25-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow GeçmiÅŸten arrow GeçmiÅŸten arrow ADIYAMAN / SEMSURLU GÂVURLARIMIZ
ADIYAMAN / SEMSURLU GÂVURLARIMIZ PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 6
KötüÇok iyi 
Yazar Halit Özdüzen   
21-04-2011
                     ADIYAMAN / SEMSURLU GÂVURLARIMIZ
                                                                       Halit Özdüzen
        Her insanın yaÅŸadığı evde nasıl oturup rahat ederek dinlendiÄŸi bir oda ve o odada da bir köÅŸesi varsa, Adıyaman’da Eskisaray Camii önündeki çınarın gölgesi de benim için öylesine rahat ederek gevÅŸediÄŸim bir yerdir. Adıyaman’a her gidiÅŸimde buraya uÄŸrarım. Caminin çeÅŸmelerinden akan şırıl şırıl suyun sesini, çınarın dallarındaki kuÅŸların cıvıldaÅŸarak yaptığı serenadı dinlemek bende doyumsuz zevkler uyandırır.
      Çocukluk yıllarımda çınarı sanki normal boyutundan çok daha büyükmüÅŸ gibi algılardım. Sekiz, on yaÅŸlarında 7-8 çocuk el ele tutuÅŸarak aÄŸacı zor çevrelerdik.  60’lı yıllarda yaşının 100 olduÄŸu söylenirdi. Åžimdilerde 150 yaşını aÅŸmış olmalı. Sonraki yıllarda ondan çok daha büyük ve yaşı 700’ü aÅŸan 10-11 metre çeperinde Anıtlar Yüksek Kurulunca korunan  “anıt çınarlar” gördümse de, inanın hiç biri Eskisaray Çınarı kadar bana heybetli görünmedi.
      1950’li yıllarda Adıyaman’ın 7 Mahallesi, 10 bin civarında nüfusu vardı; ÅŸehirde herkes birbirini tanır, hele mahallelerde komÅŸular akraba veya fahri akraba gibiydi. Bu nedenle her mahallenin kendi aralarında oluÅŸturduÄŸu mahallecilik ÅŸovenizmi vardı. Çocukluk yıllarımda hep Eskisaray’lı olmakla övünmüÅŸümdür. Eski de olsa isminde saray geçmekteydi ve bizim mahallenin diÄŸer mahallelerdeki bütün aÄŸaçlardan büyük bir çınarı vardı. Mahallenin çocukları ve gençleri ve kendi aralarında toplanır, yakın yaÅŸ grupları çınarın altında beraber oyunlar oynardık. Belki de o yıllardaki mahallecilik harsı, gençlerin kendi aralarındaki gruplaÅŸmaları sonucu doÄŸmuÅŸtur.

       Eskisaray dedimse yalnızca çınarı ile ÅŸöhretli deÄŸildi. Adıyaman Kalesinin doÄŸu hudutları, “Gavur Mahallesi” ve MeÅŸhur Gölebatmaz ÇeÅŸmesini de burada saymalıyım. Kale hakkında birçok rivayet varsa da tarihi gerçek,  Abbasi sultanlarından Mansur döneminde Komutanlardan Cevanna tarafından yaptırıldığıdır. Bu nedenle kalenin yapımından sonra Abbasi Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ismi “Hısn-ı Mansur” olarak anılmıştır. Köylüler hala “Semsur” olarak adlandırmaktadır. Eskisaray’daki  Gölebatmaz çeÅŸmesinin suyu  Osmanlı döneminde Hısn-ı Mansur  Åžehir Eminlerinden (Belediye baÅŸkanı) biri tarafından  daÄŸdan  künklerle getirilmiÅŸtir. Åžehrin çok önemli kaynak suyu olarak çınarın kuzey ve kuzey doÄŸusundaki evlerin kuyuları, Eskisaray çeÅŸmesi ve PaÅŸa Hamamına (eski hamam) kadar önemli bir bölümünün su ihtiyacını karşılamaktaydı.  Bizim evimizdeki kuyu da suyunu oradan alan kuyulardan birisiydi; bu nedenle karşı komÅŸular bize su almaya gelirdi. Gölebatmaz ÇeÅŸmesi ÅŸehirde varlığını günümüze kadar korumuÅŸ ender pınarlardan birisidir.
         Gâvur Mahallesine gelince, Eskisaray mahallesinin güneydoÄŸusunda mahallenin 50-60 haneli küçük bir bölümünü oluÅŸturmaktaydı. Eskisaray Mahallesi hudutları içinde olduÄŸu halde, halk tarafından  “Gâvur Mahallesi “ olarak adlandırılmıştır.   Günümüzde restorasyon geçirip ayakta kalarak Vatikan eliyle faaliyetini sürdüren kilise çevresinde,  o yıllarda çoÄŸu nalbant, çulcu, demirci, kalaycılık zenaatlarıyla ile uÄŸraÅŸan “Süryani Kadim” Mezhebine mensup, Katolik mezhebi ve Vatikan’la ilgileri olmayan Süryaniler oturmaktaydı.  “Gavur Mahallesi” çocukları  diÄŸer mahalle çocukları tarafından “Gavur” diyerek horlanırken, bizler için  bazen beraber oyunlar oynayıp, yortular(Bayram)’ında   piÅŸmiÅŸ yumurta  tokuÅŸturduÄŸumuz   mahalle arkadaÅŸlarımızdı….

       Süryanilerin kökleri Hz. Ä°brahim dönemindeki Aramilere kadar uzanmaktadır. Hıristiyanlık dönemlerindeki inançları da eski Arami kültürü üzerine kurulmuÅŸ olup; Hz. Allah’ı  “Bir” bilip, Hz. Ä°sa’yı ilahlaÅŸtırmadan peygamber olarak kabul etmektedirler.  Ä°nançlarından dolayı Bizanslı Rum’lar tarafından oldukça büyük zulümlere uÄŸramışlardır. Bu nedenle yöreye Hz. Ömer zamanında gelen Ä°slam komutanlarını kurtarıcı olarak görmüÅŸ ve onlara yardımcı olmuÅŸlardı. Esasen Hz. Ä°sa’yı ilahlaÅŸtırmadıkları için inançları Ä°slam âlimlerince, Müslümanlara en yakın Hıristiyan mezhebi olarak kabul edilmektedir. Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlı yönetim dönemlerinde devlete sadık ve itaatkâr olarak yaÅŸamış, Ermeni isyanları sırasında Müslüman halkın ve devletin yanında yer almışlardır. Dolayısıyla Ermeniler Tehcire gittiklerinde onlar yerlerinde kalmışlardı. Ermeniler yöreye M.S. 10.yy. sonrası geldikleri halde, onlar tarihin çok eski çaÄŸlarından beri o yörede yerleÅŸik konumdaydı. Adıyamanlı sanatkârların, sanat alanında yetiÅŸmelerinde önemli katkıları olmuÅŸtur.
     Eskisaray Mahallesi Osmanlı yönetimin bir döneminde orada Hükümet konağı olduÄŸu için bu isimle anıldığı sanılmaktadır. Hükümet sarayı muhtemelen ya Camii ya da bu günkü Biraralık Ä°lköÄŸretim okulunun yerinde olmalıdır. Okul yapılmadan önce orada bulunan eski kalıntılar, bu düÅŸünceyi desteklemektedir; zaten bu okul eski temel kalıntılarının üzerine kurulmuÅŸtu.
      Kaleye çıkıp baktığımızda Eskisaray Mahallesi diÄŸer mahallelerden daha büyük görünür ve yeÅŸil örtüsü oldukça geniÅŸti.  Gerek mahallenin coÄŸrafi konumu,  gerekse de Adıyaman’ın batıya açılan kapısı olması nedeniyle sosyoekonomik altyapı ve kentleÅŸme bu mahalle çevresinde ÅŸekillenmiÅŸtir. Vilayet olduktan sonraki yıllarda yeni bir  ilkokul, ortaokul, Vali konağı, lise ve birçok kamu binasının bu mahalle hinterlandı içerisinde yapılmış olması,  bu günkü kentsel yapılaÅŸmada da mahallenin öne çıkmasında önemli etken olmuÅŸtur.

