KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK -II-
Halit ÖZDÜZEN (AraÅŸtırmacı –Yazar) MEDÄ°NE'DE Ä°LK GÜN Gece uçakta gözlerimi biran bile kırpmamıştım, fakat Medine’deki ilk günümüzün sabahında da oldukça zindeydim. Ancak kahvaltıyı yaptıktan sonra yorgun ve bitkin olduÄŸumu anlayabildim Sabah saat yedi sıralarında duÅŸ alıp yataÄŸa uzandım. Onca yorgunluÄŸa raÄŸmen gözüme bir türlü uyku girmiyordu. Ä°çimden sanki bir ses “Buraya uyumaya mı geldiniz ? ” diyordu. Sabah namazından sonra ziyaret ettiÄŸimiz mescidin, internette gördüÄŸüm Hz. Resulullah zamanında yapıldığı ÅŸekliyle maketi gözlerimin önünde canlandı. O günün ÅŸartlarına göre mütevazi fakat fonksiyonel bir yapıymış. Peygamberimiz (S.A.V.) Medine’ye gelir gelmez baÅŸladığı mescidi 7 ayda bitirmiÅŸti.
Kaynaklara göre, uzunluÄŸu yaklaşık olarak 34 metre, geniÅŸliÄŸi 29 metre, yüksekliÄŸi ise 2,5 metreymiÅŸ. Ä°lk inÅŸasında mescitte direk olmadığı gibi, güney batısında yer alan Ashabı Suffe’nin gölgeliÄŸi dışında gölgelik de yokmuÅŸ. Direkleri hurma aÄŸacı kalaslarından yapılmış, Mihrap kısmının çatısı yapraksız hurma dallarıyla kaplı, diÄŸer bölümler açıkmış. Hz. Resulullah (S.A.V) Mescidin doÄŸusunda iki yanına odalar yaptırır ve odalardan birisini Hz. Hatice annemizden sonra evlendiÄŸi Hz. Sevde’ye, birini de mescit tamamlandıktan sonra evlendiÄŸi Hz. AiÅŸe’ye tahsis eder. Mescidin ilk kıblesi Kudüs’tü, o yöndeki mihrabı üst üste konulmuÅŸ hurma kütüklerinden oluÅŸmaktaydı. Müslümanlar Medine’de yaklaşık bir buçuk yıl boyunca Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar, Kıblenin Beytü’l Haram/ Kabe olduÄŸunu bildiren ayet inince, kıbleyi belirleyen hurma kütükleri mescidin güney duvarının önüne taşındı. Müslümanlar zamanla çoÄŸalınca mescid yetersiz kaldı, bir kısmı namazı dışarıda kılmak zorunda kalıyordu. Sahabeler Hz. Peygambere mescidi geniÅŸletmek için talepte bulundular. Zaten O da durumu görüp çare aramaktaydı. Hicretin 6. yılında Bedir zaferi sonucunda elde edilen ganimetlerden Beytülmal’e düÅŸen hisseden mescit büyütülerek, daha muhkem hale getirildi. Daha sonra Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanında geniÅŸletilen mescid günümüze kadar pek çok yönetici tarafından büyütülüp güzelleÅŸtirilmiÅŸ; bugün avlu, teras, bodrum kat dahil bir milyona yakın Müslüman’ın namaz kılacağı konuma getirilmiÅŸtir. Mescid-i Nebi’nin kapladığı alan yaklaşık 400,000 m2 dir. Yapıda 170 kubbe yanında, elektrikli açılıp kapanan 27 adet kubbe daha bulunmaktadır. 10 tane görkemli minaresi ana yapıyla oldukça uyumludur. Ä°ç bölüm dekorasyonu, tavan süslemeleri ve hat sanatı eserleriyle muhteÅŸem bir görüntü sergilemektedir. Siyasi amaçlar dışında Yüce Allah (CC) rızasını gözeterek hizmet vermiÅŸ olanların makamı cennet olsun. Siyasi amaçla hizmet edenler de zaten bu dünyada karşılığını aldılar…
Bab-ı Nisa’ya DoÄŸru Bu düÅŸünceler içerisinde uyumuÅŸum, uyandığımda saat 10.30’u gösteriyordu. Abdest alıp temiz elbiseler giyerek, otelin klimalı serin havasını terk edip dışarı çıktığımızda yöreye yaz mevsiminin çoktan geldiÄŸini fark etik. Sıcaklık neredeyse Ankara’nın iki katının üzerindeydi. Cep telefonlarımız için otelin kapısı önünde seyyar satıcıdan iki tane mobil hat aldım; satıcı ne adımızı, ne de kimliÄŸimizi sordu. Üstelik hattı telefona takar takmazda açıldı Otelimizin önünden trafiÄŸi pek de yoÄŸun olmayan bir cadde geçmekteydi, karşıya geçerek 5 numaralı avlu kapısından Mescid-i Nebi’nin dış avlusuna girerken, sabahleyin fark etmediÄŸimiz iki tuvalet binası ile karşılaÅŸtık. Her ikisi de aynı numarayı taşımaktaydı. Yakından bakınca birinin kadınlar, diÄŸerinin de erkeklere ait olduÄŸunu anladım. Daha sonra avluda bunlar gibi onlarca ikiz tuvaletin olduÄŸunu gördüm. Temizlikler de