09-11-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
Son Eklenenler
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa
KİTAP ve RETORİK PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 3
KötüÇok iyi 
Yazar Muhabir   
01-04-2012
-KELÄ°MELER YERÄ°NDEN OYNADI-
                                                           Muhabir
SERVER Vakfı’nın 21 Mart günü, ÇarÅŸamba Sohbetleri programının konuÅŸmacısı, yazarımız Necmetin Evci oldu. KonuÅŸmaya yoÄŸun bir entelektüel ilgi vardı. Salon bütünüyle doluydu. Evci’nin konuÅŸmasında ilgi, düÅŸünce ve heyecan seviyesi hiç düÅŸürülmeden, baÅŸtan sona üst seviyede tutuldu. Tarzı ve üslubu ile de çok akıcı olan konuÅŸmada, kelimeler, kelimelerle birlikte düÅŸünceler yerlerinden oynadı.

Altta, Sn. Evci’nin konuÅŸmasından alınan notların özetini bulacaksınız:

Felsefeci Martin Heidegger ve birçok filozof "DüÅŸünmek, kelimeleri
yerli yerine koymaktır" diyor. Konfiçyus ise “Tekrar dünyaya gelseydim, bütün çabam kelimeleri kendi anlamlarına kavuÅŸturmak olurdu” diyordu. Demek ki, kelimelerin kendi anlamları ile buluÅŸmasını saÄŸlamak, düÅŸünürlerin temel meselelerinden biri.

Kelimeleri kendi yerlerine koymayı amaçlayan çaba varsa, onların yerlerinden edildiÄŸi realitesi var olduÄŸu içindir. Birçok doÄŸrunun paradoksal ifadelerle izah ediliyor olması, anlam ve hakikat adına ters yüz edilmiÅŸ dünyanın geldiÄŸi vahim seviyenin kanıtı sayılmalıdır. Kelimelerin yerlerinden edilmesi, anlam kayıplarına, kaymalarına yol açar. Bu hakikatin yerini deÄŸiÅŸtirmek demektir ki, sanırım en büyük zulüm budur. Niçin? Çünkü hakikatin yerini deÄŸiÅŸtiriyorsunuz. Hakikatin temeli, yatağı, ölçüsü, fonu, formu, düzeni, zemini, baÄŸlamı, sesi, müziÄŸi, iklimi, alaşımı, ağırlığı bozulursa hiçbir ÅŸey kendi yerinde kalmaz, kalamaz. Çünkü yanlış bir zeminde doÄŸru yükselmez. Çürük zeminde, çürük malzemelerle saÄŸlam yapı kuramazsınız. Çirkinlikleri öne çıkararak güzelliÄŸe, kötülüklere müsamaha ederek, iyiliklere hizmet edemezsiniz. Ancak ne çare ki, kelimeler yerlerinden edildi, yerlerinden sürüldü ve anlamsal bozulma baÅŸladı. Kopma, çürüme, savrulma, dağılma, manasızlık, samimiyetsizlik baÅŸladı. Çünkü hakikat ve anlam hem hayatın hem varlığın temel kodudur. 

Kelimeleri yerli yerinde kullanmak, düÅŸünmektir. DüÅŸünmeyi bu cümle ile tanımlarsanız yanlış yapmış olmazsınız. DoÄŸal olarak hakikatin anlamına yaklaÅŸmak, kelimeleri kendi yerlerine yerleÅŸtirmeyi zorunlu kılıyorsa, onların kabul görmüÅŸ yanlış anlamlarını sorguluyor olacağız. Bu da bir anlamda kelimeleri yerlerinden oynatmak demek olacaktır. Bu anlamda, bugün burada “Kitap ve Retorik” olan konumuzla iliÅŸkili olarak “söz, yazı, kitap, anlam, konuÅŸma” gibi kelimelere dokunmak, deÄŸinmek istiyorum.

Retorik, ilk anlamı ile karşılıklı konuÅŸma, güzel konuÅŸma demektir. Konuyu ciddi manada müstakil olarak Aristo ele aldı ve aynı isimli kitabını yazdı: Retorik. Bu kitap karşılıklı etkili, ikna edici ve güzel konuÅŸma prensiplerini tartışır. Hatta bir yerinde, muhatabı etkilemeyi amaçladığı için retoriÄŸin pek de imrenilecek bir ÅŸey olmadığını bile ifade eder. O dönemde düÅŸünce ve ilmin retoriksel bir niteliÄŸi vardır. Aristo’dan önce Socrates’in mesela ‘Gorgias RetoriÄŸi’ çok ünlüdür.  En genel anlamı ile retorik, “yazılı olmayan, konuÅŸmaya dayalı” demektir. Yani retoriÄŸin konuÅŸmaya dayalı olmakla sahip olduÄŸu nitelikten daha az olmayan öneminden biri de “yazılı olmayan” usulüdür. 

