Yazar M.Selami Çekmegil
|
24-07-2005 |
CumhurbaÅŸkanlığı seçimi -sanki ülkenin meÅŸgul olunacak tabii bir sorunu yokmuÅŸ gibi- yine erken alevlendirildi; hem de halktan bir imajın (baÅŸörtüsünün) o makama gelmesi çok büyük bir tehlike imiÅŸ gibi bir görüntü içinde... Oysa ki, -bilinçte ve bilinçaltında- bu tip konular hep halk iradesinin ülkeye egemen olup olamaması ile irtibatlı olarak zihinleri meÅŸgul etmiÅŸ, demokrasi konusu ile birleÅŸtirilmiÅŸtir. PadiÅŸahlığın ilgasının sebebi de böyle idi: Millet egemenliÄŸi, halk iradesi... Nitekim eski cumhurbaÅŸkanlarından Sayın Demirel, halktan biri olarak kendisinin “çobanlıktan CumhurbaÅŸkanlığına” gelebilmesini “Cumhuriyetin Fazileti” olarak izah etmiÅŸti de deÄŸerli “ArÅŸiv”cimiz “Abdullah Birisi” bunun üzerine, 14.06.2005 tarihli ArÅŸivinde, bir bakkal çocuÄŸu olan Tatcher’in Ä°ngiltere baÅŸbakanı olabilmesini “Kraliyetin fazileti”ne, Osmanlıdaki subyan mekteplerinden yetiÅŸen birçoÄŸunun veziri azam veya paÅŸa olabilmesini “PadiÅŸahlığın fazileti”ne mi yoralım demiÅŸti bu beyanı telmihen... Öyleyse konuyu demokrasi zaviyesinden tahlil etmemiz gerekiyor:
Tüm dünyada demokrasi uÄŸruna yapılan mücadeleler kabaca üç sonuca ulaÅŸmıştır: 1. Bütün önceki müesseseler yıkılarak halk adına mücadeleyi sürdüren mihrakların egemenliÄŸini oluÅŸturacak yeni müesseseler kuran bir devrim (örneÄŸin Fransız Ä°nkılabı), 2. Öncekilerle biçimsel bir uzlaÅŸma sonucu halk adına mücadeleyi sürdüren mihrakların eskilerin egemenliÄŸine ortak olması veya onları kendi egemenliklerine ortak kılması (mesela Ä°ngiltere demokrasisi) ve 3. Egemenlerin mücadeleyi sürdüren halkı ezerek kendi sultalarını sürdürmesi. (Özbekistan ve Cezayir deneyimlerinde olduÄŸu gibi)...
Bizdeki demokrasi mücadelesi de bu modellerin içinde fakat nüanslı çizgiler taşıyan bir seyir takip etmektedir. 1839’dan sonra padiÅŸahın egemenliÄŸine karşı sürdürülen demokrasi mücadelesi 1920 yılında ulusal egemenliÄŸe dönüÅŸerek (Tanzimat bürokrasisinin ana özellikleri dışında) eski telakki ve kurumları yıkıp yerine mücadeleyi sürdürenlerin beÄŸenebileceÄŸi müesseseleri kurmuÅŸ, fikir platformunda ise Ä°ttihad-ı Terakki’nin tercümeler yoluyla Türkiye’ye ithal ettiÄŸi Avrupai modellerin tedricen yerleÅŸmesi gayretlerine imkan vermiÅŸtir. Bunu yaparken eski egemen sultana karşı ulusal egemenlik formülüne müsamaha eden mihraklar daha sonra, 1950’li yıllardaki belirsiz(!) halk çıkışlarına karşı, geçmiÅŸteki deneyimlerden de yararlanarak, güvencelerini saÄŸlayacak tedbirleri de almışlar ve milli egemenliÄŸin arzuladıkları doÄŸrultuda tezahür etmesini, tabii hakları olarak, saÄŸlamak istemiÅŸlerdir.
Ä°ÅŸte 1960 Anayasasının getirdiÄŸi ÅŸekillenmelerde millet adına karar veren ve kuvvetler ayrılığı tarzında icraat yapan yetkili merci ve organların teÅŸekkül ve tezahür ÅŸart ve ÅŸekillerinin farklı usullere baÄŸlanması; demokrasimizde sıkça uygulanan kontenjan, veto, belli konularda farklı nitelikte çoÄŸunluk oranlarıyla yasaların ve Meclis kararlarının Anayasaya uygunluk denetimine tabi kılınması; belirli konuların millet meclisinde deÄŸiÅŸtirilmesinin teklif dahi edilemeyeceÄŸi kuralı ve özerk kurumlar gibi düzenlemeler bu amaca da yarayabilecek önemli tedbirler niteliÄŸindedir.
Devlet baÅŸkanının halk tarafından belirlenmesini hoÅŸ görmeyen bir kısım telakkinin, bu makamın millet adına baÅŸka merci ve mekanizmalarla belirlenmesini istemesi de, bu merci ve mekanizmaları kendi tercihlerine yöneltme noktasından daha kolay manüple edilebilir ya da milli menfaat anlayışlarına daha kolay yönlendirilebilir görmesindendir. Onlara göre, henüz eÄŸitilmemiÅŸ gördükleri halk yığınları bazı milli menfaat mülahazalarını idrak etme zorluÄŸu çektiÄŸinden, bunu onlar adına karar verme yetkisini haiz dar gruplara anlatma kolaylığından istifade etmek gerekir.
Nitekim bir toplantıda, demokrasiyi aşırı öven halkçı Aziz Nesin’in: “yıllarını verip eÄŸitim gören ve Anayasa Mahkemesi üyeliÄŸine yükselmiÅŸ bir aydınla Hakkari’nin dağında hayvan otlatan Çoban Memet AÄŸa‘nın oyunu eÅŸdeÄŸerde görmeye razı olmanın demokrasiyi yozlaÅŸtıracağı” beyanı dikkatimi çekmiÅŸti. Sayın Nesin’e bu kadar savunduÄŸu demokrasiye karşı 12 Eylül’de darbe yapanları tenkit etmesiyle bu darbeyi ceketini ilikleyerek tebrik edenlerin Çoban Memet AÄŸa olmayıp oyunu daha deÄŸerli kılmayı arzuladığı Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı olduÄŸunu görmezlikten gelmesinin bir çeliÅŸki olduÄŸunu hatırlatınca bu çeliÅŸkisini izah edemeyiÅŸini çok iyi hatırlıyorum.
Ne var ki artık halkımız eÄŸitilmiÅŸ ve milli menfaatlerini takdir edecek noktaya getirilmiÅŸtir. Hiç deÄŸilse her gün 24 saat beynini yıkayan televizyon kanalları ve ansiklopedi dahi veren gazeteleri ile eÄŸitilmekte ve kısa sürede yönlendirilebilmektedir. Bu nedenle demokratik mihrakların halkın sürpriz sonuçlar vereceÄŸi endiÅŸelerine kanımca mahal kalmamıştır. Halkın ulusal yararlar konusunda yönlendirilmesinin de pek büyük zorluklara konu olduÄŸunu sanmıyorum.
Ben ÅŸahsen devlet baÅŸkanının da halk tarafından seçilmesinin, parlamento seçimine nazaran, egemen telakkiler açısından, çok büyük riskler taşıdığı kanaatinde deÄŸilim. Nitekim CumhurbaÅŸkanı Sayın Özal’ın -uzun geleneksel çizgi dışına çıkılarak- biraz farklı bir kesimden seçilmiÅŸ olması, vahim(!) bir sonuçtan korkmamak gerektiÄŸini doÄŸrulamıştı. Ülkemiz tek kanal siyah beyaz televizyondan çok sayıda çok renkli ekranlara onun zamanında kavuÅŸtuÄŸu gibi en frapan bayan sanatçılarımız da en çok onun zamanında raÄŸbet görmeye ve köÅŸkte ağırlanmaya baÅŸlamıştı...
Ben ÅŸahsen bize demokrasiyi layık gören yöneticilerimizin cumhurbaÅŸkanının da halk oyuyla seçilmesine müsamaha etmelerinde büyük bir sakınca olmadığı sanısındayım.
15.07.2005 tarihli Kırmızı Çizgi Dergisiniden Alıntıdır.)Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriÅŸ yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |