20-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow ESTETİĞİNÄ° YÄ°TÄ°RMÄ°Åž YAÅžAMLAR
ESTETİĞİNİ YİTİRMİŞ YAŞAMLAR PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 20
KötüÇok iyi 
Yazar Necmettin EVCÄ°   
16-05-2006
ESTETİĞİNİ YİTİRMİŞ YAŞAMLAR
Necmettin EVCÄ°
Geçenlerde Ankara’ya Musa geldi.
Sevgili Musa. Benim köklü dostum.
Bir yudum yaÅŸamak olup geldi.
Delikanlılığımızın en yaman dönemini birlikte yaÅŸadık. Varlığımız birbirini muhkem kılardı. Bozkırın tam ortasında en sancılı denizlerin kırışık kıyılarını birlikte yürürdük. O denizler çalkandıkça gençliÄŸin deliÅŸmen ruhu köpürür durur. PaylaÅŸa paylaÅŸa bitiremediÄŸimiz yüreÄŸimiz ne kadar büyük, ne kadar duygu yüklüydü.  Ä°ÄŸde ve gül aÄŸaçları arasından uzayıp giden yollar nereye çıkar önemli deÄŸil. Her yer yaÅŸamak! ‘YaÅŸamak güzel ÅŸey be kardeÅŸim.’ Nazım’ın baktığı pencereden bizim bahçemiz görülmez. Zararı yok. Bizce yaÅŸam(ak) bir eÅŸsiz büyünün tılsımını çözmekle kazanılan coÅŸkudur. Bırakın; o gür o gümrah akışa her dem tanık olarak, çoÄŸu zaman bizzat kendimizi içinde bularak fark ettiÄŸimiz büyü bozulmasın. Büyü bozulursa kısık akışlarda, kısır döngülerde bizi ve her ÅŸeyi bitiren tuhaf aşınmalar yaÅŸarız.


Ay kırıklarının ışıttığı bir gecedir yine. ‘Ve gözlerimiz ışıl ışıl yıldızlar gibi baÅŸucumda/ ve ellerimiz tek bir el/../ hayatın eli gibi avucumda’ O coÅŸkun uçarılıkla bulutları gezinen bir dize fısıldar birimiz: ‘Mezarımızı gökyüzüne kazsınlar bizim.’ Ä°yi de doÄŸrudan ölümü çaÄŸrıştıran bu dize de nerden icabetti? Bu böyledir. Orada kimse de yadırgamaz bu durumu. Adeta her an ölümü anımsamak doÄŸrudan hayatı anımsamak gibidir. Orada, o çizgide, o düzlemde ölüm ve yaÅŸam farklı amaçlara, duygulara yönelmez. Ölümle dirim arası mesafe bir saniye bile deÄŸildir madem.. Bunlar derin mevzulardır. Ancak ÅŸu kadarını söylemem lâzım: Eskiden yaÅŸamın tam ortasını ölürdük, ÅŸimdiyse ölümün tam ortasını yaÅŸar olduk. Ne demek bu? Eski ölümler yaÅŸamı onarır, çoÄŸaltır, anlamlı kılardı. Åžimdiki yaÅŸamlar bile ölümü aratır oldu. Her gün ölümü yaÅŸayanlar yaÅŸamı nasıl çoÄŸaltacaklar? GümüÅŸsü parlaklığıyla ay beyaz gecelerin bulutları arasından bize ötelerin sırrını fısıldarken, bizler hem burada hem oradayken, yine hayata dair söyleÅŸiriz. Bana hediye ettiÄŸi kitabı hâlâ saklarım. Albert Schweitzer’ın ‘Hayata Hürmet’i. Küçük hoÅŸ bir kitap. Demek ki hayat, yaÅŸam hep meselemiz olmuÅŸ. Ne güzel. Onu hiç olmazsa bilincine vararak, düÅŸünerek, hürmet ederek sürdürmek.  Musa beyaz bir muÅŸtu olup geldi. Beton ve demir dokusuyla donuklaÅŸmış dünyamıza bakir uzakların dumansız mavi esintisi gibi geldi. Ä°çinde biriktirdiÄŸi ışıltılı ufuklarla ÅŸiir gibi geldi. Ufuk olup geldi. 

-İnsanlar ne kadar tuhaf, diye başladı ilk izlenimlerini anlatmaya.

-Hayatın bu denli anlam yitireceÄŸini, insanın anlamsızlaÅŸacağını düÅŸünemezdim.

O’nun gibi insan yanı has kalabilmiÅŸ olanlar kent insanının kanıksadığı bunalımı, kendini hatırlayamamacasına unutuÅŸunu hemen fark ediyorlar. Saçmalığın peÅŸi sıra koÅŸuÅŸturmakla yaÅŸamdan, varlığımızdan kopan  güzellikleri fark edecek kalp ve ruh duruluÄŸuna ihtiyaç var. AÅŸk-ın, mütmain. TelaÅŸsız, gümbürtüsüz, dingin, engin, bunalmayan, bulanmayan. 

-Caddelerde, sokaklarda çılgınca bir telaÅŸ.. Metroda insanların yüzlerine baktım hepsinde korkunç memnuniyetsizlikler. Herkes acı çekiyor. Ruhları acıdan kıvranıyor. Bakışlarda yaÅŸamı ve umudu çaÄŸrıştıran, çoÄŸaltan ışık matlaÅŸmış. Gerilim, kasılma. Yüzlerde katı, donuk, dümdüz ifadeler.

-Çarpılmış gibiyiz, diyor, Muhammet Esed’in benzer gözlemle baÅŸlayan düÅŸünce ve ilim serüvenini hatırlatıyorum.

Kent insanı kanıksadığı bu bunalımı, bu baÅŸ döndürücü tempoyu her gün yaÅŸar. Yorgun kalkar yatağından. Uykular dinlendirmez onu. Eskiden son namazdan sonra yatılırdı. Gecesi mümince olanların gündüzleri de mümince olurdu. Kim bilir gecenin hangi geç saatlerine kadar ekrana mıhlanan gözler sabaha kan çanağı gibi açılır. Ekranlar, kanallar boyu çokluk müptezel merakların peÅŸine salınıp tensel kışkırtıcılığıyla düÅŸler, kirli rüyalar toplayan bakışlar yeni sabahlara uyanırken ölülerinki gibidir. Baygın, yorgun. Bir koÅŸuÅŸturma ki sormayın. Caddeler, sokaklar: otobüs, metro durakları, banliyöler hıncahınç insan kaynar. Kendinizi ÅŸekere üÅŸüÅŸen karıncalar gibi, böcekler gibi hissedersiniz. Karşıdan karşıya geçerken çekirge sürüsüne benzeriz ya da hızla akan araçların çarpma tehlikesinden bedenimizi kurtarmaya çalışırken, kararlı bir kedinin hamlelerinden kaçan fareler gibiyizdir. Oh sonunda kendini attın karşı kaldırıma. Bu gün ÅŸansın yaver gitti oturacak bir koltuk buldun. Bu döngüye girmemeye imkân yok. Çıkmak zaten mümkün deÄŸil. Geç kalma korkusu, yer kapma telaşı, itiÅŸler kakışlar. Tren uzunca bir tünele girer. Karanlık boÅŸluÄŸa bakıp camdan gördüÄŸünüz mermi hızıyla akıp giden aydınlatma ışıklarıdır, panolar, uyarı levhalarıdır. Ne için? GidiÅŸi, akışı kolaylaÅŸtırmak için. Ä°yi de dışarıda adeta cinnet getiren kentin uÄŸultusu, içeride sanki yalıtılmış sessizliklerin birbirine çarpa çarpa çoÄŸalan garip gürültüsü arasında bu gidiÅŸ nereye? Niçin bu acele, niçin bu hız? Bu insanlar kim, evleri, mahalleleri, komÅŸuları, komÅŸulukları? Acılarını, sevinçlerini kimlerle nasıl paylaşırlar? Bu insanlar her gün her gün nereye gider? Bir ömür, kolay deÄŸil tam bir ömür nereye giderler; bıkmadan, usanmadan. Ne duyarlar, nasıl düÅŸünürler; daha da önemlisi duyma, düÅŸünme melekeleri ne kadar geliÅŸkin olabilir? Galiba biz insanlar binlerce milyonlarca ton demiri, çimentoyu, camı, galvanizi, plastiÄŸi bir araya getirerek kendimizi gönlümüzce tutukladığımız dar mekânlar toplamına ‘kent’, bu dar mekânlarda birbirleriyle konuÅŸmamacasına yaÅŸama becerisi gösterenlere de ‘kentli’ dedik. Bir Alman atasözü olarak okumuÅŸtum; ‘Åžehir havası insanı özgür yapar’ diyordu. Avrupa’da ‘Kent Devrimi’ sürecinde ortaya çıkan yeni insanı anlatıyordu bu cümle. Ne ki bu kentler o ÅŸehirler deÄŸil. Haydi modern insan, ruhu sara nöbetine tutulmuÅŸ gibi tir tir titreyen kentlerin asit ve metalle örülü karanlık uÄŸultusunu içine çeke çeke özgürlüÄŸünü yaÅŸa! Bu uzun tren dehlizlerinin, her yanı kaplayan apartman sıradaÄŸlarının, onların arasından uzayıp giden kent koridorlarının, eÅŸsiz güzelliklerini seyrederek özgürlüÄŸü kalbinde duy. Kent havası insanı özgürleÅŸtirir!.. Yıllar önce Kriter’de okuduÄŸumu sandığım bir ÅŸiirde, ÅŸair; ‘mezarımı otobüslere kazsınlar benim’ diyordu. ‘Sabahleyin dokuzda. Ä°lla dokuzda’  

Böyle düÅŸündü, Musa da böyle düÅŸündü biliyorum.

Çünkü Musa kapalı dünyamıza açık bir gök rengiyle geldi.

‘Yeryüzünde hiçbir fert, bütün ömrü boyunca hemcinslerine karşı tamamıyla uzak ve yabancı kalamaz. Ä°nsanlar birbirlerine aittirler.’ Hayata Hürmet’ten alıntıladığım(s.24) bu basit tespit modern insanın muhtaç olduÄŸu ne büyük gerçeÄŸe dönüÅŸtü. Medeniyetin ışıltılı parlaklığında modern insan imkânsızı mümkün kılarak en dehÅŸet, en akıl almaz olanı baÅŸardı. Sekülerizm yeni dünyayı inÅŸa için manayı, maneviyatı telef ve talan  etmek üzerine kurduÄŸu tahtında eÅŸi görülmemiÅŸ zaferini kutlayabilir. DüÅŸünün ki; apartmanlarda, otobüslerde, trenlerde yan yana, üst üste, tıkış tıkış istim olacak fakat birbirimize tek kelime bile edemeyecektik. Demir, teneke, cam, beton kutulara birlikte girecektik, aramızda bir santim bile boÅŸluk kalmayacaktı, el ele, göz göze olacaktık ve fakat ısrarla küs, ısrarla sözsüz, muhabbetsiz, aÅŸksız yaÅŸayacaktık. Ne tuhaf! Musa bir yandan Esed’i, Dosto’yu hususen de Yeraltından Notlar’ı düÅŸünür sonra bir an yitirdiÄŸini sandığı uzak yaÅŸamlardan gizli, acımaklı bir gülüÅŸ iliÅŸir dudak kıvrımına ve Üstad’ın o meÅŸhur dizeleri zihninde çağıldayan bir ÅŸelâle gibi akar, devinip durur: ‘Bir hayata çattık ki hayata kurmuÅŸ pusu.’ Åžair dost  Hüseyin Korkmaz ‘Bu ÅŸehrin gameti kâfir/ Ana damarları mel’undur’ dizeleriyle belli ki öncelikle estetiÄŸini yitirmiÅŸ yaÅŸamlar karşısında hayıflanmasını dışa vurmaktaydı.   
 
EstetiÄŸi yitmiÅŸ, konfetileri uçmuÅŸ, büyüsü, aÅŸkınlığı, coÅŸkusu kalmamış zamanlar yaÅŸanmaktadır. Sözde, düÅŸüncede, yaÅŸam tarzında varlığa anlam katan insani deÄŸerler süratle yitmekte, yitirilmektedir. Etik, estetik boyuttan kopan insan, yaÅŸamın tüm ÅŸiirsel boyutunu kökünden yolarak ÅŸimdiki ve gelecek zaman tasavvurunu kaba, küt, vandal iç tepilerine, iç güdülerine uygun kurmaya çalışmaktadır. YaÅŸamı maddi unsurlarıyla inÅŸa etmeyi en büyük ideal olarak belirlemekle kendi küçüklüÄŸünü, hiçliÄŸini ilan etmiÅŸtir. Sanal bir yaÅŸamı sürdürmekteyiz. Ä°lk elden akla gelebilecek en temel insan tavrı ve duyarlığından yoksun olarak edindiÄŸimiz oyuncak yaÅŸamları yine birer oyuncak kahramanlar, minyatür kiÅŸilikler olarak sürdürmekteyiz. BilineceÄŸi üzre orantısızlık minyatürün özelliklerindendir. Bir de perspektif yani derinlik yoktur minyatürlerde. Minyatürlerde gerçek dışı ifadeler vardır. Ä°ster fıtri ister çevresel olsun kendi gerçekliÄŸimizden kopmuÅŸ durumda deÄŸil miyiz? Adına çaÄŸdaÅŸ yaÅŸama biçimi, modernite ne dersek diyelim kurmak için harcına oluk oluk insan teri, kanı, aklı, oluk oluk insan ruhu akıtılan kartondan yaÅŸamlarla aramızda bir uçurum oluÅŸtu. Bir kopma, bir bozulma mı bu? Belki çürüme kavramı daha kuÅŸatıcı ifade edebilir halimizi. Çünkü bozulma onarımla düzelebilir problemdir. Her kopuÅŸu yeniden baÄŸlama imkânınız vardır. Ama çürümeyi, çürüyen yapıyı nasıl iyileÅŸtireceksiniz?  

YaÅŸamın kurulu sistemi insan merkezli ve insana göre iÅŸlemiyor. Ä°nsan varlığınızla daha iyi bir yaÅŸamı hak etmiyorsunuz. Kapılar size deÄŸil toplumsal rolünüze, statünüze açılıyor. Kategorinize, mevkinize, kompartımanınıza göre ilgi ve hizmet görüyorsunuz. Kapılar, bariyerler kartınızı, ÅŸifrenizi, numaranızı, barkotunuzu okuyup öyle açılıyorlar. Numaraya gösterilen ilgi sonunda numara yapmaya, numaradan yaÅŸamaya özendirdi insanı. Ä°nsanın yaÅŸama ciddi katkısı olmayınca katılımı numaradan olmaktadır. Numaralarla günü geçiÅŸtirme uyanıklığı her defasında insanı asıl yaÅŸamın asıl yaÅŸanması gerekenlerin dışına savurmada insan da yaÅŸam da oyuncaklaÅŸmaktadır. Bu oyun ciddi amaçlar güdülerek ve sahici edalarla sürdürülünce etkinlik adına ortaya bir ÅŸey çıkamamaktadır. Sanat da, siyaset de, düÅŸünce de ağırlığını yitirmiÅŸse gerçekle yalanın yer deÄŸiÅŸtirmesi sebebiyledir. Kültürlü varlık olarak insanın yaÅŸama neler kattığı, yaÅŸamın kendi bireysel zenginliÄŸine yani benlik, kiÅŸilik ve kimlik kazanımına neleri kazandırdığı önemlidir. Kültür sürekli bir akış içinde çoÄŸalmak, üretmek ve paylaÅŸmaksa neredeyse bütünüyle kaba, zevksiz, satıhsız bir nesnelliÄŸe indirgenmiÅŸ modern yaÅŸam tarzları insanın anlam derinliÄŸine neler katmaktadır? Uzun boylu düÅŸünmeye gerek yok; hiçbir ÅŸey!.. Ä°nsanın; önceleri her dem taze akıntılarla yenilenen, yeÅŸeren  giderek verimli alanlara dönüÅŸen iç dünyası artık varlığını besleyemediÄŸinden çoraklaÅŸmıştır. Bu kavurucu kuraklıkta insan varlığımızı ÅŸerefli, haysiyetli yapan tüm erdemler birer birer yitmiÅŸ ya da yitmektedir. DoÄŸallıkla yaÅŸama erdem ve insanlık adına pek bir ÅŸey katılamaz olmuÅŸtur. Kazandığı güçte insani deÄŸerlerin hiç ölçüsünde katkısı olan yaÅŸam etik, estetik duyarlığı olanlar karşısında fazlasıyla azgınlaÅŸmıştır. Her geçen gün yaÅŸama katılma ve katma imkânımız azalmaktadır. Olanca nesnel çeÅŸitliliÄŸine raÄŸmen öznel alanda korkunç daralma gözlenmektedir. Bu dar alan içinde insan da zorunlu bir daralma ve azalma yaÅŸamaktadır. Her geçen gün azalmaktayız. Bu gidiÅŸle açılmanın, çoÄŸalmanın imkânı da görülmemektedir. DüÅŸlerimiz, duygularımız azalmaktadır. Sezgilerimiz, sevgilerimiz git git azalmaktadır. Aklımız, idrakimiz, ruhumuz, insan yanımız git gide azalmaktadır.

Gündelik telaÅŸlar, beklentiler insan varlığımızı azaltmaktadır.

Önümüze konan amaçlar, umutlar, bakış açıları bizi azaltmaktadır.Gazetelerden, moda kitaplardan, kışkırtılmaya elveriÅŸli beÄŸenilerimize göre düzenlenmiÅŸ bulvarlar boyu uzayan vitrinlerden, karşısında aptallığa taht kurulan televizyonlardan, pembe dizilerden aşırılmış  sentetik yaÅŸamlar varlığımızı azaltmaktadır. 

YaÅŸadığımız hayatın ne kadarı bize aittir? Kendimizi ne kadar yaÅŸamaktayız? Ä°nsanın bir sosyal, kültürel çevre içinde var olduÄŸunu söyleyenler onun bireysel gücünü göz ardı ediyor olamazlar. Birey yaÅŸadığı çevreye kendi kiÅŸiliÄŸiyle dahil olmalıdır. Birey kendi dışındakilerle kurduÄŸu sürekli iliÅŸkilerle yaÅŸamını çoÄŸaltır, zenginleÅŸtirir. Bu hiçbir zaman tek yanlı bir iliÅŸki deÄŸildir. Kimlikli toplum kimlikli bireylerden oluÅŸacaksa yaÅŸamı çoÄŸaltmak kendi varlığımızı zenginleÅŸtirmek ve ait olduÄŸumuz toplumu çeÅŸitlendirmekle olur. Toplum bu tarz çeÅŸitliliÄŸi yaÅŸamın daha anlamlı sürmesi adına bir imkân bilmelidir. O zaman kiÅŸilik ve kimlik bunalımı daha aza indirgenmiÅŸ bireyler olarak iç rahatlığıyla bizim diyebileceÄŸimiz yaÅŸamdan ve bizim diyebileceÄŸimiz toplumdan söz edebiliriz. Katarız, katılırız. YaÅŸadığımız dünyaya ne katıyoruz, ne kadar katıyoruz? Bizi ifade eden unsurların ne kadarı bizim? NesnelleÅŸen dünyada orta malı yaÅŸantılardan yaÅŸam, reklamlardan akıl, magazin programlarından  ödünç kiÅŸilikler, benlikler alır olmuÅŸuzdur. Bize ait olmayan aÅŸkların, bize ait olmayan hasretlerin, heyecanların adamı olmuÅŸuzdur. Edip Cansever Kirli AÄŸustos’unda, ‘Uçurum’ ÅŸiirinde ‘Benim olmayan bir sevinç duyuyorum’ diyordu. Ve yine aynı ÅŸiirde ‘Benim olmayan bir ÅŸeyle yaslanıyorum’ derken sanırım bizimle benzer duygulanım ve anlam alanını paylaşıyor olmalıdır. Bırakınız yaÅŸama kattığımızın ne kadarının bize ait olduÄŸunu, bize ait sandıklarımızın ne ne kadarı bizim? YaÅŸamın ortasına doÄŸru her adım atışta kendimizden bir adım daha uzaklaşıyorsak insan merkezli, estetiÄŸi yitirilmemiÅŸ bir yaÅŸam sürdürmemiz nasıl mümkün olsun.  

Musa geldi.
Musa sentetik, ruhsuz yaÅŸamlar karşısında bozulmadan, çözülmeden, soylu duruÅŸun sembolü olarak, sinemize esenlik serpiÅŸtirerek gitti.  

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 09-07-2012 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111420912 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net