RetoriÄŸin konuÅŸma biçimi ve fakat ‘farklı bir konuÅŸma biçimi’ olduÄŸunu zımnen söylemiÅŸ oldum. Öyleyse bu nasıl bir konuÅŸmadır? Sadece bizde deÄŸil, bütün toplumların düÅŸünce ve edebiyat gelenekleri sözlü ve yazılı olmak üzere ikiye ayrılarak incelenir. Ä°yi de yazılı edebiyat sözsüz edebiyat mıdır? ‘Sözlü’ ile ‘ÅŸifahi’ olanı birbirine karıştırmamak gerekir. ‘Kitab’ın da, yani ‘yazı’nın da ‘konuÅŸma’nın veya ‘retorik’in de temelinde söz vardır. Bu baÄŸlam içinde ‘söz’ belli bir anlam taşıyan ses dizgeleri, ses bütünlükleri deÄŸildir. KonuÅŸmak da bu dizgelerden baÅŸka iÅŸlevselliÄŸi olmayan ve çoÄŸu alışkanlıklarda karşılıklarını bulan sözleri birbirimize iletmek deÄŸildir. Bu tarz konuÅŸmalarda birbirimize anlam ve düÅŸüncemizi deÄŸil, alışkanlıkların ÅŸartlı reflekslerini alıp veririz. O nedenle alışkanlıkları çekip alırsanız, gündelik dil iÅŸlevsiz kalır. Ve yine aynı sebeple gündelik dil düÅŸünce aktarımında yetersiz kalır. Retorikteki ‘söz’ ‘hakikate’ tekabül eder, ilme, bilgiye tekabül eder ve mutlak manada Allah’a aittir.  Mutlak’a, Sonsuz’a, yüce’ye aittir. Kitap, deÄŸiÅŸmez veya deÄŸiÅŸmeyecek sözleri içeren bir manzumedir.

Hemen belirteyim ki, okumakla konuÅŸmak farklı olgulardır. Evvela konuÅŸmak sözel iletiÅŸimden önce bir kültür, gelenek meselesidir. DuruÅŸtur, eylemdir, yerini belirlemedir, konumlanmadır, tavırdır. Türkçede konuÅŸmak ‘konmak’ kelimesinden gelir. Kendi varlık ve amacına uygun olarak, baÅŸkalarının da konumunu gözeterek konumlanmak konuÅŸmak demektir. KonuÅŸlanmayı bu anlamı ile askeri bir terim olarak da kullanırız. Varlığına uygun bir yerde deÄŸilseniz, bu ölçüt ve hassasiyetlere göre konumunuzu belirlememiÅŸseniz konuÅŸma hakkınız hatta imkânınız olmaz. BulunduÄŸumuz yer, bizim tarihi, kültürel ve kendi düÅŸünsel çabalarımızın kesiÅŸtiÄŸi koordinatlarla oluÅŸur. DüÅŸünsel anlamda konuÅŸmamızı zorunlu kılan sebep iÅŸte bu kiÅŸiliÄŸimizi ve kimliÄŸimizi oluÅŸturan sebeplerdir. Her konuÅŸmanın böyle bir amacı, açılımı olmalıdır. Belli bir yeriniz yoksa, bir yerden durup bakma ve dinleme yapma imkânından yoksunsanız konuÅŸamazsınız. O sebeple ‘anlam(a) ile durmak arasında doÄŸrusal ve dolaysız baÄŸlantı vardır. Ä°ngilizce anlamak demek olan ‘understand’ veya Arapçada yine aynı anlama gelen ‘Vakıf olmak, veya vukufiyet’ olarak dilimize de geçmiÅŸ olan kelimenin lügat anlamı ‘durmak’ demektir. Hacda vakfeye durulur. Buradaki ‘vakfe’ zaten durmak anlamına gelir. Ama insanımız öyle kullanıyor. Bir anlayışı kolaylaÅŸtıracaksa kullansın, zararı yok. Ben bu örneklerde olduÄŸu gibi ‘belli bir ÅŸuurla durmak’ ve ‘anlamak’ arasındaki doÄŸrudan iliÅŸkiye iÅŸaret etmek istiyorum. Giderek ‘konuÅŸmanın’ bir ‘durma’ ve ‘anlama’ iÅŸi olduÄŸuna vurgu yapmak istiyorum. Vurgu yapmamın asıl sebebi belki biraz da milletimizin bu tarzdaki konuÅŸmaya ve anlamaya duyduÄŸu hayati ihtiyaçtır. 

KonuÅŸmanın baÅŸka iletiÅŸim boyutları vardır. Kaldı ki, kelimelere dayalı olsa bile firesiz bir iletiÅŸim mümkün deÄŸildir. Size söylediÄŸim söz, sizin dimağınızda baÅŸka anlamlar kazanır. Azalır veya çoÄŸalır. O nedenle sözün, dimaÄŸdan dimaÄŸa, zihinden zihine gezinirken artmak, eksilmek gibi bir özelliÄŸi vardır. Bir Latin atasözünün ifade ettiÄŸi gibi “Söz uçar yazı kalır” Buradaki ‘söz’, bir anlamda Platon akademisindeki retoriÄŸin mahiyetini de özetliyor gibidir. Oradaki anlayışa göre söz zaten uçmalıdır. Buradaki uçuculuk, tinerdeki, gazdaki, buhardaki gibi bir uçuculuk deÄŸildir. Tabir caizse bir kuÅŸ gibi, uçak gibi uçmaktır. Söz, ucu her türlü anlama ve anlamaya açık bir hakikat içermeli ve bulduÄŸu açıklıktan baÅŸka idraklere, baÅŸka hayallere, anılara, algılara kanatlanmalıdır. Orada baÅŸka deÄŸerlerle, açılarla birleÅŸerek, ayrışarak geniÅŸlemeli, zenginleÅŸmeli, yeni bir hareket, yeni bir ivme kazanmalıdır. Böylece sözün asıl zemini olan sonsuzluÄŸa, anlamın sonsuz ufkuna katılarak deÄŸer kazansın ve katılarak deÄŸer katsın. Anlam sonsuzdur. Söz, sonsuzu taşıdığı, yansıttığı ölçüde anlam ve deÄŸer kazanır. Sonsuza yakınsa anlamlı, uzaksa anlamsızdır. Anlamsız olan lâf-ı güzaftır, eskilerin deyiÅŸiyle ‘kıl-u kal’dır.
 
Akademide ‘Trigium’ diye bilinen üç temel dersten biri retorikti. Bu hem ders hem usuldü. Hakikat retoriksel olmak durumundaydı. Ne demektir bu? Sonlu, sınırlı mahiyeti ile insan zihni, sonsuz hakikati belli ölçekler içinde anlamak durumundadır. Bu ölçekler o kiÅŸinin varlık koÅŸullarını oluÅŸturan boyutlarla oluÅŸur. Öyleyse hakikat belli algı kalıpları içinde dondurulamaz. Farklı kavrayışların önü açılmalı, bütün bir toplam algı ile esas düÅŸünce oluÅŸmalıdır. OluÅŸan bu üst ve daha geniÅŸ düÅŸünce, bir anlamda retoriksel düÅŸüncedir. Bu düÅŸünce insanı, hayatı var eden koÅŸullar deÄŸiÅŸtiÄŸi ölçüde deÄŸiÅŸir. DeÄŸiÅŸen hakikat deÄŸildir. Hakikatin deÄŸiÅŸmezlik özelliÄŸi vardır. DeÄŸiÅŸen hakikati algı biçimimizdir. 

Hakikati algı tarzımıza ‘doÄŸru’ deriz. DoÄŸru hakikatin deÄŸiÅŸen karakteridir. Hakikat ise doÄŸruların deÄŸiÅŸmez niteliÄŸi. Hakikat öncelikle varlığın özü, o özün asıl mahiyeti ile ilgilidir. Bu sebeple varoluÅŸsal ve ontolojik gerçekliÄŸimizi tanımlar. Varlık hakikate yakınlığı ölçüsünde anlam kazanır. DoÄŸrular madem belli ÅŸartların zihnimize veya zihnimizden yansımalarıdır, o zaman ÅŸartlar deÄŸiÅŸtiÄŸinde doÄŸrular da deÄŸiÅŸecek demektir. Öyle ki, deÄŸiÅŸen ÅŸartlar, dünün doÄŸrularını, bugünün yanlışına dönüÅŸtürebilir. Öyleyse kendi indi doÄŸrularımızı, deÄŸiÅŸmez hakikatler gibi genele teÅŸmil etmek vahim bir yanlıştır. Anlamı, hakikatin anlamını sınırlamak, her idraki o sınırlar içinde bir algıya mecbur etmektir. Bu zihnin iÅŸleyiÅŸine de içeriÄŸine de aykırıdır. Ä°ÅŸte bu sınırlarla dondurulmuÅŸ model düÅŸünceler, otoriter düzenleri veya ideolojileri oluÅŸtururlar. Åžimdilerde buna ‘paradigma’ diyorlar. Ä°sterseniz otorik deyiniz. ‘Otor’ ile deÄŸiÅŸmezlik arasında bir iliÅŸki vardır. Otorik metinler deÄŸiÅŸmez metinlerdir. Mesela günümüze kadar gelmiÅŸ Hint Otoritleri vardır. Otorit olan, otorite olandır. Otoritenin bilgiye, söyleme dayalı tartışmasız bir iktidar keyfiyeti vardır. Otorite kelimesi daha çok siyasi içerikle çeÅŸitli kullanımlarla karşımıza çıkar. ‘Senator’da, ‘Ä°mparator’da hatta Editör’de veya yazar anlamı ile author’da (yazar) hep bu otorite vardır. 

Aslına bakılırsa kendiliÄŸinden anlaşılacağı gibi otorite ile yazı arasında bir sıkı iliÅŸki de söz konusudur. Otorite deÄŸiÅŸmez yasalarını yani anayasa veya benzer metinleri yazıya geçmiÅŸ, belki yazının önemli bir devlet aracı olarak kullanımı böyle olmuÅŸtur. Devletin veya devlet düzeninin sonsuza kadar sürmesinin arzulanacağı düÅŸünülürse, yazının bu amaçla yani deÄŸiÅŸmez metinlerin kaligrafik iÅŸaret ve ifade biçimi olarak kullanılmasında anlaşılmayan bir yan olmaz. Ancak bu hakikatin de varlığın da doÄŸasına aykırı olur. Çünkü hakikat statikleÅŸtirilemez, donuklaÅŸtırılamaz. Bir dönemin veya toplumun doÄŸruları, baÅŸka dönem ve toplumlar için baÄŸlayıcı kurala dönüÅŸtürülürse o toplumun zamanın akışı önüne bir engel koymuÅŸ olursunuz. Akış o engelleri aÅŸar. Engeli sabit ve muhkem kılmak isteyenleri, akışının önüne katarak, tarihin ilgisiz alanına savurur. Böyle olmuÅŸtur. O nedenle zamanların ruhunu okuyamayan, kendilerini ona göre güncelleyemeyen yönetimler, kadrolar, savrulup, devrilip gitmiÅŸtir.
 
Kimse, hiçbir otorite, düzen veya devlet ne kaderden, ne zamanın akışından daha güçlüdür. Zamanın, varlığın, hakikat algısının ve elbette bu arada otoritenin ve devletin, genel iliÅŸkilerin ve genel iÅŸleyiÅŸin yeniden düzenlenmesi, hakikate uygunlaÅŸtırılması gerekir. Çünkü zaman geçince doÄŸruların hakikatten uzaklaÅŸmaları az görülen bir durum deÄŸildir. O nedenle Akademide baÅŸta devlet ve siyasal düzen olmak üzere iÅŸleyiÅŸ yeniden düzenlenmiÅŸtir. Ä°ngilizceye de geçmiÅŸ olan ‘re’  preposition’ı (öneki) önüne geldiÄŸi kelimeye ‘yeniden veya tekrar’ anlamı kazandırır. Form: reform, organization: reorganization, turn: return gibi. Bu mantıkla retorik’i re-otorik ÅŸeklinde çözümleyebiliriz. Yani otorik olanın, otoriter yapının yeniden düzenlenmesi! O nedenle hemen tüm antik dönem ve hatta sonrası filozofların neredeyse hemen hepsinin ‘devlet’le iliÅŸkili bir kitabı vardır. Bu onların zihinlerinin hem retoriksel çalışması, hem de devletin bir ÅŸekilde bu zihni faaliyetlere olumlu veya olumsuz etkileri sebebi iledir. Devlet ve toplum üzerine ‘yeniden düzenleme’ yapılırken, kendileri ile tutarlı bir ÅŸekilde yazıya deÄŸil söze, daha doÄŸrusu sözün ÅŸifahi paylaşımına önem verilmiÅŸtir. Çünkü gücün bilgisine karşı, bilginin gücünü savunmanın en tutarlı, saÄŸlıklı yolunun ‘retorik’ olduÄŸu düÅŸünülmüÅŸtür. O dönem filozofları, tartışmalarla doÄŸan ve geliÅŸen hakikatleri, yazının baÅŸka anlamaları zorlamayacak nesnel kalıplarına dökmeye yanaÅŸmamışlardır. Bu sebeple yakın denecek zamanlara kadar, bilgi, düÅŸünce, ilim ve edebiyat çalışmaları hep sözlü olarak yani dilden dile, dimaÄŸdan dimaÄŸa uçarak gelmiÅŸtir. Bir cılız akıntının dereye, çaya, ırmaÄŸa, nehre dönüÅŸüp en sonra denize akması gibi, bilgi her uÄŸrakta, her aÅŸamada, artmış, çoÄŸalmıştır. Retoriksel bilgi, Karl Popper’nın yanlışlanma yöntemini bile geride bırakacak düzey ve olgunlukta, doÄŸruları tartışma zemininde aramıştır. DoÄŸru tartışılmalı ve aranmalıdır. RetoriÄŸi gerekli kılan en önemli sebep doÄŸruların tartışmaya açılmayarak dayatılmasıdır. O nedenle eski zamanların bilgi anlayışı daha özgürlükçüdür, daha özgündür. 

BildiÄŸimiz anlamda yazının, kitabın bilgi aracı olarak kullanılması ile modern ulus devletlere geçiÅŸ tarihlerinin örtüÅŸmesi tesadüfî deÄŸildir. Bütünüyle bir toplum belli ideolojilerin kalıplarına göre ÅŸekillendirilirken, özgür düÅŸünceden korkulacaktı. Öyle de oldu. Eski eÄŸitim modeli herkesin kendi anlayışına göre biçimlenmesine imkân veriyor, hatta bunu özendiriyordu. Oysa modern dönemlerin tek tipçi fabrikasyon eÄŸitim modeli, insanların özgür ve özgün yanlarını yok etti. Burada eÄŸitimi sadece okullarla sınırlı anlamak doÄŸru olmaz. Rejimlerin eÄŸitim ve kültür politikaları, zamanların deÄŸiÅŸen eÄŸitim ve propaganda aygıt ve araçlarına göre deÄŸiÅŸerek, toplumun ve hayatın santimine varıncaya kadar tüm alanlarına sirayet etmiÅŸtir. Kitle haberleÅŸme araçlarından, oyunlara, eÄŸlencelere, bayram ve kutlamalara, beyanatlardan basına, sokaklarda çarşılarda, vitrinlerde öne çıkarılan deÄŸer ve motiflere, modaya kadar yaygın, etkin bir eÄŸitim uygulanmaktadır. Kitleleri eÄŸitmenin, tornadan geçirmenin bin bir ÅŸeytansı yolu bulunmuÅŸtur. Bu noktada moda özen ve imrenme yaratır. Özenilen ve öne çıkarılan sadece moda kıyafetler, eÅŸyalar deÄŸildir. Moda düÅŸünceler, moda felsefeler, moda konuÅŸma tarzları, moda kelimeler, moda cümleler de insanların benliklerini derinden etkiler. Kitleler çokluk kendilerini bu tarz modaların biçimlendirmesine terk etmiÅŸtir. Bilinci körelmemiÅŸ her insanın bileceÄŸi basitlikteki bu realiteyi niçin söylüyorum? Ä°deolojik iÅŸleyiÅŸin tümüne dikkat çekmek için: Paradigma sadece rejimlerin keskin ideolojik doktrinleri ile sınırlı kalmaz. Ayrıca otorit/e kendiliÄŸinden kabul edilen anlayışlar, yaÅŸama biçimleri de oluÅŸturur. Re-otorik bir anlamda bütün bunları da yani hâkim anlayışları da tepeden tırnaÄŸa yeniden düÅŸünmek, yeniden düzenlemeye çalışmak demektir. Yani siyasal, sosyal koÅŸullanma içinde genel geçer düÅŸünceleri tekrar ediyorsanız çok güzel de konuÅŸsanız retorik yapıyor olmazsınız. Retorik gücün bilgisini deÄŸil, bilginin gücünü öne çıkarmalı. ÖzgürlüÄŸü, aÅŸkı, erdemi, vicdanı, bireysel duyuÅŸları, sınırsızlığı, çoÄŸulculuÄŸu, farklılığı öne çıkarmalıdır. Retoriksel düÅŸünce çerçeveyi zorlamalıdır. Kendi varlığını bütün bu deÄŸerlerin ve güzelliklerin varlığı ile birlikte düÅŸünmelidir. Onlar varsa kendisi var olacaktır. Kendisi ancak baÅŸkasıyla var olacak, farklılıklarla ifadesini, özelliÄŸini, yerini, deÄŸerini bulacaktır.

Paradigmanın ÅŸemasında birey yok oldu. Herkes birbirine benzer oldu. Bu benzeyiÅŸi ‘milli birlik’ sloganları ile iyi bir ÅŸey olarak yutturmaya kalktılar. Oysa benzerlikler, kültürü, düÅŸünsel zenginliÄŸi, giderek çözüm bolluÄŸunu, tercih çokluÄŸunu, ifade çeÅŸitliliÄŸini, seçenek fazlalığını ortadan kaldırır. Yani toplumu, hayatı kısırlaÅŸtırır, köreltir. Öyle de olmuÅŸtur. Birörnek insanların, birörnek hayatları içinde ne farklı düÅŸler, ne farklı düÅŸünceler oluÅŸuyor. Hiçbir ses, hiçbir bakış, duruÅŸ, tarz, öz, içerik, açı özgün deÄŸildir. Oysa çeÅŸitlilik varlığın gerçeÄŸidir. Varlığın doÄŸasında çeÅŸitlilik vardır. ÇeÅŸitlilik, birbirine yönelimi, yardımlaÅŸmayı kaçınılmaz ve zorunlu kılar. ÇeÅŸitlilik kültür demektir. ÇeÅŸitliliÄŸi yok edenler, kültürü, varlığı, hayatı tüm boyutlarıyla ilgilendirdiÄŸi anlamı ile kültürü yok ederler. ÇeÅŸitliliÄŸi yok edenler bireye de, özgürlüÄŸe de, tartışmaya da karşıdırlar. Modern dönem insanlara kesin yabancılaÅŸma ile beraber, kesin bir kültürsüzlük armaÄŸan etmiÅŸtir. “Söz uçar yazı kalır” sözünü, bir hakikatin ifadesi olarak, “söz uçmalı, yerinde kalmamalı; yazı kalmalı, kalıcı olmalı, kalıcı olması istenmeyenler yazılmamalı” diye anlamalıyız.  

Kalıcı ve deÄŸiÅŸmez olan hakikat sadece Allah’a aittir. Öyleyse deÄŸiÅŸmezliÄŸi bildiren yazı ve yazılmış olan yani kitap ta O’na aittir. Öyledir de. Bu anlamda kitap deyince sadece kutsal metinleri anlamak gerekir. Daha da derinlere indiÄŸimizde kitap Allah’ın deÄŸiÅŸmez ilmi ve iradesini ifade eder. Kurandaki kullanımı bu yöndedir. Hem deÄŸil mi ki, Kur’an (Okunan) kendisini ‘kitap’ olarak ifade eder. (DüÅŸünülmesi için: Beyyine:4, Buruc:21, Mutaffifin:9,20, Cum’a:5, Vâkı’a:78, Saffat:170, Zuhruf:4, Fatır:31, Ankebut:48, En’am:7) ‘Ä°yi ama Kur’an’ın bildiÄŸimiz anlamda kitaba dönüÅŸmesi yüce peygamberden sonradır. Yani Kur’an kendisini kitap olarak ifade ettiÄŸi zamanlarda ortada cildi ile, sahifeleri ile henüz bir kitap yoktur. Zihnimizi mevcut algıların formundan kurtarıp olaya getirdiÄŸimiz açılım çerçevesinden bakılırsa, konu açıklık kazanır. Kitap kesin yazılı olan demektir. Yani yazının da bir kesinlik ve deÄŸiÅŸmezlik karşılığı olduÄŸuna göre anlam yerini bulmuÅŸ oluyor. Biz ‘yazık’ veya ‘alın yazısı’ gibi kullanımlarda hep bu deÄŸiÅŸmezlik anlamını öne çıkarırız. Yoksa ‘alın yazısı’ nasıl bir yazıdır? Onu gören okuyan var mıdır? Alın yazısı tüm beÅŸer sınırlarını aÅŸan, beÅŸer güç ve iradesinin deÄŸiÅŸtiremediÄŸi, deÄŸiÅŸtiremeyeceÄŸi yaÅŸanmış veya yaÅŸanacak mecburiyetleri ifade eder. 

Biraz da bu anlamından dolayı yazı, Sümerler’den çok önce de biliniyor, kullanılıyor olmasına raÄŸmen doÄŸrudan ilgili görülmediÄŸi alanlarda ve maksatlarda kullanılmadı. DeÄŸilse Ayetle sabit olan bir gerçek var ki, Allah isimleri, kelimeyi ve yazmayı öÄŸretmiÅŸ, okumayı da emretmiÅŸtir. Ä°nsana okuyacağı, okundukça ikram göreceÄŸi (Kur’an-ı Kerim: Okundukça ikram eden veya okuyana ikram eden) kitap da indirmiÅŸtir. Kitabın indirilmiÅŸ olması onun sonsuz yücelikten bizim idraklerimize indirilmiÅŸ olması (inzal, nüzul) sebebi iledir. Bu bile sözün yani kelimenin yani yazılması gerekenin Allah’â ait olduÄŸu hakikatini açıklar.

Bana göre hem kendi hakikati, hem de hayat içinde kullanıldığı ÅŸekli ile yazı Hz. Âdem’den beri vardır. Ancak sadece kutsal metinler ya da kutsal yerine geçecek metinler yazı ile kayda geçiriliyordu. Kitap denince de akla bunlar geliyordu. Eski çaÄŸlarda Sümerlerde olduÄŸu gibi ÅŸehirlerin kapılarının yanına veya üzerine taÅŸ veya mermer levhalara o ülkenin (veya ÅŸehrin) yasaları, kitabe ÅŸeklinde yerleÅŸtiriliyordu. Mimari yapılardaki kitabe geleneÄŸi muhtemelen böyle baÅŸladı. 

Eski çaÄŸlarda, bilginin çok çeÅŸitli ve kendi diyalektiÄŸi içinde tutarlı sebeplerle sözlü anlatımla baÅŸkalarına ulaÅŸtırıldığı tespitini yapmış olduk. Dede Korkut hikâyeleri gibi Türk masal ve destanları yüzyıllar boyu kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa sözlü anlatımla taşındı. Homeros 'un binlerce sayfayı tutan Ä°lyada'sı, Odessa’sı da sözlü anlatımla baÅŸkalarına aktarılıyordu. Hatta eski dönemlerde bu destanları ezberleyip köy köy, kasaba kasaba insanlara okuyan gezgin ozanlar vardı. Bizdeki âşıklık veya ozanlık geleneÄŸi gibi. Gezgin ozanlık, özellikle ‘ama’ olan çoÄŸu kiÅŸinin geçimlerini saÄŸladıkları meslekleri idi. Homeros aslında görmeyen (ama, kör) demektir. Yeri gelmiÅŸken söylememe izin veriniz; sanıldığı gibi Homeros’un bir tek kiÅŸilik olduÄŸu doÄŸru deÄŸildir. 

Sonuç itibariyle insan zihni ezberlemeye çok yatkındı. Binlerle ifade edilen sayfalık yoÄŸunluklar insanın ezber kapasitesi yanında çok önemli bir zorluk deÄŸildi. Hatta hafıza ezberledikçe, hızlanıyor, açılıyordu. Bu özellik, zihne muhteÅŸem hızlı ve derinlikli anlama, tartışma kapasitesi kazandırıyordu. Bilginin iÅŸitsel yani kulak ve dil arası yoÄŸun iliÅŸkilerle yönelim kazanması da iÅŸin ayrı bir güzelliÄŸi. Pozitivizm bu yönelimin örgüsünü bozdu. Bilgiyi iÅŸitsel olmaktan çıkarıp, görmenin kaygan ve neredeyse düÅŸünmeye uzak zemininde ele aldı. Bilimi de bu indirgemeci basit anlayışın dayanağı, destekçisi yaptı. Hatta tasfiye ettiÄŸi bir dönemin skolâstik kalıntılarını silmek için, ezberlemeye karşı bir saldırı bile baÅŸlattı. Sözüm ona ezberci zihin bir ÅŸey bilmezdi, bilemezdi. Yoruma, üretmeye dayalı bir modele geçilmeli, bunun için de bizi karanlıklar içinde bırakan o bütün ezberler unutulmalıydı. Ezberlemenin düÅŸünceye, öÄŸrenmeye nasıl mani olduÄŸunu oldu bitti anlayamadım. Bilmek aslında bir çeÅŸit ezberleme olayı deÄŸil midir? Ezberimizdekilere göre yaptığımız benzetmeleri kodlamaya, bilgi veya düÅŸünce dersek yanlış mı söylemiÅŸ oluruz? Ä°çinde dini motiflerin olduÄŸu ezberleri yok etmek için bütünüyle insan zihnini boÅŸalttılar. O günden beri insan ezberlememeye özendirildi. Åžimdi kafası, hafızası, duygusu boÅŸaltılmış, boÅŸ, boÅŸlukta, bomboÅŸ insan olarak sabah ne yediÄŸini bile hatırlamıyor. ÇaÄŸdaÅŸ insan, boÅŸ benliklerin insanı olarak derin unutuÅŸların hatta kendisini unutuÅŸun anılmaya deÄŸmeyecek kahramanı olarak ortalıkta gezinmeyi, yaÅŸamak ve var olmak sanıyor. Varlığı ve tüm yaÅŸamı reklamlara, zihin yönlendirenlere, rıza üretenlere, ekranlara teslim olmuÅŸ haldedir. Kendisi için tasarlanan düÅŸü görüyor, kendisine gösterilen amaca yöneliyor, kendisinden istenen düÅŸünceleri savunuyor, kendisinden istenen alışveriÅŸleri yapıyor, istenilen dili konuÅŸuyor ve en nihayet istenilen tarzda özgür ve istenilen tarzda var oluyor! 

Ders anlattığı bir sıra not tuttuÄŸunu gören öÄŸrencisinin bu tutumunu anlamakta zorlanan Socrates,  o öÄŸrencinin bir daha derse gelmesinin gerekmediÄŸini söyler. Bu olay önemlidir. Öncelikle Socrates, "Ne söyledim ki not tutuyorsun? Ben tanrı deÄŸilim ki sözlerimi yazıyorsun" demek istemiÅŸtir. Sonra söylediklerini hafızasında tutamayan öÄŸrencinin zekâ seviyesinden kuÅŸku duymuÅŸ olmalıdır. Derse almama kararını zekâsı zayıf öÄŸrenci istemediÄŸine baÄŸlayabiliriz.  O çaÄŸlarda yazmak kıt akıllılık olarak deÄŸerlendiriliyor olmalıydı. 

Bir eÄŸitim ve düÅŸünme aracı olarak yazının hayata girmesinden sonra hafıza zayıfladı. Bu konuda Gazzali'nin yaÅŸadığı ibretlik bir olay var: Ä°ran ve Asya Medreselerinde ilim tahsil ettikten sonra BaÄŸdat’a dönmek için katıldığı kervanı eÅŸkıyalar durdururlar. Kervandakilerin para ve deÄŸerli malları gasp edilir. Sıra Gazzali’ye geldiÄŸinde, ünlü alim eÅŸkıyalara “Neyimi isterseniz alınız ama ÅŸu deftere dokunmayınız. Çünkü onlarda benim onlarca yıllık ilim tahsilim var. Hem sonra onlar sizin iÅŸinize de yaramaz” der. Bu yalvarmaklı sözler karşısında hayrete düÅŸen eÅŸkıya başı, bir yandan defterlerden birini evirip çevirirken bir yandan da ÅŸaÅŸkınlığını gizleyemeyerek sorar: “Yani senin onlarca yıllık tahsil ettiÄŸin ilim burada mı?” “Evet” der Gazzali. EÅŸkıyanın cevabı ilginçtir: “”Hayret, ben ilmi akılda bilirdim”  Bir eÅŸkıya ilmin nerede olacağını bilecek deÄŸil elbette, ama cevabı, o çaÄŸlarda ilmin sözlü nakillerle gerçekleÅŸmesinin güçlü iÅŸaretlerini taşıması bakımından önemlidir. 

Söz ekseninde, kitap, konuÅŸma, retorik, okuma, yazı kavramlarını kısmen tartışmaya açmış olduk. Bu arada Sayın BaÅŸkanım süremin bittiÄŸini ifade ediyorlar. Özetleyip bitireyim: Anlam ve hakikatle bir derdimiz varsa, sözle, kitapla, okumayla daha fazla meÅŸgul olacağız demektir. Ben kitabın ilahi bir boyutunun olduÄŸuna iÅŸaret ettim. Bütün kitaplar, Rabbimizden inzal olan kitabı yani o kitapta var olan, ancak o kitapta var olan ilmi, hikmeti anlamak için olmalıdır. Siz bu kitabı okuyamamışsanız benim deÄŸerlendirmeme göre gerçek okur yazar sayılmazsınız. Yüce Kur’an faydasız bilgi hamallarını ‘Kitap yüklü eÅŸeklere’ benzetir. Okumak bu semboller, iÅŸaretler deposu kitapları çözümlemekse, peygamberimiz bu anlamda okuma yazma bilmiyordu. Yok, eÄŸer okumak hakikatin künhüne varmaksa peygamberimiz en iyi okuyandı. Uzun sürmüÅŸ suskunluklardan sonra ÅŸimdi, bir büyük okuma dönemini baÅŸlatmanın vakti gelmiÅŸtir. Yani bilgilenmenin, düÅŸünmenin, sözü kendi yerine koymanın, sözü sahibine tevdi etmenin, anlam aramanın, anlam paylaÅŸmanın vakti gelmiÅŸtir. Biz bunu yapmaksızın, bu düzlemde tartışmaksızın, ne bize ait yerimiz, ne bize ait benliÄŸimiz ve kimliÄŸimiz olur. Öyle olunca da, ÅŸimdiye kadar olduÄŸu gibi, bundan sonra da bir tek kelime konuÅŸma hakkımız olmadan, taklitten silikleÅŸmiÅŸ, ölgünleÅŸmiÅŸ kiÅŸiliklerimizle daha doÄŸrusu kiÅŸiliksizliÄŸimizle bir gölgeden farksız olarak kendimizi avutur gideriz. Kendi hiçliÄŸimizin, boÅŸluÄŸumuzun altında eziliriz. 

Bizi bekleyen aydınlık ufukların parıltısını her birinizin gözünüzden yansıyan canlı ilgilerin parıltısında görüyorum. Beni o ışıktan mahrum etmeyin. Aydınlığı paylaÅŸmayı diliyorum. Beni sabırla dinlediÄŸiniz için hepinize teÅŸekkür ediyorum.

DÄ°L, ANAYASA MESELESÄ°
Yazarımız Necmettin Evci’nin konuÅŸmasından sonra soru-cevap bölümüne geçildi. Bu bölüm de en az birinci tur kadar keyifli ve derinlikli idi. Bir dinleyici konuÅŸma esnasında çok yabancı kelime geçtiÄŸinden ÅŸikâyet ederek “Türkçe’nin kullanımı nasıl tanımlanıyor; bu boyutta yabancı kelimelerle konuÅŸmaya ne demeliyiz?” diye bir soru yöneltti. Evci, dinleyenler arasında bu konuya en yetkin cevap verecek kiÅŸinin Avukat Selami Çekmegil olduÄŸunu söyledi. Bunun üzerine söz alan Çekmegil’in verdiÄŸi cevap düÅŸündürücüydü: “Anayasa -daha baÅŸta- Devletin dilinin Türkçe olduÄŸunu yazıyor ama hemen devamında Devleti tanımlarken: “Demokratik”: Yunanca, “Lâik”: Fransızca, “Sosyal”: Ä°ngilizce kelimeler kullanıyor; cevabı burada aramak lazım” dedi.

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 01-04-2012 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Anket
Kullanıcı Girişi
Kimler Çevrimiçi
Şuan 76 misafir çevrimiçi
Ziyaretçi Sayısı
122441314 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net