     Biraz da vilayet olmadan önceki Adıyaman kasabasının genel yerleÅŸim yapısından bahsedersek, kalenin çevresinde kurulu 7 mahallenin en uzak noktası batıdan doÄŸuya bugünkü Eskisaray karakolundan Sıratut Camisine, kuzeyden güneye ÅŸimdiki Belediye binasından Musalla mahallesindeki sonradan yapılan Atatürk ilkokuluna kadar olan mesafeydi. Tek-tük ahÅŸap sundurmalı konak türü, üzeri tenekeyle kaplı çatılı evler bulunmaktaydı ise de çoÄŸu avlulu, kerpiç ve ahÅŸap malzemeden yapılmış, üzerleri toprak damla kaplı evlerdi. Yazları çok sıcak geçtiÄŸinden birçok evin damında çevresi çığdan tenteleri olan tahtlar bulunurdu. AkÅŸamları bu tahtlar da yemekler yenir ve geceleri de üzerlerinde yatılırdı. Kaleden bakıldığında evlerden sonra bahçe ve dereler, onlardan sonra hububat ve bakliyat tarlaları,  üzüm baÄŸları, fıstıklık ve incirlikler, yol boylarınca hayır ve hasenat için dikilmiÅŸ dut aÄŸaçları, bahçelerin çitlerindeki sarı ve pembe kuÅŸburnu gülleri, dere ve bahçelerdeki ceviz, miÅŸmiÅŸ, nar, elma ve erik, Adıyaman zirai kültürünün ortak ürünleriydi. Hayvancılılığa gelince birçok evin ahırı ve orada sütünden istifade için beslediÄŸi birkaç küçükbaÅŸ ya da büyükbaÅŸ hayvanı olurdu. Gündüzleri bu hayvanlar çoban nezaretinde toplanarak yayılmak için mera ve otlaklara götürülür, akÅŸamları gün batımına yakın evlere dönerdi.  Çarşısı ise, Eskisaray, Yenipınar ve Hocaömer camileri çevresinde sonradan oluÅŸan birkaç dükkânı saymazsak,  tamamı bu günkü çarşıdaki tek katlı eski dükkânlardan ibaretti.
      Çarşıda eski Ahilik lonca kültürünün kalıntılarını devam ettirmeye çalışan esnaf ve sanatkârların yanında, ziraat, el sanatları ve sanayi ürünleri satan küçük ölçekli tüccarlar ayrı ayrı sokaklarda faaliyetlerini sürdürürlerdi. Bulundukları sokaklar o esnafın ismiyle “KöÅŸker Pazarı”, “Oturakçı Pazarı”, ”Attar Pazarı” olarak anılırdı. Esnafın çoÄŸunun baÄŸ ve bahçesi olduÄŸu gibi, halkın büyük bölümü ilkbahardan itibaren evlerini baÄŸ ve bahçelere taşır,  sonbahara kadar oralarda yaÅŸarlardı. Gündüzleri ÅŸehre ticaret erbapları dükkânlarında çalışmak ve ihtiyaç sahipleri de ihtiyaçlarını karşılamak için inerdi. BaÄŸ ve bahçelerde kurulan ve sökülüp taşınabilen hurma tahtlar yazlık ev olarak, yaÅŸamın önemli bir parçasıydı. ÇocukluÄŸumuzda yaÅŸadığım baÄŸ gecelerinin lezzetini hala dimağımda taşımaktayım.
