÅŸ. Ä°bret alabilirsek ne âlâ!

 Camiden çıkıyor ve avlunun hemen bitiÅŸiÄŸindeki Selahaddin-i Eyyubi’nin türbesine gidip ruhuna fatihalarımızı gönderiyoruz. Selçukluların Musul Atabeyi Nurettin Zengi’nin bu heybetli komutanı Haçlılara “dur” diyerek Hz. Ömer yâdigârı Kudüs’ü yeniden Ä°slam topraklarına katmıştı. Bu arada rehberimiz, yan taraftaki inÅŸaat malzemelerinin arasından üç anıt mezar gösterdi, “Bunlar, “Türk hava ÅŸehitleri!” diye. Evet evet, 1914 yılı baÅŸlarında kaybettiÄŸimiz ilk hava ÅŸehitlerimiz Fethi Bey, Sadık Bey ve Nuri Bey o muhteÅŸem Türk komutanı ile yan yana yatıyorlardı. Selahaddin Eyyubi’nin Türk olmadığı söylenebilir. Aslen Yemenli bir Arap aÅŸiretine mensup olan (Ä°slam Ansiklopedisi, T. Diy. Vakfı Yayını) Selahaddin’in ailesi fetihlerden sonra Azerbaycan’a yerleÅŸerek orada Türkmen ve Kürt ailelerle iç içe yaÅŸayıp kültür alışveriÅŸinde bulunmuÅŸtu. Selahaddin iyi yetiÅŸmiÅŸ bir askerdir ve Türk Atabey’i Nurettin Zengi’nin komutanıdır. Kısacası O, bizden biridir. Ä°ÅŸte, adı geçen ilk hava ÅŸehitlerimiz Åžam’da Selahaddin Eyyubi ile yan yana durarak tam da yerlerini bulmuÅŸlardı. Kabirleri ve çevresi restore edildiÄŸi için yanlarına varamasak da 10 -12 metre geriden fatihalarımızı  gönderip güçlükle de olsa resim çekebildik. Ruhları ÅŸadolsun!

      Ziyaret trafiÄŸi o kadar sıkışıktı ki alışveriÅŸ için ayıracak zaman neredeyse yoktu. Emeviye Camii’ne giderken olduÄŸu gibi dönüÅŸte de o alımlı, allı pullu giyeceklerle, kumaÅŸlarla süslü Kapalıçarşıyı boydan boya geçerken bir dondurma yiyecek vakit bulup Hz. Ebû Hureyre’nin makamını ziyaret ettik. Bu arada yatsı ezanı okunmuÅŸtu ve Türbe’nin içinde 10 – 15 kiÅŸinin namaz kılabileceÄŸi bir mekan vardı. O 10 – 15 kiÅŸiden biri olarak yatsı namazını eda etmek nasip oldu. O mütevazı Sahabe’nin mütevazı türbesinde ruhu için fatiha gönderip resim çektikten sonra yol arkadaÅŸlarımızla buluÅŸarak akÅŸam yemeÄŸi için Åžam’ın Lokantalar Bölgesi’nde muazzam bir mekana götürüldük. Ankara’da bile öyle güzel, geniÅŸ, yeÅŸil, havuzlu, fıskiyeli, çocuk bahçesi olan; her ihtiyacın, her imkanın karşılandığı bir yer var mı bilemiyorum.  Oteldeki 2 saatlik istirahati bir kenara bırakırsak neredeyse 36 saattir  yolda ve gezide idik. O güzellikler içinde karnımızı doyurup çayımızı yudumlayınca bütün yorgunluÄŸumuzu unuttuk. Öyle olmasaydı, gece vakti bir de Kasiyon Dağı’na çıkıp Åžam’ı seyretme teklifini kabul eder miydik? Otobüsü dolduran yaklaşık 50 kiÅŸiden hiç itiraz çıkmadı. Ä°yi ki de itiraz olmamış. Bizde “Bakacak” ya da “Seyrantepe” diye isimlendirilen bir seyir yerine vardık ki ancak bu kadar olur! 3,5 - 4 milyon nüfus barındıran (Ankara kadar) bir ÅŸehrin bir uçtan bir uca her yerini gösterebilen bir seyir yeri herhalde her ÅŸehre nasip olmaz. Serin bir havada fotoÄŸraflar, filmler çekildi ve gerçekten gittiÄŸimize deÄŸdi.

  Ertesi gün otelde yapılan kahvaltıdan sonra Åžam gezilerimize devam ettik. Cennetmekân Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Hicaz Tren Yolu’nun bir durak yeri olan muhteÅŸem Åžam Ä°stasyonu’nun önünden geçerken hepimiz heyecanlanmıştık. Bir zamanlar, Hicaz Demiryolu’nun kaderine terkedilmiÅŸ halde duran Medine Ä°stasyonu’nu da görüp kederlenmiÅŸtim. Rehberimiz, Åžam’la Halep arasında trenlerin çalıştığını söyleyince sevindim. Ä°stanbul’la Ankara’nın Halep’e, Åžam’a tren baÄŸlantısı var ve bu Hicaz Demiryolu ile mümkün oluyor. Åžam’dan Medine’ye kadar olan bölüm de devreye sokulsa ve Suud yönetimi bu hattı Mekke’ye kadar uzatıverse ne olur sanki! Ama yapmadılar, yapmıyorlar ve Hacılar çile çekmeye devam ediyorlar. Yazık!...
      Ä°stasyonun önünde Abdülhamit Han’ın kutsal beldelere saldığı lokomotiflerden biri de duruyordu. Program sıkışık olduÄŸu için otobüsün içinden istasyonun resmini çekip ayrıldık
.....
  Oradan ayrılıp; 1554 yılında Kanunî  Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Külliyesi’ne geçtik. Åžam’da, Halep’te her nereye bakarsak bakalım bir Osmanlı hatırası ile karşılaşıyorduk ama burası bambaÅŸka bir yerdi. Külliye’ye dıştan bakınca ihtiÅŸamına kapılıp gururlandık, içine girince hüzünlendik. Son PadiÅŸah Vahdettin ve O’nunla birlikte hanedandan 18 kiÅŸinin kabirleri oradaydı. Ülkesinden uzakta, Ä°talya’da rahmete kavuÅŸan, borçlarına karşılık cenazesi rehin alınan ve sonra Åžam’a getirilip defnedilen Cihan PadiÅŸahı! Ne olursa olsun, insanı üzüyor, incitiyor, burdukça buruyor. Ne çare ki dünyada bunlar da oluyor!

 Melul, mahzun  duygular içinde oradan ayrılıp Sahabe Mezarlığı’na geçtik. Hüzün devam ediyor, görülen manzara yürekleri burkuyordu. Ä°ÅŸte, Ä°slam’ın ve Ä°slam Peygamberi Hz. Muhammed’in ilk müezzini Bilal-i HabeÅŸî’nin makamı! Türbesine deÄŸil de evine, hücresine gelmiÅŸiz gibi ezan okuyup bütün Müslümanları toplamasını bekliyoruz, olmuyor. Bilal henüz az önce vefat etmiÅŸ gibi gözyaşı döken Müslümanlar var. Orası bir ölüler yurdu ki baÅŸtan baÅŸa acılar, kederler yayıp bir o kadar da sevinçler, ümitler yeÅŸertiyor! Ä°ÅŸte, Hz. Ali’nin AÄŸabeyi Cafer-i Tayyar’ın, Hz. Hüseyin’in kızı Ümmükülsüm’ün mezarları ve iÅŸte Ä°slam Peygamberinin mübarek zevcelerinden  Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme’nin türbeleri. Daha yüzlerce, binlerce mübârek insan orada yatıyor. AÄŸlayıp sızlayanlar, karalar baÄŸlayanlar, alınlarına taÅŸlar koyup secdelere kapananlar var.
 
Åžam’da bir de Seyyide Zeynep Camii var ki sormayın! Altın kaplamalı kubbesiyle, kristalleri ve mermerleriyle maddeten paha biçilmez deÄŸerde. Ama içinde ve çevresinde bulunan ziyaretçiler bunları görmüyor, duymuyor, bilmiyorlar. Çünkü; hepsinin yürekleri daÄŸlı, gözleri buÄŸulu. Hz. Ali’nin ciÄŸerpârelerinden biri, Kerbela’da ÅŸehit edilen Hz. Hüseyin’in kardeÅŸi, Zeyneb’in türbesi orada. Bu muhteÅŸem cami de O’nun adına yaptırılmış. Hz. Hüseyin’in ÅŸehit edileceÄŸini rüyasında gören ve yola çıkmaması için aÄŸabeyine yalvaran Hz. Zeynep, O’nun ölümünden sonra evinde, yerinde duramayıp yollara düÅŸüyor. Son durak Åžam. Müslümanlar, her bir diyardan koÅŸup gelerek türbesini ziyaret ediyorlar.

 Åžam ve Busra’da geçen iki günün ardından Halep yollarındayız. Halep, Suriye’nin Türkiye’ye yakın en büyük yerleÅŸim yeri. Åžam kadar nüfusu var ve hem sanayi hem de tarım alanında Suriye’nin can damarı.

 Halep yolunda  ilk durağımız Hama. Orada, Suriye’den gelip bizim topraklarımızda denize dökülen Asi Nehri üzerinde kurulup bir zamanlar ÅŸehre ve tarım alanlarına su veren su dolapları (Dertli Dolaplar) var. Burada Yunus Emre’yi anmamak olur mu?
 “Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiÅŸ Çalap
Derdim vardır inilerim…”

 Artık çalışmayan dolaplar birer tarihî anıt gibi yerli yerlerinde duruyorlar ama kokudan  yanlarına yaklaşılmıyor! Arif Nihat Asya’nın deyiÅŸi ile “Bizden doÄŸup bize dökülmeyen” Fırat’la Dicle güneye doÄŸru akarken tersine, kuzeye doÄŸru aktığı için olsa gerek “Asi” adı verilen nehrin suyu gerilerde kurulan barajda tutulduÄŸu için su yatağında kesif  kokular ve bol sinek üreten durgun sular var. Resimler çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz.

 Yol boyunca dikkatimi çeken en önemli hususlardan biri de, Suriye’de tarıma verilen büyük önemdi. Biz en mümbit arazilerimizi betonla kaplarken ve artık yabancılara satarken Suriye’de zeytincilik baÅŸta olmak üzere hububat üretimi, Antep ya da Åžam fıstığı yetiÅŸtiriciliÄŸi almış başını gidiyor. Yakın bir gelecekte özellikle zeytin ve zeytinyağı üretiminde bizi geçerlerse hiç ÅŸaÅŸmamamız gerekiyor.

 Haleb’e varmadan önce yolumuz Bârid Numan Beldesi’ne de uÄŸradı. Çünkü orada medfun büyük bir zat var: Ömer bin Abdülaziz! O, dini siyasete alet ettikleri için kötü bir iz bırakan Emevî halifelerinden sonra her ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirerek -moda tabiriyle  ezber bozarak-  Müslümanlara adeta yeniden bir Asr-ı Saadet dönemi yaÅŸatmıştı. Onun içindir ki bazı Ä°slam Bilginleri bütün Emevi ve Abbasi halifelerini yok sayarak, “Halifeler beÅŸtir: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer bin Abdülaziz. Ötekiler kıyıda köÅŸede kalan kiÅŸilerdir” (Ä°slam Tarihi. Ä°bnü’l Esîr, Hikmet NeÅŸriyat, 2008) demiÅŸlerdir. O, mütevazı bir hayat yaÅŸamıştı. Ölümünden sonra da bu mütevazı beldedeki mütevazı makamında yatıyor. Medfun bulunduÄŸu camide akÅŸam namazını eda edip mezarı başında fatihalar okuduktan sonra Haleb’e ulaÅŸtık.

 Ha Halep ha Gaziantep. Zaten ikisi “kardeÅŸ ÅŸehir” olmuÅŸlar. Yatsı namazımızı yeni yapılan Rahman Camii’nde eda ettikten sonra  hemen  yakınındaki bir lokantada yine mükellef bir ziyafet sofrasına oturduk. Ufak tefek aksaklıkların dışında organizasyon gerçekten güzeldi ve yemeklerden memnun olmayan yoktu. Bunu, gezi arkadaÅŸlarımızdan biri, vaktiyle ÅŸahit olduÄŸu bir olayla süsledi:
 Malûm, bir zamanlar ilkokullarda “Hal ve GidiÅŸ” isimli bir ders vardı. Dersten ziyade, öÄŸrencinin okuldaki genel durumu ile ilgili olarak verilen bir kanattan oluÅŸan bu dersin notu  hemen herkes için karnelere “Pekiyi” olarak yansırdı. Bize göre yaÅŸlı olan bu yol arkadaşımız, bir tanışlarının torununun derslerini sorunca ÅŸu cevabı almışmış: “Valla, helva yiyiÅŸi pekiyi de, ötekiler ÅŸöyle böyle!”

 “- Onun gibi, dedi yol arkadaşımız; yiyip içmemiz iyi de Ä°nÅŸallah ziyaretlerimizi de lâyıkınca yapıyoruzdur!”

 Yemekten sonra Halep’teki otelimize geçtik. Åžam’dakinin aksine buradaki otel biraz sıkıntılı idi. Bir gecelik misafirlik için pek mesele yapılmadı ve sabah kahvaltısından sonra ziyaretlerimize devam ettik.

 Halep’teki ilk durak, kale önünden ve Kapalı Çarşı yanından geçerek uÄŸradığımız Kerimiye Camii oldu. Burada, taÅŸ üstünde olan ve Peygamber Efendimize izafe edilen bir ayak izi vardı. Tabii, bu ayak izi ile ilgili efsaneler de üretilmiÅŸti. Efsaneler üzerinde fazla durmadık. Yalnız, kıble yönünde yapılan bir özel bölmeye monte edilip cam çerçeve içine alınan  ayak izinin altına ÅŸebeke suyuna baÄŸlı bir musluk takılması ve bu sudan içenlerin çeÅŸitli hastalıklardan ÅŸifaya kavuÅŸtuÄŸunun söylenmesi bizleri üzdü. Hurafe olduÄŸu açık olan bir söylentinin dinimizi hurafelerden arındıracak mekanların başında gelen camide sergilenmesini de doÄŸrusu yadırgadık. Yalnız, benzer bir safsatanın yukarıda anlattığım Maulula Köyü’ndeki kilisede de yaÅŸatılmakta olduÄŸunu belirtmek zorundayım. Orada da, kilisenin içinde kayalardan çıktığı söylenen bir su var. Bu sudan içenler de dertlerine “deva” buluyorlarmış. Onlar iÅŸi daha da “ciddiye almış” olmalılar ki; Kerimiye Camii’nde meraklılar suyu musluktan kendileri doldurup içerlerken Kilise’de rahibenin doldurup verdiÄŸi suyu içmek zorundasınız!

        Kerimiye’den ÅŸimdi artık Akıl Hastanesi Müzesi olarak kullanılan eski bir Bîmaristan’a, oradan da  Zekeriya Camii’ne geçtik. Zekeriya Camii’nde Zekeriya Aleyhisselam’ın organlarının medfun bulunduÄŸu bir türbe ve yine bu türbe içerisinde muhafaza edilen Peygamber Efendimizin Uhud Savaşı’nda kırılan diÅŸi var. Bu ziyaretimizi tamamladıktan sonra yaklaşık 5 saatlik bir serbest zamanımız oldu. Zekeriya Camii, Ä°stanbul’daki Kapalı Çarşı’yı andıran ve yine bir Osmanlı Eseri olan Halep Kapalı Çarşısı ile adeta iç içe idi. Daha doÄŸrusu, Kapalı Çarşı’nın kapılarından birisi doÄŸrudan camiye açılıyordu. Zamanımızı daha çok çarşı ve cami arasında geçirdik.

 GiriÅŸi KaracaoÄŸlan’la yapmıştık, sözü yine O’na bırakalım:
 “Åžâm-ı Åžerif’tir zâtımız,
Yörüktür bizim atımız
Gurbet ilde kıymatımız
Ya bilinir ya bilinmez!”
 Allah ÅŸahit, Suriyelilerden hiçbir ÅŸikâyetimiz olmadı. Üstelik, halktan büyük bir sevgi ve ilgi de gördük; dolayısıyla kıymetimizin bilindiÄŸine inanıyoruz. Ancak, yine KaracaoÄŸlan misali Türkiyemize dönmemiz gerekiyordu:
 “Bitti m’ola Åžam ilinin hurması?
Gitti m’ola ala gözün sürmesi?
Hama’nın, Humus’un telli turnası;
Turna, yârin selam saldı, gel deyi…”
                            
 Halep’ten kardeÅŸ ÅŸehir Gaziantep Bulvarı’nı takip ederek ayrıldık ve Hatay istikametine dönerek üç gün önce çıktığımız Cilvegözü Kapısı’ndan Türkiyemize  giriÅŸ yaptık.
 
(*) TürkYurdu dergisinin Aralık 2008 sayısından alıntılanan bu Yazıda bir - iki pragraf kısaltma vardır...

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 25-12-2013 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111413684 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net