mükemmeldi. Tuvaletlerin altında da otomobil garajı bulunmaktaydı; garaj giriÅŸleri avlu dışında özel bölümlerden yapılmaktaymış. Sabahleyin görevliler hep “Bab-ı Nisa ,Bab-ı Nisa” diye Mescidin kuzey doÄŸusunu gösteriyorlardı; o tarafa yöneldiÄŸimizde avlu ÅŸemsiyelerin açılmış olduÄŸunu gördük, altlarından geçerek yeÅŸil kubbenin karşısına gelip, Hz. Resulullah (S.A.V)’ı selamladık. Bu sefer Türkiye’den selam gönderenlerin isimlerini teker teker saymaya baÅŸladım, bir iki eksik dışında hepsini sayabilmiÅŸtim (onları da baÅŸka ziyaretimde saydım). Yine de sonunda “Türkiyeli müminlerin hepsinin selamını getirdim” dedim. Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı .Åžimdilik ortalıkta görevliler yoktu, biz de aşır okuyup selamlamayı rahatlıkla bitirerek, kuzey doÄŸuya yönelerek “Bab-ı Nisa”yı aramaya koyulduk. Gide gide bu kapının Mescidin en kuzey doÄŸusundaki son kapı olduÄŸunu fark ettik. EÅŸimi içeriye uÄŸurlamadan önce buluÅŸma noktamızı belirledik. Birkaç dakika orada kalarak çevreyi tanımaya çalıştım. Bu arada hanımlar grup grup kapıdan içeriye doÄŸru yönelmekteydiler, Afrikalısından,Hintlisine, Malezyalıdan, Pakistanlısına tüm Ä°slam ülkelerinin renkleri ve folk-lorik yapısı hanımların giysilerine yansımıştı. Yüce Allah(C.C.)’tan baÅŸka hiçbir güç gönüllü olarak bu kadar renk armonisini bir araya getirerek, böyle bir beraberliÄŸi ve amaç birliÄŸini saÄŸlayamazdı. Bu kardeÅŸlerimizi teker teker gördüÄŸümüzde bu renk ve zenginlik fazlaca fark edilmiyordu. Sarı, siyah ve beyaz ırkların giysilerine yansıyan kültürleri görülmeye deÄŸer güzellikteydi. Aynı manzarayı daha sonra Kabe’nin teraslarından izlediÄŸim tavaf merasiminde de gözledim; üstelik orada daha da anlamlıydı, kadın ve erkekler omuz omuza beraber aynı kutsala kilitlenmiÅŸti…
Bab-ı Selam Ve Nebinin Huzuru Ä°kindi namazını öncesinde eÅŸimi “Bab-ı Nisa”ya uÄŸurlarken, ben de “Bab-ı Selam”a yöneldim. Bu seferki amacım hem cennet bahçesin görmek hem de orada iki rekat namaz kıldıktan sonra, Resulullah’ı ve iki halifesini yakından selamlamaktı. Mescid oldukça ferah ve iç mimari ve süslemesi oldukça etkiliydi. Oldukça görkemli sütunlarından dört yöne revaklar yükselmekteydi. Bazı bölümlerdeki kitaplıkların raflarında fazlaca Kur’an’ı Kerim bulunmaktaydı. KavÅŸaklardaki boÅŸluklara plastik bidonlarda Zemzemler konulmuÅŸtu. Önümdeki cemaat oldukça yavaÅŸ ilerlemekteydi, yaklaşık 150-200 metrelik mesafeyi yarım saatte alabildim. Hz. Peygamberin dönemindeki mescidinin bulunduÄŸu yeÅŸil halılı bö-lüm (Ravza-ı Mutahara) hınca hınç doluydu. Görevliler izdiham nedeniyle kimseyi o bölüme almıyordu. Kaderime boyun eÄŸip ilerlerken “Elbet bir müsait zaman bulacağım” diye düÅŸündüm. Biraz daha ilerlediÄŸimizde Hz. Peygamberin kabrinin önündeydim, heyecandan tüm bildiÄŸim selamlama sözcüklerini unuttum. Halbuki o noktaya gelinceye kadar pek çok salavat ve hitap nidası ile selamlamıştım; ancak Zat-ı Paki’nin huzuru bir baÅŸkaydı.“Åžefaat” diyecektim heceleri boÄŸazımda düÄŸümlendi ve gözlerimden bu sefer daha da kuvvetli sessiz yaÅŸlar boÅŸandı. Görevliler insanları sürekli çıkış kapısına doÄŸru yönlendiriyordu. Çıkışa doÄŸru bir kaç adım attıktan sonra amacım Nebiyi ZiÅŸan ve iki güzide Ashabının hizasına geçerek ÅŸükür secdesi yapmaktı, fakat görevlilerin müdahale edeceÄŸinden de emindim; ancak her ÅŸeyi göze almıştım. Planladığım noktaya gelince, Kıbleye karşı “Allahu Ekber” diyerek secdeye kapandım. Tahminimde yanılmamışım, görevi gelip hafifçe omzuma dokunarak kalkmamı isterken kapıya doÄŸru bir metre ileride bana yer gösterip, “ Ya ÅŸeyh, hom salli / Ey saygın yaÅŸlı ÅŸurada namaz kıl“ dedi. Kadirden lütfe uÄŸramıştım, o kibar insan halime acıyıp bana ikindi namazını kılmam için Hz. Peygamber (S.A.V) ve güzide