     Vilayet olduktan sonraki yılarda sosyoekonomik ve güvenlik nedenlerle köyden kente göçlerle, o bahçe ve baÄŸların yerini apartman ve iÅŸ merkezleri aldı. O güzelim kasaba büyüyüp ÅŸehre dönüÅŸtükçe ÅŸehir ve orda yaÅŸayanların sorunları da büyüdü… Sonunda modernite ve global kültür diÄŸer ÅŸehirlerde yaptığı gibi ÅŸehrin kültürel kimliÄŸini tarihin arÅŸivine kaldırdı. Åžimdilerde eski kültürle yeni oluÅŸmaya baÅŸlayan kültür arasında geçiÅŸ dönemi yaÅŸamaktadır. Åžehir büyüyüp apartman ve iÅŸ merkezleri yükseldikçe o heybetli insanların torunları da daralıp mutsuzlaÅŸarak yeni kültürün içerisinde kaybolup gittiler. Buna paralel olarak Eskisaray’ın o devasa çınarı da iyice küçülüp adeta bir top ireyhan (reyhan)’ a dönüÅŸtü.  Ama olsun benim hayalimde o çınar ve ÅŸirin kasaba hep yaÅŸadı ve yaÅŸayacak. Åžimdilerde yaÅŸadığım kalabalık ÅŸehrin üzerime gelip beni boÄŸmasından kurtulmak için evimdeki çalışma odamda o hayalimdeki ÅŸehri gezerek,  Gölebatmaz pınarının kalaylı tasından bir tas su içip, çınarın üstündeki kuÅŸların cıvıltısını duymaya çalışıyorum.
    Adıyamanlı hemÅŸerim ÅŸair ve yazar Ebubekir Aytekin           “Eskisaray Çınarı”nı ne güzel anlatmış.

 ESKÄ°SARAY ÇINARI
Kimler dikmiÅŸti acep; hangi yıl, koca çınar?/ Sen hala yaşıyorsun; ÅŸimdi nerede onlar.
Her yaz serin gölgende gölgelenir insanlar./ Hemen yanı başında yıllardır akar pınar.
Kim bilir ne söylerdin anlasaydık dilinden/ Diriler bilmez seni, belki ölenler anlar.
Dulkadiroğlu Beyi yaptırırken camiyi/ Var mıydın sen o zaman, akar mıydı bu sular?
Kuruyan dallarını kesmiÅŸler ÅŸimdi senin,/ Åžarıl ÅŸarıl dibinde bu gün hala o su var.
Yaprakların düÅŸerken güz mevsimi üstüme/ Bizi sensiz bırakma, kuruma güzel çınar.
    Biraz da ilkokul maceramdan bahsetmek istiyorum. Bir yaz günü muhtarla ve bir azayla beraber sonradan ilköÄŸretim memuru ve baÅŸöÄŸretmen Abdulkadir Bey olduÄŸunu öÄŸreneceÄŸim üç kiÅŸililik bir heyet kapımızı çaldı. Kapı arkasından annemler kim olduklarını sorduÄŸunda “Okula öÄŸrenci yazıyoruz; evde erkek varsa kapıya çıksın dediler”. Evin,   o anda evde bulunan erkeÄŸi(!) ben olduÄŸum için annem beni kapıya gönderdi. Kaç yaşında olduÄŸumu sorduklarında “sekiz” dedim.  Hâlbuki altı yaşındaydım. Çocukken hep yaşımı büyük göstermekten zevk alırdım. Nüfus cüzdanımı sordular, evde aradık ama bulamadık.”Babam dükkâna götürmüÅŸtür.” dedim, itiraz etmediler; onlar sordu ben söyledim; deftere yazdılar. “Senden daha büyük olup okula gitmeyen kimse var mı?” diye sorduklarında ablamın olduÄŸunu söyledim; “Kaç yaşında?” diye sorduklarında “on” dedim. Hâlbuki 13-14 yaÅŸlarındaydı onu da yazdılar. AkÅŸam babam eve gelip,  sevinçle müjde verdiÄŸimde biraz da afallayarak, “ sen bu yaÅŸta, ablan o yaÅŸta nasıl okula gideceksiniz ?” diye gülmüÅŸtü. Nitekim ablam ilköÄŸretim çağını geçmiÅŸ olduÄŸundan okula gidemedi.
      O yıllarda çocuklar dükkânlarda çırak, tarlalarda tarım iÅŸçisi olduÄŸundan kimse çocuÄŸunu kolay kolay okula göndermek istemiyordu; bu nedenle sınıflar kasap ve kunduracı çıraklarıyla doluydu; hatta 4 ve 5. sınıflarda “hışt” (hançer) taşıyan çocuklar bulunmaktaydı.
      Okul günü geldiÄŸinde siyah önlüÄŸü giyip, beyaz yakayı takarak kolumdan tutup babam beni ÅŸehrin tek okulu olan Yeniyol ilkokuluna götürdüÄŸünde o kalabalığın içerisinde kendimi mahÅŸerde sandım. Sınıflara ayrıldığımızda ben Zeki Hocanın(Adıyaman) sınıfına düÅŸtüm. Sınıfın en küçük ve en sıska çocuÄŸuydum. Zeki Hoca, bir sınıfa bir de bana baktı “OÄŸlum seni niye okula getirdiler?” diye sordu. Beni sınıfa kabul etmeyeceÄŸini sanıp, korkarak aÄŸlamaya baÅŸladım. Hoca yüzüme bakıp başındaki fötr ÅŸapkayı çıkararak uzun süre başını kaşıdı, belli ki bir ÅŸeyler düÅŸünüyordu. Sonra bana dönerek “Hadi sen de çıtıpıtlak ol.” diyerek ön sıralardan bir yer gösterdi. Çocuklar gülüÅŸtüler. Ä°ÅŸte o günden sonra bir sömestri boyunca benim adım “ çıtıpıtlak” olarak kaldı.  ÇoÄŸu yoklamada adım da okunmuyordu. Herkes karnesini aldığı halde ben karne alamadım. Çıtıpıtlağın ne olduÄŸunu iÅŸte o zaman öÄŸrendim. Bu talihsiz baÅŸlangıç beni okul yaÅŸamından tam soÄŸutacağı sırada imdadıma Bahriye Erkmen hoca yetiÅŸti.
       Okulda Süryani ve köylerden göç etmiÅŸ köylü çocuklar da vardı; 4 ve 5. Sınıftaki azman çocukların onlara yaptığı eziyetleri burada anlatarak içinizi karartmak istemem; ancak o Süryani çocukların okul dağıldıktan sonraki ellerine ayakkabılarını alarak dayaktan kurtulmak için son sürat kaçışlarını hiçbir zaman unutup hazmedemedim. Yakalandıklarında dayak yiyorlardı. Eskisaraylı çocuklardan baÅŸka arkadaÅŸları yoktu; bizler de onlara yardım edememenin ızdırabını yaşıyorduk. O cahillere göre,  “Gâvurlara yardım etmek ve onlarla konuÅŸmak da gâvurluktu”(!)  Kimse idareye ÅŸikayette bulunamıyor, korkumuzdan sesimizi çıkaramıyorduk!...
          Bahriye Hoca BaÅŸöÄŸretmen Abdulkadir Beyin eÅŸiydi, o zamanın ÅŸartlarına göre ikisi de oldukça donanımlıydı. Beni 4. Sınıfın ikinci yarısına kadar okutan bu hanımı ikinci annem gibi algılayıp, nasihatlerini hep kulağıma küpe yaptım. Ä°lkokul sonrası yıllarda gerek eÄŸitim,  gerekse de sosyo-ekonomik ve kültürel yaÅŸamımdaki kayda deÄŸer bir baÅŸarım varsa, hep o yıllarda oluÅŸturduÄŸum karakter ve yaÅŸam anlayışım sayesinde olmuÅŸtur.
        Åžehir ve çevresinde Trahom, Kızıl, Kızamık ve Tatarcık sineÄŸinin oluÅŸturduÄŸu Åžark Çıbanı hastalıkları oldukça yaygındı; bunu temel nedeni hijyen olmayan ortam ve yeterince saÄŸlık ekipmanının olmayışındandı. Åžehirde bir iki doktor ve hemÅŸire, adına hastane denilen saÄŸlık kabini bile sayılamayacak üç dört odalı bir ev, bir de Tekel Hanı’na yakın eski belediye binasının altında Trahom SavaÅŸ dispanseri vardı.  Genellikle yaz günleri güneÅŸin ilk ışıklarıyla  beraber “ gözü kan çanağına dönmüÅŸ” olanlar ve bazen yüzlerce hasta dispanserin önünde sıraya girerdi. Hastaların gözüne iki damla steril ve koruyucu ilaç veya biraz göz merhemi konulmaktaydı. O yıllarda Trahomdan gözlerini kaybeden yüzlerce hemÅŸerimiz olmuÅŸtu, bu nedenle yörede “Besni’nin topalı, Adıyaman’ın körü, Malatya’nın keli“ tekerlemesi oldukça meÅŸhurdur.
      Birinci sınıfta göz taraması sonucunda sınıfın tamamı trahomlu çıkmıştı; o yıllarda Adıyaman’da çalışan Malatyalı göz hekimi Dr. Ziya Aykut bizleri sınıflar halinde polikliniÄŸe alarak, bayıltmadan neÅŸterle göz kapaklarımızdaki trahomu kazıyıp temizlemiÅŸti. Yaptığı iÅŸlem çok riskli olmakla beraber, o tarihten sonra bir daha gözlerim aÄŸrımadı.
     Adıyaman Vilayet olduÄŸunda 10 yaşımdaydım.  Bir yıl sonra biz 4. sınıftayken Vilayete atanan Vali, Vali Yardımcısı,  müdür ve memurların çocuklarını trahomlu çocuklardan ayırmak için alelacele bir ilkokul yapımı arayışına geçildi. Okul yeri olarak Eskisaray belirlenip,  inÅŸaata baÅŸlarken bütün çocuklar yeniden  trahom taramasından geçirilerek  salim (saÄŸlam) olanlarımızı  ÅŸimdiki okulun arkasındaki  Geno (Gani Toprak) ‘nun toprak evine taşıyarak, Bir Aralık  ilkokulunu  orada açtılar. Ben de Adıyamanlı az sayıdaki saÄŸlam çocuklar arasındaydım. Ancak Bahriye hocadan ayrılışımız pek de kolay olmadı. Ağıt alayı gibi bizler yeni okulun yolunu tutarken; hocamız, kuzularını kurda kaptırmış anaç koyun gibi arkamızdan aÄŸlıyordu… Biz Eskisaraylı çocukların, tek tesellisi vardı, mahallemizdeki okulda okumak. Yeni okula geçebilen az sayıdaki köylü ve Süryani çocukları da oldukça ÅŸanslıydı; çünkü kocamış çocukların yol kesme ve dayağından kurtulmuÅŸlardı. Daha sonra Süryani çocukların tamamı Bir Aralık ilkokuluna nakledildi. O toprak evde ilkokul diplomamı aldım. Sonraki yıllarda Ä°stanbul’da okuyacağım Üniversiteye kayıt yaptırdığım gün kampüsdeki görkemli binalara bakarken, gözlerimin önüne o toprak ev(okul) gelip gözlerim nemlenerek Rabbime ÅŸükrettim. 
           Süryanilerin akıbetine gelince, 70’li yıllardaki Kıbrıs olaylarından sanki olanların da payları varmış gibi bazı pravakotörler halkın küçük bir bölümünü onlara karşı kışkırtıp cephe aldırdı. Bunun sonucu baskılara dayanamayan Süryaniler ev, bahçe ve dükkânlarını bedelin altında satarak Ä°stanbul’a göç etmek zorunda kaldılar. O günden sonra hep merak etmiÅŸimdir:  “Halkı kışkırtan pravakotörler, ilkokulda o çocukları kıstırıp döven kaçıklar mıydı acaba?” diye çok düÅŸündüm!  Sonraki yıllarda Ä°stanbul’da karşılaÅŸtığım o Süryani çocukların pek çoÄŸu iÅŸ güç sahibi hatta iÅŸveren olmuÅŸlardı. Hiç kimseye kızgın ve küskünlükleri yoktu;  beni  bir akraba gibi bağırlarına  basarak  gönüllerini  açtılar; eski günleri yad ederek, uzun sohbetlerle Adıyaman hasretlerini gidermeye çalıştılar. 
     

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 21-04-2011 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111679938 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net