19-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow BÄ°R DÄ°RENİŞÇİ KEMAL KELLECÄ°
BİR DİRENİŞÇİ KEMAL KELLECİ PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 3
KötüÇok iyi 
Yazar Metin Önal MengüşoÄŸlu   
19-04-2012
ASÄ°L BÄ°R DÄ°RENÄ°ÅžÇÄ° KEMAL KELLECÄ°

                                     Metin Önal MengüÅŸoÄŸlu
Türkiye’de son kırk yıl zarfında cereyan eden Ä°slâmî geliÅŸmelerin büyük bir ekseriyetine tanık olduÄŸumu düÅŸünüyorum. Çok erken yaÅŸlarda kendimi bu cephenin bir neferi saymaya baÅŸlamıştım. En ziyade bu sebeple sahadaki oluÅŸum ve geliÅŸmeler birinci derecede alaka ve merakımı çekiyordu. Niçin ‘geliÅŸme’ dediÄŸimi açıklamama gerek var mı bilmiyorum. Åžu kadarını söyleyeyim, ben de seleflerim arasında bulunan Mehmet Akif, Ali Åžeraiti, Aliya Ä°zzetbegoviç, M. Sait Çekmegil gibi Müslüman âleminin asırlar boyunca çok uzun bir ‘kış uykusu’na yattığını düÅŸünüyorum. ‘GeliÅŸme’ dediÄŸim ÅŸey ise bu uykudan uyanma mahmurluÄŸunu da içeren uyanış, diriliÅŸ, silkiniÅŸ
ezcümle siyasi anlamı da içeren ÅŸuurlanma sürecidir. Sezai Karakoç üstadın Ä°slam’ın DiriliÅŸi adlı eserinden hatırımda kalan ÅŸu cümle meramımı güzelce özetlemektedir: “Müslüman! ÅžuurlaÅŸ, öyle ÅŸuurlaÅŸ ki, dıştan gelen her yıkış planının daha ilk maddesi açıklanmadan, sen son maddesini söyleyeceksin!”Sahici Müslüman münevverler ÅŸu hususta müttefiktiler: herkes, bütün toplumlar uyandı, bilinçlendi, artık Müslümanlar da silkinmeli, bu güne ve gelecek zamanlara dair plan ve projelerini üretmelidirler.

Yeryüzünde, büyük çoÄŸunluÄŸu ÅŸark âleminde yaÅŸayan Müslüman Kütlenin en çok da siyasi ve ahlakî ÅŸuurdan yoksunluÄŸu aÅŸikârdı. Peki, onları uyanmaya çağıranlar kimlerdi? Medreseliler mi, yoksa tarikatçılar mı? Hangi mezhebin mutaassıpları, hangi kanaat önderinin sorgusuz sualsiz baÄŸlıları ya da? Bugün birçok sahte sosyologun ulema ile aydın karşılaÅŸtırması yaparak, geçmiÅŸ ulema lehine ahkâm kestiÄŸini hiç unutmaksızın hatırlamaya çalışalım. Bir önceki paragrafta uyarıcılar sıfatıyla adlarını saydığım ve de saymadığım Müslümanlar arasında ulema var mıdır? Ä°nsafla meselelere bakanlar göreceklerdir ki, yalnızca Türkiye’de deÄŸil, hemen bütün ÅŸark âlemindeki son dönem Ä°slâmî uyanışın önderleri, ÅŸairler, mütefekkirler, türlü aktivistler olmuÅŸtur. Ulema, bir kere resmi sıfatlıdır. Ve tarih boyunca çoÄŸu kez ( az istisna ile) olduÄŸu gibi, daha ziyade siyasi erki elinde bulunduranlara yakın oturmayı tercih etmiÅŸtir. Medreseli, tarikatçı, mezhep mutaassıbı ve öteki kanaat önderlerinin baÄŸlıları arasından kaç tanesi siyasi bilinç taşımakta ve mevcut sistemle kavgalıdır? Dahası, ÅŸark âleminde aynı tarihlerde yayılmaya baÅŸlayan yeni ideolojilerin baÄŸlıları da tıpkı Müslümanlar gibi, ilim adamlarından ziyade, sanat ve fikir adamlarını izlemiÅŸ, onların eserlerinden etkilenerek sosyalist, liberalist, ateist v.b. olmuÅŸlardır. Hülasa ÅŸark âlemindeki bütün yeni oluÅŸumların önderleri büyük ölçüde ÅŸairler, fikir ve hareket adamlarıdır.

Bu türlü uyanışlar eski tabirle mektepli deÄŸil belki alaylı bir karakter taşırlar. Kitaptan tamamen kopuk deÄŸildir lakin eldeki kitaplar ilmî olmaktan ziyade politik, estetik ve fikri mahiyettedir. Kitaplardaki ÅŸiirler, çaÄŸrılar ve fikirleri kitlelere, özellikle de gençlere tanıtan, onlar arasında yaygınlaÅŸmasını saÄŸlayanlar ise çoÄŸu kere adı sanı bilinmeyen, pek de tanınmayan aksiyon adamlarıydı. Bazıları küçük esnaf, kimileri küçük memur hatta çoÄŸu seyyar satıcılıkla geçinen bu öz verili kimselerin yeni nesiller üzerindeki hak ve hukuku asla unutulmamalı ve inkâr edilmemelidir.

Kemal Kelleci’yi 60 yılların ortalarında, ikinci kez liseden kovulduÄŸum tarihte, Ankara’da amcam çocuklarının evinde geçirdiÄŸim bir kış günü, Ä°lahiyat Fakültesi’nin kantininde tanımıştım. Amcamın oÄŸlu rahmetli aÄŸabeyim Halil Hâzık, Selami Çekmegil ve birkaç arkadaÅŸla birlikteydik. Hatta aynı gün çekilmiÅŸ bir de fotoÄŸrafımız vardır. Selami Çekmegil, birkaç arkadaşıyla birlikte Üniversiteliler Fikir ve Aksiyon BirliÄŸi adlı bir dernek kurmuÅŸtu. Türkocağı salonunda her hafta bir etkinlik düzenlemekteydi. Necip Fazıl, M. Sait Çekmegil, Fethi GemuhluoÄŸlu, Emin Bilgiç, Hamdi Ragıp Atademir gibi adını hatırladığım kimseler sorulu cevaplı seminerlere katılıyorlardı. KonuÅŸmaların ardından soru cevap faslı baÅŸlıyor ve oturumlar son derece renkli geçiyordu. Çünkü sorular genellikle daha önceden hazırlanmış ve doÄŸrusu konuÅŸmacıları müÅŸkül durumda bırakacak kadar keskinlik ve derinlikler taşıyordu. Ä°ÅŸte bu oluÅŸumun bir yerinde, hayır, hatta her yerinde bir adam daha vardı: Kemal Kelleci.

Kemal Kelleci niçin vardı; neden oradaydı, hangi vasfıyla bu üniversiteli gençlerle aynı hizada duruyordu? Bir kere demiryollarında küçük bir memurdu. Ama hiçbir zaman memur kisvesi taşımıyordu. Bütün eylem adamları gibi korkunç derecede hiper aktif bir görüntüsü vardı. Yerinde duramıyordu. OturduÄŸu bütün masalarda merkez ÅŸahsiyet hep kendisiydi. Sözü bir yerinden yakalıyor ve öyle bir sonuca baÄŸlıyordu ki ÅŸaşırıp kalıyordunuz. Ancak bunu yaparken kullandığı üslup kimseye benzemiyordu. Bazen sokak aÄŸzı bazen mahpusane jargonu ve çoÄŸunlukla hafif argo sözcükleri, benzetmeleri, yakıştırmaları muazzam bir isabetle kullanıyordu. Etraftaki çoÄŸu muhafazakâr aile çocuÄŸu olan taÅŸralı Müslümanların, bu söylemlerden ötürü evvela yüzleri kızarıyordu. Biraz düÅŸününce yahut hadiselerin analizi saÄŸlıklı biçimde ortaya dökülünce, Kemal Kelleci’nin az bile söylediÄŸi anlaşılıyordu. Kimi Devlet büyüklerine, tutucu çevrelere, kalın kafalılara taktığı, yakıştırdığı sıfatlar bir müddet sonra onların üzerine yapışıp kalıyor ve her düÅŸünüÅŸte Kemal Kelleci’nin haklılığını sergiliyordu.

Kemal Kelleci, gözüne kestirdiÄŸi, uyanık ve okuryazar gençlere ‘Koç’ yakıştırması yapıyordu mesela. Söz konusu gençlerin ilgisine muhtaç, taÅŸralı haleti ruhiyeyi yıkamamış, tabir caizse henüz gözü açılmamış toy gençlere ise ‘Kuzu’ diyordu. Koçların görevi kuzuları gütmek, yetiÅŸtirmek ve uyarmak olarak biçiliyordu.

Necip Fazıl, M. Sait Çekmegil, sonraları ise Seyyid Kutup ve Sezai Karakoç’un Müslüman gençler üzerindeki etkinliÄŸini, Kemal Kelleci’nin gayretleri en az birkaç misli artırmıştır dersek yanılmış olmayız. Onların bakir topraÄŸa ektikleri, ekmeÄŸe uÄŸraÅŸtıkları tohumları bu ve benzeri çabalar sulamayı sürdürmüÅŸ ve canlanmasına, gürbüzleÅŸmesine büyük katkıda bulunmuÅŸtur. Tarih boyunca büyük davaların, büyük fikirlerin iÅŸlevselliÄŸini bu dava ve fikirlerin sahiplerinden çok, onları sahiplenen Kemal Kelleci gibi aksiyon adamları saÄŸlamışlardır.

Türkiye’de Osmanlının yıkılışı ardından kurulan yeni rejimle birlikte yaÅŸanan fikrî ve hayatî anaforun yarattığı karmaÅŸa son derecede derin ve köklü olmuÅŸtur. Meseleye birkaç açıdan bakılabilir. Bir kere Osmanlı sisteminin çürümüÅŸlüÄŸünü inkâr etmek mümkün deÄŸildir. Osmanlı tabii ve evrensel deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸüme ayak uyduramadığından ötürü yıkılmıştır biraz da. Osmanlı çürümüÅŸtür lakin yeni kurulan rejim ise hiçbir orijinalitesi bulunmayan, tepeden tırnaÄŸa kopyacı, insanları mukallit maymunlara çeviren bir mahiyete sahiptir. Yeni rejimin kudretlileri Osmanlının suçunu Ä°slâm’a yıkma kolaycılığına sapmış ve toplumu batıcı bir yaÅŸama modeli istikametinde cebren ve hileyle kabule zorlamıştır. Birçok darbeyle birlikte harfler de deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ, insanlar geçmiÅŸlerinden temelli kopartılmaya çalışılmıştır. Vakıa insanların kopartıldıkları yakın geçmiÅŸ, kurtarıcı soluÄŸunu zaten çoktan yitirmiÅŸti. Ancak ondan kopuÅŸ, toplumun bizzat kendi iradesiyle gerçekleÅŸseydi belki bir oto kritik imkânı doÄŸmuÅŸ olacaktı. Oysa bu, devlet eliyle ve zorla gerçekleÅŸince her ÅŸey birbirine karışmıştı.

Hatırladığım kadarıyla bendeki ilk Ä°slâmî siyasî bilinç, altmışlı yılların başında tercümelerini okuduÄŸum Mevdudi, Seyyid Kutup, Hasan el Benna eserleriyle baÅŸlamıştı. Oradan öÄŸrendiklerim ile babamdan öÄŸrendiklerim arasındaki çatışma ve çeliÅŸkiyi yürekten hissedince hemen babamın öÄŸretisine karşı çıkmıştım. Esasen başından beri Ä°slâm taraftarı olan rahmetli babam da bir demiryolcuydu. “Allah devlete millete zeval vermesin” tekerlemesini sıklıkla zikrederdi. Yeni rejime muhalifti lakin yine de ‘devlet bizim’ diyerek sahiplenmekten yanaydı. Oysa benim yeni öÄŸrendiÄŸim Ä°slâm, tam anlamıyla inkılâpçıydı. Babam muhafazakâr ve ben artık ben inkılâpçıydım. Tartışıp duruyorduk. Tartışmanın en ilginç gelecek tarafı ÅŸurasıydı: babama okuduÄŸum kitapları gösteriyordum. Biliyorum söylenenler onu sarsıyordu, fakat bir türlü kalbi tamamen yatmıyordu. Åžu itirazını hiç unutmuyorum: bu okuduÄŸum kitapların hepsi yeni yazıyla idi. Eski yazıyla olmadığı için onun nazarında itimada ÅŸayan sayılmıyordu. Ne garip tecelliydi ki zeval bulmasını istemediÄŸi devlet, bize, babamın yeni dediÄŸi yazıyı dayatmaktaydı. Fikirler, zihinler iÅŸte böylesine kör düÄŸüm olmuÅŸ, bir türlü çözülmüyordu. Babalar ile oÄŸullar arasına girerek ortak bir dil, bir anlaÅŸma düzlemi arayıp bulacak hakemlere, hâzık hekimlere toplum ne kadar da muhtaçtı. Her zaman halkın içerisinde bulunan, halkın bizzat kendisi olan Kemal Kelleci gibi isimlerin, yeni nesil entelektüellerle kurdukları saÄŸlam alakalar, onlara belki farkına bile varmadıkları böyle büyük bir fonksiyon icra ettirmiÅŸtir.

Onun kendisine biçtiÄŸi bir rol vardı. Anadolu’dan büyük kentlere okumak için akın akın taÅŸralı ‘kuzu’lar akmaktadır. Ne yapıp edip bunların ‘koç’laÅŸmasını saÄŸlamak lazımdır. Mektep kitapları hiç hilafsız ve besbelli ki bunların kuzulaÅŸmasını daha da artıracaktır. Öyleyse bu genç dimaÄŸları sahih bilgi üreten, bilinç aşısı yapan Ä°slâm’ın dinamik, inkılâpçı ruhunu aşılayan eserler ve münevverlerle tanıştırmalıdır. Mabetlere hapsedilmiÅŸ Müslümanlık anlayışını seminer ve konferans salonlarına taşımalı, Ä°slâm’ın, hayatın tüm safhalarına dair öÄŸretisi, teklifi, sistemi ve nizamını öÄŸretmeli ve yaymalıdır. Yeni nesilleri mevcut maarif müfredatının tahribatına mahkûm ve mecbur bırakarak, Kemalist rejimin kuzuları haline dönüÅŸtürülmelerine göz yummamalıdır. Ancak yine onları atalarının yolu (dini) üzerinde de bırakmamalıdır. Her iki yol arasındaki kumpasta sıkışıp kalmalarını önlemek için bir ÅŸeyler yapmalıdır. Kemal Kelleci iÅŸte tam da bunu yapan bir fedaiydi.

Tanışmamızın üzerinden kırk yıla yakın bir zaman geçti. Kemal Kelleci aÄŸabey, eksik olmasın beni tanıdığı ilk tarihten itibaren her zaman ‘koç’ olarak nitelemiÅŸtir. Böyle bir koçluÄŸu ömrüm boyunca ne ölçüde gerçekleÅŸtirip onun tanımlamasına liyakat kazandım bilemem. Bugün ilerlemiÅŸ yaşına, aldırmadığı türlü hastalıklarına, hanesindeki muhtemel sıkıntılara raÄŸmen kendisi bildim bileli aynı ödevini hiç aksatmaksızın sürdürmektedir. Türkiye’de altmışlı yıllar emekleme yıllarıydı. Ama yetmiÅŸli yıllardan itibaren Ä°slâmî bilinçlenmedeki ivme müthiÅŸ bir hızla ilerlemiÅŸti. GeliÅŸmelerdeki en önemli kaynak rollerinden birisini merhum Seyyid Kutup’un Türkçeye tercüme edilen Kur’anın Gölgesinde (Fi zılal-il Kur’an) adlı eseri yerine getirmiÅŸtir. Rahatlıkla ÅŸunu söyleyebiliriz, toplumda o eserden feyiz alan insanların büyük bir çoÄŸunluÄŸu bunu Kemal Kelleci’ye borçludur. O, bu on altı ciltlik kocaman eseri neredeyse koltuÄŸunun altına alarak ÅŸehir ÅŸehir, kasaba kasaba dolaÅŸarak satmış, dağıtmış ve okunmasına katkıda bulunmuÅŸtur.

Fi Zılal-il Kur’an, sadece Türkiye’de deÄŸil bütün dünyadaki Ä°slâmî uyanışın neredeyse anahtar eserlerinden birisidir. Zira o tarihlere kadarki yaygın Müslümanlık anlayışı, asla ‘hayır’ demeyen ve mutlak itaati öne çıkartan bir tür muhafazakârlıktı. Ä°lk defa bu eserle birlikte yaygın biçimde Ä°slâm’ın siyasal talepleri de konuÅŸulmaya baÅŸlanmıştı. Ä°slâm’ın yenilikçi, ıslahatçı, deÄŸiÅŸimci ruhundan okuyucusunu haberdar kılıyordu. Yayınlandığı ilk tarihlerde ülkenin gelenekçi, muhafazakâr çevrelerinin büyük tepkisini çekmiÅŸti eser. Öyle ki Necip Fazıl’a bile Seyyid Kutup aleyhinde raporlar yazdırtılmıştı. Yani büyük bir direniÅŸ vardı bu esere ve onun yaydığı yeni (onlara göre yeni) fikirlere. Önceleri direniÅŸçilerin etkinliÄŸi bir hayli fazlaydı. Lakin giderek bu direniÅŸ kırıldı. Zira öyle saÄŸlam bir soluÄŸu vardı ki bu eserin, üstelik sonuçta bir Kur’an tefsiri idi. Baktığınız zaman aynı ÅŸeyleri tekrar edip duruyordu ama doÄŸru söylüyor ve etkili söylüyordu. Kemal Kelleci eserin genç okuyucular nezdinde yaygınlaÅŸmasının baÅŸ aktörüydü. Bir fikir gençler arasında yayıldı mı, eskiler dirense de uzun boylu dayanamazlar zira en azından ömürleri buna kâfi gelmez.

Åžark toplumlarında öteden beri gözlemlenen bir hüsnü kabul vardır. Sultanların, kahramanların yanına onunla aynı dava ve kavgayı benimsemiÅŸ bir dava delisi eklerler; böyle birisini de sultanla birlikte görmekten nedense hoÅŸlanırlar. Hakikatte olmayan, uydurulmuÅŸ birisi sanırsınız, günün birinde portresi önceden zihninize çizilmiÅŸ bu karakter, ayniyle karşınıza çıkıverir; ÅŸaşırır kalırsınız. Ünlü Abbasi Halifesi Harun ReÅŸit ile anılan Behlül adlı biraz meczup, biraz muzip bir kardeÅŸi hakikatte var mıdır? Yoksa böyle birisini halkın muhayyilesi mi yaratmıştır? Mesela Nasrettin Hoca gerçekte Aksak Timur ile beraber olmuÅŸ mudur; yoksa bu da bir üretim midir? Don KiÅŸot ile birlikte adı anılan SanÅŸo Pansa da belki Endülüs yoluyla batıya geçmiÅŸtir. Türk filmlerinin YeÅŸilçam’da üretildiÄŸi yıllarda kendisine herkesi hayran bırakan, bir yumrukla üç beÅŸ adamı birden yere seren ‘artiz’in yanında her zaman bir de ‘artizin delisi’ bulunurdu. Artiz, seyircisinde hayranlık uyandırırken, delisi yaptığı gülünçlüklerle herkesi gülmekten kırıp geçirirdi. Necip Fazıl’ın yakın çevresinde bulunmuÅŸ Hilmi Oflaz’ı tanımıştım. Kendisini üstadının bütün huy, karakter ve alışkanlıklarının kazanında adeta eritmiÅŸ ve çakma bir Necip Fazıl haline gelmiÅŸti. Ä°ÅŸini gücünü, evini barkını bırakmış, üstadının sanki gölgesine dönüÅŸmüÅŸtü.

Kemal Kelleci’yi tam da böyle bir karakter olarak tanımlamak doÄŸru olmaz. Ne var ki halk muhayyilesinin yarattığı, yaratırken çoÄŸalttığı mesela bir Nasrettin Hoca ile benzer yanlarını bulmak mümkündür. Elbette bu Hoca Nasrettin’in yanı başında hiçbir zaman bir Timurlenk yoktur. Hatta o, muhtemel Timurları tekme tokat yanından kovacak kadar yürekli ve ileri görüÅŸlüdür. Ä°ÅŸin aslına bakarsanız bütün bu son sözleri ona ‘halk kahramanı’ sıfatını yakıştırmak maksadıyla söylüyorum.

Hatırımıza gelebilir: acaba Kemal Kelleci bu sattığı, yaygınlaÅŸmasını saÄŸladığı kitapları, kendisi de okumuÅŸ mudur? Elimde saÄŸlam bir delilim bulunmamasına raÄŸmen ben bu suale gözümü kapatarak ‘hayır’ diyeceÄŸim. Hayır, çünkü bu mümkün de deÄŸildir. Onun buna vakit bulabileceÄŸini asla düÅŸünemezsiniz. Hele onun, elinde kitap, bir köÅŸede uzun süre, sayfalar boyu oturan birisi olarak hayal edilmesi bile mümkün deÄŸildir kanaatimce. Sattığı/ yaydığı kitabı okumamıştır ama kitabın muhteviyatına vakıftır, künhüne vakıftır. Yani neyi/ neleri yayıp çoÄŸalttığının bal gibi farkındadır. Ä°nsanların ebediyen, iki cihanda da kurtuluÅŸlarının yolu buradan geçmektedir; bundan son derece emindir.

Hep düÅŸünmüÅŸümdür. Ä°lahî Hitap bir yerinde hatırımda kaldığı kadarıyla bize Allah’ın kötü sözü sevmediÄŸini söyler. Buradaki ifadeyi Türkçedeki ‘sövme’ kelimesiyle karşılayanlar da vardır. O halde Allah sövmeyi sevmez de denilebilir. Ayetin arkasından gelen istisna konumuz açısından hayati bir deÄŸer taşımaktadır. Denilir ki ‘zulme uÄŸrayanınki müstesna.’ Acaba zulme uÄŸrayan kiÅŸinin aÄŸzından dökülen ve ‘sövme’ tanımlamasına uygun düÅŸen ifadeleri, Allah, bağışlayacağını mı söylemektedir bize? O halde aÄŸzında bolca böylesi kelimeler bulunan bir kiÅŸi olarak tanıdığımız Kemal Kelleci, bu sınıfa girer mi? Benim bu suale cevabım hem de bütün kalbimin tasdikiyle olumludur. Hatta Kemal Kelleci’nin bütün önem ve deÄŸeri de sanki bu noktada yatmaktadır. O kendisini bütün bir Ä°slâm âleminin yerine koymaktadır. Onlara reva görülen muameleler karşısında, zalimlerin o bünyede açtığı tüm yaraların acısını yüreÄŸinde duymakta ve terennümünü sövgü sözcükleriyle dile getirmektedir.

SaÄŸlam, sahih bir iman, tevhidi asla zedelemeyen bir akait, bunun gereÄŸi olarak da dinamik ve sürekli bir eylemlilik hali, Kemal Kelleci önerisinin ana fikridir. KuzulaÅŸmaya rıza gösterenin köhneliÄŸini yüzüne karşı haykırmak onun ÅŸiarıdır. Ünsiyet saÄŸladığı çevrelerle irtibatı sürdüren de bizzat kendisidir. Aranmayı beklemez ve arar. Ä°rtibatın kopmasına izin vermez. Kuzular, kuzuluÄŸa rıza gösterip göz yumanlar, onu sıradan birisi olarak görür ve alakalarını keserler. Gelin görün ki sırf benim tanıklık alanıma giren kısmıyla bugün memleketin her bölgesinde onun koçluÄŸa terfi ettirdiÄŸi bir hayli münevver Müslüman mevcuttur.

Türkiye’de tevhidi uyanışı alaylı insanlar meÅŸhur etti, bu gizlenemez. Bu uyanışa bugün katkı verdiÄŸi gözlenen küçük çaplı akademik hareketlenmelere baktığımızda (Ankara Okulu ve çevresi mesela) onların bile Kemal Kelleci ile ÅŸöyle veya böyle bir irtibatları bulunduÄŸu asla hatırdan çıkartılmamalıdır. Ä°slamiyat dergisinin kendisiyle alakalı bir özel bölüm hazırlatması boÅŸuna deÄŸildi.

Ankara ile bütünleÅŸmiÅŸ olmalarına raÄŸmen her halleriyle sivil kalabilmiÅŸ, Müslüman camianın yakından tanıdığı iki kiÅŸiden birisi Saatçı Musa ise diÄŸeri Kemal Kelleci’dir. Elbet rolleri, konum ve fonksiyonları farklıdır. Saatçı Musa daha ağır baÅŸlı iliÅŸki biçimlerinin mimarıdır. Kemal Kelleci ise iliÅŸkilerine ille de mizah unsuru katarak yapmıştır yapacağını. Bence her ikisi de gerek siyaset adamları gerekse akademisyenlerin beceremediÄŸi, baÅŸaramadığı bir iÅŸlevi hakkiyle icra etmiÅŸlerdir. TaÅŸralı Müslüman gençlere dönük devletin, sistemin ve kent soyluların bütün saldırılarını kendi göÄŸüslerine alarak yumuÅŸatmış, hafifçe önlerine bıraktıkları bir futbol topu gibi gerisin geri göndermiÅŸlerdir.

Muhtemelen hiper aktifliÄŸinin bir sonucu ve gereÄŸi olarak Kemal Kelleci, her dönemde farklı bir inÅŸanın mimarı olarak karşımıza çıkmaktadır. BaÅŸlangıçta talebe ile bire bir irtibatlı dernek ve vakıflarda görünmüÅŸ, ardından Seyyid Kutup’un eserini yaymıştır. Bugünlerde onu DiriliÅŸ Yayınlarının gönüllü bir neferi olarak görünce ÅŸaşırmıyoruz. Çünkü o tanıdığım tarihten bu yana her dönemde, her mevsimde sürekli soylu bir davanın neferi hatta delisi olmuÅŸtur. Bu uÄŸurda adeta çılgınca çalışmış, didinmiÅŸ, koÅŸturmuÅŸ ve lakin asla yorulmamış vefalı, sadık, samimi ve hakikatli bir dosttur.

Yorum
İlginç!
Yazar peyami açık 2012-04-23 11:49:47
İngilizcede "coach" kelimesi de bu anlamda kullanılır. Koç diye okunur. İlginç değil mi?
Kuzular koç oluyor...
Yazar sanih açık 2012-04-24 09:39:45
İlginç: Yıllar geçiyor kuzular da koç oluyor; Kelleci gibi...

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 19-04-2012 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111277057 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net