19-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa
TÜRK EĞİTİM SEN DE BİR SOHBET PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 54
KötüÇok iyi 
Yazar M. SELAMÄ° ÇEKMEGÄ°L   
12-04-2006
Image(AVUKAT M. SELAMÄ° ÇEKMEGÄ°L'Ä°N 13 ARALIK 2002 TARÄ°HÄ°NDE TÜRK EĞİTÄ°M SEN GENEL MERKEZÄ°NDE BÄ°R GRUP AKADEMÄ°SYEN VE BÜROKRATIN KATILIMYLA YAPTIÄžI SOHBETLÄ° TOPLANTININ BANT KAYIT ÇÖZÜMÜDÜR) 

Bugün için özel bir konu seçmiÅŸ deÄŸilim. Fakat ÅŸu anda birtakım empozelerle karşı karşıyayım. Bu empozelerden de ÅŸimdi haberdar oldum. Gerçi bunlar yabancı olduÄŸum konular deÄŸil. O konularda da görüÅŸlerimi söyleyebilirim ve karşılıklı sorularla sohbetimizi devam ettirebiliriz.Evvela, Sayın Oymak kardeÅŸim yabancı bir ülkede bulunmuÅŸluÄŸumdan bahsettiler ve hatıralarımı anlatmamı istediler. Onu gerçekleÅŸtirebilirim ÅŸu anda. Yabancı ülkelerde bulundum ben. Bir tanesi Ä°ngiltere, iki buçuk sene kaldım. Orada lisan sonrası öÄŸrenim yaptım; görgü bilgi arttırdım. Orada yabancı bir ülkede Türkiye'den gelen ve diÄŸer orta ÅŸark ülkelerinden gelen, Ä°slam aleminden gelen insanlarla tanıştım... 

Daha doÄŸrusu onlarla, aÅŸağı yukarı, bir yabancı ortamda kardeÅŸliÄŸin deÄŸerini anladım. Ä°ngiltere bana o kardeÅŸliÄŸin ne kadar deÄŸerli olduÄŸunu gösterdi. Burada çok kere fark etmediÄŸimiz ÅŸeyi orada insan farkediyor. Ekmek suya olan ihtiyaç kadar insanların sevgiye, dostlara ihtiyacı olduÄŸunu da anlıyor. Ordaki enteresan hatıralarımdan biri, yüksek maaÅŸla gönderilmiÅŸ bir büroktarın bir toplantıdaki tavrıydı. Bunu unutmuyorum. Biz talebe olarak 65 sterlin alıyorduk. O ise 125 sterlin alıyordu. Fakat parasını, Soho'da (Soho Londrada meÅŸhur bir semt), hafifmeÅŸrep iÅŸlerde bitiriyordu. Bir gün beraber otururken geldi; orda bir talebeden, yani fakir bir aile'den gelmiÅŸ bir talebeden, borç para istedi. O çucuk ta  ekonomik yaÅŸayan çok tutumlu biri. Vermeye teÅŸebbüs etti. Ben çocuÄŸa verme diye iÅŸaret ettim. Vermeyince baÅŸka birine yöneldi... Åžimdi bu bizim iki katımız maaÅŸ alan bürokrat orada istediÄŸi parayı alamayınca aynen ÅŸu tabiri kullandı; "Nankör millet, ben onu burada ÅŸerefle temsil ediyorum, O beni burada bir talebenin parasına muhtaç ediyor... DüÅŸündüm taşındım yani o adam bu kadar parayı aldığı halde bu lafı söylüyor, öbür talebe onun yarısı kadar aldığı halde ona borç para verme konumunda bulunuyor ve Allah'a ÅŸükrediyor. Adam  bunu çok tabii bir üslupla söylüyor. Bu, doÄŸrusu, insanın bazen insaf ölçülerini yitirdiÄŸi zaman ne kadar tarafgir ve ne kadar yanlışa götürücü düÅŸünüÅŸ tarzına yönelebildiÄŸini gösteriyor. Yani orda o hadiseyi gördüm. EÄŸer insan bu pozisyona düÅŸmek istemiyorsa -ki insanda muhtelif pozisyonlar var, mesela hayvanlarla müÅŸterek olan taraflarımız var, eÅŸyalarla benzeÅŸen belki örtüÅŸen bazı taraflarımız var- aklın kontrolünden dışarı çıkmaması gerekiyor. Yani, insanla baÅŸka hiçbir ÅŸey arasında hiçbir ÅŸekilde örtüÅŸmeyen bir tarafımız var, ki o da akıl... O olayda  aklı diÄŸer bütün fonksiyonlara egemen kılma zaruretini hissettim. EÄŸer aklı hislerine, duygularına veya diÄŸer mahluklar gibi müÅŸterek olan taraflarına egemen kılmıyorsa insan, o zaman insani vasfından birÅŸeyler  kaybediyor ve bir eÅŸya veya bir hayvana dönüÅŸmeye layık bir yaratık haline geliyor. Ä°ÅŸte bize Kur'an'ın böyle heva ve hevesine göre deÄŸil, ilmi, bilgisel donelere göre aklını egemen kılarak bir hayat teklif etmesi fazileti de burdan geliyor zannediyorum. Bir de bizim entellektüelin, bizim bürokratların içinde bulunduÄŸu bazı zaafları gösterdi bana bu olay... 

Bunu geçtikten sonra bir baÅŸka kıyaslamaya atlayayım; Bunu bir gazete yazımda yazmıştım, "Kendimizi Tartışmak" kitabımda da alıntıladım. Finlandiya Helsinki'den bir enstentane... Çok enteresan bir hatıradır bu... Birgün yeraltı metrosunda giderken, orda, ÅŸehrin merkezinde  bir istasyonda; yeraltında bir de büyük çarşılar... Daha o zaman Türkiye'de böyle yeraltı istasyonları ve çarşılar yoktu. Onun için bana o zaman ilginç  gelmiÅŸti. Yani, bundan diyelim ki 12 sene falan evvel... Orda dolaşırken bir baktım bir bayan ve bir bay geldi önümü kesti; ellerini omuzuma, başıma  koydular, dualar filan okumaya baÅŸladılar; anlamadığım dilden dualar... Bitirdikten sonra bana, bazı telkinlerde bulundular. Dedim ki ben; "Ben yabancı bir ülkedenim Türkiye'denim; ama anladığım kadarıyla duanızda bana iyilikler temenni ettiniz, yolumun aydınlık, ufkumun açık olmasını dilediniz. onun için size çok teÅŸekkür ederim. Fakat bunu dilerken, Ä°sa'dan dilediÄŸinizi hissettim. Ben dedim, aynı dileklerimi sizin için de diliyorum; ama Muhammed'den deÄŸil, onu da yaratan, Ä°sa'yı da yaratan Allah'tan dilerim dedim. Bu durum bizim bir mantık yaklaşım tarzımızı gösteriyor. Batı aleminde, (yani batıcı yaklaşımda) bazen yaratıklar da tanrı makamında olabiliyor demek ki. Mesela bir Ä°sa'ya uluhhiyet isnad edilebiliyor. Ama bu bize yabancı bir yaklaşım: bizde ilah bir tanedir ve  bütün insanlar eÅŸittir; ancak bazılarının yaradılış farklılıkları, özel misyonları vardır... 

Orda böyle konuÅŸurken, etrafımıza bir sürü insanlar toplandı bir tartışma ortamı oldu ve tartışırken ÅŸunu gördüm; Orda hiç kimse, hiçbir ateist, o bayanla baya "Yahu arkadaÅŸ burda din propagandası yapamazsın, filan gibi ÅŸeyler söylemedi. Çok terbiyeli insanlardı. Gayet hoÅŸ, gayet rahat toleranslı tartışmalar oldu. Sonra benim bu konuÅŸmalarımdan bir grup genç arkadaÅŸ öyle etkilenmiÅŸ ki ayrılmak istediÄŸim halde beni kahve içmeye davet ettiler. Gittik; kahve içerken bu sefer de Ä°slam hakkında sorular sordular, kitap sordular, filan... yani bu kadar sevgi ve sempati gösterdiler. Åžimdi batıdaki bu yaklaşım ve  bu rahatlık bizde yok. O da düÅŸündürücü bir hadise olarak zihnimde kaldı. 

Roma'ya gittim. Roma'da hatırımda kalan bir hadise de ÅŸudur: Åžimdi... Roma'ya girdiÄŸiniz zaman karşınıza sadece tarih çıkar; bütün tarihi yapılar, bütün görüntüler size burası bir tarihtir diye hatırlatıyor ve burası bir kültürün merkezidir diye gösteriyor. Nerede küçük bir kalıntı eser varsa tamamen öne çıkartılmış. ve siz onunla tanışıyorsunuz. O tarihin telkini altında düÅŸünmeye baÅŸlıyorsunuz. Bu bizden farklı oldukları bir husus. Ä°stanbul'a girdiÄŸiniz zaman Ayasofya ve Sultan Ahmed civarı hariç tarih kaybolmuÅŸtur, yeni binalar onu gölgelemiÅŸtir. Mesela Süleymaniye çok muhteÅŸem bir yapıdır Ama Süleymaniye'yi bir yabancı, özel bir araması veya çabası yoksa görmeden çeker gider; yani kendiliÄŸinden Süleymaniye onun gözüne batmaz. halbuki o muhteÅŸem eser bir tepededir. Buna raÄŸmen etrafında onu o kadar gölgelemiÅŸlerdir ki sıradan yapılarla,özel bir ilgi duymadan dikkat  çekmemektedir kendiliÄŸinden, belli olmamaktadır. Bu neyi gösteriyor: Roma'dakilerin tarihleriyle ve kendi benlikleriyle hala övündüklerini ve dünyaya büyük bir medeniyet olarak kendilerini devamlı  empoze ettiklerini, bizim ise bilinçsiz bir ÅŸekilde geçmiÅŸimizden kaçtığımızı veya utandığımızı göstermektedir.

Gelelim sayın Başkanın ikinci işaretine:

Benim Sayın Turgut Özalla siyasi manada bir teÅŸriki mesaim olmadı, bürokratik anlamda da -Tübitak hukuk müÅŸavirliÄŸim hariç- onların zamanında bir kamusal  görevim olmadı. Özal'la aÅŸinalığımız, tanışıklığımız Malatya'dan baÅŸlar. Benim baba dostumdur. Babam bir terzidir ve ÅŸarkın belirgin terzilerindendir. Kalburüstü bir müÅŸteri grubu vardı. Özallar da  bunlar arasındaydı. Gerek Turgut Özal ve gerekse Korkut Bey'in, Åžahsi dostlukları, hemÅŸerilikten gelen yakınlıkları vardı. Babamın kitaplarını da okumuÅŸlardır. Onun için bir yakınlaÅŸma da hissediyorlardı. Aslında insanları biraraya getiren müÅŸtereklikleridir. EÄŸer müÅŸterek bir zevkiniz varsa biraraya gelirsiniz. MüÅŸterekiniz yoksa ne diye biraraya gelesiniz. Demek ki bunlarda bir müÅŸtereklik vardı. Özal kardeÅŸlerden Turgut bey daha modern görünümlü, Korkut bey daha mistik ağırlıklı, Yusuf Bozkurt beyse çok daha dengeli bir Müslüman aydın niteliÄŸinde idi.Korkut beyin mistik yönünün öne getirince bu ekoluün yaklaşımını tarif bakımından Ä°ngiltereden bir hatıram aklıma geldi.  

Åžimdi bir gün Türkiyeden çok sempati duyduÄŸum mistik esprisi ağır basan  bir bey Ä°ngiltere'ye gelmiÅŸti. Bunların mentalitesini sergileyen Ä°lginç bir anım oldu. Bunu Tilki Tuzağı'nda bir anekdot olarak yazdım.Bu deÄŸerli zatı bir akÅŸam misafir etmek istedim. Evde bizim Malatya'nın meÅŸhur içli köftelerinden yaptırdım. Ordaki talebe arkadaÅŸların hepsini de çağırdım. Amacım ordaki talebe muhitine bir akÅŸam yemeÄŸi ikram etmekti. Bir baktım Ferruh MüftüoÄŸlu diye bir arkadaÅŸ var. Åžimdi profesör. O zaman asistandı. YemeÄŸe oturduk. YemeÄŸe tuzla baÅŸlanırmış. Böyle bir sünnet varmış. Bunu empoze etti bir sayın misafirimiz. Tuz gettirttiler. Tuzu da ÅŸöyle yalıyorlar... Ferruh nüktedan bir çocuk... Dedi ki, "Yahu Selami, bizim camia yemeÄŸe tuzla baÅŸlama sünnetini hiç unutmaz ama yemekten doymadan kalk sünnetini de hiç hatırlamaz". Daha yemeÄŸin başı. Bekliyor ki bir cevap vereyim. Tabi ki ev sahibi olduÄŸum için cevap vermedim. Yedik , içtik sohbetler yaptık. yemekten sonra bu nükte açığa çıktı. Orda aslında bir yaklaşım çarpıklığımızı söylemek istedi Ferruh Bey. Åžimdi...Sünnet demek zaten yol demek, yöntem demek. Sünneti seniye demek peygamberin yolu, yüce yol demek. Bu yöntem içerisinde, bu yaÅŸama tarzı içerisinde bazen çok önemli ÅŸeyleri hiç aklımıza getirmiyoruz; küçük ÅŸeylerde de boÄŸulup kalıyoruz. Ferruh Bey'in bu sözü bana bunları hatırlattı. Zihnimde ilginç bir hatıradır bu.  

Orda isim vermeden bir hatırayı daha anlatayım; bana ait deÄŸil bir arkadaÅŸtan naklen aktaracağım. Türkiye'den Ä°stanbul Teknik Üniversiteden sanıyorum, bir makine profesörü gelmiÅŸti, ileri gelen takvalı (!) muhibbandan biri. Bir ara bakanlık ta yapmıştı. Arkadaşım yaklaşık ÅŸöyle anlattı: "Kendisini ziyarete gitmiÅŸtik. Hoca, somya bir kanepenin ucuna oturdu; biz de karşısına geçtik. Åžöyle 15 dakika filan geçti baktım kanepe ÅŸöyle bir kıpırdadı. 'Allah, Allah dedim, bu neyin nesidir diye.' Göz yanılması sandım. Ondan bir süre sonra durduk, bir daha kıpırdadı, yine ÅŸaşırdık; bu neyin nesi diye. Sonradan öÄŸrendik ki, meÄŸer adamcağızın ikinci bir odası yokmuÅŸ. Bizi eve kabul etti. Hanımefendiyi de herhalde, dinen(!) birlikte oturmak hoÅŸ olmadığı düÅŸüncesiyle, uygun baÅŸka bir yer bulamadığı için, oraya uykuya yatırmış... Tabi kadıncağız zaman geçince biraz hareketlenince o zaman farkettik. Halbuki dışarda otursak ta memnun olurduk; ama kibarlığından içeri almıştı sanıyorum.' diye anlattı. Tabii burda bir eleÅŸtiri geliyor. Bazen takva zannettiÄŸimiz, iyi zannettiÄŸimiz davranışlarla,  tam tersine bir sonuç, komik  bir görüntü de verilebiliyor. Yanlışlıkların sahibi görüntüsü sahiplenilebiliyor. Tekrar baÅŸa döneyim:

Sayın Turgut Özal'ın en enteresan tarafını ben ÅŸöyle gördüm.l978-l981 arası  SSK yönetim Kurulu üyesi idim. O Elektrometa firmasında genel müdürdü. Bir gün kiÅŸisel dostluÄŸumuz olduÄŸu için,  beraberken görevim gereÄŸi bana bazı telkinlerde bulundu. "Selami" dedi, "bak ÅŸu anda, önemli bir manivelayı elinde tutuyorsun. Manivela sizin elinizde. SSK Yönetim Kurulu üyeliÄŸi bazı ÅŸeyleri empoze edebileceÄŸiniz bir yer" dedi. "Onun için görev yapın; bu ülkeye bir katkınız olsun" dedi. Buyrun efendim sizi dinliyorum dedim. Dedi ki "bakın sigortacılık ve iÅŸletmecilik iki ayrı branÅŸtır dedi. Hastane iÅŸletmeciliÄŸi ile sigortacılık hizmetini yanyana getirmek ve bir beyinde düÄŸümlemek biri diÄŸerini çürüten sekteye uÄŸratan iki misyondur. Onun için.." dedi "bu iki iÅŸlevi birbirinden ayırmak gerekir" dedi. "Bakın bunu saÄŸlayın bu ülkeye bir katkınız olur" dedi.  

Fakat, SSK'nın ÅŸu an öyle bir yapısı var ki buna iÅŸçi teÅŸekküleri temsilcileri  karşı çıkar dedim. Bunun Yönetim Kurulunda kabul görmesini ben mümkün görmüyorum dedim. Olsun dedi, "eÄŸer kabul ettiremezseniz kiÅŸisel temenni olarak yazdırın" dedi. Ondan sonra "tabi bunu detaylandırın" dedi. O zaman anladım ki Özal'ın uzun vadeli bir niyeti var. Yani ileride bir mekanizmayı ele geçirip ülkeyi  yönetme arzusu var. Onun yatırımını yapıyor diye bir fikir geldi bana. ve gerçekten de öyle bir sonuç verdi. Uzun vadeli düÅŸünüyormuÅŸ. Bu tabii, nazari olarak çok doÄŸru bir telkin. Ama her nazariye doÄŸru olsa dahi her koÅŸulda aynı sonucu vermiyor. Türkiye'de, tabi bir iÅŸçi zümresinin primleri üzerine kurulmuÅŸ bir müesseseden saÄŸlık hizmetini aldığınız zaman o iÅŸçi zümresi kendisine verilmiÅŸ bir hizmeti koparılmış zannediyor ve kabul etmiyor ve reddediyor. Ama ben doÄŸru bulduÄŸum için  dediÄŸini yaptım ve yıllık rapora kiÅŸisel temenni olarak yazdım.  

Özal'ın yönetimi hakkında saÄŸlığında kaleme aldığım bir yazı var. KaybettiÄŸimiz diye bir yazı. Kendimizi tartışmak kitabında var. Bugün çok takdir ettiÄŸim rahmetle andığım Özal için eleÅŸtiri getiriyorum, o yazıda. O eleÅŸtiri ÅŸu; KaybettiÄŸimiz. O zaman öyle bazı politikalar uygulanıyordu ki,  onun refleksi olarak yazmışım ben bunu. Yazıda diyorum ki: benim burda eleÅŸtirdiÄŸim öyle  hafif meÅŸrep kadınların yüksek makamlarda ziyafetlere davet edilerek  taltif edilmesi filan deÄŸil. Televizyon proÄŸramlarında aileyi zaafa uÄŸratan filmlerin sergilenmesi filan da  deÄŸil dedim. Öyle bir hadise var ki bu politikalarda, insanı düÅŸündüÄŸü zaman ürpertiyor... Nedir o; kötülük yapmaktan utanmamak duygusu... Åžimdi toplumlar kötülüÄŸü kötülük bilip onu gizlemek lüzumunu hissettikleri sürece saÄŸlıklıdır ve iyileÅŸmeye yönelik istidadları da vardır. Ama toplumlar kötülüÄŸü artık kötülük olamaktan çıkarıp  onunla övünür hale gelmiÅŸlerse o eyleme  artık siz istediÄŸiniz kadar kötü deyin; dışlamanız ve istisnai olay  haline  getirmeniz mümkün deÄŸil. O toplum  artık iyileri örter mahveder ve kötü insanların zihniyetlerinin daha çok yaygınlaÅŸtığı bir atmosfer meydana getirir. Ben bunu o zaman yazılı olarak yazdım. Türk yurdu dergisinde de yayınlandı...  

DemiÅŸtim babamın esas mesleÄŸi terzilikti. Bir gün, sayın Turgut Özal'ın tavsiyesiyle müÅŸterisi olan Sayın Demirel bizim terzi dükkanına gelmiÅŸ; elbise provası yapılıyor... Hanımı ile birlikte gelmiÅŸ.  Terzilik mesai sırasında entellektüel tartışmalara da imkan veren bir meslek.. Yanında partili siyasetten arkadaÅŸları da var... Bu arkadaÅŸlarının isimlerini hatırlamıyorum; zaten   gerek de  yok, olay ve fikir mühim..

(BURADA ARAYA BÄ°R SORU GÄ°RMÄ°Åž OKUNMUYOR...) Bakın bir batılı mütefekkir diyor ki; "Küçük insanlar ÅŸahısları, orta ölçekli insanlar olayları, büyük seviyeli insanlar ise fikirleri tartışır. Ben ÅŸimdi büyük seviyeli olmayı beceremedim, küçüÄŸe de razı olmuyorum; ortalarda iÅŸte olaylarla filan ilgilenip dolaÅŸmaya çalışıyoruz. Åžimdi... ha o sırada  AP, girdiÄŸi seçimde  büyük bir siyasi zafer kazanmış. Siyasiler bu siyasi zaferin maÄŸrurluÄŸu içerisinde, bazı bazı güç odaklarıyla temasa geçmeye çalışıyorlar. Menderes dramının etkisi altında, pozisyonlarını nasıl garantiye alabileceklerine dair görüÅŸler serdediyorlar. Kimi ÅŸükran telgrafı çekelim, kimi baÄŸlılık bildirelim filan gibi... Orada, sayın bayan Demirel, dışarıdan baksanız hiç beklemezsiniz: "Beyler" diyo, "eÄŸer onlar kendi hüviyetinizle size karşı iseler ne yaparsanız yapın para etmez, yani böyle küçük tavırlara  düÅŸmeyin , kendi varlığınızın özenilecek beÄŸenilecek konumda olduÄŸunu ortaya getirin bu size yeter." manasında ÅŸeyler söylüyor. Herkes hanımefendinin bu commenti karşısında apışıp kalıyor adeta...  Sayın Nazmiye hanımın beyefendisinin kahvesini bizzat yaparak eliyle servis yapan bir ev hanımı olduÄŸunu yakınlarından çok duymuÅŸtum. Bunun ortaya getirdiÄŸi çok önemli bir mesajı vurgulamak istiyorum: Bazan sade bir Anadolu hanımefendisinin bile dünya pozisyonunu garantiye almak hırsı içine giren politacılardan çok daha gerçekçi ve onurlu tavır sergilediÄŸi ne kadar dikkat çekicidir. 

EÄŸer insanlar kendi benlikleri dışında bir benliÄŸe bürünerek birtakım sempatiler sevgiler topluyorsa bunlar çok üzücü ÅŸeyler, önemli olan insanın kendi gerçek hüviyetiyle taktir toplaması ve mesaj vermesidir. ve insanları kendi hüviyetine davet etmesidir. Yoksa kendini kaybettikten sonra artık ne olursa olsun fayde etmez.  

Benim bürokrasi hatıralarım Tilki Tuzağı isimle eserimde yeralıyor. Türk kamu çarkının nasıl iÅŸlediÄŸini bilirim, biraz. Kitapta küçük anekdotlarla hadiseleri anlatıyorum. Bunları birleÅŸtirdiÄŸiniz zaman Türk kamu çarkının görüntüsü ortaya çıkıyor; Bir tablo ortaya çıkıyor ve siz o çarkın nasıl döndüÄŸünü görüyorsunuz. Bu kitap ÅŸimdi piyasada yok. sekiz bin adet basılmıştı, bitmiÅŸ. EÅŸinizde dostunuzda görürseniz gözatmanızı tavsiye ederim. Bürokrasi hatırası olarak ilktir. Benden sonra Emre Kongar böyle bir kitap çıkarttı. Ama Kongar'ın kitabını okuyanlar uslup olarak sıkıcı ve biraz da zorlanmış olarak deÄŸerlendirdiler. Bu kitap her cenahtan takdir toplayan bir kitaptır. Hakkında saÄŸ ve sol yazarlardan otuz kadar yazı ve eleÅŸtiri çıktı... 

Orwel çok derin düÅŸünen çok demokrat, yaman bir yazardır. Totaliter yaklaşımlara aşırı eleÅŸtiri getiren bir adamdır.  

Orwell'in "Bir Fil Avı" hikayesi vardır. Orda bir filin öldürülüÅŸünü anlatıyor. Orwell orada, Burma'da  bir yabancı müstemleke subayı. Tabi oranın güvenliÄŸinden sorumlu. Ona diyorlar ki, bir fil kudurmuÅŸ ve halka tehdit oluÅŸturuyor. KudurmuÅŸ bir fili vurmaktan baÅŸka bir çare de yok... Adam tüfeÄŸini alıyor... özel tüfek filan lazım ama... Fili aramaya gidiyorlar. Gittikçe arkasında büyük bir kitle toplanıyor. Orda Orwell, bir müstemleke subayının istila ettiÄŸi bir ülkedeki psikolojisini tartışıyor ve bir de liderlerin böyle yöneteceÄŸi insanların güdümüne girmesi halindeki ruhi sıkıntıları  anlatıyor. Fili buluyorlar bakıyorlar ki fil zararsız hale gelmiÅŸ.  Diyor ki: "Hindistanda bir fil iyi üretim yapamn bir fabrika gibidir; Onu öldürmek bana bir cinayet gibi gözüktü. Öldürmekten tam  vazgeçtim ki, baktım arkama, heyecanla, benim fili öldürmemi bekleyen büyük bir kalabalık var. Kararmış gözler, sırıtan sarı yüzler, meraklı bakışlar var." "Orda" diyor ki Orwell, "onu öldürmediÄŸim takdirde  halka hükmetme gücümün yokolacağını hissetim" diyor . "Döndüm" diyor, "sırf bu psikoloji yüzünden öldürmeye karar verdim". O filin öldürülüÅŸünü o kadar güzel tasvir ediyor ki... Orwell çok güçlü bir fikir adamı aynı zamanda müthiÅŸ bir tasvirci. Fakat yalın bir adam; öyle sahte süslemeler yapmıyor. DoÄŸrudan, yalın girer konuya ve anlatır... onun için okumanızı tavsiye ederim. 

Orwell'in bir kitabında, 1984'te, insanın düÅŸüncesine hükmetme hadisesi anlatılıyor. Orada bir bürokrat figür var; Mr. Wilson galiba...Adam en ileri gelenlerden birisi. Bir de düÅŸünce polisi var. Bu adamın zihninden muhalif düÅŸündüÄŸünü farkedip  yakalıyorlar. Soruyorlar: 2 kere 2 kaç eder? 4 diyor. Olmaaz 5 eder diyorlar... Adamı iÅŸkence ile  öyle bunaltıyorlar ki, peki beÅŸ eder, beÅŸ diyor. Åžöyle gözüne bir  bakıyor ve  yine "olmaaaz diyorlar, beyninin içinden hala dört eder diye düÅŸünüyorsun" diyorlar. Öyle bir an geliyor ki, Mr. Wilson gerçekten iki kere iki beÅŸ eder diye düÅŸünmeye baÅŸlıyor. Orwell güçlü bir yazar, güçlü bir düÅŸünür. Åžimdi baÅŸak bir konuya geçiyorum:  

Ä°nsana yaklaşım tarzı çok enteresandır. Üç yaklaşım ele alabiliriz: bir dinci yaklaşım , iki materyalist yaklaşım bu iki yaklaşım da insanı yok eder. Bir baÅŸka yaklaşım ise bir müslümanın yaklaşımıdır; insanı, insan olarak ele alır... Allah'ın insana verdiÄŸi güzellikleri muhafaza edecek ÅŸekildeki bir bakışla hadiseye yaklaşır. Bu tasnif  bana özgü bir analiz deÄŸildir. Aliya  Ä°zzet Begoviç bunu çok güzel iÅŸliyor, DoÄŸu Batı arasında Ä°slam isimli kitabında... Tavsiye ederim okuyun. Begoviç yaman bir düÅŸünür, aynı zamanda bir aksiyon adamı.

Büyük liderler topluma yön ve istikamet çizerler... Toplumu insanlık yolunda ilerletecek politikalara hizmet ederler. Ama bazen kötülüklerin sonucunda da aksi geliÅŸmelerin kapısı açılabilir. Mesela, ÅŸu son  beÅŸ senede yaÅŸadığımız suni problemleri yaÅŸamasaydık, bu uygulamalar toplumu bu kadar rahatsız etmeseydi, bu günkü toplumsal tepki yeteneÄŸimizi gösteren bu   sonuç, belki böyle olmazdı. Bu sonuç, mevcut çok kötü uygulamaların  toplumu ittiÄŸi bir sonuçtur. Toplum mevcut seçenekler içinde kendine bir seçenek buluyor. Önüne üç seçenek konulmuÅŸsa, toplumun dördüncüsünü seçmek imkanı da  yoksa ne yapsın? Halkların tabii eÄŸilimi budur; en kolay çözüme yönelir... Mesela dördüncüsü ne olabilir; faraza, bu seçeneklerin hiçbirine iÅŸtirak etmemek olabilir; ama hangi hesapla? 

Soru: Derin devlet ve kırmızı kitap hakkındaki fikriniz? 

Ben onu bilmiyorum, görmedim. BilmediÄŸim bir konu o. 

Soru: Akıldan bahsettiniz; siz rasyonalist misiniz? 

Ben akıl derken bir batılı rasyonalist gibi insanı hislerinden, çeÅŸitli fonksiyonlarından ve  faktörlerden soyutlayan mekanik bir ÅŸeyi kastetmiyorum. Akıl insanda, insanın bütününü temsil eden, hislerini, kendisine yaratılıştan verilen özellikleri reddetmeden hesaba dahil eden bir  hareket önerisidir. Yoksa bir makina gibi mekanik bir iÅŸleyiÅŸi önermiyorum, ben. Akıl dediÄŸin bütünyüle insanın müteradifi olan bir ÅŸey. 

Åžarlo'nun bir filmi var. Orda çok enteresan bir sahne makinalaÅŸmayı anlatıyor. Fabrikada iÅŸçiler öÄŸlen paydosunda da çalışmaları gerekiyor; hayatı sömürü üzerine kurmuÅŸ kapitalist bir yapı. Fakat iÅŸçilerin  yemek yemeleri de  lazım ya. Onu bir makina hallediyor. Bir makina el yemek yediriyor,çalışan iÅŸçiye, diÄŸer bir kol da aÄŸzını siliyor. Yemek veren kol bozuluyor; Adamın aÄŸzına yemek gelmiyor ama, arkadan ağız silen makina çalışıyor, aç adamın aÄŸzını silmeye devam ediyor. Böyle soytarılıklar maalesef var, bugünkü materyalist entellektüellerimizin ritminde... Önemli olan burada, insanın kendisine egemen olması... Bakın yolda diyelim ki otoyola çıktınız. belli bir hız noktasına kadar siz arabaya ve direksiyona egemen olursunuz onu aÅŸtıktan sonra artık araba size egemendir. Ne yapsanız artık kar getirmez ve  o hızın esiri olursunuz. O hız, istemediÄŸiniz halde sizi bir kazaya götürebilir. Onun için, hızlı gitmek bir marifet olduÄŸu halde selametle gitmeniz için hız tahdidi koyarlar... 

Ben ÅŸahsen bir insanın hayatta dengeyi muhafaza edip insanlığını kaybetmemesini en önemli bir erdem olarak görürüm. Ä°nsan eÄŸer kendisini bir makina olarak görüyorsa insanın yaÅŸacağı ve övüneceÄŸi hiçbir hazzı yoktur. Åžarlo'nun makinalaÅŸan insanı gibi komik görüntü vermemeliyiz. Kendi hayatımızı  yaÅŸamalı, kendi deÄŸerlerimizle  mutlu olmalıyız. Ama bırakmıyorlar ki insan olalım; ÅŸeytan kesiyor yolumuzu; yarı aydınlar insanlığımızla uÄŸraşıyorlar...  

Soru: Tilki Tuzağını neden yazdınız. 

ArkadaÅŸlar o kitapta bürokrasideki bazı oyunların nasıl kurnazca döndüÄŸü anlatılıyor. Bu kitabı ÅŸimdi burda anlatamam. Ne anlatırsam kitaptaki bir paraÄŸraf bile olamaz. Kitabı okumalısınız. Bu reklam deÄŸil zaten piyasada mevcut deÄŸil; kütüphanelerden, arkdaÅŸlardan filan bulup okuyabilirsiniz... 

Soru: Söylemekten kaçındığınız bir ÅŸey mi var? 

Bakın ben bir usulümü söyleyeyim. Kızılay meydanında bağırmayacağım bir ÅŸeyi kendi kendime bile telaffuz etmem.  

Soru: Demokrasinin tanımı? 

Vaktiyle SSCB de, kendisine demokrat diyordu. demokrasi diye tarif ediyordu rejimini ve kendi demokratlığı adına batı demokrasisini yerden yere çalıyordu. Onları demokrasi bile görmüyor, demagoji diyordu belki de. Batı demokrasisi de sosyalist demokrasi için aynı ÅŸeyi yapıyordu. Hatta bizim hukuk fakültesi anayasa  kitaplarında bu tartışmaları çok yansıtırlar. Burda hangi demokrasi namına hangi demokrasiyi tenkit edeceksin sorusu geliyor, akla. aslında bakın Hz. Ali'nin çok güzel bir sözü var. Diyor ki Hz. Ali Efendimiz, "ilim bir noktaymış; Onu cahiller çoÄŸaltmış." Ä°nsani olayların boyutu aslında ta baÅŸlangıcından dünyanın sonuna kadar çok basittir ve deÄŸiÅŸmez. Mesela kötülükler beÅŸ bin sene evvel de kötülüktü eÄŸer objektif ve normal ölçü kullanacaksanız beÅŸ bin sene sonra da kötülük olarak kalacaktır. Mesela  sömürü, hırsızlık beÅŸ bin sene evvel de kötüydü beÅŸ bin sene sonra da kötü olarak kalacaktır. Haa, hırsızlık  ne zaman kötülük olmaktan  çıkar; siz hırsız rolünü üstlendiÄŸiniz (ve hırsızlığın adını geri dönmeyen kamu destek kredisi koyduÄŸunuz) zaman. Ama hırsız, insan demek deÄŸildir, eÄŸer insan yaÅŸacaksanız hadisenizin özü deÄŸiÅŸmez. Ancak renklenir. Ana çizgi yine aynı istikamette gider.  

Mesela topluma egemen sosyal kanunlar var. Bu sosyal kanunlar insanın kendi icat ettiÄŸi ÅŸeyler deÄŸildir. DoÄŸduÄŸu zaman insan sosyal bir varlık olarak doÄŸar. Onun için insanın yaÅŸarken normal istikametini bulabilmesi için bu sosyal kanunlarla çatışmaması gerekir. Sosyal kanunun akışı ile beraber yürüdüÄŸü zaman insan, dilediÄŸi gibi yol verebilir, hadiselere; tekamül eder. Ama bunu yapmayıp ta suyun temelli  önünü kapatırsa bir baraj oluÅŸur oluÅŸur ve o su taÅŸar ve herkesi boÄŸar. Ä°ÅŸte hadise  bu; Ä°yinin ve kötünün özünü insan deÄŸiÅŸtiremez.  hadiselerin temel karakteristiÄŸini insan deÄŸiÅŸtiremez.  

Mesela bakın dinci yaklaşımla materyalist yaklaşım insani hadiselerin özünü deÄŸiÅŸtirmeye yöneliyor; mesela ne yapıyor; rahip bir adam veya rahibe bir hanım, bir kiÅŸinin insani fonksiyonlarından birini iptale yöneliyor, yani onu ona yasaklıyor. o zaman ne oluyor farklı ama kanımca saplantılı  bir tip ortaya çıkıyor. ve bazan o tip hastalıklı olmak istemiyorsa, gidiyor toplum planında kötülediÄŸi ÅŸeyi, kendi iç aleminde baÅŸka ÅŸekilde tatmin ediyor ve büyük bir dejenerasyon meydana getiriyor. Onun için  benim gördüÄŸüm müslümanın, daha doÄŸrusu Ä°slamın yaklaşımında insani hayatın tabi olduÄŸu kanunları yoketmeye yönelmesi son derece eleÅŸtirilir. Bu mümkün deÄŸildir de. Yani insan yiyecektir; yemeden yaÅŸayamaz. Ama müslüman der ki; bunu hırsızlıkla yeme  helalden ye der. Helal olarak ye der. Ä°ÅŸin düÄŸüm noktası bu bence.  

Hangi ÅŸeyi alırsanız alın adına demokrasi deyin, padiÅŸahlık deyin, eÄŸer size empoze edilen ÅŸey sizin üstünüzdeki iradenin, buna ÅŸimdi tabii yasalar diyebilirsiniz, size çizdiÄŸi tabii aklın içinde ise, çizginin içinde ise, sizi insanlığa  ulaÅŸtırır. Ama sizin önünüzü kesiyorsa, sizi ya insanlığınızdan uzaklaÅŸtırır ya da hayatınızın zevkinden mahrum eder. Hadise budur. Bence önemli olan Adalet'tir. 

Aslında iÅŸin adını ÅŸu veya bu koyarak tartışmanın da anlamı yok. Demokrasi bir ortam tarifi ise,Kanımca hangi ortamda olursa olsun doÄŸru mu yanlış mı diye tartışmak lazım. Diyelim adını demokrasi koydun; ama senin kırmızı veya yeÅŸil giyinmeni, o zevkini ortadan kaldırıyor... Ne olacak yani? Ä°nsana tabiatın gösterdiÄŸi bir makul var... Buna evrensel deÄŸerler diyenler de oluyor. Ben adil ilkeler diyorum. Tabiatta mevcut ve hazır makulu engelleyen her sun'i yaklaşım insanı bedbaht eder. Amma tabiatta mevcut olanı adalet prensibinin rehberliÄŸinde daha güzelleÅŸtirip mükkemmele dönüÅŸtürmek mümkündür.

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 12-04-2006 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111271581 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net