METÄ°N ÖNAL MENGÜÅžOÄžLU’NA SORULAR
Soran:
AHMET USTA/ YOLCU dergisi S. 1- Tek tipleÅŸmeye,
tek tipleÅŸtirilmeye standarda uydurulmaya karşı statükoya karşı rezervleriniz
olmuÅŸtur. Diplomalarını yırtmış bir adamsınız. Hep kral çıplak dediniz. “..Ve
bizimkiler, Kitabın kavline göre ayaklanınca Ko gideyim, ko ki serbestlesin
zincirlerimiz Ko ki korkak, ko ki kaçak demesin kimse, demesin yiÄŸidine,”
dizeleriniz hala kulaklarımızda. Bizimkiler ayaklandı ama kitabın
kavli yanlış mı anlaşıldı?
C. 1- Tek tipleÅŸme ve tek tipleÅŸtirilme fıtrata raÄŸmen sürdürülen
ÅŸeytani bir fitnedir. Fıtrat insanın daha yaratılıştan fücura da takvaya da eÅŸit
mesafede bulunduÄŸunu gösteren ve hayata açılan bir cümle kapısıdır adeta. Ä°nsan
bir alın yazısıyla gelmiyor dünyaya. O, her iki ihtimale de temayüllü, hür bir
yaratıktır. Bütün insan dışı yaratıkların (melek bile) daha baÅŸlangıçta alın
yazısı vardır ve hepsi birbirine benzer, tek tiptirler. Oysa her insan
biriciktir. Her insana ayrı bir özen göstermiÅŸtir Yüce Yaratıcı. Ä°ÅŸte ben
insanı da diğer yaratıklar gibi cendereye, bir alın yazısına sıkıştırmak
arzusundaki fanatiklerle mücadeledeyim. Dünyanın her bölgesindeki statüko
umumiyetle insanları bir örnek yapmaya neden pek heveslidir? Çünkü herkesi
birbirine benzettiÄŸinde, birer zeytinyağı tenekesiymiÅŸler gibi tümünün
içerisine aynı miktarda yaÄŸ akıtarak, zahmetsiz biçimde hepsine egemen
olabilmektedir. Çünkü tiranların, firavunların sanatında fabrikasyon,
endüstriyel üretim öne çıkar. Herkesi aynılaÅŸtırmak, herkese aynı nabız
ÅŸerbetini içirerek uyuÅŸturmayı kolaylaÅŸtırır. Gelin görün ki Allah’ın o muhteÅŸem
sanatında, sanat eserlerinde fabrikasyon üretime rastlayamazsınız. Hele insan
söz konusu ise burada adeta O’nun ÅŸaheseri ile karşı karşıyasınız demektir. Bu
kerametli ve en güzel kıvamda yaratılmış bulunan yaratıktan hiç birisi bir
diğerinin aynısı değildir. Biyolojik bakımdan da ruhsal bakımdan da her insan
bir diÄŸerine göre ötekidir.
Kader,
tevekkül, sabır gibi kavramlar, zaman içerisinde, gaddar, zalim yöneticilerin,
kuÅŸaklarında sakladıkları altın keselerin ardından giden kimi kanaat önderleri
tarafından, asli anlamlarından kaydırılmış deyim yerindeyse kitabına
uydurulmuÅŸtur. Ve ahalinin diline uydurma amentüler ezberletilmiÅŸtir. Böylece
özellikle de bizim inancımızın coÄŸrafyasında hep aynı marÅŸları ezberlemiÅŸ,
papaÄŸan gibi birbirini kopyalayan kümelenmeler ortaya çıkmıştır. Kitle
içerisinde sıradan bir birey iken, topluluÄŸun sesine sesini katarak cılız sesle
de olsa konuÅŸanlar, tek baÅŸlarına en ufak bir ÅŸahsiyet belirtisi göstermeyen
silik ve sinik kölelere dönmüÅŸlerdir. Ä°nsanı insana kul köle yapan böylesi
oluÅŸumlar karşısında elbet kral çıplak diyen çocuk ben
olmalıydım.
Neredeyse bin yıla yakın
zamandan beri imanın taklitle de götürülebileceÄŸini sanan insan topluluklarının
bugünkü ayaklanmalarını küçümsememek lazımdır. Bütün kusurları, eksiklikleri ve
hazırlıksızlıklarına raÄŸmen bölgemdeki ayaklanmaları son derece önemli
buluyorum. Her ne kadar Kitab’ın kavline göre ayaklanmış görünmüyorlarsa da,
uzun vadede bu geliÅŸmelerin ben yine de Kitabımızın kavliyle gerçekleÅŸtirildiÄŸi
kanaatimi barındırmaktayım. Neden mi? Bakınız benim ilk gençlik yıllarımda ana
dilimde kaleme alınmış Kur’an meal veya tefsiri okumak isteyenlerin elinde
yalnızca Hasan Basri Çantay’ın eseri mevcuttu. Geriye dönüp baktığınızda
asırlara hükmeden koca Osmanlı toplumunun elinde, acaba, ahalinin kendi dilinde
kaleme alınmış ve okunacak kaç adet Kur’an meali vardı dersiniz? Türkçe veya
Kürtçe mütekâmil anlamda Kur’an meali yoktu dersem bana kim inanır? Evet, kimi
kısa surelerin belki bir de Yasin Suresinin meali vardı. Arapça tefsirler de
vardı. Ama onları ancak medreseliler güç bela okuyabilirdi. Oysa halk, dinini
Kitap’tan öÄŸrenmek istediÄŸinde bunu gerçekleÅŸtiremezdi. Ä°lle de bir hocaya
müracaat edecek ve ancak onun zihniyle düÅŸünüp anlamak mecburiyetinde
kalacaktı. Arap olmayan bu coÄŸrafyanın insanları Arapça bilmedikçe doÄŸrudan hür,
bağımsız ve münferit biçimde Allah kelamına muhatap olamazdı. Bütün problem de
bence buradaydı. Oysa ÅŸimdiki halde mesela sadece Türkçe dilinde Kur’an meal ve
tefsir çalışmaları, telif ve tercüme toplam üç yüz sayısına yaklaÅŸmıştır. Ne
demek istiyorum? Ä°nsanlar artık Kitab’ın kavlinden bizzat haberdardırlar.
Öyleyse oluÅŸum ve geliÅŸmelerde Kitap büyük rol oynamaktadır. Evet, her ÅŸey
çözülmüÅŸ sayılmaz lakin altı asırda gerçekleÅŸmemiÅŸ Kur’an çalışmaları benim
tanıklık ettiÄŸim son kırk yılda gerçekleÅŸmiÅŸse bunun bir kıymeti harbiyesi
kesinlikle vardır. Ancak henüz iÅŸin başında olunduÄŸundan bunu yeterli görmek de
yanlıştır.
S. 2- “…Ve ben diplomalarımı yırttımsa, bunun üstüne kılıcımı kınından
sıyırdımsa, kalleşliği bir hamlede yere vurdumsa yaşayamadıklarım
yaÅŸayabildiklerimden daha çok ve daha layıksa özlenmeye sımsıkı tutuÅŸalım el
ele /dilimizde tek marÅŸ, besmele /Kur'an'dan baÅŸlayalım…”diyorsunuz.
KalleÅŸlik neydi ve Kur’an’dan baÅŸlama da her baba yiÄŸidin harcı deÄŸildi
herhalde. C. 2- Kur’an’dan baÅŸlama niye her babayiÄŸidin harcı
olmuyordu acaba? Oysa Allah her babayiÄŸidi kendisine muhatap kılmıştı. Kur’an
entelektüellere konuÅŸan bir Kitap mıydı ki? Onun muhatabı vasat, normal insan
deÄŸil miydi? O’nun nüzul ortamı, adına Cahiliye dediÄŸimiz müÅŸriklerin egemen
bulunduÄŸu zihnen ve ruhen son derece kirli bir ortam deÄŸil miydi? O kirli ruhlu
insanlar gönderilen Ä°lahî Vahiy’den ne anlayacaklardı? Åžöyle okuryazarı bol bir
topluma gönderilseydi ya bu metin? Niçin böyle gerçekleÅŸmedi? EÄŸer O’nun
mesajlarını anlamak bir sorun teÅŸkil etseydi, hiç böyle okuryazarı kesat topluma
gelir miydi? Gerçi açıklayıcı bir rehber olarak insanlar arasından bir Elçi
seçilmiÅŸti. O, gelen mesajların rol modeliydi bir anlamda. Ne var ki bizzat
onun da ümmi bir kimse olduÄŸunu biliyoruz. Hülasası ÅŸudur ki benim kalleÅŸlik
diye nitelediÄŸim tutum, “Kur’an anlaşılmaz, onu ancak büyüklerimiz anlar, bize
anlatırlar” diyenlerin, ahaliyi geri zekâlı sayanların tutumudur. Sıradan halk
benim nazarımda asla geri zekâlı deÄŸildir ve hiçbir bilgi onlardan
esirgenmemelidir. Ä°nsanlar özellikle de günümüzde okumayarak deÄŸil tersine
yanlış okuyarak geri zekâlı kılınmaktadırlar. Bakınız ÅŸöyle bir ezber söz
vardır, denilir ki: “Kur’an ilk emir olarak ‘oku’ diyor.” Oysa burada gözden
kaçan çok önemli bir ayrıntı vardır. Zira Kur’an “seni yaratan Rabbinin adıyla
oku” demektedir. DoÄŸup büyüdüÄŸüm memlekette benim
yetiÅŸtiÄŸim yıllarda Kur’an’a bir fetiÅŸ muamelesi yapılmaktaydı. O, hayatı
deÄŸiÅŸtiren ve dönüÅŸtüren bir paradigmayı içeren özne olmaktan çıkmış, kutsal bir
nesneye dönüÅŸtürülmüÅŸtü. Mesela biz çocukken onu elimize alamazdık. Kur’an
okumayı öÄŸrenmeye gittiÄŸimizde de ancak cüzler halinde kendisine
dokunabiliyorduk. O yıllarda basılı Mushafların sırtında da yanlış yorumlanmış
bir ayet yer alırdı. “O’na temiz olanlardan baÅŸkası dokunamaz” ifadesini taşıyan
bu ayet, abdestsiz dokunulamaz şeklinde yorumlanmaktaydı. Oysa biz bu ayeti
müÅŸriklerin, “Peygamber de önceki ÅŸairler gibi cinlenmiÅŸ, bu haberleri onlardan
getiriyor” demeleri karşısında, Allah’ın bu metinlere dokunanların temiz
melekler olduÄŸunu bildirmesi ÅŸeklinde öÄŸrenmiÅŸtik. Üstelik Kur’an bile yan üstü
yatarken, uzanmışken okuyanları övgüyle anıyordu. KalleÅŸlik insanları
Kur’an’dan kopartıp kendi otoritelerine baÄŸlayanların tavrıydı.
Kur’an’dan baÅŸlamak neden her babayiÄŸidin harcı deÄŸildi? Çünkü eline abdestsiz
alırsan çarpılırsın denilmekteydi. Hemen herkesin uzanabileceÄŸi, ona
dokunabileceği bir yerde bulunmasın diyerek yedi kat muşambalara sarılıp
duvarların en yüksek mıntıkasına asılan da Kur’an’dı. Osman Gazi’nin, güya
kayın pederinin evinde kaldığı odada, asılı bir Kur’an var diye, edeben uzanıp
yatmadığı efsanesi dilden dile dolaşırdı. Duvara asılı Mushaf’lar evden bir ölü
çıktığında yahut bir çocuk doÄŸumunda duvardan indirilir ve kenarına kiÅŸinin
doÄŸum yahut ölüm tarihi ÅŸerh edilirdi. Osman Gazi de eÄŸer terbiyesi gereÄŸi
yatamıyorsa açıp bari okusaydı; çarpılır mıydı? Bir toplum ki Peygamberine
iftira ederek ona “Kur’an’ı kâfir beldelerine götürmeyin” dedirtmiÅŸtir, bir
toplum ki yine aynı ÅŸekilde Peygamberine “kadınlara okuma yazma öÄŸretmeyin”
sözünü iftira olarak yüklemiÅŸtir, o toplumun münevverleri de bu büyük cürme
karşı hareket etmemektedir, o toplum iflah olur mu? Allah ve Resulüne iftiradan
büyük kalleÅŸlik mi vardır? Ben daha ilk gençlik yıllarımdan itibaren aralarında
bulunduÄŸum Malatyalı Müslümanların rehberliÄŸiyle hayata Kur’an ile
baÅŸlayanlardan olduÄŸum için Rabbime sonsuz hamd ediyorum.
S. 3- Vahy’in misyonunu, mesajını erken yaÅŸlarda öÄŸrendiniz. Malatya Fikir
kulübü M. Said Çekmegil Said Ertürk ve Bahaeddin Bilhan sıkı adamlardı altmışlı
yıllarda. Åžimdiki gençlere o dönemi özetlerseniz. Neler
yapıyordunuz? C. 3- O dönemlerde evvela Said Nursi fenomeni tazeydi.
Merhum kanaatimce sıkı bir aksiyon adamıydı. Rejim ile baÅŸlangıçta ciddi
mücadele veriyordu. Eserleri de konuÅŸmalarını dinleyen talebeleri tarafından
kaleme alınıyordu. Elbet Said Nursi’nin bütün mücadelesinin temelinde Ä°slâm
vardı. Ancak talebeleri maalesef Kur’an’dan uzaktılar. “Üstadımız nasıl olsa
eserlerini hep Kur’an’dan yazıyor, risale okursak Kur’an okuruz” diyor böyle
sanıyorlardı. Ardından Necip Fazıl ve Büyük DoÄŸu cereyanı Müslümanları
arkasından sürükledi. Kendi lisanıyla söylersek “Allah demenin suç olduÄŸu
dönemde konuÅŸmak”tı onun yaptığı. “Allah” diyor hapse atıyorlar, çıkıp bir daha
aynı ÅŸeyi söylüyor yine hapis yatıyordu. Necip Fazıl’ın yaptığı sistemin dine
karşı olan belki de onu ortadan kaldırmak isteyen kurucu iradesiyle mücadele
etmekti. Ancak Kur’an yoktu. Çünkü o böyle bir birikime sahip deÄŸildi. Ayrıca
onun nazarında Ä°slâm, siyasal mücadele ayrı tutulursa, ferdi anlamda bir Tanrı
Kulu’nun dizinin dibine oturmak ve onun ÅŸefaatini ummaktan ibaretti. Bununla
onun mücadelesini itibarsızlaÅŸtırmak deÄŸildir maksadım. Bir vakıa tespitidir.
Zaten asırlar boyunca Sünni dünya sosyal ve siyasal içeriÄŸi boÅŸaltılmış ferdi
bir Müslümanlık yaÅŸamıştı. Halkın eline tutuÅŸturulan ilmihal cihattan,
hicretten, ahlak ve isyan bahislerinden arındırılmış bir itaat ilmihaliydi.
Necip Fazıl ne yapsın; zaten baÅŸka bir dünyadan gelip bu camiaya katılmıştı.
Halkın sindirilmiÅŸliÄŸine karşı geçici bir reçete yazmaktı onunkisi. Kısacası
bütün Müslüman âlemi uzun asırlar sürmüÅŸ bir fetretten uyanma sinyalleri
veriyordu. Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh, Mehmed Akif ve
Muhammed Ä°kbal’lerle baÅŸlayan uyanış, diriliÅŸ, yenileÅŸme hareketleri geniÅŸ
kitleler ve siyasal iktidarlar tarafından aforoz edilse de kimi çevrelerde
karşılığını buluyordu. Türkiye’de belki de ilk defa Malatya ÅŸehrinde küçük bir
toplulukla da olsa sergilenen şey, işte bu tecdit faaliyetine bir katılımdı.
Esasen ellili yıllarda Malatya’da müftülük yapmış olan Ä°smail Hatip Erzen,
Ezherli bir âlimmiÅŸ. Onunla düÅŸüp kalkan M. Said Çekmegil zekâ ve gayretini
ortaya koyunca, örtülü bir Malatya ekolü doÄŸdu. Tayinle bu ÅŸehre gelen bazı köy
hocaları, eÄŸer biraz ilimden nasipli iseler kısa sürede bu harekete katıldı,
katkıda bulundular. Birlikte neler yapılıyordu? Bir kere kimse
artık Kur’an okumaktan, ona dokunmaktan, onu eline almaktan korkmuyordu.
Çekmegil’in dükkânı bu iÅŸin akademisi idi. Malatya Fikir Kulübü orada
faaliyetini sürdürüyordu. Biz, büyüklü küçüklü, okumuÅŸ okumamış bütün
Müslümanlar fikir kulübünün çalışmalarına katılıyorduk. Ebu Hanife’nin
metoduyla orada evvela doÄŸru düÅŸünmeyi öÄŸrenmeye çalışıyorduk. Çünkü
Müslümanlar maalesef düÅŸünmekten uzaktılar ve yalnızca körü körüne itaati
öÄŸrenmiÅŸlerdi. Tartışmaktan, fikrini belirtmekten, yorum yapmaktan
korkutulmuÅŸlardı. Böyle yaparlarsa dinden çıkacaklarını sanıyorlardı. Biz,
düÅŸünürken kiÅŸilerin dinden çıkmayacaklarını, fikir serdetmenin herkesin hakkı
olduÄŸunu öÄŸrendik. En önemlisi Allah’ın Kitabı’na bütün insanların eÅŸ deÄŸerde
muhatap olduklarını söyleyip durduk.
S. 4- Bir de bu diyalektiÄŸin içinde ÅŸiirin varlığını pek
anlamlandıramayanlar var. Åžiir neyin ifade biçimidir? C. 4- Ben
zaten ÅŸiir denilen soylu bir meÅŸguliyetin ardına düÅŸmüÅŸ bulunduÄŸumdan ötürü
Malatya ekolü ile tanışmıştım. Ve bu ekol de beni bu meÅŸguliyetlerin bir neferi
olarak bulup aralarına katmıştı. Evet, elbette bu memlekette Kur’an okumak ile
şiir yazmayı yan yana getirmek, birlikte anmak maalesef tuhaf duruyor. Malatya
ekolü ile tanışmamışken benim Yeni Ä°stiklal, Türk Yurdu gibi dergilerde (daha
on altı yaşındayken) ÅŸiirlerim yayınlanıyordu. Ailemden ötürü Müslüman’dım. Yine
ailemden ötürü ÅŸairdim de. Harput türküleri dinleyerek büyüyen birisi baÅŸka ne
olur? DüÅŸünce hürriyetine devletin izin vermediÄŸi o tarihlerde ÅŸiir iyi bir
sığınaktı. Önümüzde rehber olarak da Mehmed Akif ve Necip Fazıl duruyordu.
Birisi “EÄŸer çiÄŸnenmemek isterseler seylab-ı eyyama/ Rücu etsinler Müslümanlar
sadr-ı Ä°slâm’a” diyordu. Öteki de “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya”
ÅŸeklinde bir uyarıda bulunuyordu. Harput türküleri ise bir ince görüÅŸ saÄŸlıyordu
insana: “yüzünde göz izi var/ sana kim baktı yârim.” Bütün bu etki alanlarını
birleÅŸtirdiÄŸiniz vakit imanımla, ÅŸiirimle ve kavgamla ben çıkıyorum ortaya.
Ä°nsanlar baÅŸlangıçta her iki meÅŸguliyeti birbiriyle telif etmekte zorlandılar.
Kolay değildi, mutaassıp ve salt aforizmacı bir muhitin insanıydık. Şiir ve
sanat hafife alınan iÅŸlerdendi. Kur’an’ı elimize almaksa haddi aÅŸmakla eÅŸdeÄŸer
sayılıyordu. Herkes gibi yapmıyor, baÅŸkalaşıyorduk. Hem ÅŸiir yazıyor hem Kur’an
okuyorduk, bu nasıl bir mücadeleydi? Bir öncesi var mıydı? “Öldürürken de güzel
öldürünüz” nasihatine muhatap bir toplum ÅŸiirsiz yapamazdı/ yapmamalıydı. Kaldı
ki Malatyalı önder M. Said Çekmegil aynı zamanda bir ÅŸairdi. Akif ve Necip
Fazıl’ın ÅŸiir anlayışları ise bütün imanımızı okÅŸuyordu. Ayrıca idrak ettiÄŸimiz
Ä°slâm’ı ulemadan filan deÄŸil, ÅŸairlerin önderliÄŸinden ötürü bilinçle
benimsiyorduk. Önümüzde ilim ehli insanlar yoktu. Bugün bile neredeyse bütün
dünyanın ideolojilerini sürükleyenler çoÄŸunlukla sanatkârlardır. Sırf Filistin
davası hatırlansa görülecektir sanatkârlar o mazlum halkın en önünde yer
almaktadırlar. Mesela bizim dönemin komünistleri de Marks, Lenin, Troçki
okuyarak mı komünist olmuÅŸlardı? Ben altmış sekiz kuÅŸağındanım. Etrafımdaki
komünist yaÅŸdaÅŸlarım Nazım Hikmet ve Ahmet Arif okuyarak bilinç keskinliÄŸine
ulaşıyorlardı; bunun da yakın tanığıydım. Åžimdi isteyenler yeniden düÅŸünsünler
diyalektik ile şiir arasındaki alakayı.
S. 5- Kim savunursa
savunsun geçmiÅŸinizi /kendi ellerinizle bozdunuz kendi güzelliÄŸinizi. Dünyada
olup bitenlerin “oldubitti” ye getirilmesinde bizim rolümüz
nedir? C. 5- Bağışlayın ama benim hiçbir rolüm yoktur. En azından
farkına vararak katkıda bulunmamışımdır. Zira gördüÄŸünüz gibi yirmili yaÅŸlarda
yazdığım dizelerdir soru içerisinde aktarılanlar. Ne var ki halklardan
bilgilerin bir kısmını saklayanların büyük vebali vardır mevcut cürümlerde.
Hayat “oldubitti”ye getirilmeyecek kadar ciddi bir imkândır. Malum bütün
insanlar yeryüzüne temiz fıtratla geliyorlar. Hepsi haniftir onların.
Bozulmalar, ayak kaymaları sonradandır. Ne ölçüde dehÅŸetli zulümle muhatap
olurlarsa olsunlar başkalarının giremediği dehlizleri vardır insanların. Oraya
Allah Ä°lahî Ruh üflemiÅŸtir ve kiÅŸinin kendisinden baÅŸkası dokunamaz ve
hükmedemez. Zulümler asla mutlak deÄŸildirler. Allah’ın Salih kullarına Ä°blis ve
elemanları
yaklaÅŸamaz bile; yeter ki onlar kalplerinin ancak Allah zikri ile
tatmin olacağını unutmasınlar. “Her insanın içinde kendini hesaba çeken bir
kendi vardır” denilmiÅŸtir. Buradaki ‘kendi’, vicdan, saÄŸduyu, sezgi, altıncı
his ve nihayet kalbin akletme fonksiyonuna karşılık gelmektedir. Ve tıpkı
bitkilere giren kurtların büyük ölçüde kendi içerisindeki dezenformasyondan
kaynaklandığı gibi insanın kurdu da daha çok kendi içerisindedir. BaÅŸlangıçta
dünyaya güzel, kerametli ve yüksek bir kıvamda gelen insan, kendisini var eden
Allah’tan baÅŸkasına dua eder, baÅŸkasından yardım diler ve baÅŸkasına kulluÄŸa
yönelirse fıtratını bozar, kirletir. “Ä°nsanı dışarıdan kuÅŸatan zulüm yoktur”
sözü Sosyolog Cevdet Said’e aittir. Bu durumda bütün “oldubitti”lerde kusur
elbette kiÅŸilerin bizzat kendilerindedir. Zira tabiatta bizatihi ÅŸer mevcut
değildir. Eşyanın aslı ibahedir (helallik) denildiği
unutulmamalıdır.
S. 6- “Kaç Müslümanlardan, sığın
Müslümanlığa” Ä°kbal bu sözü söyleyeli çok uzun yıllar oldu. Durum halen aynı
mı?. Müslümanların beslenme kaynaklarında ya da biçimlerinde bir problem mi
var?
C. 6- Durum halen aynı deÄŸil elhamdülillah. Çünkü insanlar, az önce
de söylediÄŸim gibi, suyun gözesine ulaÅŸtılar. Gerçi Kur’an’a yöneliÅŸ yeni
baÅŸladı. Onun tedris eylediÄŸi ahlak belki henüz geniÅŸ kitlelerin sadrına tam
anlamıyla yerleÅŸmemiÅŸtir. Ancak takdir edilmelidir ki Müslümanlar Kur’an’ı
korkusuzca ellerine almaya daha yeni baÅŸladılar. Kur’an’a yaklaÅŸmaya ihtiyati
tedbirler, barikatlar koyan köhne hocaların hışmından yeni yeni paçalarını
kurtarmaya baÅŸlıyorlar. Ä°kbal’in insanları sakındırdığı Müslümanların cürümleri
neydi acaba? Ellerindeki ilmihal kitaplarında namaz bahsine tam iki yüz elli
sahife ayrılmışken, ahlak bahsi ancak dört sayfada anlatılıyordu; sebebin başı
budur. Ä°kincisi Ä°slâm Âdemden beri yegâne semavi ve kitaplı dinin adıdır. Bu
bakımdan ancak kitap kaynaklı eylem ve davranışlar ona mal edilebilir.
Kur’an’dan uzak dindarlığın beslenme kaynağı ÅŸifahidir, kulaktan dolmadır. Bu
da beÅŸeri zaafları önemli ölçüde üzerinde taşır. Çünkü aktarıcı neticede sizin
gibi bir insandır ve referansı da Peygamberde olduÄŸu gibi Allah deÄŸildir. Bugün
Müslüman dünyada yerel, bölgesel mezhep ve meÅŸrepler, dar anlayışlar, dinin
yerine ikame olunmuÅŸ görünmektedir. Åžiilik, Sünnilik, hanifilik, vahhabilik,
selefilik türü adlandırmalar ve kimlik ibrazları hep sonradan doÄŸmuÅŸtur. Ama
çoÄŸu yerde dinden daha çok belirleyici ve tanıtıcı fonksiyonu vardır.
Mezhepçilik, fırkacılık, tarikatçılık gibi oluÅŸumlar masum birer mektep
olmaktan çıkmış itikada dâhil edilmiÅŸtir. Ä°kbal’in görüp uyardığı tehlike
budur.
S. 7- “..kimi bir ölünün toprağına baÄŸlayıp
umudunu/hazreti Ä°sa'yı beklerken Mehdi diye /kimi düÅŸlerinde çıkagelen Hızır'la
uÄŸraşıyor /kimi cebinde günaydın gazetesi /aÄŸzı oruçlu / kiminin destan oluyor
abdest alarak saygı duruÅŸu..”bu dizelere ne tür eleÅŸtiriler geldi ve
kimlere söylenmiÅŸtir bu sözler? C. 7- Size itirafta bulunayım,
yalnızca bu sözlerime deÄŸil yazıp ettiÄŸim daha keskin nice kanaatime karşı
yazılı anlamda ciddi bir eleştiri aldığımı hatırlamıyorum. İnsanlar benim
söylediklerim karşısında sürekli arkadan konuÅŸmayı seçtiler
nedense. Dedikodu biçiminde eleÅŸtirildiÄŸimi sıklıkla duyarım. Ancak yüzüme
karşı yürekli bir çıkışa öyle hasretim ki! Ve zaten benim bütün eleÅŸtirilerim
de aralarında yaÅŸadığım toplumda ciddi bir eleÅŸtiri kültürünün yaygınlaÅŸmamış
olmasına dair deÄŸil midir? Dedikodu gibi çirkin bir ahlakı seçenler, uyarı,
ikaz ve eleştiriden maalesef sakınmaktadırlar. Bunun yerine geleneksel anlamda
hoÅŸgörü, ayıp örtücülük, görmezden gelme gibi güya daha takva davranışlar
sergilemektedirler. O hoÅŸgörü deÄŸil midir ki toplumun iflahını sökmüÅŸtür. Kaldı
ki hoÅŸ görmenin de bizdeki modeli Allah’ın hoÅŸ gördüÄŸünü hoÅŸ görmek olmalıydı.
Gelin görün ki uygulama tam tersine gerçekleÅŸmektedir. Günaha, küfre, ÅŸirke göz
yummayı, ses çıkartmamayı, onlarla dost olmayı bile önerecek ölçüde ileri
gidilmektedir kimi çevrelerde. Sadece ÅŸu Hz. Ä°sa’nın diriliÄŸi, Mehdi ve Hızır
meselesi sahih biçimde anlaşılsa bile toplum kurtuluÅŸa erecektir neredeyse.
Esatire, menkıbe, masal ve kıssalara boÄŸulmuÅŸ bir toplumu hisse almaya çekmek
ne kadar da zormuÅŸ. Mesela benim Ä°slâm anlayışıma takılan onu aforoz eden
hoÅŸgörücüler, Hülya AvÅŸar’ın mavi boncuÄŸu, cevÅŸen ve muskasını alkışlıyorlar.
“Benim batıl itikatlarım vardır” diyen ÅŸarkıcıyı muhatap alıyor beni kıyılarına
bile sokmuyorlar. Ben de içimi boÅŸaltmışım soruda geçen
dizelerde.
S.8- Ä°nsanımızın kimliklerindeki çözülme, dünyadaki
kirlenmenin bir boyutu olarak görülürken kirlenmeden çokta ÅŸikâyet edilmiyor
sanki “…Allahım, nasıl dayanılır, kıyam durulur /ÅŸehrin
kirlenmiÅŸ toprağında…” Kirlilikten neyi kastediyorsunuz.?
C. 8- Benim açıklamakta zorlandığım ÅŸey ÅŸu sorudur: geçmiÅŸe tapınma
düzeyine çekilen muhafazakârlığın meÅŸruiyetini kim savunabilir? Eski ramazanlar
neden şimdikilerden daha iyiymiş mesela? Eskiye sığınarak insanlar ne yapmak
istemekteler? Modern zamanlar diye adlandırılan yaÅŸadığımız çağı yerden yere
vurup eski zamanları göklere çıkartmakla nedir kazanılan? Allah, bizi bu
zamanda yaratarak bize zulüm mü etmiÅŸtir? Yoksa herkes kendi zamanında mı
imtihan olunmaktadır? Eski zamanlar tertemiz, şimdiler ise olabildiğince kirli,
denilebilir mi? Temizlik de kirlilik de izafi kavramlardır ve uygulayıcısına
göre deÄŸiÅŸkenlik arz ederler. Öncekiler iyiydi, ÅŸimdiki insanlar kötü; böylesi
bir denklemin hak ve hakikatle ilgisi kurulabilir mi? GeçmiÅŸin bozulmalarıyla
bu günün bozulmaları arasındaki farkı gözetmeden mukayese yapmak yanlıştır.
GeçmiÅŸte baÅŸka türlü bozukluklar vardı ÅŸimdi ise baÅŸka. Bu yüzden ÅŸimdiler daha
kötü eskiler daha iyi deÄŸildi. Yahut bu günlerde yaÅŸanan kötülüklerin
benzerleri geçmiÅŸte yoktu diyerek, eski zamanlar sırf bu sebepten temize
çıkartılamaz. Çünkü her dönemin kötülüÄŸü o dönemin karakteriyle doÄŸru orantılı
bir kötülüktür. Meseleyi kadın unsuru üzerinden anlamaya çalışalım. Önceleri
kadınlar sokaklarda bugünkü kadar dekolte kılıklarla dolaÅŸamazlardı. Tahrik
edici kıyafetler giyinemez, bunca açık saçık gezemezlerdi. Bu kötüdür. Bu
kötülük yeni zamanlara mahsustur. Evvela ÅŸurası göz ardı edilmemelidir ki bu
hadise sadece Müslüman toplumlar için söz konusu deÄŸildir. Hıristiyan, Yahudi
ve diğer din mensuplarının kadınları da tahrik edici kılıklarla toplumsal
hayata girmiyorlardı. Utanç, hayâ, iffet kavramları belli ölçülerde bütün
dillerde ortak kullanılıyordu. Batıda kadınların açık kılıkla denize girmeleri
doÄŸudakiyle hemen hemen aynı tarihlere rastlar. Bu böyledir pekâlâ, geçmiÅŸte
kadın unsuruna reva görülen mevki üzerinde bir düÅŸünelim. Kendisine
okuryazarlık öÄŸretilmesi uydurma Peygamber hadisiyle önlenen, kamu ve iÅŸ
hayatında asla yer verilmeyen, aklının azlığına inanılan, bu sebeple fikir
sahibi olamayan, harem denilen kafeslerin arkasında erkekleri tatmin edip çocuk
doÄŸurmaktan baÅŸka hiçbir iÅŸlevi olmayan kadın nasıl bir kötülüÄŸe maruz
bırakılıyordu? Hangi ilmi ve vahyi gerekçeyle yapılıyordu bu? Kadın adeta
toplumsal anlamda canlı bir organizma bile deÄŸildi. Bunu meÅŸru gösterecek
babayiÄŸit var mıdır? Öyleyse bırakılmalıdır ÅŸu eski yeni tartışması. Herkes
çağının çocuÄŸudur. Müslümanlar her çağın fıkhını yeniden üreterek ancak canlı
bir Ä°slâmî hayatı sürdürebilirler. Dünkü ÅŸehirlerin zemininde kadın unsuru yok
diye kirliydi, ÅŸimdi ise kadın ÅŸahsiyeti yerine çoÄŸunlukla onun eti ve budu
asılıdır diye kirlenmiştir.
S.9- Hakikati olmayan bir dünyanın
ürettiÄŸi deÄŸerlere karşı duruÅŸumuz ne olmalıdır? HerÅŸeyin içini boÅŸaltan
modernizm'e karşı hangi düÅŸünce farzdır? DüÅŸmanımız kim? SavaÅŸacaksak kiminle
savaÅŸmalıyız? Ya da Abdulkerim SuruÅŸ'tan mülhem "kim savaşım
verebilir?" C. 9- Zaman bizim düÅŸmanımız deÄŸildir. Modernizm denilen
bir zaman da esasen yoktur. Bütün zamanlar, içerisinde yaÅŸayanlar için kelime
anlamı itibariyle moderndir, yenidir. Gelelim meseleye, bugün dünyaya modernizm
deÄŸil zulüm egemendir. Aslında dün de umumiyetle böyleydi. Sadece zulüm payidar
deÄŸildir, bunu iyi biliyoruz. Bu manada biz muhalif bir söylemin sahibi deÄŸil
muvafık insanlarız. Fıtrata, oluÅŸa, varlığa, tabiata muvafıktır bizim inanç ve
eylemlerimiz. Muhalif olansa ÅŸeytandır. Öyleyse biz kimseye düÅŸman deÄŸilizdir
ancak birileri bize düÅŸmanlık etmek üzere Allah’tan mühlet almışlardır. Sahih
iman ve Salih amel sahibi olursak onların bizim üzerimizde bir etkinliÄŸi
kalmayacaktır. Dolayısıyla muvafık insanların mümeyyiz vasıfları arasında
muhalefet ve düÅŸmanlık yoktur. Bizim dinimizin adı bile s l m kökünden gelir ve
dost olmak, uyum içerisinde bulunmak, sulh ve selameti öncelemek demektir.
Hangi düÅŸünce deÄŸil düÅŸünmenin her türü müreccahtır. Burada problem neyin
düÅŸünce olup neyin olmadığında toplanmaktadır. Kimileri heva, heves ve arzuyu
düÅŸünme sanmaktadır. Fıtrata uygun yani maruf bir noktadan kalkışarak
sürdürülen arama eylemi düÅŸüncedir. Ve bunun her türlüsü makbuldür. Oysa
münkerden hareketle sürdürülen eylem ancak heva, heves ve arzu adını alabilir.
Birbirine en ziyade karıştırılan eylemlerdir bunlar. Kimler savaşım
verebilir öyle mi? Bizim gibi doÄŸru düÅŸünen, hak, hakikat ve adaleti gözeten
insanlar her an batıl, zulüm, nifak, münker, fısk, fücur, vesvese gibi ÅŸeytani
fitnelerle savaÅŸtadırlar. Yeryüzü hayatı zaten Hak ile batılın savaÅŸ
sahnesinden başkası değildir.
S. 10- ModernleÅŸme ile toplumlar
Protestanl aÅŸtırılıyor bugün. Sizce Müslümanlığımızın
nereleri aşınmıştır? Nasıl bir imtihandan geçiyoruz?C. 10- Var
sayalım ki (nasıl bir gücü varsa) ÅŸu modernleÅŸme denilen ejderha insanları
ProtestanlaÅŸtırıyor. Protestanlık herhalde kötü bir ÅŸey ki bunu olumsuz bir
geliÅŸme olarak görüyorlar. Peki, Ortodoks veya Katoliklik iyi miydi? Bakınız
Protestanlığın bu saydığım ikiliden başka alternatifi bulunmamaktadır. Ve her
üçü de bizin dünyamızın dışarısında türemiÅŸ mezhep cereyanlarıdır. Bize ne
bunlardan? Müslümanlığımızın hiçbir tarafını aşındırmaya da güçleri yetmez.
Olan ÅŸudur ki dünyaya asırlardan beridir egemen bulunan Ortodoksların,
muhafazakârların, gelenekçilerin eli giderek zayıflamaktadır. Modernizm
düÅŸmanlığı gelenekçilerin cürümlerini kamufle ettikleri kirli bir tezgâhtır.
Modernizm denilen ÅŸey gelenekçileri suçüstünde yakalamıştır. Çırpınışlar
bundandır. Müslümanlığın aşındığı filan da yoktur; aksine bahsi geçen mezhep
kavgalarının, gayrı insani sürtüÅŸmelerin arasından sıyrılarak MüslümanlaÅŸma
daha sahih idraklere doğru seyir halindedir. Evet, bozulan, değişen, aşınan bir
ÅŸey vardır, o da Müslümanlık deÄŸil Müslümanlık yerine ikame olunmuÅŸ gelenek ve
törelerdir. Besmeleyle yatıp kalkan Müslümanlar asla korkulu rüya görmezler.
Onların Allah’a olan güven ve emniyetleri ÅŸaÅŸmaz, ÅŸaşırtmaz bir emniyet
supabıdır. GeçtiÄŸimiz imtihan bütün insanların tabi tutulduÄŸu evrensel iman
ilkeleri hakkındadır. Allah’a ÅŸirksiz iman, ahrete ÅŸeksiz ÅŸüphesiz iman ve
Salih amelle sınanıyoruz. Amentümüz, imanın evrensel asgari müÅŸtereÄŸi
budur.
S.11- Kente hakim dünyevileÅŸmiÅŸ akıl, Müslüman'ın
zihniyet dünyasını sizce nasıl inÅŸa etmeye çalışıyor? Åžehirlerimizde
uğradığımız cemaatler akil adamlar, sohbet evyeri ve kitabevlerimiz yok
artık. Mektup yazacak arkadaÅŸlarımız nerede? Mektup da yok artık.Ben güvercin
beslemekten yanayım siz ne dersiniz? C. 11-Güvercin besleyip
eÅŸinden dayak yemek istiyorsan bir diyeceÄŸim olamaz. Çünkü oturduÄŸumuz
apartmanların pencere önlerine konarak oraları kirletiyorlar. Camları temiz
tutmaya titizlenen hanımların korkulu rüyasıdır güvercinler. Ben pencere
kenarına kırıntılar koyarak denedim ve ağzımın payını aldım, sen de dene
istersen. Kentlere hâkim olan akıl deÄŸil hevadır. Bu kelime üstten alta düÅŸmek
anlamına gelir. Heva düÅŸük ÅŸeyleri muteber gören bir bakış türüdür. Oysa akıl
böyle deÄŸildir ve onun kullanılması daima övülmüÅŸtür. Bu birincisi. Ä°kincisi
ise doÄŸrudur alçak, boÅŸ, gayrı meÅŸru temayülleri propaganda ederek ahalisini
sapıklık ve sürekli ÅŸaÅŸkınlığa çağıran rant ekonomisinin kentlerine karşı
hazırlıklı bulunulmalıdır. DeÄŸirmen çarkı gibi gaflete dalanı diÅŸleri arasında
ezip un ufak edebilir. Ben o kanaatteyim ki eğer biz varsak, ayaklarımızın
üzerinde dik duruyor ve yere saÄŸlam basıyorsak, inançlarımızdan yeterince
eminsek akil adamlar, sohbet evleri ve mektuplar da var olacaktır. Biz ortada
yok isek, bir kimliğimiz, kişiliğimiz, kalabalıklar arasında kaybolmayan makul
ve maruf bir bilinmiÅŸliÄŸimiz yoksa hülasa bir fikrimiz yoksa varsın mektuplar
da mektepler de olmayı versin. Kendimizi kent değil kendimiz inşa edelim. Bunun
yolu kendi gündemimizi magazin veya aktüalitenin tayin etmesine bırakmamaktan
geçer. Gündemimizi her gün kendimiz tayin edecek ve her gün evimizden çıkarken
kapımızın önünde üzerinden atladığımız çıtayı da bir basamak yukarıya
çekeceÄŸiz. Denk olmamalı bir günümüz bir önceki günümüze. Ä°ÅŸte o vakit bizim
ÅŸahsiyetimizden umutlu olunabilir.
S. 12-
“…bu çömelmenin ilâcı bulunur yine de kendi cevherinizde.” diyorsunuz.
Müslüman’ın idrakini Müslüman’ca nasıl kurabiliriz? Siz kendi paradigmanızı
nasıl kuruyor ve dünyaya ne diyorsunuz? C. 12- Dedim ya; gündemimi
baÅŸkalarının ayarlamasına izin vermeyerek. Bütün düÅŸüÅŸlerin iÅŸe yarar
kalkışları bizim hamlemize muhtaçtır. Daima baÅŸkalarının elimizden tutarak
kaldırdığı kimselersek, içimizdeki bütün gayret
hislerini köreltmiÅŸsek, dilencilerden ne farkımız kalır? “Talep nasılsa tabii
netice öyle çıkar/ MeÅŸiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?” diyordu Mehmed
Akif. Ben ÅŸöyle bir formülü hayatıma hep uygulamak istedim. Ne kadar baÅŸardım
bilmiyorum ama bunun doÄŸru bir yöntem olduÄŸu düÅŸüncesindeyim. Müslüman’ın meÅŸru
bütün davranışları Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle gerçekleÅŸen kulluk
eylemleridir. Bu eylemlerin sıhhat şartlarının başında da vakit ve niyet
gelmektedir. Vakti gelmeyen iÅŸe soyunmak bilinçli bir iÅŸ deÄŸildir. Bilinçli
olmayan iÅŸler de ibadet yerine geçmez belki adet, alışkanlık olur. Öyleyse
yaptığım/ yapacağım iÅŸin vakti gelmiÅŸ midir diye sorgularım önce. Vaktiyse ilk
adımı atarım. İkincisi niyettir ki niyet dil ile tekrarlanan bir tekerleme asla
değildir. Onun anlamı, kişinin ne yaptığının farkında olmasıdır. Ne yaptığını
bilmeyenin yerine getirdiÄŸi güzel de görünse Allah indinde makbul sayılmamıştır.
Dünyaya diyorum ki ahretimi kazanabileceÄŸim kullanışlı malzemeler senden gayrı
bir yerde yoktur. O vakit seni elden çıkartmamalıyım. Bana lazımsın. Demin vakit
demiÅŸtim sırf bu kavram için bile dünyaya boÅŸ verilemez.
S.13-
Kamusal alana çıkma hedefini baÅŸarmış Müslümanlar, bugün "ev"lerini kaybettiler.
Neleri kaybetmemiz gerektiÄŸi üzerinde düÅŸünürmen geçmiÅŸte var olan
güzelliklerimizi kolayca harcamıyor muyuz? Özgür ortamlarımız artıyor ama asıl
özümüzün gür olması için neler yapmalıyız? C. 13- GecikmiÅŸ
ÅŸehirleÅŸme Müslümanların itikatlarını kitabileÅŸtirme ve sahihleÅŸtirmelerini de
geciktirmiÅŸtir. Ev denilen, büyük aile ortamında yalnızca bir tek kiÅŸinin
şahsiyetine bağımlı yaşanan hayat modeliyse ki bence oydu, varsın kaybedilsin.
Çünkü böyle ortamlarda nüfusun büyük kısmı ÅŸahsiyetten, kendisi olmaktan son
derece uzak ve otomat bir hayat sürdürmekteydi. Ayrıca bizim coÄŸrafya insanına
mahsus tek başına askerlik mesleÄŸi, üniforma düÅŸkünlüÄŸü, rozet hevesi de baÅŸka
bir ayak bağıdır. Sanat, zenaat, ticaret, ziraat gibi en insani
meÅŸguliyetlerden soyutlanıp yalnızca adam öldürmede ustalaÅŸmış insanın
özgürlüÄŸü, benlik idraki, ÅŸahsiyeti ciddi tartışma konusudur. Åžairlerinin bile
en makbul rütbe olarak “paÅŸa” diye tanındığı bir toplumun geçmiÅŸte var olan
güzellikleri nelerdi diye doÄŸrusu merak etmekteyim. Az görüÅŸlüler tarafından
neyle suçlanacağımı biliyorum. Hayır, ben onların zanlarından beriyim. Aramızdan
kimileri diyelim ki kamusal alan dediğimiz yere ayak basınca evlerinden mahrum
kaldılar. Tamam, onları yeniden eve çağıralım, buna bir diyeceÄŸim yoktur.
Yalnız bu çaÄŸa mahsusmuÅŸ gibi gösterilen evsizleÅŸme, özgürlük gösterilerek
köleleÅŸtirmeye itirazım var. Çünkü bu her çağın hatta daha ziyade geçmiÅŸ
çaÄŸların problemiydi. Gelelim mevcut hayat standardının artırıyor gibi gösterip
eksilttiÄŸi özü gürlüÄŸümüze. Bence her günün insanı geçmiÅŸ ve gelecek arasında,
ÅŸimdi ve burada sınanmaktadır. GeçmiÅŸi yüceltip kutsallaÅŸtırmanın, bugünü de
aşağılamanın bir faydası yoktur. Her ikisi arasında sınanırken bir rehberimiz
vardır, “Müslüman sözü dinler doÄŸrusuna uyar.”
S. 14-
YaÅŸadığına yabancılaÅŸan bir muhayyile taşıyan günümüz Müslümanlarından dünya
ile hesaplaşacak bir atılım hangi durumlarda beklenebilir? Aslında Batının da
entellektüelleri kalmadı sanki... C. 14-Sosyolojik ve kaba anlamıyla
kitle hakkında düÅŸünüyorsak, inandığını iddia ettiÄŸi ilkelere aykırı bir yaÅŸama
modeli sunan kimseler elbette kendine yabancılaşmış sayılırlar. Ancak
yabancılaÅŸan onların muhayyileleri deÄŸildir sadece. Ä°nançlar ve eylemler de
yabancılaÅŸmış, Müslümanlık sosyolojik ve salt bir nüfus aidiyetine dönüÅŸmüÅŸtür.
Mesela Aziz Nesin mert bir adamdı ve Müslüman olmadığını açıkça ilan etmiÅŸti.
Ama aynı mertliÄŸi ötekiler gösterebiliyor mu? Aydınlar, siyaset adamları bunu
yapabiliyorlar mı? Yapmıyorlar ama açıktır ki Müslümanlıkla en ufak bir
alakaları bile yoktur. Şimdi biz burada onları ne diye adlandıracağız? Gelelim
bütün yabancılaÅŸmasına raÄŸmen Müslümanlıkta ısrarlı olan, görünürde de bir
takım alametleri taşıyan ve fakat dünya ile hesaplaÅŸacak ufuk ve vizyondan
mahrum bulunanların ahvaline. Onlardan umut kesemeyiz. Kanaatimce Ä°slâm’ın
teceddüt ruhu yeniden ayaÄŸa kalkmış ve kervanını yola düzmüÅŸtür. Bahsi geçen
Müslümanlardan beklediÄŸim atılım odur ki her birerleri bu kervana birer at,
deve, olmadı katır katmalı ve heybelerinde ne varsa onlara yükleyerek bizzat
katılmalıdırlar. Ellerini taşın altına koyarak yol boyunca maruz kalacakları
tabiat afetleri ve eşkıyalığa karşı da donanımlı bulunmalıdırlar. Batıda ise
entelektüel kalmadı diye bir ÅŸey yok. Kadim zamanların tefekkür malzemeleri ile
zamanımızınki farklılık göstermektedir. Artık insanlar eskisi gibi
düÅŸünmüyorlar. Elbette böyle olacaktır. Çünkü eldeki malzemeler deÄŸiÅŸmiÅŸtir.
Kabaktan kuzu dolması çıkmaz.
S. 15- Bugün küresel güçler
dünyaya, Ä°slam dünyasında demokrasi talepleri varmış gibi gösteriyorlar.
Aslında Hangi ülkeyi hangi rejimle egemenlikleri altına alıyorlarsa,
galiba sevdikleri de o rejimler. Ne dersiniz? C. 15- Tamam, diyelim
ki küresel güçlerin böyle emelleri mevcuttur. Ancak Ä°slâm dünyasında da tam
demokrasi olmasa bile benzer taleplerin bulunduÄŸu inkâr götürmez. Kimi adına
demokrasi kimi de ÅŸura filan diyerek baÅŸka yönetim modellerini özlemektedir.
Niçin; çünkü tamamına yakını hala ilkel saltanat rejimleri, tek adam
hükümranlıklarıyla yönetilmektedir. Ben demokrat biri deÄŸilim, bunu defalarca
yazdım da. Ancak Suriye’de bir köyde inek besleyerek yaÅŸamasına izin verilen
sosyolog Cevdet Said’in kendi toplumu için seçimli bir yönetim (hadi isterseniz
demokrasi diyelim adına) istemesini de anlayışla karşılıyorum. Ä°slâm dünyası
yönetimleri iÅŸte ortadadır. Halklarına zulüm, kan ve gözyaşından baÅŸka bir ÅŸey
vermemektedirler. Batı dünyasının yöneticileri baÅŸkalarını sömürüyor lakin
kendi halklarına böylesi zulümler reva görmüyorlar. Dünya insanlığının gözünün
önünde cereyan eden bu modeller herkesçe elbette mukayese edilmektedir.
Hangisini tercih edersiniz diye kime sorsanız, biraz izan sahibi olan ne cevap
vereceÄŸini bilir. Küresel güç dediklerimiz boyunduruÄŸu altına alamayacağı
yönetim modelini neden istesin? Yeri gelir sömürdüÄŸü ülkede diktatörleri
destekler yeri gelir demokrasi ihraç ederek sömürüsünü sürdürür. Burada soru
ÅŸudur; sömüren suçludur, peki, sömürülen temelli suçsuz mudur?
S.16- Zamanın ruhunu kavrayabilmek baÄŸlamında gençlere
okunacak ilk on kitap olarak neleri tavsiye edebilirsiniz? C. 16-Bir
teki hariç verilecek hiçbir örnek en iyi on kitap demek deÄŸildir. Yine de
Kur’an okumaktan uzak durmamalarını beklerim. Kendi dilleriyle yazılmış meal ve
tefsirleri karşılaştırmalı okumalılar. Benim favorilerim Elmalılı Hamdi Yazır
tefsiri, Muhammed Esed Kur’an Mesajı, Ömer Rıza DoÄŸrul Tanrı BuyruÄŸu ve
parantez içi açıklamaları görmemek kaydıyla Hasan Basri Çantay mealidir. DiÄŸer
dokuz kitap için önerilerim ÅŸunlar olabilir: Muhammed Hamidullah’tan Ä°slâm
Peygamberi, Mevdudi’den Kur’an’da Dört Terim, Tolstoy’dan DiriliÅŸ, Seyyid
Kutup’tan Yoldaki Ä°ÅŸaretler, Nasr Hamid Ebu Zeyd’ten Ä°lahi Hitabın Tabiatı,
Ä°smail Raci Faruki’den Tevhid, Dostoyevski’den Karamazof KardeÅŸler,
Tarkovsky’den MühürlenmiÅŸ Zaman, Sezai Karakoç’tan Gün DoÄŸmadan, Cahit
Koytak’tan Yoksulların ve Åžairlerin Kitabı v.b.
Not: Yolcu
Dergisinde yayımlanan bu
söyleÅŸi Yazarın nisan
2012de çıkacak “Kalbim
Mühürlenmeden” adlı eserinde yer
almıştır
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |