25-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow BATIDAKÄ° Ä°SLAM DÜŞMANLIÄžI'nın KÖKENÄ°
BATIDAKİ İSLAM DÜŞMANLIĞI'nın KÖKENİ PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 85
KötüÇok iyi 
Yazar Halit ÖZDÃœZEN   
27-10-2012
BATIDAKÄ° Ä°SLAM DÜÅžMANLIÄžININ KÖKENÄ°

                                                Halit ÖZDÜZEN (AraÅŸtırmacı-Yazar)    
       Genel hukuk kuralları çerçevesinde, güçlü olmak için haklı olmak gerekirken asrımızda haklı olmak için güçlü olmak yeterli konuma gelmiÅŸtir. Güç kavramı “hakkın” yerini alınca, adalet ilkesi de güce teslim olmak zorunda kalmıştır.  Bunun sonucunda güçlüler zayıfları “ötekileÅŸtirerek” kültürel deÄŸerlerine, inanç ve düÅŸüncelerine karşı tepki, onları aÅŸağılama ve hatta yaÅŸam hakkı tanımama gibi kitlesel düÅŸmanlık kültürü oluÅŸturmuÅŸlardır.

      Son yıllarda Batıda iyice belirginleÅŸen  “Ä°slamofobi” kavramı sözcük olarak Türkçeye her ne kadar “Ä°slam korkusu” olarak çevrilmekteyse de, aslında bazı çevrelerce bilinçli olarak yükseltilen
Ä°slam düÅŸmanlığını kamufle amacıyla kullanılmaktadır. Psikososyal bir sözcük olan “fobi”  Yunanca “phobos” kelimesinden türetilmiÅŸtir. Kaynaklara göre bu kavramın kökü Yunan mitolojisindeki DehÅŸet Tanrısına dayanmaktadır. Fobi, herhangi bir ÅŸeye karşı duyulan tedirginliÄŸi, olaÄŸan dışı korkuyu ifade etmekte ve insanın yaÅŸamını olumsuz etkilemektedir. Ancak korku düzeyinin kiÅŸinin kontrolünden çıkarak rahatsızlık vermesi sonrası normal sayılacak bir korku, fobiye dönüÅŸmektedir. Bu kavram bazı insanlarda rastlanan çeÅŸitli fobiler gibi oluÅŸarak, toplumda yaygınlaÅŸmış olsaydı, bireysel ve toplumsal tedavisi oldukça kolay olacaktı. Fakat siyasi güçlerin toplum mühendisleri tarafından metodolojik bir plan dahilinde medya kullanılarak yaygınlaÅŸtırıldığı için uygulanacak toplumsal terapi yöntemi de aynı mecradan geçmektedir.      

     Uygulanan stratejide birileri özellikle Müslümanların sinir uçlarıyla oynayarak, onların tepki göstermesini saÄŸlanmakta, bazen de bu tepki Libya, Yemen ve diÄŸer bazı Ä°slam ülkelerinde olduÄŸu gibi amacını aÅŸarak masum insanlara yönelebilmektedir. Ä°ÅŸte o zaman da olayı tezgâhlayanların ellerine yeni kozlar geçtiÄŸinden Müslümanların imajı altüst edilmektedir. Daha sonra toplumlara servis ettikleri materyallerle yeni korku dalgaları oluÅŸturulmaktadırlar. Bu nedenle Müslümanlara ve onların kutsallarına yapılan hakaretleri Ä°slamofobi olarak deÄŸerlendirmek veya bireylerin hataları olarak görmek ya da Ä°slam’ın barışçılığı konusundaki bilgisizliklerine vermek aşırı saflık olur.

      Batı toplumunun Müslümanlara karşı yaygınlaÅŸtırdığı olaylar, kronolojik sırayla ele alınarak incelendiÄŸinde Dünya Müslümanlarının, birkaç merkezden yönlendirilen, bu güne kadar benzeri görülmemiÅŸ, psikososyal bir soÄŸuk savaÅŸla karşı karşıya olduÄŸu görülecektir. Saldırı planlı olduÄŸu için yapılacak karşı savunma da aynı strateji ile yürütülmesi gerekir. Aksi takdirde ne kadar haklı olunursa olunsun örgütsüz ve başıboÅŸ olarak verilecek her tepki karşı tarafın deÄŸirmenine su taşımaktan baÅŸka bir iÅŸe yaramaz.

     Kışkırtmalar sonrasında Batının arkasına sığındığı fikir özgürlüÄŸü kavramında da çifte standart bulunmaktadır. Müslümanlar, Peygamberlerine yapılan hakaretlerin benzerlerini Papaya hatta bırakın papayı Ä°ngiltere Kraliçesine yöneltseler, o toplumlar buna nasıl karşılık verirlerdi acaba? Fikir özgürlüÄŸü diyerek geçiÅŸtirirler miydi?

    Amacımız bazı çıkar grupları veya devletlerin Ä°slam’a ve Müslümanlara karşı yürüttükleri sinsi planlara karşılık,  onları düÅŸman ilan ederek kamplaÅŸma saÄŸlamak ya da oluÅŸmaya baÅŸlayan kamplaÅŸmayı daha da derinleÅŸtirmek deÄŸildir. Yazımızda düÅŸmanlığın kökleri ve bunların yeniden alevlenmesinin kimlerin iÅŸine yaradığını irdelemeye çalışacağız. Son kısımda ise, makro düzeyde gündeme gelmesinin yararlı olacağını düÅŸündüÄŸümüz bazı önerilerimiz olacaktır.

MÜSLÜMANLARIN HÄ°RÄ°STÄ°YANLARA BAKIÅžI
                Bugünkü Batı her dönemde olduÄŸundan çok asrımızda antik Roma emperyalizminin bütün unsurlarını bünyesinde taşımaktadır.  O nedenle Hz. Ä°sa’nın öÄŸretileri ve barışçıl yaÅŸamı bir daha gün yüzüne çıkmamak üzere Vatikan ve kilise mahzenlerine kapatılmıştır. Tıpkı Hz. Musa’nın öÄŸretilerinin milattan çok önce Yahudi toplumunca Babil sürgününde çölde ve Asur sürgününde Zagros DaÄŸlarında kaybedildiÄŸi gibi…

                Müslümanlarının çoÄŸunluÄŸu emperyalist batılı devletlerle halkları birbirinden ayırarak, halkları masum olarak görmektedir. Bunda en büyük etken günümüze kadar korunmuÅŸ olan Kur’an’ın emirleri ve Hz. Peygamberin uygulamaları çerçevesinde oluÅŸan Ä°slam’ın “Ehl-i Kitaba” bakış açısıdır. Hazreti Peygamber (S.A.S.) Mekke’den Medine’ye Hicret ettiÄŸinde ilk siyasi uygulaması Ä°ki büyük Arap kabilesi ile Yahudi ve Hıristiyanları bir araya getirerek  “Medine SözleÅŸmesi” denilen toplumsal mutabakatı oluÅŸturmuÅŸtur. Bu mutabakatla ve aynı zamanda tarihin ilk, çok katılımlı anayasal metni ile Müslüman ve müÅŸrik Araplara olduÄŸu gibi Yahudi ve Hıristiyanlara da mal ve can güvenliÄŸi saÄŸlanmıştır. Aynı gelenek Selçuklu ve Osmanlıda da sürdürülmüÅŸtür. Asırlarca Ä°slam hâkimiyetinde kalan topraklarda halen Hıristiyan ve Yahudiler korkusuzca ibadetlerini yaparak inançlarının gereklerini yerine getirebiliyorlarsa bunu Ä°slam’ın hoÅŸgörü ve toleransında aramak gerekir. Yıllarca Müslümanların hâkimiyetinde kalan Ä°spanya’da Hıristiyan ve Yahudilere aynı hoÅŸgörü gösterildiÄŸi halde ülke Hıristiyanların eline geçince Yahudi ve Müslümanlara nelerin reva görüldüÄŸüne tarih tanıklık etmektedir.

Yahudi ve Hıristiyanlar Kur’an’ı ve Hz. Muhammed (S.A.S.)’in Risâlet’ini kabul etmedikleri halde Müslümanlar Hz. Musa(A.S.) ve Ä°sa (A.S.)yı Peygamber olarak kabul etmektedirler; çünkü Kur’an, “Deyin ki biz Allah'a; bize indirilene, Ä°brahim, Ä°smail, Ä°shak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve Ä°sa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diÄŸerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuÅŸlarız.” (Bakara 2/136) ayetiyle Müslümanların bakış açısını belirlemektedir. Yine Kur’an’da pek çok ayette Müslümanların Ehli kitapla en güzel bir biçimde tartışılarak onların Ä°slam hakkındaki yanlış düÅŸüncelerinin düzeltmelerini saÄŸlamada yardımcı olunmasına iÅŸaret edilmektedir. Müslümanların onlarla evlenmelerine izni verildiÄŸi gibi ürettikleri yemek ve içecekten helal olanlardan yararlanma izni de vermiÅŸtir.

Müslümanlar Hz. Ä°sa’yı peygamber, annesi Hz. Meryem’i veli/azize ve bakire olarak kabul etmektedirler. Yine Hz. Ä°sa’yı Âdem, Nuh, Ä°brahim, Musa(A.S) ile beraber sayarak o peygamberlere gösterilen derecede saygı ve tazim göstermekte, ismi her anıldığında Aleyhi Selam denilerek ilahi selam sunulmaktadır. Hz. Meryem Ä°se, Peygamberimizin öÄŸretisi doÄŸrultusunda insanlığın annesi Hz. Havva, Hz. Musa’yı Firavunun sarayında koruyan Hz. Asiye, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in eÅŸi Hz. Hatice-i Kübra ve Kızı Hz. Fatıma(r.a.) gibi Müslümanların çok deÄŸer vererek kutsadığı yüce hanımlar arasında zikredilmektedir. Ayrıca Müslüman toplumlarında Musa, Ä°sa ve Meryem isimlerinin oldukça yaygın oluÅŸu da onlara duyulan saygının göstergesidir.

Türkiye Müslümanları olarak rahatlıkla ÅŸunu söyleyebiliriz: Batılı devletlerin Ä°srail'e verdikleri desteÄŸine olan öfke hariç, Batı'ya yönelik metotlu bir düÅŸmanlık taşıyan herhangi bir grup yoktur. Ä°ÅŸin garip ve tuhaf olanı: Hz. Ä°sa ve Hz. Meryem hakkında Yahudilerin neler düÅŸünerek, onlara nasıl hakaretler yönelttikleri herkesçe bilindiÄŸi halde, maalesef günümüz Hıristiyanları Müslümanlara gösterdikleri düÅŸmanlığın aksine onlarla dost olabilmektedirler. Hıristiyan ve Yahudi dostluÄŸunun detaylarına girmek yazımızın boyutlarını aÅŸacağından üzerinde durmayacağız, ancak Ä°slamofobi ya da Ä°slam düÅŸmanlığını tezgâhlayanların başını çekenlerin A.B.D.deki Yahudi kökenli Neoconlar ve YahudileÅŸmiÅŸ Hıristiyanlar olduÄŸunu da belirtmeden geçemeyeceÄŸiz.

BATININ TOPLUMSAL YAPISI
                Yukarıda da deÄŸinildiÄŸi gibi bugünkü Batı dediÄŸimiz sosyoekonomik kültürel yapıda her ne kadar aydınlanma dönemiyle baÅŸlayan seküler kültürün izleri görülse de asıl temeli Greko-Roma sosyal sisteminin ÅŸekillendirdiÄŸi dünyevileÅŸmiÅŸ Hıristiyan kültürü oluÅŸturmaktadır. Bu kültüre XIX. yüzyıl sonrasında Yahudi kültürü de eklenince ekonominin yeniden ÅŸekillenmesi sonucu, toplumsal yapıda liberalizm ve kapitalizme dönüÅŸüm saÄŸlanmıştır. 

                Müslümanların çoÄŸunluÄŸunun zannı, Ä°slami kültürde Kur’an ve Hz. Muhammed’in öÄŸretileri hâkim olduÄŸu gibi Hıristiyan ve Yahudi toplumlarında Hz. Musa ve Hz. Ä°sa’nın öÄŸretileri doÄŸrultusunda semavi yapının korunduÄŸudur. Bu düÅŸüncenin nedeni, bazı filmlerde iÅŸlenen kilise ve papaz figürü ile Müslüman topluluklarda bolca faaliyet gösteren misyoner örgütlerin varlığıdır. Burada göz ardı edilen husus o filimler, kitaplar ve misyonerlerin arkasında bazı dini vakıf ve derneklerle maskelenmiÅŸ istihbarat örgütlerinin bulunduÄŸudur. Misyonerler Müslüman coÄŸrafyasında doÄŸmuÅŸ fakat aile ve toplumsal baÄŸları kopuk, gelecekten beklentisi bulunmayan,  boÅŸluktaki ümitsiz Müslüman gençleri çeÅŸitli menfaat vaatleriyle yanlarına çekmektedirler.

                Yahudi ve Hıristiyan topluluklardaki oldukça azınlıkta olan gerçek inançlıları bir tarafa ayırırsak Batıda din;  Papalık, kilise ve havraların direnci ile ayakta durabilmektedir. Dini yaÅŸamın özünü Ä°man ve ibadet; toplumsal yapısını da aile ve cemaatin oluÅŸturduÄŸu göz önüne alınırsa, gerçek anlamda din ve dindar kavramlarının varlığından, hele hele mistik yaÅŸamdan, söz etmek oldukça zordur.  O nedenle dinler atlasında görülen Hıristiyan ve Yahudi nüfusun çoÄŸunluÄŸunu o dinlerin mensubu olarak deÄŸil de bazı ritüel ve kültürlerini yaÅŸatan gruplar olarak görmek daha doÄŸru olur.

                Yukarda altını çizerek deÄŸindiÄŸimiz gibi bu günkü Batı, tarihi süreçte bünyesinde pagan din ve kültürleri barındıran Roma Ä°mparatorluÄŸuna dönüÅŸmüÅŸtür. Nasıl Roma inancı, çeÅŸitli tanrıların mitolojik hâkimiyeti üzerine kurulu gözükse de asıl güç, yarı tanrı sayılan kralın elindeyse; bu gün de ekonomiyi tekellerinde bulunduran “tanrılaÅŸtırılmış” tröstler ve onların hakimiyetinde bulunan devlet denilen örgütün elindedir. Kim ne derse desin, o devletlerin baÅŸkan ve parlamentoları sembolik olmaktan öteye geçemez. Çünkü kapitalist Batıda sessiz bir yasa vardır: “Para kimin elindeyse ÅŸef odur.” Nitekim istisnalar hariç, sermayenin desteÄŸi olmadan hiçbir parlamenter ve baÅŸkan seçilemeyeceÄŸi gibi, yasa da çıkarılamaz;  patronların çıkarlarını zedeleyen yönetimlerin ayakta kalması da düÅŸünülemez.

BATILILARIN MÜSLÜMANLARA BAKIÅžI
                Ä°slam Hz. Muhammed (S.A.V) döneminde tebliÄŸ ve Mekke müÅŸrikleri ile yapılan mücadelelerle yayıldı.  Âlemlere rahmet, barışın elçisi olan Hz. Peygamberin, eline kılıç almış olması Ä°slamiyet’i yok etmek isteyen müÅŸriklere karşı Ä°slam’ı ve müminleri mücadeleye teÅŸvik ve korumak içindir.  SavaÅŸ meydanına kılıçla çıkmış olasına raÄŸmen müÅŸrik de olsa hiçbir insanın kanını akıtmamış,  fakat onlar Bedir , Uhud ve Hendek’te doÄŸrudan yaÅŸamına kastetmiÅŸlerdir. Buna raÄŸmen onlara sabır, ÅŸefkat ve merhamet duygularıyla yaklaÅŸmıştır. Kendisine düÅŸmanlık besleyip hayatına kastetmeye çalışan müÅŸriklere Mekke’nin fethinde verdiÄŸi canlarını bağışlama (eman) tarihte baÅŸka komutanların galibiyetinde kolay rastlanan davranışlardan deÄŸildir. O nedenle de Ä°slam, kısa bir dönemde geniÅŸ taraftar kitlesi bulmuÅŸtur.

                Allah Elçisi (S.A.S.) aynı çaÄŸda yaÅŸayan krallara ve meliklere mektuplar yazıp elçiler göndererek onları barış ve sulh yoluyla Ä°slam’a davet etmiÅŸtir. Yüce Allah tarafından insanlığa barış ve esenlik olarak gönderilen Peygamberi; barbar, zalim ve kan dökücü olarak göstermeye çalışmak onu hiç tanımamak ve hayatını hiç bilmemekten kaynaklanmaktadır. Veya birileri özellikle O’nu kan dökücü olarak göstermekten zevk almaktadır. Engizisyon döneminde ve Ä°spanyada yapılan katliamları Hz. Ä°sa ve Hıristiyanlığa baÄŸlamak nasıl yanlışsa Ä°slam’ın yayıldığı dönemlerde gerek komutanlar gerekse emir, melik ve sultanların yaptıkları bazı hataları da Hz. Muhammed(S.A.V.) ve Ä°slamiyet’le baÄŸdaÅŸtırmak da o kadar yanlıştır.

                Hıristiyan CoÄŸrafyasında Ä°slam’ın yayılması, Bizans’ın Suriye ve Åžam eyaletinden sonra Kudüs’ün savaÅŸsız bir ÅŸekilde Müslümanların eline geçmesi Avrupa’da oldukça büyük yankı uyandırmış, adeta toplumsal ÅŸoka girilmiÅŸtir. Åžok dalgası yıllarca devam etmiÅŸ, daha sonra Selçukluların Anadolu’yu fethetmesi ile bu korku iyice yaygınlaÅŸmıştır. Hıristiyan Dünyasının tek büyük örgütü olan Vatikan, Ä°slam ve onu Peygamberi hakkında çok büyük yalanlar uydurularak Muhammedi (S.A.V) “sahte Peygamber” ve Ä°slam’ı “ÅŸeytan dini”, Müslümanları da “ÅŸeytanın askerleri” olarak tanıtmışlardır. Kiliselerde cemaate papazlar tarafından,  kasaba ve köylerde gezici vaizler yollanarak Ä°slam ve Müslümanlar hakkında pek çok düzmece senaryo ve yalanlar uydurulmuÅŸtur. Yıllarca süren propaganda sonrasında Hıristiyanlar için ‘Müslümanlar birer ÅŸeytan’ olarak nitelenip, görüldükleri yerde öldürülmeleri mubah sayılmıştır. Kilisenin amentüsü haline getirilen bu düÅŸünce günümüze kadar varlığını korumuÅŸtur.

                O gün için planlı ve metotlu olarak yayılan korku ile insanlar Haçlı seferlerine hazırlanmıştır. Anadolu, Åžam ve Kudüs’ün altın ve hazinelerle dolu olduÄŸu yalanıyla Åžövalye ve askerler harekete geçerken iÅŸtahları kabaran yoksul köylüler de orduya asker olarak katılmışlardır. Haçlı organizatörü Papa II. Urbanus haçlı ordusuna: “Gidin mukaddes beldeleri Müslümanların ellerinden kurtarın... Gidin ellerinizi kâfir Müslümanların kanlarıyla yıkayın!”  diye teÅŸvik ederek, onları kutsamıştır(!). Sefere çıkan Haçlıların yaptığı ilk icraat bir Hıristiyan/Rum baÅŸÅŸehri olan Kostantinopolis/Ä°stanbul’u ele geçirip yaÄŸmalayarak,  binlerce Hıristiyan Rum kadın ve kızın ırzına geçmek ve ellerini Hıristiyan kanıyla yıkamak olmuÅŸtur!          

                Haçlı Seferlerinde ve baÅŸka dönemlerde Batının Müslümanlara karşı uyguladığı barbarca katliamları burada sıralamak bu yazının boyutlarını aÅŸacaktır. Gerek haçlı saldırıları, gerek köleleÅŸtirme ve sömürge döneminde ve gerekse de Cezayir savaşında uygulanan vahÅŸetler ortadadır.  Asrımızda Filistin, Irak ve Afganistan’da yapılan insanlık dışı uygulamalar, bırakın Müslümanları, insaf sahibi batılı Hıristiyanların da tepkisini çekmiÅŸtir. Fakat bu tepkiler, Batı medyası tarafından ya göz ardı edilmiÅŸ ya da gazetelerde üçüncü sayfada küçük puntolarla verilmiÅŸtir. Bu durum,  medyanın kimlerin elinde olduÄŸunun göstergesidir.

       Batı, Ä°slam’ı misyoner raporları ve Oryantalistlerin anlatımları kadar tanımaktadır. Medyaya gelince bu materyallerden iÅŸine geleni kullanmakta, iÅŸine gelmeyenle ilgilenmektedir. Zaten soÄŸuk savaÅŸlar bu strateji üzerine kurulmaktadır. Yeri gelmiÅŸken Müslümanları kışkırtan A.B.D.’deki son filmin ana teması ile ilgili bir noktanın altını çizmekte yarar var.  Tarihi gerçekler incelendiÄŸinde Hz. Muhammed (S.A.V.), Hz. AiÅŸe ile dokuz yaşında sözlenip, on beÅŸ ya da on altı yaşında evlendiÄŸi görülecektir. Fakat Oryantalistler her nedense sözlendiÄŸi yaşı evlenme yaşı olarak göstererek,  Hz. Peygamberin ÅŸehvet düÅŸkünü olduÄŸunu ileri sürmektedirler. Bu yalana bırakın Batılıları, maalesef ülkemiz ve Ä°slam coÄŸrafyasında yaÅŸayan ve onların etkisinde olan insanlarımız da inandırılmaktadır. Ä°ÅŸin bir baÅŸka boyutu da, elimizdeki pek çok ansiklopedi ve Hz. Muhammed (S.A.V) yaÅŸamıyla ilgili temel kaynakların Batılı oryantalistlerin kaleminden çıkan metinler ya da onlardan aktarmalar olduÄŸudur. O nedenle toplumun güvendiÄŸi bazı yayın kuruluÅŸlarının kitaplarında da bu tarz bilgilere rastlanmaktadır. Ayrıca Hadis kaynaklarında da Sahabe ve tabiine Hatta Hz. Peygamber’e atfedilen pek çok yanlış ve uydurma  rivayetler de bulunmaktadır. Yapılması gereken, kaynaklardaki bu tarz yanlış bilgilerin ayıklanması ve Hadis kitaplarından isminde “sahih” olanlar, gerçek sahih ve sıhhatliye dönüÅŸtürülmesidir.

                Bütün bu olumsuzluklara raÄŸmen gerek A.B.D. gerekse Avrupa’da Hz. Peygamber ve Ä°slam hakkında gerçekleri dile getiren araÅŸtırmacılar da bulunmaktadır.   Bunlardan biri de Karen Armstrong’dur.(D.1945/Ä°ngiltere) Eski bir rahibe olup ÅŸimdiki kariyeriyle dinler tarihi uzmanıdır. Altı yıllık manastır hayatından sonra manastırdan ayrılarak Üniversite edebiyat dalında eÄŸitimini tamamlayıp, dinler konusunda araÅŸtırmaya baÅŸlamıştır. Din ve Peygamberler hakkında pek çok esere imza atmış bulunan Armstrong, Hz. Muhammed (S.A.V.) hakkında ayrıntılı araÅŸtırma yaparak “Muhammed Peygamber hakkında Bir Biyografi (1991)”* ve “Günümüzün Peygamberi Muhammed (2006)”   isimli iki kitap yayımlamıştır.  Bu güne kadar pek çok gazete televizyon kanalı, radyo ve internet sitelerinde kendisiyle yapılan söyleÅŸiler yayınlanmıştır.  Ünü dünyanın pek çok ülkesine yaygın bulunan yazarın biri Hz. Muhammed (S.A.V.)’le ilgili iki eseri Türkçeye çevrildiÄŸi halde ülkemizde bazı çevreler dışında yeteri kadar tanınmamaktadır. Armstrong ABD’nin geniÅŸ bir yayın alanı bulunan radyo kanalı NPR’da yaptığı söyleÅŸide “Muhammed’in bizim gibi beÅŸer olmasını sevdim. Onun hayatı hakkında bildiklerimizi baÅŸka hiçbir dinin peygamberi hakkında bilmiyoruz. Ä°sa’dan çok sonra geldiÄŸi için ayrıntılı bilgi var hayatı hakkında. Ä°lk siyerciler onun hayatının her yönünü yazmışlar. Sadece mutlu taraflarını deÄŸil, sıkıntılarını da anlatmışlar. Hanımlarıyla problemlerini bile aktarmışlar. Ä°nsanlar genelde Muhammed’in birçok eÅŸle eÄŸlenceli bir hayat yaÅŸadığını düÅŸünür. Oysa hakikat çok daha farklı… DoÄŸrusu, çok sayıda eÅŸinin bulunması Muhammed için bir nevi eziyetti, baÅŸ aÄŸrısıydı denilebilir. O eÄŸlence için deÄŸil, politik nedenlerden dolayı çok evlilik yapmıştı.”(1) diyerek pek çok Müslüman’ın dahi kafasındaki ÅŸüphe tohumlarını ayıklamıştır.

                Yöneticilerin olduÄŸu gibi,  hiçbir Müslüman araÅŸtırmacının veya Müslüman eylemcinin yanlış düÅŸünce ve davranışları Ä°slam’a mal edilemez. Ä°slam’ı öÄŸrenmek isteyen kiÅŸi, Kur’an ve Hz. Peygamberin sünnetine bakmalı ve O’nun hayatını incelemelidir. Kur’an’a göre, masum bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüÅŸ kadar büyük bir günah iÅŸlemektedir. Yine bir insanı dirilten (ölmesine mani olan da) bütün insanlığı dirilmiÅŸ gibi büyük bir sevaba nail olmaktadır. (Maide 5/32)  Batılı oryantalistler bu ayeti görmezden gelerek Peygamber efendimiz dönemindeki müÅŸrikleri hedef alan ayetleri öne çıkararak yıllarca Kur’an’ın Müslümanların bütün Hıristiyanları öldürmelerini emrettiÄŸini ileri sürmüÅŸlerdir. Yine bazı Müslüman araÅŸtırmacılar da Kur’an’daki cihatla ilgili ayetleri yanlış yorumlayarak karşı tarafın eline büyük kozlar vermiÅŸlerdir. Peygamber Efendimizin tesbitiyle  “Cihadın en büyüÄŸü kiÅŸinin kendi nefsiyle yaptığı” cihattır!

      Ä°slam’ın on dört asırlık geçmiÅŸinde Müslümanların insanlığa sunduÄŸu pek çok bilimsel ve teknik buluÅŸ vardır. Günümüzde de Müslüman bilim adamları insanlığın hayrına pek çok proje üzerinde çalışma yapmaktadır. Bütün bunlar göz ardı edilerek, Müslümanlar, günümüzde haddini bilmez birkaç ÅŸahıs ve teröristin yaptıkları yanlışlarla mahkûm edilemez. Kaldı ki o örgütlerin A.B.D ve Ä°srail’in istihbarat elemanları tarafından kurulduÄŸu da bilinmektedir. Kendi yurtlarını savunan Filistinliler ve diÄŸer Müslümanlara gelince, Ä°ÅŸgalcilerin gözünde terörist olarak nitelenseler de onlar birer vatanseverdir. Esas teröristler onları yurtlarından çıkartarak arazilerini ellerinden alan iÅŸgalcilerdir.

GÜNÜMÜZ DÜÅžMANLIÄžIN ARKASINDAKÄ° GÜÇLER
                Son olayların tam alevlendiÄŸi sırada,  New York metrosuna asılan, “VahÅŸileri deÄŸil, uygar insanları destekle; Ä°srail'e yardım et.” yazılı afiÅŸlerle olayların arkasında hangi güçlerin bulunduÄŸunun ipuçlarını vermektedir.

     Bu gün için Batı medyası tüm Müslümanları terörist olarak göstermeye çalışmaktadır. Daha önce de ikiz kulelerin vurulmasında binlerce masum insanın ölümü Müslümanların da kalbinde derin yaralar açmıştır. Ä°slam namına ortaya çıkan bu insanlar Ä°slam’ın imajını ayaklar altına sermiÅŸlerdir. Fakat buna karşı çıkan Türkiye’deki din bilimci Akademisyenler, Ezher Üniversitesi Åžeyhi Muhammed Sayyed Tantavi, Suudi Arabistan Müftüsü Abdul-Aziz Ali, Pakistanlı ulema ve Tahir-ul Kadri ve Ä°slam Hukukunda bir ekol olan Yusuf El-Kardavi’nin tepkilerine Batı basınında ya ver verilmemiÅŸ ya da geçiÅŸtirilmiÅŸtir. Bu gün Müslümanlar arasında bir anket yapılarak “Terörü destekliyor musunuz?” diye bir soru yöneltilse % 95’in üzerinde “hayır” cevabı alınacaktır. Evet diyenler ise Batının ikiyüzlülük ve adaletsizliÄŸine karşı oldukları için söyleyeceklerdir. Buna raÄŸmen azınlığın düÅŸüncesiyle çoÄŸunluk mahkum edilmeye kalkılırsa Amerikalıların tamamını zenci ve yabancı düÅŸmanı olarak nitelemek gerekir.

                Bu olaylardan sonra baskılar artarak had safhaya ulaÅŸmıştır. Amerika’da yaÅŸayan Müslümanlar sabahleyin evinden kalkıp iÅŸine giderken yolda veya iÅŸ yerlerinde neyle karşılaÅŸabileceklerini bilmediklerinden, güven bunalımı içerisindedirler. Medyadan öÄŸrendiÄŸimiz kadarıyla 11 Eylülden önce yapılan saha araÅŸtırmalarında güvenlik konuları gündeme getirildiÄŸinde Müslümanların büyük çoÄŸunluÄŸu ABD’nin güvenli bir ülke olduÄŸunu dile getirirken 11 Eylül sonrasında %86’lık gibi oldukça büyük bir kesim yaÅŸadıkları ÅŸehir ve ülkenin güvensiz olduÄŸunu söylemiÅŸtir. Yine klinik araÅŸtırmalarında,  11 Eylülden sonra mahalle baskısıyla karşılaÅŸan, yolda veya iÅŸyerinde sözlü ya da fiili tacize uÄŸrayıp psikolojisi bozularak bunalıma giren Müslüman sayısında artışlar olduÄŸu gözlenmiÅŸtir. Avrupa’da da bu rakamların hayli artmış olduÄŸu rahatlıkla söylenebilir. Buna bir de medyanın duruÅŸu eklenirse iÅŸin hangi boyutlara ulaÅŸtığı görülecektir. 22 Temmuz 2011’de Norveç’te Anders Behring Breivik isimli bir ırkçının yetmiÅŸ yedi masum insanı katletmesi sonrasında Avrupa ve ABD medyasının bu olayı el-kaide eylemi olarak servis etmesinin Ä°slam’a karşı nasıl bir tutum içerisinde olduklarını göstermektedir. Nisan 2012’de basının yazdığı kadarıyla cani Breivik’n,  akli dengesinin yerinde olduÄŸu ve danışmanının Bosna-Hersek’te Srebrenitsa katliamını yapan M. PeremiÅŸ oluÅŸu da oldukça düÅŸündürücüdür.


     Batıdaki Müslümanlar korkularla, sindirilerek yaÅŸadıkları toplumlarda tecrit edilmiÅŸ bir halde, içlerine kapanık endiÅŸe içerisinde yaÅŸamaktadırlar. Birçok ÅŸehirde Ä°slam karşıtı yürüyüÅŸler düzenlenmekte, Müslümanlar camilerine korku ile gidebilmektedirler. Camilere gidenler de polis ve istihbarat teÅŸkilatlarınca izlenmektedir.  Temenni edilmemekle beraber, ev yakmalar,  bombalamalar, bıçaklı saldırılar,  sözlü ve kaba kuvvete dayanan tacizler yoÄŸunlaşınca, Müslümanlar istenmeyen yurttaÅŸ muamelesi ile göçe zorlanacaktır.  Buna paralel olarak Ä°slam ülkelerinin mallarına yapılacak boykot, uluslar arası arenada yalnızlaÅŸtırma, ekonomik abluka, anlaÅŸmaları askıya alınması vb. ekonomik savaÅŸla yıldırıp çökertme politikaları uygulanacaktır.  Bunun sonucu toplumlar bir kaostan çıkmadan yeni bir kaosa sürüklenerek ekonomi ve insan kaynakları yok edilmeye çalışılacaktır.

Ä°SLAM DÜÅžMANLIÄžI KARÅžISINDA MÜSLÜMANLARIN KONUMU 
                Batı kamuoyunda Ä°slam'a ve Müslümanlara karşı nefret ve kin duyguları giderek yoÄŸunlaÅŸmakta, aynı ÅŸekilde karşı tepki de dozajını artırarak yükselmektedir. Müslümanlar dinlerine ve peygamberlerine yapılan hakaret karşısında elbette tepkisiz kalamazlardı ve kalmayacaklardır. Fakat belirli ölçüler içerisinde, karşı tarafın eline yeni kozlar vermeden, siyasî, diplomatik ve hatta ekonomik yollar, en sert ve caydırıcı yaptırımlar uygulanarak olayların protesto edilmesi doÄŸaldır. Ancak suçla iliÅŸkisi olmayan baÅŸka insanların öldürülmesi, milli servetlerin tahrip edilmesi Ä°slam'a uygun davranışlar deÄŸildir. Yapılan taÅŸkınlıklar Müslümanların ve Ä°slam’ın amacını gölgeleyecek noktaya gelmiÅŸtir; buna da kimsenin hakkı yoktur.

                Akademisyen ve strateji uzmanı Sedat Laçiner konumuzla ilgili olarak :  “EÄŸer bir adamın karşısına geçer ve onun tüm kutsallarına küfür ederseniz en hafifinden o da sizin kutsallarınıza hakaret eder. EÄŸer kötü sözle kalmaz ve adamın kutsal kitabını onun gözü önünde yakar, kutsal kitabının üzerine çiÅŸinizi yaparsanız kesin kavga çıkar. Bununla yetinmez karşınızdakine “terörist” diye bağırır, peygamberini terörist olarak resmeder, peygamberini sapık, çocuk tacizcisi ve eÅŸcinsel olarak lanse eder, onun dinini tüm kötülüklerin kaynağı olarak gösterirseniz, bir de müstehcen görüntülerin üzerine onun kutsal kitabından ayetler yerleÅŸtirirseniz yüzünüzün ortasına yumruÄŸu yersiniz.”  diyerek doÄŸru bir tespitte bulunmaktadır.  Ancak Müslümanlar öÄŸle tedbirler almalıdır ki, karşı taraf ne kadar sapık olursa olsun böyle davranışlara cüret edememelidir. 

                Floridalı papaz Terry Jones'un 11 Eylül 2010'u "Uluslararası Bir Kur'an Yakma Günü" ilan etmesi ve yandaÅŸlarıyla Kur'an nüshalarını yakmaya kalkışmasını bir din adamı davranışıyla baÄŸdaÅŸtırmak mümkün deÄŸildir. Bu durumu Vatikan ve DiÄŸer Hıristiyan örgütlerin en hafifiyle kınaması gerekir.  EÄŸer Ä°slam’ı eleÅŸtirmek istiyorsanız kutsal kitabını elinize alır okur ve eleÅŸtirinizi yaparsınız;  fakat karşıyı tahrik etmek ve galeyana getirmek için yapılan eylemler en hafif tespitle hakaret ve provokasyondur. Hz. Muhammed(S.A.S.)'e hakaret içeren "Müslümanların Masumiyeti" adlı filmin yapımcısı Nakoula Basseley olarak gözükmekte ise de filmin yapımında Evanjelik Hıristiyan, Kıptî Hıristiyan, Yahudi, Siyonist, Müslüman ve zenci düÅŸmanı ırkçılar ve Neo-conlar ortak hareket etmiÅŸlerdir. Bazı istihbarat birimleri ve saydığımız örgütler, Ä°slam karşısında “Haçlı-Siyon ittifakı” kurmuÅŸlardır. Basından takip edebildiÄŸim kadarıyla filmin yapımcısı Amerikalı Yahudi bazı açıklamalarda bulunmuÅŸtur. "Bu filmi kışkırtıcı bir siyasi tutum için yaptım. Ä°slam kanserdir. Müslümanlar da yok edilmesi gereken böceklerdir. Bu film ile Ä°slam'ın nefret içerikli bir din olduÄŸunu göstereceÄŸim. Bu film için yüz Ä°srailli bağışçıdan beÅŸ milyon dolar aldım ve filmi Ä°srail için yaptım. Ayrıca Kur'an yakmakla ÅŸöhret bulan rahip Terry Jonas'dan da destek aldım." demiÅŸtir.   Yine basına yansıdığı kadarıyla A.B.D.’nin resmi sözcüsü Hillary Clinton, film hakkında "Ä°ÄŸrenç ama yapabileceÄŸimiz bir ÅŸey yok." diyerek. Peygamberimiz vasıtasıyla Müslümanların tümüne karşı yapılan hakareti,  pek çok Batılı gibi, ifade özgürlüÄŸü çerçevesinde deÄŸerlendirerek, bilinen kılıfa uydurmuÅŸtur.

HANGÄ° ÖNLEMLER ALINABÄ°LÄ°R
                Müslümanlara ve kutsal deÄŸerlerine yönlendirilen tepkinin bir bölümü maksatlı olmakla beraber bir bölümü de Ä°slam’ı ve Müslümanları iyi tanımadıkları için yapılmaktadır.   Onlara Kur’an’ı Hz. Muhammed(S.A.V)’ı ve Ä°slam’ı anlatarak tanıtma görevi Müslümanlara düÅŸmektedir. Bu konuda yeterli faaliyetin sergilendiÄŸini söyleyemeyiz. Çağımız enformasyon ve bilgi çağıdır. Gerek Ä°slam konferans örgütü,  gerekse uluslararası faaliyet gösteren diÄŸer Ä°slami kuruluÅŸlarla Üniversitelerin siyasal bilim uzmanlarıyla stratejist ve aydınlar bir araya gelerek yapılması gerekenleri belirleme konusunda bir ortak akıl oluÅŸturmaları zorunludur. Bunun sonucunda yapılacak bilimsel ve stratejik mücadele ve tanıtımlarda sivil toplum kuruluÅŸları ve siyasi karar mekanizmalarının topyekun seferber olması gerekir. Konu siyasi olduÄŸu için nihai çözüm de politik ataklardan geçmektedir. Gerekli tanıtım çalışmaları baÅŸlatılmadan önce konunun ve vahametinin algılanması için, düzenlenecek seminer, konferans ve medya aracılığı ile iç kamuoyu aydınlatılmalıdır.

                BilindiÄŸi gibi dış politikalar çıkar iliÅŸkilerine dayanmaktadır. Ä°slam coÄŸrafyasının yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile stratejik konumu yönetenler tarafından bilinçli olarak kullanıldığı taktirde, hiç kimseye muhtaç olamadan halkları mutlu ve refah içerisinde yaÅŸayabilirler. Bu nedenle yönetici ve diplomatlarımız baÅŸlarını dik tutarak uluslararası toplantılarda Batı ülkelerinin temsilcilerine karşı gereken söylemleri hukuki ve bilimsel yollardan dile getirip  -en azından- diplomatik kamuoyu oluÅŸturmalıdırlar. Tarihte yöneticilerimizin ortaya koyduÄŸu dik duruÅŸlar Müslümanlar tarafından coÅŸkuyla karşılanırken,  karşı tarafa da geri adımlar attırmıştır. Yakın tarihe baktığımızda bazı haklı davaları savunmaktan aciz yönetici ve diplomatlarımızın tavırları da haksızların cesaretini artırmıştır. Anadolu’da bir söz vardır: ”Güçlü avukat zayıf dosyayla dava kazandığı halde, zayıf avukat güçlü dosyayla dava kaybeder.” Bu nedenle yönetici ve diplomatlarımızın problemin boyutlarını iyi kavrayarak uluslararası yaklaşımlarda hangi stratejinin uygulanacağını çok iyi bilmeleri gerekir.

                Batıdaki ateistler ve Hıristiyanlık düÅŸmanları yıllardır Hz. Ä°sa, Hz. Meryem ve Hıristiyanların kutsal deÄŸerlerine hatta aile yapılarına saldırdıkları bilinmektedir. Kitap, dergi, karikatür sinema yoluyla yapılan saldırıları fikir özgürlüÄŸü yutturmacası içerisinde sunarak,  Hıristiyanları sindirmiÅŸlerdir. Müslümanlar kendi kutsal deÄŸerlerine yapılan saldırıya tepki gösterdikleri gibi, Hz. Ä°sa ve Hz. Meryem’e yapılan saldırılara karşı da gerekli tepkiyi göstererek samimi ve dindar Hıristiyanların sempatisini kazanabilirler. Esasen bu tepkiyi, onların sempatisini beklemeden de kendi inançları gereÄŸi yapmaları zorunludur.

                Her tanıtımın ekonomik bir boyutu ve proje maliyeti vardır. Önemli olan tanıtım ve stratejik mücadele için yeterli ve sürekli finansmanın saÄŸlanmasıdır. Bunun için de kaynak ve fon oluÅŸturulması gerekir. Burada görev zengin Müslümanlarla petrol ihracatçısı devletlere düÅŸmektedir.  Her yıl Hac ve Umre ziyaretinde bulunan Müslümanlar,  Suudi Arabistan Devletine milyarlarca dolar döviz getirisi saÄŸlamaktadır. O ülkeyi yönetenler eÄŸer canları isterse bu paranın bir bölümünü tanıtım amacıyla kurulacak fona aktarılabilirler. Ä°laveten petrol zengini ülkeler de gelirlerinin bir bölümünü aynı havuzda toplayabilirler. Bu konuyla ilgili ilk hareketin tanıtım ve oluÅŸumunu saÄŸlamak DışiÅŸleri Bakanlıklarına düÅŸmektedir.

                Gönül bunları istiyor ama fonların bugünden yarına oluÅŸması oldukça zor görülmektedir. Bunun nedeni Müslüman zenginler ve petrol zengini ülke yöneticilerinin akılları ve servetlerinin batının ipoteÄŸi altında olmasıdır. Öyleyse görev her zaman olduÄŸu gibi aydınlara düÅŸmektedir. Halkı Müslüman olan ülkelerdeki aydınların kendi aralarında toplanarak içinde bulunulan durumu enine boyuna tartışmaları gerekir. Daha sonra da belirledikleri temsilciler bir Üniversite veya sivil toplum kuruluÅŸunun koordinatörlüÄŸünde bir araya gelerek alınması gereken önlemleri araÅŸtırarak üzerinde birleÅŸilen konuları kamuoyuyla paylaşıp toplumları bilgilendirmeleri gerekir. Üçüncü aÅŸamada uluslararası sempozyumlar düzenlenerek batılı aydınların da desteÄŸi alınmalıdır. BaÅŸlangıçta birileri tarafından dikkate alınmayacak olan bu oluÅŸum, zamanla güçlenip, teÅŸkilatlanarak Ä°slam coÄŸrafyasında ve dışında ses getirir konumuna gelecektir.  Ä°ÅŸte o zaman Batı medyasında yer alacağı gibi halkı Müslüman devletler nezdinde de dikkate alınacak hale gelecektir. Demokraside ve kalkınmada batı standartlarını yakalamış olmakla övünen Türkiye ve Müslüman aydını pekala bu hareketin fitilini ateÅŸlemeye öncülük edebilir.   “Ä°slam Örgütü” de böyle bir oluÅŸuma gereken olanakları saÄŸlamalıdır.

                Müslümanlar harekete geçerek,  siyasi, politik, medya ve kitle iletiÅŸim araçları ile karşı atağı baÅŸlatmadıkları taktirde yapılan sosyo-piskoljik hareket tırmandırılarak bazılarının dört gözle beklediÄŸi “medeniyetler çatışmasına” dönüÅŸebilir. Görünen o ki negatif ibre her geçen gün o yöne doÄŸru biraz daha kaymaktadır. Ä°nanç ve temennimiz dünya milletlerinin hiçbir zaman ütopik Armegedon savaşına sürüklenmemesidir. Bundan Müslümanlar kadar Batınında zarar görmesi kaçınılmazdır. Ancak en çok zarar görenler de bu savaşı baÅŸlatanlar olacaktır.

                Kim nasıl düÅŸünürse düÅŸünsün Hz. Muhammed (S.A.V) barış peygamberi; Ä°slam da barış ve esenlik dinidir. Fakat maalesef Müslümanlar olarak bunu insanlığa anlatmakta yetersiz kalmışız. EÄŸer Hz. Adem’le baÅŸlayan Ä°slam ve semavi kitaplar yeryüzüne inmemiÅŸ olsaydı, insan denilen varlıklar en vahÅŸi yaratıklardan daha aÅŸağı bir yaÅŸam içerisinde olurdu. Temennimiz çeÅŸitli din ve kültürlerdeki akil insanların çabasıyla Dünyanın sulh sükun yurduna dönüÅŸerek, bütün insanların bir arada kardeÅŸçe yaÅŸadığı bir konuma gelmesidir.

(1) Dr. Furkan Aydıner 11 Eylülden önce ve sora A.B.D’ de Ä°slamofobya.
*  Selim Yeniçeri tarafından Türkçeye çevrilmiÅŸ, Hz. Muhammed-Ä°slam Peygamberinin Biyografisi- ismiyle, Koridor Yay Ä°st. 2005’te yayımlanmıştır.

Yorum
Sayın Editör Sizi Uyarıyorum
Yazar bülent sayın açık 2012-11-11 23:27:35
Halit Özdüzen Bey'in yazsını okudum. Güzel bir yazı. Yazar dinler tarihi konusunda bayağı bilgili, kavramları izah ederek konuya baÅŸlaması okuyucuya kültür düzeyini yükselten bir bilgi verilmesini saÄŸlıyor. KriterÂ’in en çok okunan yazarlarından biridir.. Bu yazısının da Kriter takipçileri tarafından bayağı okunduÄŸu anlaşılıyor. 
Bunda onun çok ciddi meseleleri herkesin okuyup analayacağı bir dille anlatıma yeteneÄŸinden kaynaklanıyor olsa gerek.  
Fakat Kriterdeki son yazısında ÅŸu ifadesi tashih edilmeden yayınlandığından dolayı sizi tenkit ediyorum. "  
“Yahudi ve Hıristiyanlar KurÂ’an’ı ve Hz. Muhammed (S.A.S.)Â’in RisâletÂ’ini kabul etmedikleri halde Müslümanlar Hz. Musa(A.S.) ve Ä°sa (A.S.)yı Peygamber olarak kabul etmektedirler;” 
Bu ifade çok yaygın olarak kullanılan bir yanlıştır. Ancak bu yanlışı düzeltmeye en büyük gayreti Kriterin üstadı rahmetli Said Çekmegil verdi. Burada muhterem yazarımız söylemese de sanki –Hz Musa Yahudilerin, Hz Ä°sa da Hırıistiyanların peygamberi anlamı çıkıyor. Bütün peygamberler Ä°slam peygamberidir. Yahudilerin anlatıkları peygamber kavramını hiçbir Müslüman kabul edemez. Çünkü onlar da peygamberler için masuniyet karinesi yoktur. Tevratın DoÄŸuÅŸ kısmında Hz NuhÂ’a atılan iftiraları yüz kızarmadan okumak mümkün deÄŸildir. Lütfen bu konuda yazarınızla görüşerek yazıyı tashih ederek yayınlayın. 

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 31-10-2012 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111660715 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net