ashaplarının çapraz karşısında yer gösteriyordu. Kamet baÅŸladığında baÅŸka ziyaretçiler de yanıma oturdu, orada saf tuttuk. Sabahki görevlilerin avludaki olumsuz davranışları kafamdan silindi. Tümüne orada dua ettim. Namaz bitikten sora bildiÄŸim tüm selamlarla Yüce Resulü selamlayıp huzurundan ayrılırken kendimi dünyanın en ÅŸanslı insanı hissediyordum… YaÅŸadıklarımı üzülmesin diye eÅŸimden saklamayı düÅŸündüm. AkÅŸam yemeÄŸinde buluÅŸtuÄŸumuzda hanımlara da Hz. Resul-u Ekrem’i selamlama izni vermiÅŸler, onlar da paravanların arkasından gelip mihrabına yakın iki rekat namaz kılarak selamlamışlardı. O gün ailece güzellikler yaÅŸamıştık her günümüzün böyle olması için dua ettik. Gece ışıklandırma harikaydı her taraf ışıl ışıldı. Bu ışık armonisi içerisinde Hz. Resulullah’ın simgesi yeÅŸil türbe daha da bir heybetli fakat müÅŸfik bir baba gibi seyrine doyum olmayan güzellikteydi. Bahçede bir köÅŸeye çekilip gecenin ilerleyen saatlerine kadar uzun uzun seyre daldık.
Toplu Selamlama Sabah namazı öncesi erken uyandık, lobiye indiÄŸimizde kafile görevlileri otelin panosuna “Sabah namazı sonrası Peygamber Efendimizin türbesinin karşısında toplanarak, selamlama yapılacağını” yazmışlardı. BuluÅŸma yerimiz belirlenmiÅŸti, eÅŸim kadınlar kapısına yönelirken ben de Bab-ı Selama yöneldim. Neyse ki bu sefer Nebiyi ZiÅŸanın ilk mescidi olarak belirlenerek yeÅŸil halı ve yeÅŸil sütunlarla simgelenen alan, fazlaca kalabalık deÄŸildi. Ä°çeri girdim, amacım mihraba yakın iki rekat nafile namaz kılmaktı. Ancak ne gezer, eline geçiren yerini bir daha bırakmak istemiyordu. Nitekim beklediÄŸim Mihrabın tam önünde namaz kılan zat ikiÅŸerden sekiz rekat namaz kıldığını gözledim. Selam verdiÄŸinde ikaz ettim. Ä°ki rekat daha kılacağını söyledi. Fakat iki bittiÄŸinde dört ve daha da devam etmek istiyordu. Ben ikaz ederken aldırmayan adamı, çevrede sıra bekleyenler imdadıma yetiÅŸip kaldırdılar. Mihrabın önüne yönelip, Rabbimin izniyle iki rekat nafile, iki rekat da kaza namazı kıldım. Ä°nsan bencilliÄŸi maalesef o mekanlarda da yansımıştı, daha sonra Kabe’de “Hacer-i Esved”in önünden ve “Hucr-u Ä°smail”den ayrılmayanların da baÅŸka kardeÅŸlerinin hakkını gasp ettiklerinin farkında deÄŸildi. Ä°nsanın bencilliÄŸi olmasa dünyadaki maddi ve manevi güzellikler hepimize yeterliydi. Fakat ele geçirenlerin sözlüÄŸünde paylaşım diye bir kelime maalesef yoktu; ya da kul hakkının sadece maddi deÄŸerlerle sınırlı olduÄŸunu sanıyorlardı. Konuyu eÅŸimle paylaÅŸtığımda kadınların konumunun daha da iç acısı olduÄŸunu söyledi; itiÅŸ, kakış, aç ve açık gözlülük hat safhadaymış. Sabah namazında ÅŸansımı fazla zorlamadan Resul-u Ekremin türbesine 7-8 metre mesafede, Bab-ı Selam’ın çıkış kapısı (Bab-ı Baki)nın yanında kapıyla son direk arasında kıldım. Neyse ki orası kovalamaca alanının dışındaydı. Bundan sonra namazları orada kılmayı tasarladım. Bazen Namaz bittikten sonra Hz. Peygamberi ve deÄŸerli iki Halifelerini ziyaret imkanı doÄŸabiliyordu. Kafilenin buluÅŸma yerine geldiÄŸimizde, arkadaÅŸlardan bir kısmı oradaydı, bazıları da sonradan katıldı. Bayanlar bir tarafta kümelenirken, diÄŸer yanda erkekler toplanarak, Hücre-i Saadete karşı hilal ÅŸeklinde oturuÅŸ düzeni oluÅŸturduk. Hocalar Kur’an tilaveti ile baÅŸladılar, ardından kısık sesle topluca salâvat okumaya baÅŸladık. Daha duaya geçilmeden görevliler başımıza dikildi, türbeye karşı ibadet yaptığımızı sanarak önce Kıbleyi gösterip oraya dönmemizi, hanımların ayrılarak Bab-ı Nisaya gitmesini istediler, BaÅŸka gruplar yönel-diklerinde biz göreve devam ettik. Birkaç dakika sonra tekrar gelerek, bizim grubun hocasını yanlarına çağırdılar. Hoca onları ikna etmeye çalıştıysa da anlamayıp, ısrarla kalkmamızı istediler. Hoca görevlilerden birkaç dakikalığına izin aldı, zaten bizimde hizmetimiz bitmiÅŸti, kalkıp Fatiha’mızı okuyup ayrıldık. Fakat bu itiÅŸ kakış diÄŸer günlerdeki toplantılarımızda da devam etti. Bir seferinde gelen üç görevliden biri yanımıza yaklaÅŸarak, bizi Türkçe ve biraz da yakarışla ikaz edince, yanına yaklaşıp Türkçeyi nasıl öÄŸrendiÄŸini sordum. Türkmenistanlı Türk olduÄŸunu, ailesiyle Ä°stanbul’a yerleÅŸtiklerini ve kendisinin burada çalıştığını söyledi. Söz anlatacak birini bulduÄŸum için sevinmiÅŸtim gayet sakin ve alçak sesle : “Bizim burada Hz Muhammed (S.A.V) ’e tapınmadığımızı, Kur’an, Salavat ve dualarla Zat-ı Pakiyi selamladığımızı anlatarak, bunun da Ä°slam inancına ve hiçbir mezhebin görüÅŸüne aykırı olmadığını, aramızda Müftü , Ä°mam-hatip, Diyanet Fetva Kurulu Üyesi ve AraÅŸtırmacıların bulunduÄŸunu, kadınların eÅŸ ve kızlarımız olduÄŸunu, onlarla beraber Kur’an dinleyip dua etmemizin dinen sakıncası olmadığını” belirttim. Bize “Mescide 100 metrelik mesafede müdahale ederlerse daha geriye, orada da müdahale ederlerse sona doÄŸru daha da geriye,yine müdahale ederlerse avlunun dışına çıkıp kaldırımda görevimizi yaparız.” dedim. Bunları onlara anlatmasını eÄŸer aksi görüÅŸte iseler, bizim yanımıza amir ve alimlerini getirmelerini söyledim. Türkistanlı kardeÅŸimiz giderek uzun uzun söylediklerimi onlara Arapça anlattı, sonra yanıma gelerek, “ikna olduklarını bundan böyle Türklere müdahale etmeyeceklerini” bildirerek yanımızdan ayrıldılar. Fakat ne gezer o ruhsat 24 saat bile sürmedi, yine bildikleri ezberleri okumaya devam ettiler. BEDÄ°R YOLLARINDA Umre ziyaret programlarında Bedir ÅžehitliÄŸi ziyareti yoktu. Çünkü Bedir Medine’ye yaklaşık 140 km. uzaklıktaydı. Buraya kadar gelmiÅŸken imkan bulursak orayı da ziyaret etmeyi planlamıştım. Grubun ziyaret programları araya girmeden oraya gitmemizin uygun olacağını düÅŸündüm. Otele giderken yoldan çevirdiÄŸim araçlara Bedir’e gidip gidemeyeceklerini sormaya baÅŸladım. Bazıları kabul etmezken, bazıları da 1000 Riyal gibi oldukça yüksek fiyat istiyorlardı. Sonunda bir ÅŸoförle gidiÅŸ- geliÅŸ olmak üzere 200 Riyale anlaÅŸtık. Åžahsın adını, telefon numarasını ve anlaÅŸtığımız rakamı bir kağıda Arap ve Latin rakamları( Araplar, Ä°ngiliz harfleri ve rakamları diyorlar) ile yazdım. BaÅŸka bir kağıda da kendi ismimi ve telefon numaramı yazarak ona verdim. “Hazırlanmasını öÄŸleden sonra kendisini çağıracağımı” söyledim. Ayrıca belki bir ihtiyacı olur diye de bir miktarda kaparo verdim. Saat 15. 00’te Türkçe ve Arapçayı iyi bilen bir otel görevlisi vasıtasıyla kendisini aratınca,”istirahat ettiÄŸini saat ancak 16.00’ da gelebileceÄŸini” söyledi, ne kadar ısrar ettimse de nafile, harekete geçiremedim. BelirttiÄŸi saatte de gelmeyince tekrar arattım, bu sefer de, “fiyatın düÅŸük olduÄŸunu o bedele gidemeyeceÄŸini” bildirdi. Ben, “gelsin konuÅŸalım” dedim, meÄŸer yoldaymış birkaç dakika içinde geldi, önce 400 Riyal istedi, kabul etmeyince ine ine 250 Riyala ( 125 TL) razı oldu. Anlaşılan “ne koparırsam kar” demiÅŸti. EÅŸimle araca binerek, Bedir yollarına doÄŸru yola koyulduk. Åžoför yeterli Ä°ngilizce, ben de yeterli Arapça bilmiyordum, ama yine de anlaşıyorduk. Yolda geçtiÄŸimiz yerler hakkında bize bilgi vererek rehberlik ediyordu. Esasen levhalardaki Arapça yanında Latin harfleriyle yazılar da yardımcı olmaktaydı. Uhud yakınından geçerken ÅŸehitlerimize Fatiha okuduk. O civarda yoldan biraz içerde bir dağın zirvesinde oldukça büyük bir kale tarzı malikane dikkatimizi çekti. O konumuyla tarihteki “HaÅŸhaÅŸinler”in lideri Hasan Sabah’ın “Alamut Kalesi”ni andırıyordu. Tarihi bir mekan olduÄŸunu sanarak ÅŸoförümüze sorduÄŸumda,- anladığım kadarıyla- kral veya prenslerden birinin sarayı olduÄŸunu söyledi. Bu saray tek başına dahi ülke yöneticilerinin sosyo- kültürel