25-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK-6-
KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK-6- PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 24
KötüÇok iyi 
Yazar Halit ÖZDÃœZEN   
12-08-2013
KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK
                           -6-
                                       Halit ÖZDÜZEN ( AraÅŸtırmacı- Yazar)
 “Kim benim bu mescidime girer, hayırlı bir ÅŸey öÄŸrenir ya da öÄŸretirse, o Allah yolunda cihat eden kiÅŸi yerindedir.” Hadis
     Medine’ye geldiÄŸimiz günden beri genellikle akÅŸamları 11-12 civarında yataÄŸa girip, sabahları da saat 03 sıralarında uyanmaktaydık.  O gece de saat 11’de yataÄŸa uzandım.  Uyandığımda saatin 0.45 olduÄŸunu gördüm, uykumu tamamen almıştım.  DiÄŸer günlerin aksine, kendimi oldukça zinde hissediyordum. DuÅŸ alıp giyinmem oldukça kısa sürdü, bir an önce Mescid-i Nebeviye gitmek istiyordum. Çıkarken eÅŸime seslendim, o da geleceÄŸini söyleyerek, kalkıp hazırlandı.

     Mescidin dış avlusuna vardığımızda yeÅŸil kubbe bütün ihtiÅŸamıyla karşımızdaydı. Avludaki elektrik ve ÅŸemsiye direkleri altında insanlar kümeler halinde öbek öbek uyumaktaydı. Yanlarından geçerken bir kısmının çocukları ile beraber yatan aileler olduÄŸunu gördüm. Bazılarının üzerinde ince örtüler, bir kısmı da örtüsüz olarak kıyafetiyle uzanmıştı. Anlaşılan her gece aynı manzara yaÅŸanmaktaydı. Fakat biz  genellikle sabah ezanı sırasında avluya  girdiÄŸimizden, dış avlunun  açık hava oteli olarak da iÅŸlev gördüÄŸünden habersizdik. Daha sonra  aynı manzaraları Mekke’de de görecektik. Ülkedeki yedi yıldızlı otellerin yanında, böyle binlerce yıldız altında uyuyanlarda vardı; onlara göre de daha mutlu ve mesut yaÅŸamaktaydılar…
    Bab-ı Selam kapısına yöneldiÄŸimde saat 1.30’u gösteriyordu. Mescidin içerisi de oldukça sakindi. Dışarıdaki gibi bir köÅŸeye kıvrılmış uyuyan insanlar görmem beni ÅŸaşırtmadı.  Cemaatten bazıları Kur’an okurken, bazıları da ibadetle meÅŸguldü. Hz. Peygamberi bu sakin ortamda ziyaret ettikten sonra mescidi incelemeyi düÅŸünüyordum. Kalabalık zamanlarda birkaç çeyrek saatte aldığım mesafeyi dakikalar içerisinde aldım. Ä°lk mescidin bulunduÄŸu yere vardığımda orasının da oldukça sakin olduÄŸunu gördüm; kapısında nöbetçi askerler de yoktu. Ä°stediÄŸim yerde kimseyi incitmeden istediÄŸim kadar ibadet edebilecektim.
     Ä°badet sonrası Åžebeke-i Resulullah’a yöneldiÄŸimde iÅŸçiler tarafından dış bölümünün temizlenip, silinerek, altın kaplamalı bronzların parlatıldığını gördüm.  Askerler temizlik iÅŸine nezaret ederken, gelen az sayıdaki ziyaretçiye  müdahale de etmiyorlardı. Dualarımı tamamladıktan  sonra, asker ve  iÅŸçilere selam verince oldukça memnun oldular. Askerler gecenin o saatinde konuÅŸacak insan arıyorlardı. Derken aramızda küçük bir diyalog baÅŸladı. O gündüz hizmet veren sert mizaçlı insanlar gitmiÅŸ, yerlerine gayet sevecen mülayim nöbetçiler gelmiÅŸti. Anlaşılan cemaat fazlaşıp, insanlar kardeÅŸlerinin hakkını çiÄŸnemeye baÅŸlayınca, onlar da sertleÅŸiyorlardı.
     Ä°çerisinde bulunduÄŸum bölüm, Selam, Rahme, Baki, Cibril ve  Nisa Kapılarıyla çevrelenmiÅŸti. Hz. Resulullah zamanında yapılıp, O’nun saÄŸlığında geniÅŸletilen  eski mescit ( Ravza-ı Mutahhara/Cennet Bahçesi) bölümü idi. Alan yine Hz. Peygamberin evinin bulunduÄŸu (ÅŸimdiki Hz. Nebi, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in kabirleri) yerleri kapsamaktaydı. Yeniden geldiÄŸim tarafa yönelerek, mescidin içerisini izlemeye koyulduÄŸumda cemaat bir miktar artmıştı. Ä°nsanlar daha da yoÄŸunlaÅŸmadan hızlı bir ÅŸekilde öncelikli olarak  Hz. Resulullah (S.A.V)’ın minberi ile kabri ÅŸerifinin bulunduÄŸu mekanı   inceleyecektim.
     Ravza-i Mutahhara
    Ravza’nın içerisinde doÄŸudan batıya 4 ,kuzeyden güneye 3 sıralı olmak üzere 12 sütun bulunmaktaydı. O kısmın mescidin diÄŸer bölümden ayırt edilebilmesi için, sütunlarının bazı bölümleri açık yeÅŸil renkteki motiflerle kaplıydı. Tabana döÅŸeli halılarda da yeÅŸil rengin tonları hâkimdi. Bu nedenle rehber hocalar o bölümü tarif ederken,  özellikle “yeÅŸil halıya” vurgu yapıyorlardı. 
     Hz. Peygamber ( S.A.V.)’in,  “Minberimle evimin (kabrimin) arası Cennet Bahçelerinden bir bahçedir.” diye buyurduÄŸu için bu mekân özellik kazanmıştı. Gerek Hz.  Resulullah’ın Kabri Åžerifine yakın oluÅŸu, gerekse de Müslümanların duyduÄŸu huÅŸunun  çevreye yansıttığı huzur nedeniyle,  duygu saÄŸanaklarının  yoÄŸun yaÅŸandığı bir mekandı. Bunun  yanında içinin tezyinatı büyük mescidin genel düzenlemesiyle uyumlu, sade  fakat  oldukça göz alıcıydı. Bu konum özenle seçilmiÅŸ tavan  ve sütun süslemeleri ile hat sanatının eÅŸsiz örneklerinin sergilenmesinden kaynaklanıyordu. Sanki bir dantele iÅŸlenir gibi, her noktası Osmanlı süsleme sanatının örnekleri ile bezenmiÅŸti. Altın varaklarla kufi ve celi sülüs yazısı ile nakÅŸedilen Ayet ve Hadisler, Ravza-i Mutahhara’nın kutsiyetiyle bütünleÅŸmiÅŸti.
     Ravzanın güney bölümünün tam ortasında beyaz üzerine yer yer siyah mermerle motifler oluÅŸturulmuÅŸ, görkemli bir mihrap yer almaktaydı. Mihrabın solunda celi sülüs yazısıyla bir önceki paragrafta zikri geçen hadis yazılmıştı. Mihrabın saÄŸ  üst köÅŸesinde  Allah (C.C.), sol tarafında da Muhammed (S.A.V.)  yazılıydı. Mihrabın daha alttaki bölümlerinde irili ufaklı pek çok dikdörtgen ve daire levha ve levhacıklar çerçevelediÄŸi kenar süsleriyle beraber bütünlük oluÅŸturuyordu. Bu haliyle mihrap, seyrine  doyum olmayan  nadide bir sanat eserini andırmaktaydı.
     Mescidin güneybatı  köÅŸesinde mihrap kadar görkemli, oymalı  oldukça alımlı bir  minber yer almaktaydı;  onda da oyma iÅŸçiliÄŸi ve süsleme sanatının önemli örnekleri sergilenmiÅŸti. Kapısının en üstündeki tacının ortasında yeÅŸil zemin üzerine yazılmış “ La Ä°lahe Ä°llallah Muhammed’ün Resulullah” levhası, minberin görüntüsüne ayrı bir azamet katmaktaydı.  Ön ve yanlarına iÅŸlenen ayet ,hadis ve motifler  görselliÄŸini daha da  latifleÅŸtirmiÅŸti.
     Ahmet Bin Hanbel’in Müsnet isimli kitabında  naklettiÄŸi bir hadiste Hz. Resulullah’ın ” Benim minberimin ayaklarının dayandığı yer Cennettendir” buyurduÄŸu rivayet edilmiÅŸtir. Elimi uzatıp mihraba dokunmak istedim, fakat temsil ettiÄŸi mübarek insanın  kutsiyetini düÅŸünerek, dokunmaya  cesaret edemeyip, sadece gözlerimle sevmekle yetindim…
      Minberin arka kısmının dayandığı duvar boydan boya içerisinde Kuran’ı Kerimler bulunan raflarla kaplıydı. Yerden takriben 1,5 metre yüksekliÄŸindeki kitap raflarının üzerinde bir orta boy dikdörtgen levha, onun yanında daire bir levha,  tekrar dikdörtgen ve yeniden daire olmak üzere duvarda boydan boya  sanki kenar süsü oluÅŸturmaktaydı. Onun üzerinde yine boydan boya duvarı süsleyen bir Ayet-i Celilenin yazıldığı kenarları süslü bir baÅŸka kuÅŸak vardı.  Biraz üstte  yine bir Surenin yazılı olduÄŸu  biraz  geniÅŸ, kırmızı bir kuÅŸak yer almaktaydı. Onun üzerinde ise  baÅŸka bir surenin yazıldığı yeÅŸil kuÅŸak, duvarın en üstünde ise mavi desenli çiniler göze çarpıyordu. Ravza duvar süslemeleri ve kuÅŸak yazılarıyla bir sanat yapıtı galerisini  andırmaktaydı. Sadece seyretmek bile insanda doyumsuz bedii zevkler uyandırıyordu...
   Tavandaki ÅŸimdiye kadar bir yerlerde örneÄŸini göremediÄŸim nadide güzellikteki süslemeler, kubbelere daha da derinlik kazandırmıştı.  Süslemelerinin hemen altında tavanı boydan boya kuÅŸatan Kur’an’ı Kerim’den sureler, hat sanatının eÅŸsiz örnekleri olarak yer almıştı. Direkle tavan yazısı arasındaki mavi çiniler tavan süslemesi ile ayetleri çevreleyen nadide panolar gibiydi.  Direk baÅŸlıklarının üzerinde daire ÅŸeklindeki çevresi pembe gül ve  yeÅŸil yaprak motifleri ile süslenmiÅŸ  Yüce Rabbimiz (C.C.)’in isminin yazılı olduÄŸu levhalarda, bir baÅŸka sanat  ÅŸaheseri sergileniyordu...
     Ravzanın doÄŸu cephesi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Hücre-i Saadetinin duvarıydı.  Duvar dört revak ÅŸeklinde sutunla bütünleÅŸmekteydi. Duvar boydan boya üzeri altın sim iÅŸlemelerle desenlenmiÅŸ koyu yeÅŸil bir perdeyle kaplanmıştı. Perdenin hemen üzerinde revakların arasını süsleyen, yeÅŸil zemin üzerine hat sanatı ile yazılmış levhalar yer almaktaydı. Onları üzerinde de pirinç veya altın kaplama tavana kadar yükselen ince iÅŸçilikli altın kaplama sarı metal  süslemeler, duvarın görüntüsüne ayrı bir güzellik katmaktaydı.
      Ben Ravzay-ı Mutahharada bu incelemeleri yaparken ilk ezan okunmuÅŸ, mescitte dolmuÅŸtu. BulunduÄŸumuz bölümdeki nöbetçilerde artık içeriye kimseyi almıyorlardı. Ä°çeride olduÄŸum için ÅŸanslıydım, yine de zar zor mihraba yakın bir ibadet yeri edinebildim.  Ä°nsanlar ibadetle meÅŸgul olurken, benim saÄŸa sola bakınarak inceleme yapmamı yadırgıyorlardı. Ancak nasıl Kabe’yi seyretmek ibadetse, bana göre Hücre-i Saadeti ve Ravzayı Mutahharayı seyretmek de, “ziyaret olarak” ibadetti. Fakat bulunduÄŸum yerden çıkarılma riskim bulunduÄŸundan ibadetle meÅŸgul olarak, ancak aralarda izleyerek not almıştım.  Minberin karşısına gelen kuzey ve doÄŸu duvarının birleÅŸtiÄŸi köÅŸede dört sütun arasına yapılmış olan müezzin mahfilini bu nedenle ancak uzaktan görebildim. Yerden hayli yüksekti sanırım o da mihrap gibi mermerden yapılmış; çevresi de oymalı mermer süslemelerle çevrelenmiÅŸti.
    Derken ezan okunarak cemaat namaza kalktı. Namaz sonrası da baÅŸka kardeÅŸlerimin hakkını gasp etmemek için  Ravzadan ayrılmak zorunda kaldım. Koridora çıktığımda insan seliyle  karşı karşıya kaldım. Hücreyi Saadetin önünden selamlayarak geçip,  Bab-ı Baki çıkış kapısına  vardığımda saunadan çıkmış gibi terlemiÅŸtim. Yüzümü yalayan sabah rüzgarı Cennet’ül Baki Mezarlığı yönünden esmekteydi. Rüzgar mezarlıktaki müminlerden aldığı selamı Hz. Peygambere taşımaktaydı, ben de onlara selam gönderdim.
      Ravzayı Mutahhara’daki sanat eserlerinin bir bölümünün  daha önce  Kuba ve Kıbleteyn Mescitlerinde yapıtlarını seyrettiÄŸim hattat Hasan Çelebi’ye ait olduÄŸunu biliyordum. Fakat o sanattan fazla anlamadığım için hangi eserlerin ona ait olduÄŸunu tespit edemedim, bu nedenle üstadın affına sığınırım.  Çelebi’nin üç mescitteki yaptığı çalışma, yayımlanacak bir prestij albümüne dönüÅŸtürülse iyi olur. Eserin yayın görevi de Diyanet Vakfı üzerine düÅŸmektedir.
     Mescidin dış avlusuna çıktığımda toplanma yerinde grup arkadaÅŸlarım yavaÅŸ yavaÅŸ kümelenmeye baÅŸlamıştı. Toplanma iÅŸi bitince, hocalarımız Kur’an tilaveti ve arkasından salavata geçtiklerinde başımıza yine görevliler dikildi, aynı sıkıcı diyalog  o sabah da sürmeye baÅŸladı. Artık onların konuÅŸmalarından rahatsız da olmuyorduk, gerçeÄŸi söylemek gerekirse onlar da bizi zorlamıyorlardı.  Görev bittiÄŸinde Halit hoca elinde bir liste ile yanıma geldi. “Yarın Uhud’a özel bir tur düzenleyeceÄŸiz” diyerek katılııp katılamayacağımızı sordu? Ben, “Aslında bu gün eÅŸimle özel olarak gitmeyi düÅŸünüyordum, fakat kafile ile olursa daha iyi olur” diyerek sözleÅŸtik.
        UHUD YOLLARINDA
        Ertesi gün sabah namazından sonra aynı mekânda yapılan toplu selamlamadan sonra ana caddeye çıkarak, minibüsler ayarlandıktan sonra Uhud’a doÄŸru yola koyulduk. BeÅŸ veya altı kilometre sonra Uhud’a varmıştık. Ä°lk ziyaret edeceÄŸimiz yer Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yaralandıktan sonra tedavi gördüÄŸü maÄŸaraydı. MaÄŸaranın bulunduÄŸu daÄŸ blokunun önüne geldiÄŸimizde oldukça sarp ve dik olduÄŸunu fark ettim. Dağın yüksekliÄŸi 500-600 metre, maÄŸaranın bulunduÄŸu yer ise yaklaşık yerden 400 metre yükseklikteydi. Semtin evleri (gecekondular ) dağın eteklerine kadar yanaÅŸmış, daÄŸla evler arasında daracık bir koridor kalmıştı. Bismillah diyerek tırmanmaya baÅŸladık. DaÄŸ oldukça dik ve yokuÅŸ olduÄŸu için tırmanış o derece zordu. Tırmandıkça arkamıza baktığımızda dağın önündeki vadi daha net görünmeye baÅŸladı. MaÄŸaranın önüne yaklaÅŸtığımızda ön kısmı betonla kapatılmıştı. Tarihi mekânları yok etmekle ün kazanan Suudi yönetimi nihayet buraya da el atmıştı.
     Ä°slam tarihinde Resulullah (S.A.V) Efendimizin yararlandığı üç maÄŸara bulunmaktadır. Birincisi ilk vahyin indiÄŸi Cebel-i Nur dağında, ikincisi Hicret sırasında Hz. Ebubekir’le beraber üç gün sığındığı yer, üçüncüsü de ÅŸimdi karşısında bulunduÄŸumuz Uhud Savaşında öne çıkan Uhud MaÄŸarası. DaÄŸ, genellikle blok ÅŸeklinde oldukça sert kayalardan oluÅŸan pembeleÅŸmeye yüz tutmuÅŸ mermerimsi bir yapıya sahipti. Anlaşıldığı kadarıyla aradan bir bölüm koparak,  o maÄŸara meydana gelmiÅŸti. Aradan diyorum, çünkü maÄŸaranın üzerini kapatan kitlede  büyük bir blok ÅŸeklindeydi. AÅŸağıdan seyrettiÄŸimizde o kitlenin üzerinde birkaç yabani daÄŸ keçisi geziniyordu. Oraya nasıl tırmandıkları  ve dağın zirvesinde nasıl bir yaÅŸam ortamı bulduklarını ancak zoologlar  ve yabani  yaÅŸam uzmanları cevaplayabilirdi.
     Daha sonra çevredeki daÄŸları yüzeysel olarak incelediÄŸimde genellikle püskürtme ve lav bloklarından meydana geldiklerini gözledimse de içlerinde maÄŸaraya rastlamadım. Kanımca o maÄŸara Uhud Dağı ve çevresinde oluÅŸmuÅŸ tek maÄŸaraydı. Hayrete düÅŸüp  “Fesüphanallah” dedim. Rebbü’l Alemin koca daÄŸ blokunu yaratırken onun içerisinde bir de maÄŸara yaratmış,  onunla da Nebiy-i ZiÅŸanı ve Ä°slamı kurtarmıştı. Uhud olayından önce o maÄŸaranın- yaban yaÅŸamı hariç- kullanıldığını sanmıyorum. Ondan sonra da herhangi bir amaç için kullanıldığı bilinmiyor !.. Yüce Allah (C.C) Habibini barındırıp,  tedavisini saÄŸlamak ve Ä°slam’ın ortadan kalkmasını önlemek için sanki bu maÄŸarayı özel olarak yaratmıştı. Mekân hakkında söylediklerimin daha iyi anlaşılabilmesi için, çoÄŸumuzun bildiÄŸi Uhud savaşını bir kere daha hatırlamakta yarar var.
     Uhud Savaşı
      Bir yıl önceki Bedir yenilgisi Mekkeli müÅŸriklerin çok zoruna gitmiÅŸti. Bedir’de Müslümanların elinden son anda kurtulan ticaret kervanının malları satılarak, elli bin dinarlık gelir elde edilmiÅŸti. Hezimetin intikamını almak için çok geçmeden savaÅŸ hazırlıklarına baÅŸladılar. Mekke civarındaki kabileleri de Müslümanlara karşı savaÅŸmak için çeÅŸitli vaatlerle ikna edilip, kısa bir sürede içerisinde 3000 asker , yüzlerce deve ve  at bulunan o günün ÅŸartlarında oldukça büyük bir ordu kurdular.
      Müslümanları kılıçtan geçirip, Medine’yi almak için özel planlar yapılmıştı. Ordunun komutanlığını Bedir’deki kervan reisliÄŸini yapan Ebu Süfyan üstlendi. O, Mekke müÅŸriklerinin en zenginlerinden olduÄŸu gibi, en zeki ve kurnazlarından da biriydi. SavaÅŸa katılanlar arasında eÅŸi Hint’de vardı; Bedir’de Hz. Hamza (r.a) tarafından babası ve kardeÅŸi öldürüldüÄŸü için intikam ateÅŸiyle yanıp tutuÅŸmaktaydı. Kendisine Afrikalı siyahi köleyi, Hz. Hamza’yı özel olarak takip ederek öldürmesi için kiralamıştı. Ä°ntikam hırsıyla yanan sadece Hint deÄŸildi. Bedir’de öldürülen müÅŸriklerin akrabaları ve yenilen askerlerde aynı duyguları taşımaktaydı.
     MüÅŸrik ordusu komutanı Ebu Süfyan, bir yandan Mekke’de hazırlıklar yaparken, bir yandan da Medine’nin yerlileri Ensara haber göndererek Hz. Peygamber ve Muhacirleri dışlamalarını istiyordu. Gelen elçiler Evs ve Hazreç kabilelerinin ileri gelenleri ile ayrı ayrı görüÅŸerek tekliflerini ilettiler, “Bizim davamız sizinle deÄŸil! Siz bizimle akrabalarımız arasından çıkın! Bizi onlarla baÅŸ baÅŸa bırakın! Böyle yaparsanız sizinle çarpışmayacak,  ÅŸehrinizi iÅŸgal etmeden geriye dönüp gideceÄŸiz,aksi taktirde sizleri de düÅŸman olarak kabul edeceÄŸiz” dediler . Medineli Müslümanların bu teklife cevapları oldukça sert ve kesin oldu, “ “Canımız ve kanımız pahasına Hz. Muhammed (S.A.V)’i ve Mekkeli Müslümanları sonuna kadar savunacağız; ölürsek onlarla beraber ÅŸehit olacağız” dediler. Böylece Medineli Ensar Bedir’den sonraki ikinci sınavı da kazanmış oldu. Allah (C.C) onlardan razı olsun. 
    Mekkeli müÅŸrikler gelerek Uhud Dağının karşısındaki düzlüÄŸe ordugâh kurdular. Daha önceden hareketi öÄŸrenen Hz. Peygamber Ashabını toplayarak bir savaÅŸ meclisi oluÅŸturdu. Yapılan görüÅŸmelerde Medine’de kalınarak sokak savaşı verilmesi düÅŸüncesi ağırlık kazandı. Fakat bunu duyan gençler devreye girerek,  dışarıda savaÅŸmanın daha mertçe olacağını savundular. SavaÅŸ meclisindeki bir kısım ileri gelenler gençlerin düÅŸüncesine meyletti.  Bu konudaki en büyük etken daha önce inen ayetlerde, “Bedir ÅŸehit ve gazilerine  yapılan övgülerin” verdiÄŸi coÅŸkuydu.  Sonunda Hz. Hamza'da gençlerin yanında yer alınca, Hz. Resul-ü ZiÅŸan da kararını o yönde vererek evine giderek zırhını kuÅŸandı. Hz. Resulullahı zırh içerisinde gören bazı yaÅŸlı Sahabiler karar deÄŸiÅŸtirip, Medine’de kalarak savaÅŸmayı önerdiler. Fakat Yüce Nebinin onlara verdiÄŸi cevap oldukça kesindi:“Bir peygamberin, zırhını giydikten sonra, düÅŸmanla çarpışmadan ve Allah (C.C), onunla düÅŸmanları arasında hükmünü vermeden, zırhını sırtından çıkarması yakışmaz! Ben size ne emredersem, onu yapmaya bakın! Haydi, Allah’ın (C.C) adını anarak gidin!”
       Medine’de ordu hazırlanırken, ÅŸehrin de bazı noktaları engellerle tahkim edildi. Sonunda hazırlıklar bitince, askerler bir gece yürüyüÅŸüyle Uhud’a intikal etti. Sayısal üstünlüÄŸüne inanan düÅŸman güçleri gözetleme tedbiri dahi almamışlardı. Hz. Peygamber (S.A.V) dâhiyane bir planla Ayneyn (bugünkü Okçular)  Tepesine okçuları yerleÅŸtirdi.  Ordugâhın sırtını da Uhud dağına vererek önemli iki stratejik konum elde etmiÅŸ oldu.  DüÅŸman bozguna uÄŸrarsa, açık arazide kaçabilecekti. Müslüman askerler ise, ya savaÅŸarak galip gelecekler, ya da düÅŸman tarafından kılıçtan geçirileceklerdi. (Sonraki asırlarda bu savaÅŸ düzeni pek çok Ä°slam  komutana  esin kaynağı olacaktı!) Okçuları yerleÅŸtirirken onlar çok önemli bir tembihte bulundu: “ Savaşın seyri hangi noktaya giderse gitsin, hatta hepimizi katletseler dahi siz yerinizden ayrılmayacaksınız”.
     Kaynaklara güre, üç bin kiÅŸilik düÅŸman kuvvetine karşılık Müslüman askerlerin sayısı bin civarındaydı. DüÅŸmanın gücünü gören bazı münafıkların  kışkırtmasıyla kalbi çürük Müslümanlardan yaklaşık 250-300 kiÅŸi savaÅŸ baÅŸlamadan önce , Medine’yi savunma bahane- siyle  ordugahı terk ederek  gerisin geriye  döndüler! Böylece inanan güçler  düÅŸman karşısında   dörtte bir konumuna düÅŸmüÅŸtü. Buna raÄŸmen Efendimizin verdiÄŸi komutla düÅŸmana saldıran Müslümanlar karşı tarafa kayıp verdirerek, bozguna uÄŸrattılar. Böylece savaÅŸtan kaçan kâfirler pek çok mühimmat ve ağırlıklarını savaÅŸ alanında bırakmak zorunda kaldılar. Okçuların büyük bölümü, düÅŸmanın maÄŸlup olarak savaÅŸtan çekildiÄŸini sanarak ganimet toplamak için yerlerini terk ettiler. Ä°ki yüze yakın atlı askeriyle pusuda bekleyen düÅŸman askerlerin süvari komutanı Halit Bin Velid  “Ayneyn Tepesi”nin ardından dolanıp, geride kalan okçuları ÅŸehit ederek, Ä°slam askerlerini arkadan kuÅŸattı. Bunu gören düÅŸman askerleri, geriye dönerek Müslümanları kıskaca aldılar.
        Sınavın En Çetin Anı
       DüÅŸman askerleri Karargâha saldırarak Hz. Peygamber (S.A.V)’i katledip Müslümanları baÅŸsız bırakmayı hedeflediler. Kısa bir sürede zafer yerini yenilgiye bırakınca, pek çok Müslüman ÅŸehit düÅŸmüÅŸ, bir kısmı da canını kurtarmaya çalışmaktaydı. Fakat bir bölümü ne pahasına olursa olsun düÅŸmana direnmeye devam ediyordu.  Çatışmalar sırasında Hz. Peygamber (S.A.V.) aldığı kılıç darbeleriyle saÄŸ omuzundan yaralanmış, başındaki miÄŸferi parçalanarak halkaları ÅŸakaklarına saplandı. Sapanla atılan taÅŸlarla da alnı ve alt dudağı yarılarak , alt çenesindeki mübarek diÅŸi kırıldı.  Nebiy-i ZiÅŸan sarsılıp yere düÅŸmek üzereyken, darbeyi indiren kâfir, “Muhammed’i öldürdüm” diye bağırdı. Bunu duyan Mekkeliler de “Muhammed öldü, Muhammed öldü “diye bağırmaya baÅŸladılar. Bu konum Müslümanların iyice moralini bozdu. O Yüce Ä°nsan tam düÅŸmek üzere iken yanındaki müminler kucaklayarak düÅŸmesine mani oldular;  yaralayan kâfiri de cehenneme gönderdiler. Bir anlık sendelemeden sonra Hz. Peygamber kendine geldi ve dağı iÅŸaret etti. Hz. Resulullah çevresinde vücutlarını kendine kalkan yapmış bir avuç kahramanla beraber savaÅŸa savaÅŸa Uhud Dağına doÄŸru çekilmeye baÅŸladılar. Bunu gören diÄŸer savaÅŸçı müminler de savaÅŸarak o istikamete çekildiler.
     Hz. Nebiy-i ZiÅŸanla beraber daÄŸa tırmananlar mümkün olduÄŸu kadar en yükseÄŸe çıkarak, düÅŸmanın ÅŸerrinden emin olmak istiyordu. O  yüce insanı terk etmeyenlerin başında Hz. Ali, Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer  vardı. Hele Hz. Ali’nin cengaverliÄŸi, Hz. Nebiy-i ZiÅŸanın dilinden  “ La Feta Ä°lla Ali, La Seyfe Ä°lla Zülfikar/ Ali gibi kahraman, Zülfikar gibi kılıç yoktur.“ övgüsünü kazandıracaktı. Kahramanlar Hz. Peygamber (S.A.V)’i daÄŸdaki maÄŸaraya yerleÅŸtirdikten sonra, kendilerini takip ederek bir kısmı daÄŸa çıkmış düÅŸmana yöneldiler; kılıç ve ok darbesiyle yaralayıp, kovalayarak daÄŸdan indirdiler. Uhut Dağı  ve maÄŸara müslümanlar için o gün doÄŸal  bir kale ve barınak olmuÅŸtu. Bu nedenle Hz. Resulullah’ın “ Uhud bizi sever  biz de Uhud”u  dediÄŸi rivayet edilir.
     Kâfirler Hz. Peygamberi katlettiklerine inanıyorlardı. Onlara göre Bedir’in intikamı alınmıştı, pek çok da ganimet elde etmiÅŸlerdi. Böylece savaÅŸ bitmiÅŸ, Müslümanlar 70 Åžehit vermiÅŸlerdi. Kafirler Hz. Hamza ,Hz. Musap (r.a.) ve diÄŸer  müminlerin cesetlerine olmadık  iÅŸkenceler yaptılar. Ebu Süfyan’ın karısı Hint, Hz. Hamza’nın ciÄŸerini çıkararak yedi… Tarih o güne kadar hiçbir savaÅŸta böyle sahnelere ÅŸahit olmamıştır. Kâfirler emellerine ulaÅŸmış olarak Uhud’u terk ederken, kara haber Medine’ye ulaÅŸtı. Önce büyük bir ÅŸaÅŸkınlık geçiren Müslümanlar, Medine Emiri olarak bulunan Hz. Osman ve Hz. Fatıma’nın teÅŸvikiyle ayaÄŸa kalkıp, kılıç kuÅŸanarak Uhud yolunu tuttular. Gelenler hayli kalabalıktı, içlerinde savaÅŸ öncesi meydanı terk ederek, Medine’ye dönen Müslümanların bir kısmı da vardı. Kaynaklar, Hz. Fatıma ile savaÅŸ meydanına koÅŸan on kahraman mümine hanımın özel çabalarından  övgüyle bahsetmektedir.
    Hz. Fatıma maÄŸaraya Hz. Resulullah (S.A.V.)’ın yanına koÅŸarken diÄŸer hanımlar Müslüman yaralıların tedavileri ile meÅŸgul oldular. Hz. Fatıma üstün çabasıyla Hz. Peygamberin yaralarını daÄŸlayarak, akan kanını durdurup tedaviye geçti. Nebiy-i ZiÅŸan bir yandan tedavi görürken bir yandan da gerek Medine’nin korunması, gerekse de düÅŸmanın takibi konusunda emirler veriyordu. Ä°kinci gün ayaÄŸa kalkıp,  maÄŸaradan çıkarak daÄŸdan aÅŸağı indi. Onca yarayla kısa sürede ayaÄŸa kalkması gerçekten mucizeydi; bu durum Müslümanlara önemli bir moral kaynağı oldu Önce ÅŸehit düÅŸen 73 Sahabenin namazlarını kılarak onları elbiseleri ile beraber savaÅŸ alanına defnettiler. Hz. Hamza ve diÄŸer ÅŸehitlerimizin vefatına oldukça üzülmüÅŸtü, buna raÄŸmen düÅŸmanın takibine O’da katıldı. Medine’ye 15 km mesafede bulunan Mekke yolundaki Zulhuleyfa’ya gelerek karargâh kurup, birkaç gün düÅŸmanın hareketlerini gözletti. Bu davranışıyla düÅŸmana ÅŸu mesajları vermek istiyordu: “ Sizden korkmuyoruz; bizi maÄŸlup edemediniz, ben ölmedim, yaşıyor ve dimdik ayaktayım. Medine’ye saldırmaya kalkarsanız bizi karşınızda bulacaksınız.”DüÅŸmanın Medine’ye saldırmayacağından iyice emin olduktan sonra, bazı gözcüler bırakarak, Medine’ye döndüler.
      Kur’an Diliyle Uhud
     Yüce Allah (C.C.) Kur’an’ın Al-i Ä°mran Suresi 140. ayetinden baÅŸlayarak, 174. ayetine kadar olan bölümde Uhud Savaşı hakkında geniÅŸ açıklamalarda bulunarak, Müslümanların başına gelen felaketin nedenlerini anlatmıştır.  Okuyucuya fikir vermesi bakımından yerimizin elverdiÄŸi ölçüde o ayetlerden  bazılarını almakla yetindik.
   “EÄŸer siz (Uhud'da) yara aldı iseniz, (Bedir’de) o kavim de benzeri bir yara almıştı. Ä°ÅŸte biz, o günleri (bazen galibiyet ve bazen maÄŸlûbiyet ÅŸeklinde) insanlar arasında döndürür dururuz. Bu da, Allah'ın gerçekten iman edenleri ortaya çıkarması ve sizden ÅŸahitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez. (Bir de) Allah'ın, müminleri (seçerek, günahlarından) temizlemesi ve kâfirleri mahvetmesi içindir. Yoksa Allah sizden cihada edenleri (sınayıp) bilmeden, sabredenleri (sınayıp) bilmeden Cennete gideceÄŸinizi mi sandınız Andolsun ki siz ölümle karşılaÅŸmadan görmeden önce, onu ( ÅŸehadeti) arzu ediyordunuz. Ä°ÅŸte onu gördünüz,(fakat) bakakaldınız.” (Al-i Ä°mran 3/140-143)
     “Gerçekten Allah, (size olan yardım) vaadini doÄŸruladı. Hani O'nun izniyle onları kırıp geçiriyordunuz. Fakat sevdiÄŸiniz (zaferi ve bıraktıkları ganimet)’i size gösterdikten sonra, (Peygamberin verdiÄŸi) emir hakkında gevÅŸediniz, (yerlerinizde kalıp kalmamak hususunda) tartıştınız ve (emre) karşı geldiniz: Kiminiz dünyayı (ganimeti) istiyor, kiminiz de (emre baÄŸlı kalarak) ahireti istiyordu. Sonra (Allah), denemek için onlar(a karşı baÅŸarı)dan sizi geri koydu (yenilgiye uÄŸrattı). Bununla beraber sizi (canınızı) bağışladı. Allah müminlere karşı çok lütufkârdır. O vakit Peygamber arkanızdan: çağırdığı halde, siz sürekli (savaÅŸ meydanından) uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bunun üzerine (Allah), ne elinizden giden (zafer)’e, ne de başınıza gelen (musîbet)e üzülmeyesiniz diye size keder üstüne keder verdi. Allah yaptıklarınızdan haberdârdır.” ( Al-i Ä°mran 3/152,153)
        “Sonra bu kederinin arkasından Allah üzerinize öyle bir sekine/güven ve (bunun yol açtığı bir) uyku hâli getirdi ki, o hal içinizden bir kısmını sardı. DiÄŸer bir kısmınızda da canlarının derdine düÅŸmüÅŸ, Allah'a karşı, cahiliye devrindeki gibi haksız bir zanda/düÅŸüncede bulunarak: "Bu iÅŸten bize ne?" diyorlardı.  De ki" Bütün iÅŸ (yetki ve karar) Allah'ındır" Onlar, senin huzurunda açığa vuramadıklarını, içlerinde gizliyorlar ve: "Bu iÅŸ bize kalsa idi, biz burada, öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, devrilip ölecekleri yerleri boylarlardı. Allah'ın gönlünüzdeki (ihlâs ve fitne gibi) ÅŸeyleri denemek ve kalplerinizdekini açığa çıkarmak için (bunları başınıza getirdi). Allah, sinelerde olanı hakkıyla bilendir" ( Al-i Ä°mran 3/154)
  “  Başınıza bir bela gelince (Bedir Gazvesi'nde kâfirlerin başına) iki katını getirdiÄŸimiz halde size bir (kat) musibet gelince "bu nereden geldi?" dediniz. De ki: "O (belâ), kendi tarafınızdan (ve Peygambere itaat etmeyiÅŸinizden)’dır." Allah her ÅŸeye kâdirdir.” ( Al-i Ä°mran 3/165)
    Medine baÅŸtan aÅŸağı yastaydı, tarihinde böyle bir felaket yaÅŸamamıştı ve bir daha da yaÅŸamayacaktı. Yıllar sonra aynı müslümanlar Mekke fethinde intikam peÅŸinde koÅŸup kimsenin canına kıymayacak, düÅŸmanlarına Ä°slam’ın barış ve esenlik mesajını götüreceklerdi. Ä°slamla küfür arasındaki kalın çizgi iÅŸte bu mesajdı. O çizgi nedeniyle Ä°slam, inananlar eliyle bugünlere taşınarak, tüm insanlığı kuÅŸatmaya talip oldu. Çünkü Yüce Allah, (C.C) “ GevÅŸemeyin ,üzülmeyin, eÄŸer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz.” ( Al-i Ä°mran  3/139) diyerek zafer vaat etmiÅŸti.
   Uhud Dağının dik oluÅŸu nedeniyle iniÅŸi çıkışından daha da zordu. Oradan ayrılarak minibüslerle savaÅŸ alanına gelip,  yürüyüÅŸ mesafesindeki Ayneyn/Okçular Tepesine çıktık.   Tepe yaklaşık 300-400 metre yükseklikteydi, Uhud Dağı gibi blok kaya ÅŸeklinde deÄŸil parçalı ve kırık bir yapıya sahipti. Önceleri daha yüksek olduÄŸu halde insanlar ine çıka bir miktar aşınmıştı. Gerçekten de savaÅŸ alanına oldukça hâkim konumdaydı. Dünya malı (ganimet) hırsı okçuların gözünü karartınca tepeyi terk etmiÅŸlerdi.
      Üçüncü durağımız tepenin yanı başındaki ÅŸehitlikti. Hz. Hamza ve diÄŸer Sahabelerin ruhaniyetleriyle dimdik ayaktaydı. Esas ölüler onları ölü sananlardı. Yüce Allah(C.C.)’ın selamı Uhud Åžehitlerinin ve gazilerinin  üzerine olsun…
                                            ALTINCI BÖLÜMÜN SONU

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 18-08-2013 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111648305 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net