konumlarıyla, siyasi ve yönetsel anlayışlarını yansıtması bakımından önemli bir göstergeydi. Fakat bu göstergelerin baÅŸka örneklerini Mekke’de daha belirgin görecektik. Biraz yaklaÅŸmasını fotoÄŸraf veya videoya almak istediÄŸimi söyledim, .”memnu memnu/yasak yasak” diyerek, gaz pedalına yüklendi. Ben ön koltukta oturuyordum, emniyet kemerini takmak istedim, bulamadım, ÅŸoföre sorduÄŸumda aldırma dercesine elini salladı, anlaşılan bu ülkede emniyet kemerinin fazla önemi yoktu (!) Medine’den bir miktar uzaklaÅŸtıktan sonra bir otobana girdik, yol dört ÅŸeritti, ancak ışıklandırma ve diÄŸer alt yapılar oluÅŸturulmamıştı. Åžoförümüz yolun Ürdün Suriye yoluyla Türkiye ulaÅŸtığını söyleyerek. bize yurdumuzu hatırlattı. Yollar ve çevresi Anadoluyla kıyasladığımızda araç trafiÄŸi oldukça seyrek ve çevrede çok az sayıda yerleÅŸim yerleri bulunmaktaydı. Dikkatimi çeken bir baÅŸka konumda petrol istasyonunun olmayışıydı. Petrol yalnızca ÅŸehirlerin çıkışındaki istasyonlarda satılmaktaydı. Benzinin litre fiyatının bizim parayla 13-15 kuruÅŸ olduÄŸu göz önüne alınırsa, bir aracın deposunu 5 TL’ ye doldurmak mümkündü, o nedenle her petrol alan araç deposunu fulleyerek, yeni yerleÅŸim yerine kadar gidebiliyordu. Yolda fabrika ve atölye arası bir yapının önünden geçerken ÅŸoföre, “Burada ne yapıl-dığını” sordum, ÅŸarap yapıldığını söyledi. Åžaşırmıştım teyit ettirmek için tekrarladım başını sallayarak tasdik etti. Her halde ihracat veya turistik bölgelere yönelik imal ediliyor diye düÅŸündüm, ama yine de garipsedim. Suudi Arabistan’ da, hem de Medine vilayetinde ÅŸarap imalatı, acaba bunun izahı neydi? Åžoförümüz yolda baÄŸdaÅŸ kurar gibi sol ayağını altına kıvırıp tek ayakla aracı kullanmaya baÅŸladı. Bir müddet nasıl kullanacağını izledim, araç otomatik vitesli deÄŸildi. Vites deÄŸiÅŸtirmeden uzun müddet aynı vitesle araç kullandığından, baÄŸdaÅŸ kurup oturma pozisyonunun gerçekleÅŸtirerek rahatlamaktaydı. Åžoförün ve yolun güvenli olduÄŸunu görerek, bende Bedir Muharebesini düÅŸünmeye baÅŸladım. Bedir Ya Da Ä°slam’ın Yeniden DiriliÅŸi
Kızıldenize 15 km mesafede bulunan Bedir kasabası , o yıllarda Mekke'den gelip Suri-ye'ye kadar uzanan kervan yolunun üzerinde önemli bir kavÅŸak noktasıydı. Oradan bir yol Medine’ye giderken diÄŸer yol Kudüs ve Åžam’a doÄŸru uzanmaktaydı. Bu konumuyla önemli bir konaklama noktasıydı. Bedir halkı kasabalarına gelen kervanlarına verdikleri hizmetlerle geçimlerini saÄŸlamaktaydılar. Ayrıca her yıl kasabada kurulan panayıra Medine dahil çevre ÅŸehirlerden oldukça yoÄŸun katılım olur, panayırdan kasaba halkı önemli gelir saÄŸlardı. Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç ettiklerinde evlerini,iÅŸyerlerini , bahçelerini hatta herÅŸeylerini orada bırakarak ayrılmışlardı. Arkasından müÅŸrikler mallarının tamamını yaÄŸmaladılar. Müslümanların taşınabilir mallarını Ebu Süfyan baÅŸkanlığında korumalı bir kervan oluÅŸturarak, Åžam’a göndererek sattırdılar. Mallarının Åžam’a gönderildiÄŸini öÄŸrenen Medine’deki muhacirler, Hz. Peygamber ‘e baÅŸvurarak kervanın önünü kesmeyi teklif ettiler. YoÄŸun ısrarları üzerine Hz. Resulullah kabul etti. Büyük bir kazançla Mekke’ye dönmekte olan Ebu Süfyan baskın yapılacağını öÄŸrenerek, Mekke’ye haber gönderdi. Medinelilerin Hz. Nebiyi ZiÅŸan komutasında Bedir yakınlarında mevzilendiÄŸini öÄŸrenince de, Bedir’e uÄŸrama-dan sahilden kervanı o bölgeden uzaklaÅŸtırdı. MüÅŸrik ordusu Ebu Cehil komutasında bin kiÅŸiye yakın bir güçle Bedir yakınlarına gelmiÅŸti. Amaçları sayıları 330 civarında olan Müslümanlara büyük bir yenilgi yaÅŸatarak, Ä°slam dinini ortadan kaldırmaktı. Karşı karşıya gelen güçler arasında tarihte eÅŸi benzeri görülmemiÅŸ trajik bir dağılım vardı. Müslümanların tarafında Hz. Ebubekir yer alırken, karşı safta oÄŸlu Abdurahman bin Ebubekir, Resul-ü Ekrem’in karşısında amcası Abbas ve kızı Hz. Zeyneb’in eÅŸi, yani damadı Ebu’l As, yine müÅŸrik ordusunun komutanının karşısında oÄŸlu Huzeyfe yer alırken, Hz. Ali-nin karşısında da kardeÅŸi Akil yer almaktaydı. Daha onlarca akraba ve kardeÅŸ karşı karşıyaydı. Bunlardan çoÄŸu ilerde Müslüman olduklarında o günü anımsayarak birbirlerine sarılacak-lardı. SavaÅŸ meydanındaki güç, Ä°slam’ın tek ve yegane varlığıydı. Onlar maÄŸlup olup yok olurlarsa Ä°slam tarih sahnesinden silinecekti. Bunun bütün müslümanlar bilincinde, fakat müÅŸrikler bir ders vermenin hasreti ile yanıp tutuÅŸmaktaydılar. Kendilerinden kat kat güçlü bir orduyu görüncede, ölüm- kalım savaşını vermek zorunda olduklarını anladılar. Aksi taktirde geri çekilerek Medine’ye hangi yüzle dönüp zilleti kabul edebilirlerdi. Bütün buna raÄŸmen sulh Peygamberi barış arayışlarına giriÅŸti. Hz. Ömer’i elçi olarak karşı tarafa göndererek anlaÅŸma teklif etti. Fakat müÅŸrikler buna yanaÅŸmadılar. Hz. Peygamber Kudüs’e yönelip Yüce Allah(C.C)’a secde ederek ÅŸöyle yakarır: “ Ey Allah’ım karşımızda güçlü bir kuvvet var, ÅŸu küçücük ordu burada eriyip yok olursa, sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmayacak”. Miladi 13 Mart 624 Ramazan’ın 17. Cuma günü iki güç karşı karşıya gelir. Müslümanlar daha önce Resulü Ekremin taktiÄŸi ile harekete geçip, Bedir kuyularını tutarak önemli stratejik bir konum elde etmiÅŸlerdi. KarşılaÅŸan ordularda savaşı kızıştırıp, taraftarlarına moral saÄŸlamak için, adet üzere önce birkaç cengaver ortaya çıkıp meydan okuyarak birebir veya toplu savaşırlardı. Bu karşılaÅŸmada da öyle oldu, müÅŸriklerin arasından Esved adlı güçlü bir pehlivan meydana çıkarak, karşısına “Hamza’yı istedi. Hz. Hamza onu birkaç hamlede ortadan kaldırdı. Bu seferde meydana Mekke’nin ileri gelen üç silahÅŸörü çıktığında, karşılarına Medineli üç Müslüman çıkarak meydanda yerlerini aldılar. MüÅŸrikler Medineli kahramanlara kim olduklarını sorduklarında, “Siz bizim dengimiz deÄŸilsiniz diyerek” red ettiler. Bunun üzerine Hz. Nebi en yakınları olan Hz. Hamza, Hz. Ali ve Hz. Ubeyde bin Haris’i meydana gönderdi. Hz. Hamza ve Hz. Ali rakiplerin ortadan kaldırıp yaralı olarak savaÅŸan Hz. Ubeyde bin Haris’in imdadına yetiÅŸip, rakibini ortadan kaldırarak, yaralı arkadaÅŸlarını Müslümanların tarafına taşıdılar. Arkasından çok kuvvetli bir savaÅŸ oldu. Sonunda Müslümanlar tarihin o güne kadar kaydetmediÄŸi önemli bir zafere imza attılar. Müslümanlar bu savaÅŸta en büyük düÅŸmanları Ebucehil , Ebusüfya’nın oÄŸlu, kardeÅŸi ve kayınbiraderi yanında pek çok güçlü Mekkeli müÅŸriki kılıçtan geçirdiler. Böylece yeryüzünde Ä°slam diye bir din ve Hz. Muhammed (SA.V) diye bir Peygamberin var olduÄŸunu bütün araplara kabul ettirdiler. Mekkelilerde tarihlerinde görmedikleri ağır bir yenilgi alarak, Uhud savaşına kadar kabuklarına çekilmek zorunda kaldılar. MüÅŸriklerin yetmiÅŸ kaybına karşılık Müslümanlar ondört ÅŸehit verdi. Yine müslümanlar savaÅŸta oldukça yüklü bir ganimet ve sayıları yüze yakın Medineliyi esir aldılar. SavaÅŸ Müslümanların yeniden diriliÅŸinin müjdecisiydi. Bu nedenle Bedir oldukça önemliydi, asırlar sonra “Çanakkale Destanı”nı yazan Mehmet Akif ÅŸairliÄŸini ortaya koyarak, biraz abartılı da olsa “Çanakkale kahramanlarını Bedrin Aslanları ” ile kıyaslayarak yüceltmiÅŸtir. AraÅŸtırmacılara göre, Bedir sonuçları bakımından da önemli bir zaferdi. 1- Ä°lk büyük baÅŸarı olması bakımından Medine’de Hz. Peygamber’in nüfuzunu son derece güçlendirdi. 2- Medineli putperestlerden bazısı savaÅŸ sonrası Ä°slam’a katılmıştır. 3-Hz. Peygamber, Bedir Savaşı sonunda, esirler ele geçirilen ganimetin bölüÅŸülmesi ve yaralı düÅŸman askerleriyle ilgili kararlar verdi. Onun kararları Ä°slam savaÅŸ hukukunun temelini oluÅŸturmaktadır. Ayrıca esirlerin okuma yazma öÄŸretmeleri karşılığında serbest bırakılmaları, Ä°slam’ın bilgiye ne kadar deÄŸer verdiÄŸinin göstermesi bakımından da önemlidir 4- Bedir yenilgisi Arabistan’da Mekkelilerin Araplara arasında itibarını sarsarken ,Hz. Peygamberin ve Ä°slam’ın varlığını da duyurarak yükseltmiÅŸ oldu.
Kuran’da Bedir’le ilgili pek çok ayet bulunmaktadır, bunlardan ikisi ÅŸöyledir: "Ken-dilerine savaÅŸ açılan Müslümanlara, zulme uÄŸramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Åžüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter."(Hacc 13)" Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir'de yardım etmiÅŸti. O halde Allah'a karşı gelmekten sakının ki ÅŸükretmiÅŸ olasınız."(Al-i Ä°mran 123) Sonunda Bedirdeyiz
Bedir savaşını düÅŸünürken aracımız gideceÄŸimiz menzile oldukça yaklaÅŸmıştı. Bedir sapağında otobandan ayrılarak, yol sormak için bir yerleÅŸkeye uÄŸrayarak bir marketin önünde durduk. Ben su ve atıştırmak için ekmekle kurabiye arası bir ÅŸey aldım, benden sonra ÅŸoför-de markete giderek alüminyum ambalajlı kutularda meÅŸrubat türü ÅŸeylerle döndü. Araba-ya bindiÄŸimizde ben suyu ve kurabiyeyi ikram ederken o da kutuları bize uzattı, “ne olduÄŸunu sordum? “Portakal ve Mango ÅŸarabı ”dedi. Ben “ÅŸarap içmediÄŸimizi” söyledim. Duraksıyarak, ” le hamr ÅŸarap ÅŸarap dedi.” O anda Kur’an’da bizim ÅŸarap dediÄŸimiz alkollü içeceÄŸin “hamr” olarak geçtiÄŸini hatırlayıp gülmeye baÅŸladım; meÄŸerse ÅŸarap dedikleri ÅŸey meyve suyuymuÅŸ. Tasavvuf ÅŸairleri ÅŸiirlerinde bol miktarda mecaz olarak ÅŸarap ve meyhane kavramlarını kullandıklarını biliyordum. Ancak hiçbirinin “hamr” sözcüÄŸünü kullanmadığı dikkatimi çekmiÅŸti. Aradaki inceliÄŸi ve farkı anlamak için buralara gelmem gerekliymiÅŸ. Biz yolun yabancı olduÄŸumuz gibi ÅŸoförümüz de yabancıydı, Bedir istikametine dönüÅŸü-müzden itibaren yollardaki levhalardan Ä°ngilizce yer isimleri ve km. göstergeleri kalkarak sadece Arapça yazılar kaldı ,ÅŸoförümüzün yolu kaybedeceÄŸi endiÅŸesini taşımaya baÅŸladım. Zaten otoban öncesinde de kuzeye yönelerek epey yanlış yola gitmiÅŸ, sonra benim Bedir’in kuzeyde olmadığı ikazım üzerine, çevreden sorarak yolunu doÄŸrultmuÅŸtu. Åžimdi de tamamen güney istikametinde yol aldığından, kaybolmak üzereydik. Yeniden ikaz edince neyse ki fazla gitmeden yakındaki köyden yolumuzu doÄŸrultular. Tahmin ettiÄŸim gibi batıya yönelerek Bedir’in yoluna girdi. Çok geçmeden sevinerek “Ä°ÅŸte Bedir’e geldik.” dedi. Bedir hurma bahçeleri arasında sulak ve yemyeÅŸil bir yerdi ;caddelerindeki bazı kavÅŸaklarda fıskiyeler vardı. Hele bir tanesinde yarım küre bir kaidenin üzerine dizilmiÅŸ irili ufaklı yan yatmış ibriklerden akan sular ilginç bir görünüm sergilemekteydi. Evlerden bazıları eski yapı ,bir kısmı da modern villalardan oluÅŸmaktaydı . Bu yönüyle sahil kasabasını andırıyordu Kızıldenize yakınlığı göz önüne alındığında anlaşılan bazı zenginler tatillerini burada geçirmekteydi. Åžoför bana nereye gideceÄŸimizi sordu, “makberi ÅŸüheda” dedim . Levhalara baka baka ilerlemeye baÅŸladı, sonunda ÅŸehrin güney çıkışına geldik. Son evin önünde durarak yol yardımı almaya çalıştı. Evden çıkan adam aracın yanına geldiÄŸinde, bizim ÅŸoför beni iÅŸaret ederek bir ÅŸeyler söyleyince garip garip yüzüme baktı. Ben “vahtel evvel bi zamani Hz. Muhammed(S.A.V.) cenk el Bedir makberi ÅŸehidan”dedim. Adam sevinçle ÅŸoförün kolunu kavradı .Çok ÅŸükür çeyrek Arapçam burada bir iÅŸe yaramıştı. Adam ÅŸoföre geri dönmesini bir yerden sonra batıyı iÅŸaret ederek oraya yönelmesini, oradan da güneye yönelmesini Arapça anlatırken koluyla da iÅŸaret etti Åžoförümüz geriye dönerken adama söylediÄŸim devrik cümleyi tekrarlayıp, “ilginç” dercesine yüzüme baktı.
Sora sora Bedir ÅžehitliÄŸini bulmuÅŸtuk ancak bizleri kötü bir sürpriz bekliyordu. ÅžehitliÄŸin bütün çevresi yaklaşık 2,5 metre betonarme duvarlarla çevrilmiÅŸ giriÅŸe bir büyük demir kapı yapılmıştı, kapının üzerinde de kocaman kova anahtar vardı. Anlaşılan buraya kadar bu duvarı görmeye gelmiÅŸtik Bu arada ÅŸoförümüzde su kaynatan arabasının kaputunu açıp harareti gidermeye ve azalan suyunu takviyeye çalışıyordu.Ä°lk ÅŸaÅŸkınlıktan sonra Fatiha okuyarak sağı solu araÅŸtırmaya baÅŸladım. Çevrede müracaat edilebilecek ne bir telefon numarası ne de ne zaman açılıp ne zaman kapanacağına dair yazı vardı. Hatta kapının üzerinde burasının neresi olduÄŸunu belirten bir levha dahi konulmamıştı; yol kavÅŸağında kitabeye benzer Arapça bir ÅŸeyler yazılıydı o kadar. Åžoför çeÅŸmeden arabaya su taşırken bende az ilerde kepçeyle kanalizasyon kazısı yapan iÅŸçilerin yanına gittim. Yarı Arapça, yarı iÅŸaret diliyle kapının ne aman açıldığını ve görevlileri sordum. Kapının açılmadığını ve o civarda da görevlilerin de olmadığını söylediler. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordum, kim ne hakla nasıl burayı kapatırdı. Tekrar demir kapıya doÄŸru yöneldim, acaba çevrede bir yerde anahtar bulabilirmiyim diye araÅŸtırmaya baÅŸladım. Bulamayınca kapıyı zorlamaya çalıştım, nafile kale kapısı gibiydi. Kapının önünde açık olduÄŸunda görevlilerin oturduÄŸunu sandığım, üzerleri iyice tozlanmış üç plastik sandalye vardı , bu sandalyeleri üst üste koyup, üzerlerine çıkarak kapının üzerinden ÅŸehitliÄŸi seyrettim. Benim arkamdan ÅŸoförümüz onun arkasından da eÅŸim çıkarak izledi. BulduÄŸumuz yöntem bir iÅŸe yaramıştı, bizden sonrada Bedir sapağından ÅŸehitliÄŸe gelenler aynı yöntemi kullanarak ÅŸehitliÄŸi seyrettiler. Aşır okuyarak Bedir , Uhut, Hendek ve Çanakkale ÅŸehitlerimizin ruhuna bağışladık. Bedir Åžehitlerine veda etmeden önce kapıya tırmanarak son bir defa daha görmek istedim. GüneÅŸ batmak üzereydi, kızaran ışıkları ÅŸehitliÄŸin kızılımtırak toprağını iyice kızıllaÅŸtırarak kan rengine bürümüÅŸtü, güneÅŸ adete onları kucaklıyordu, bende on dört ÅŸehidimizi selamla-yarak aÅŸağı indim. Aslında Medine’den yola çıkmadan önce Bedir’de birkaç saat kalıp o havayı soluyarak kuyularının sularından içmeyi planlamıştım. Fakat ÅŸehitleri son selamlamadan sonra içimi kaplayan hüzün orada daha fazla kalmamızı engelledi. Medine yoluna koyulduÄŸumuzda güneÅŸ batmak üzereydi, ÅŸehri terk ederek uzaklaÅŸmaya baÅŸladığımızda, akÅŸam ezanı okunmaya baÅŸladı; tıpkı Müslümanların Bedir galibiyeti sonrasında Hz. Bilal’in savaÅŸ meydanına yakın bir tepeye çıkarak okuduÄŸu ÅŸükür ezan gibi daÄŸları çınlatıyordu. Ä°KÄ°NCÄ° BÖLÜMÜN SONUSadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriÅŸ yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |