25-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow OKUMANIN ELEÅžTÄ°REL BOYUTU
OKUMANIN ELEŞTİREL BOYUTU PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 13
KötüÇok iyi 
Yazar Necmettin EVCÄ°   
06-03-2006
1.

DüÅŸünceyi diyalektik iÅŸleyiÅŸi içinde çoÄŸaltanlar için okumak, eleÅŸtirel

boyutuyla bir zihinsel eylemdir. Okuma faaliyetini, fonetik/görsel yanından 

farklı  düzeyde ve düzlemde algılamak gerektiÄŸini hemen söyleyeyim. Bu

zaviyeden bir yaklaşımla okuma çabası ciddi düÅŸünmeye baÄŸlı olarak eleÅŸtiri

gücüyle anlamını ve amacını bulacaktır. Denebilir ki okumak, saltık manada

öncelenecek düÅŸünmenin, duyarlığın aracılığını yapmaktadır. DüÅŸünce ve

duyarlığın önü açıldıkça okuma daha zengin anlam(a) ortamıyla deÄŸer

kazanacak, okumanın önemsendiÄŸi oranda da zihinsel salınım artacak. Hareket

ve etkisini birbirlerinin iÅŸlerliÄŸinden alan çift yönlü etkilenim. Bu tarz

etkilenim son tahlilde eleÅŸtiri gücünü ortaya çıkarır. DoÄŸallıkla estetik,

düÅŸünsel, sanatsal eleÅŸtiri ve yapı gücüdür ortaya çıkan. 

Her okumayı eleÅŸtiri boyutuyla sürdüren bilinçli okur ayrımına varmasa da

okumanın anlamı, niteliÄŸi, önemi, amacı üzerine kendiliÄŸinden yoÄŸunlaşır.

DuraÄŸan olmayan düÅŸünme tarzı hakikat ya da mükemmellik (tamlık) için zihin

planında son ÅŸema kabul etmeyeceÄŸinden, baÅŸka olabilirlikler üzerinde

düÅŸünür kendiliÄŸinden. Ä°zafi düzlemde kaçınılmaz olarak uyanan kuÅŸku

düÅŸünceyi eleÅŸtiriye doÄŸru kışkırtır. Böylece sadece düÅŸüncelerin eksik

yanları deÄŸil, her türlü düÅŸünsel/sanatsal etkinin ve ürünün getirdiÄŸi

yenilikler, derinlemesine tartışmaya açılmış olur. 

GeniÅŸ anlamıyla eleÅŸtiride gözetilen amaç; insanın tinsel derinliÄŸini de

içine alan zihinsel gücün canlı tutulmasıdır. DüÅŸünceyi her an canlı, diri

tutmak; gittikçe zenginleÅŸen çeÅŸitlilik içinde, daha geniÅŸ, daha derin

ufuklara açılımlarla, her alanda, her zamanda ilerlemeyi mümkün kılacaktır.

‘Geri kalmışlık’ düÅŸünsel normlarla ifade edilecek, anlaşılacaksa; eleÅŸtiri

mekanizmasını, geleneÄŸimizde olduÄŸu ÅŸekliyle tenkid müessesesini inkıtaya

uğratmak şeklinde anlaşılabilir. İnsan zihninin belirleme alanına bırakılmış

hususlardaki tasavvur ve kanaatlerin değişmez doğrular olarak anlaşılması

yani eleÅŸtirinin rahat, açık ortam bulamaması giderek skolastik dünyanın

kapısını aralar. Çok geçmez önü tıkanan düÅŸünce dural yapısı içinde körelir,

giderek yok olur. Bu yok oluÅŸun deÄŸiÅŸik dozları türleri olabilir. DüÅŸüncenin

özgür kılınmadığı devir ve toplumların bu karanlığa mahkûm olmaları

determiniteye aykırı düÅŸmeyen bir son(uç), bir kötü yazgıdır. Bu karanlığa

giren insan da, cemaat de ölgünleÅŸir, kiÅŸilik ve düÅŸünce olarak ölür.

Okumanın eleÅŸtiri boyutu çevresinde bu karanlığı biraz olsun irdelemeye,

aydınlatmaya çalışacağım. 

Kimileyin hatta çoÄŸu zaman kendiliÄŸinden bir eleÅŸtiri yaparız. Yaptığımız

eleÅŸtirinin ayrımında bile olmayabiliriz. Bana kalırsa ‘beÄŸendim’ ya da

‘beÄŸenmedim’ derken, ‘iyi’, ‘kötü’, ‘hoÅŸ’, ‘güzel’ gibi kanaat belirtmelerle

deÄŸerlendirme yaparken dar anlamda belki, ama sanatsal anlamda bir eleÅŸtiri

yapmış sayılmayız.(1) Ancak ‘eleÅŸtiri’ kavramıyla kastettiÄŸimiz zihinsel

faaliyet bu dışa vurulan ön kanaatlerdeki gibi refleks özelliÄŸi ağır basan

tepkiler deÄŸildir. Eserle kurulan iliÅŸkinin estetik boyutu içeren düÅŸünsel

yansımasıdır. Esasen hem yazar hem okur için bir yapıttan duyulacak haz

belirgin bir anlam alanına girmek, orada kendimizi hapsetmek yerine sağlıklı

iliÅŸkiler kurularak saÄŸlanabilir. Gündelik yaÅŸantımızda sürdürdüÄŸümüz

birebir ilişkilerin farklı duyarlıkları ortadan kaldırmadığı bilakis o

farklılıklarla zenginleÅŸtiÄŸi gibi. Sanıyorum Alain’di, “ Ä°yi yazarları

anlamaya çabalamaktan çok, söyledikleriyle içli dışlı olmaya çalışmalı”

diyordu. MontaiÄŸne “Kitapla kurduÄŸumuz iliÅŸki daha saÄŸlam, daha çok

bizimdir”(2) derken bu tarz iliÅŸkiden de söz ediyor olmalıydı. 

KuÅŸkusuz bir yapıtın bizde olumlu ya da olumsuz iz düÅŸümleri eleÅŸtiri

kapsamındadır. Ne ki iyi bir eleÅŸtiri, bilgi bilinç ve belli bir düzen

gerektirir. Verdiğimiz tepkiler bilgisel ve bilince dayalı niteliklerden

yoksunsa, muhtemelen fevri ve nefse dayalıdır. ‘kötü’ deÄŸerlendirmesinin

nedensel açıklaması sadece ‘hoÅŸuma gitmedi’ olmamalı… benzer tavırla ‘iyi’

diye karar verilen bir eserde, bizim o yargıya varmamızı sağlamış

dinamikler, unsurlar, tatmin edici tarzda açıklanmalıdır. Ä°ÅŸte o zaman

eleÅŸtiri oluÅŸacak/gerçekleÅŸecektir. Bu tarz deÄŸerlendirmeler bilgi ve

bilinçten beslenen yorumlamaya dayanır. O nedenle saÄŸlıklı okumak, 

eleÅŸtirmek, eleÅŸtiri faaliyetini sürdürmekle mümkün olabilir. 

İyi ama o zaman da kitabın, en geniş anlamda yazılı metnin hatta sanat

yapıtının anlamı alılmayıcının birikim ve yorum gücüne göre deÄŸiÅŸmez mi?

Bilhassa sanat yapıtı için söz konusu edilebilecek bu anlamsal sınırsızlık

ve çokluk metinle okur, metinle yazar arasında nasıl oluÅŸur?  Okurun

anlayışı ile biçimlenecek böyle bir alan bir yapıt için nasıl sonuçlar

verecektir? Bu alanda anlamsal iliÅŸkiye nasıl girilecektir? 

Bir tek kitap, bir tek yazı; okuyanlarca zihne, algıya hitap ettiğinden

okuyanlar sayısınca çoÄŸalan anlama(ya) ulaşır. Burada sanat eserinin;

bilimin bütünüyle, felsefenin kısmen kapalı olan dilinden ayrı bir anlam

alanının olduÄŸu özellikle bilinmelidir. Sözünü ettiÄŸimiz/edeceÄŸimiz anlam ve

algı çokluÄŸu ÅŸiir ve resim gibi sanatın daha gizemli türlerinde fazlasıyla

gözlenir. Aynı ÅŸiire her okur ayrı anlamlar ve çaÄŸrışımlarla ulaşıyorsa, bu

sadece sanatın anlam alanının esnek olmasından kaynaklanmaz. Bir metni aynı

anda iki ayrı okur üstelik birbirlerinden çok farklı edinimlerle okuyorlarsa

bu durumda ortaya çıkan çıplak gerçek, aynı metnin deÄŸer ve birikimlerini

birbirinden farklı iki okur (alılmayıcı) tarafından yorumlandığıdır. Benzer

bir deyiÅŸle okurlar metinle kendi eÄŸilimlerini, önceliklerini bulmak

istemektedirler. Åžöyle de söylenebilir; okur metni düÅŸüncelerinin denetimine

alarak, orada kendi birikimlerine mal etme çabasıyla yeni bir düzenlemeye

gitmiÅŸ, adeta metin yeniden yazılmıştır. 

Peki bu okur iyi, ideal bir okur mudur? 

Böyle bir okumanın eleÅŸtiri boyutu var mıdır gerçekten? Bence hayır.

KuÅŸkusuz her bir eser eleÅŸtirel bir gözle okunmalıdır. Ancak kutsal metinler

karşısında sorgulamayan bir teslimiyet içinde olunur. Bu durumda bile anlama

ve kavrama baÄŸlamında fikri gayret sonuna kadar sürdürülür. Bu özel alanın

dışında her hangi bir yapıtı okurken, sanıyorum çağımızda saplantıya dönüÅŸen

kimi ön yargılarımız metinle veya yazarla doÄŸrusal ve dolaysız baÄŸlantı

kurmamızı engelliyor. İşte bu engellemeler sebebi ile alan, ton ve mahiyet

bakımından yazılı metnin anlamı her okurda farklılık gösteriyor. 

EleÅŸtiri kuramlarını genelde alımlayıcıya, buradaki özel anlamı ile okura

göre geliÅŸtiren ‘Alımlayıcılar’a göre bir yazılı metnin artistik ve estetik

ya da yazar ve okur olmak üzere iki kutbu vardır. Metnin anlamı bu iki

kutbun ilişkisi ile doğar. Okur yazarın bıraktığı boş ve belirsiz alanları

bilmeden veya bilinçli olarak doldurur. Yazar her ÅŸeyi tüm açıklığı ile

verirse okura yapacak bir ÅŸey kalmaz. Tersten okurun metne kendince bir

anlam vermesi imkânsızlaÅŸtırılacak kadar kapalı bir yapı ortaya konursa bu

tarzda okuru sıkar, iter, umutsuzluğa kaptırır. Bir eserin bir tek anlamı

olamaz. Burada eserin tek doÄŸru yorumunun olmayacağı yani bir çok doÄŸrunun

olacağı sonucuna varılabilir. Öznellik başı boÅŸluk deÄŸildir.(3) Burada

izlenimci eleÅŸtiriye yakın bir çizgi sezinleniyor olabilir. Ancak izlenimci

eleÅŸtiricilerin bir yapıtı kendilerinden söz etme aracı olarak kullanmaya

varan tarzları(4) temelli bir fark olarak açıkça görülebilir. Åžimdi önümüzde

‘anlam’ , ‘anlama’ , ‘alımlama’ ,’yorum’ , ‘metin’ , ‘açık yapıt’ gibi ilk

tahlilde biraz açılır gibi olan, sonra tekrar içlerine kapanan kavramlar

oluÅŸtu kendinden(5) Ben bu kavramların yanıtını bir istikamete yönelerek

okumanın nedenselliÄŸi, niçinselliÄŸi çevresinde aramaya çalışacağım. Bu tarzı

seçerken alttan alta bir amaç gütmüyor deÄŸilim. O da; konuyu zihinsel

spekülasyonun sıkıcı gelebilecek havasından birazcık olsun kurtarıp,

gerekirse gündelik yaÅŸantımızdan pratik örneklemelerle daha ayakları yere

basan kritikler,  üstü kapalı da olsa öneriler yapma isteÄŸidir. 

Öyleyse demir baÅŸ sorumuzu sorabiliriz: Ä°nsan niçin okur? Ben niçin okurum?

Kendi düÅŸüncelerime, açık yüreklilikle göremesem ifade edemesem de çokluk

tutkulardan basit heyecanlardan öte gidemeyen düÅŸünsel sayıltılarıma destek

bulmak için mi? DüÅŸlerimize gerçek zeminler aramak için mi okuruz? Nerdeyse

koyu bir ÅŸartlanmayla aydınlık sandığım kendi karanlığımı çoÄŸaltmak için mi?

  Kendi düÅŸüncelerimi mi okumak istiyorum  her bir metinle? Her yazarda

kendimi mi bulmak istiyorum? EÄŸer böyleyse saÄŸlıklı bir okuma mıdır bu? Daha

doÄŸrusu bu etkinlik okumak mıdır? Basit gibi gözüken bu soruların altı

eÅŸelenince çok büyük handikaplarımız çıkacaktır karşımıza. Sanrılarımız,

esrik yanlarımız, travmalarımız büyüye büyüye tıkayacak yolumuzu belki.

Ä°çinde sükûn bulduÄŸumuz yapının üzerimize çökmesinden duyduÄŸumuz korkunun

gerçekten kendimize ulaÅŸmaktan, kendimizle buluÅŸmaktan korkmak olduÄŸunu

anlayacağız. Bu hakikat yanılsamasıyla kendimi zihinsel tembelliÄŸin küflü

zindanına mahkûm etmektense yanlış sayılabilecek özgür zihnin aydınlığına

terk ederim.  BuluÅŸtuÄŸum hakikatin mutlaka özel, kiÅŸisel bir anısı, anlamsal

boyutu olmalı ki o hakikate iç rahatlığı ile ‘benim’ diyebileyim. 

Kendini aldatarak, bastırarak, erteleyerek, bekleterek; hakikate daha çok da

telkin yoluyla ulaşıyorsam; edilgen, pasif bir zihnin ölgün alanında

kıymetsiz doğruları kıymetsiz yanlışlarla eşitlenmiş bir insan olma

zavallılığına düÅŸmüÅŸüm demektir. 

DüÅŸüncemi ölgünleÅŸtirerek, zihnimi tembelleÅŸtirerek, kiÅŸiliÄŸimi bir baÅŸka

kiÅŸinin ya da grubun idare ve iradesinde yok ederek hangi hakikatin sahibi

olabilirim? Ä°çinde akıl teriniz olmayan doÄŸrulara hiç mi hiç itibar etmem ve

fakat bana içinde düÅŸünsel çabanız olan yanlışlarınızla gelseniz bile saygı

duyarım. Yanlış yolun önemsiz doÄŸrularına itibar etmeyiÅŸimizle, doÄŸru yolun

yanlışlarına saygı duyuşumuzun okumayla yakın ilişkileri var kuşkusuz.

Araştırılarak varılan yanlış doğru yola hizmet edebilir. Fıkıh tarihimiz

içinde her türlü fikri çaba gösterildikten sonra müctehitlerin isabet

etmemesi durumunda bile ecir kazanmaları, diÄŸer yandan kimi görüÅŸlere göre

taklidî yapılan ibadetlerin bile makbul sayılmayacağı yönündeki bir yığın

anektod ve kayıtlar gerçekten manidardır.(6) Her okuduÄŸum kitapta kendi

düÅŸüncelerimi bulmak isteyiÅŸimle, hangi kitap olursa olsun yeni ÅŸeyler bulma

çabam köklü farklar içerir. Birincisiyle kendimi aÅŸamayışım, fikri

sabitliÄŸim söz konusuyken ikincisinde açık zihnimin özgür iÅŸleyiÅŸi vardır.

Birinci durumda önceden belirlenmiÅŸ doÄŸrularım mevcuttur. ÇoÄŸu zaman

ayrımında olmaksızın bu doğruları nefsimle, zaaflarımla, alışkanlıklarımla

özdeÅŸtirmiÅŸimdir. Alışkanlıklarımla büyüyen koÅŸullanmalarımın düÅŸünce

sanrısıyla öne çıkması mümkün olabilir. Bu durumlarda okunan kitaplarda yeni

ÅŸeyler bulma imkânı olmaz. Okur dönüp dolanıp gene kendini okur. Kendi

matrisinin dışına çıkmaz/çıkamaz. Hem buna ne gerek var ki, mesele doÄŸrulara

ulaÅŸmak ise o zaten kendinde vardır. Kendi düÅŸünceleri doÄŸrudur. Daha net

bir söyleyiÅŸle doÄŸru ancak kendi söyledikleridir. Sorular bilgini de odur

cevaplar bilgini de. Ä°lmin, hakikatin anahtarı kendisindedir. DüÅŸünmenin,

bilmenin kendiliÄŸinden (apriori) bir oluÅŸum süreci vardır onda. Ä°zlenimlerim

göstermiÅŸtir ki, bireysel ve öznel karakteriyle deÄŸeri olmayanlar,

kiÅŸiliÄŸini baÄŸlı olduÄŸu bir cemaat içinde yok etmiÅŸ, baÅŸka bir söyleyiÅŸle

ürperten bir baÄŸlılıkla içinde bulunduÄŸu cemaatin koÅŸullandırdığı genel

tiplemeye uyum sağlamış insanlardır. Onların, bizatihi değer ve doğrular

zatlarıyla kaim olduÄŸundan; baÅŸka arayışa, farklı zihinsel çabaya, fikri

cehte gerek kalmamıştır. Değerleri kendilerinden menkul bu insanlar

tehlikeli bir tablo ortaya korlar. Derecelerine göre narsisizmden,

megalomanyak ve paranoyaya kadar geniÅŸ bir tablo içinde yer alırlar. Gerçek

anlamda zihinsel, ruhsal marazları; bununla bağlantılı olarak varoluşsal

sapma anlamında problemleri vardır. Gerçek kapalılık, dar kafalılık, yozluk

budur iÅŸte. Böyle bir yobazlığın ne belli bir ideolojisi ne belli bir dini

vardır. Söylemleri birbirinden ayrı gözükse de cahillikleri onları aynı

çizgide birleÅŸtirir. Çevrenize ÅŸöyle bir bakının; saÄŸcı, solcu, milliyetçi,

müslüman bir çok insan görürsünüz bu tiplere örneklik eden. Statükocudurlar.

Skolastiktirler. Skolastik Müslüman, skolastik sosyalist, skolastik saÄŸcı

v.s. Sizin kafanızı karıştıran nice soru(n)lar onlar için bir çırpıda

çözülecek basitlikte konulardır. Dar düÅŸünmenin ya da düÅŸün(e)memenin

sınırlı mekânında dışarıya ait çok ÅŸey bilmemenin aldatıcı, yanıltıcı

geniÅŸliÄŸi içinde ne kadar mutlular ya Rabbim!.. EÄŸer bildiÄŸi oranda ve

yoğunlukta cahilliğini idrak ediyorsa insan, cahilliği oranında bildiğini

sanabiliyor ne yazık ki. 

Ä°ÅŸte onun için bilmediÄŸini bilmeli insan. Ä°ÅŸte onun için bilmediÄŸini bilmez

insan. Ä°ÅŸte onun için tüm kitaplarda kendi bildiklerini okurlar. Ve iÅŸte

onun için bir kitap, -bildiÄŸim kadarıyla ilk kez Umberto Eco’nun

kavramsallaÅŸtırmasıyla- ‘açık yapıt’ olsa da, kapalı okur için açık

deÄŸildir. Esasen Filloux ile Carloni’nin haklı olarak tespit ettikleri

gibi(7) kendi cehaleti suratına çarpılsa da ‘okudukça rahatlayacaklarına,

umutlanacaklarına kaygıya kapılan’, korkan bu tipler aslında ‘okur’

olamazlar. Okur olmak açık olmayı gerektirir. Ön kabullerden, ön

koÅŸullardan, kendi engelimizden sıyrılarak zihnimizi düÅŸüncenin kesafet

kazanacağı açık alanlara salmalı. Metnin alanına. Orada yazarla tanışma,

iliÅŸki kurma gerçekleÅŸtirilmelidir ilkin. Evet sadece bir yönseme ile iliÅŸki

kurmadır bu. Öncelikle okumanın bir teslim alma ya da teslim olma olmadığını

yazar da okur da bilmelidir. Kim bilir belki de sonu tefessühe vardırılan

kaygıların kaynaklandığı nokta burasıdır. “Sanat eseri sanatçıyı olduÄŸu gibi

deÄŸil, olduÄŸu kadarıyla deÄŸil oluÅŸa yöneliÅŸiyle, olma yönünde bir istikamet

tutuÅŸuyla bize açar. Sanatçının açtığı bizim için de bir açılım olduÄŸu

zaman, sanatçıyı açan ÅŸey bizi de açtığı zaman eserle baÄŸlantı kurarız.”(8) 

Sadece baÄŸlantı. Ama bunu önemsemek gerekir. Bazen hakikati bulma yönündeki

macera insanın yüreÄŸini oynatır. Varlığını sarsar. Sürek boyunca neyle

karşılaşılacağının bilinmediÄŸi bir serüven… DüÅŸünmek anlamındaki okumalar

böyle bir serüvene benzer. Sonunda Amerika keÅŸfedilecektir ama o binbir

zorluÄŸu, bunaltıcı zorluÄŸu göze almak gerekir. Hangi cesur yürek yapabilir

bunu? Kendi var oluÅŸ gerçekliÄŸine, özgür kiÅŸiliÄŸine kendi küllerini

savurarak varacak hangi babayiÄŸit? Bana göre gerçek anlamda okur olmak,

seçilen metinden yola çıkarak insanın kendi toz dumanı içinde kendini

unutuÅŸlar, sorgulamalar, kendini ihmaller, sevmeler, incitmeler, özlemeler

arasında arama çabasıdır. Sözünü ettiÄŸimiz ‘iliÅŸki’ ya da ‘baÄŸlantı’nın

okuru önceden bilinmesi zor bir anlam etrafında geliÅŸen hareketliliÄŸin

merkezinde tutmak gibi bir mahiyeti vardır. Benim için böyle en azından.

Sonuçta oyun gibi de sürdürsek bilinç altında sakladığımız okumadaki

amacımız, gerçeÄŸe uzak düÅŸmemektir. GerçeÄŸe doÄŸrusal, öznel, dolayısıyla

eleştirel katılımımız ve katkımızdır. Okumak, zihinsel mekanizmamızın

gerçekle daha yakın, daha dolaysız iliÅŸki kurmasıdır. Denebilir ki, okumak

düÅŸünce ateÅŸimizi alevlendirmiyorsa amacına ulaÅŸmamıştır. Açık okur bu ateÅŸe

benzinle gider. (Yanacak kendi varlığıdır. Olsun. Yeniden yapılacak olan

yine kendi varlığıdır çünkü. Yıkıla yıkıla yükselmenin, yenilene yenilene

var olmanın müthiÅŸ heyecanını duyamayan, düÅŸünemeyenler dar, kapalı, köhne

yapıları içinde hazin mutluluklarını sürdüredursunlar. Tam bir trajedi; fark

edilmeyen hüzünlerle bilincine varılamamış cılız mutluluklar yaÅŸamak.

YaÅŸamak denirse.) Açık okur zaaflarını öne çıkarmaz. Adeta hazine

arayıcısıdır O. Kendi karanlığı, kendi sırları, yıkıntıları arasında

zenginlikler arar bulur. Çılgınca bir buluÅŸtur bu ve o zenginlik

kendisinindir yine. Evet her okuma böyle bir arayıştır. Okunan her kitapta

bulunacak yeni şeyler vardır her zaman. Kitap eski olsa da değişmez bu.

Sürekli canlı, süreli diri kalmış zihinsel aktivite, kendine özgü yorum ve

anlama tarzı, kavrama gücüyle yenilikler çıkarma ve çoÄŸaltma ustalığını

gösterir. 
 
 

2.

Bir yazılı metnin (ya da sanat eserinin) anlam değişkenlerini belirleyen bir

çok faktör vardır. Biz burada biri doÄŸrudan, diÄŸeri dolaylı iki faktörü

belirtmekle yetineceÄŸiz.

           1-Okur ve yazarın spesifik durumları,

           2-Zaman ve mekâna baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸen çevresel koÅŸullar.

Her iki faktörün de öznel ve nesnel niteliklerini kültürel bir ortak paydada

ifade edebiliriz aslında. Yani en geniÅŸ anlamda kültürel birikimler

baÄŸlamında öznel ve izlenime dayalı algılar, imgeler ve çaÄŸrışımlar;

düÅŸünceye, duyarlığa ait edimlerin matrisini de deÄŸiÅŸtiriyor. Her bireyin

estetik yaÅŸantısına göre çaÄŸrışımı deÄŸiÅŸecek sanat yapıtları bir yana, kimi

kapalı (veya anlamı açık) kitap hatta söyleÅŸiler için de geçerlidir bu.

Olaya yazarın ve okurun spesifik durumlarından bakalım. Yazar çok kapsamlı,

birikimli olabilir. Eğer okur sığsa istenen anlam akışı sağlanamayacak

muhtemelen ters ve yanlış anlamalar ortaya çıkacaktır. Tersi de olabilir.

Yazarı düzey olarak okurun gerisinde düÅŸünelim bu kez de; eÄŸer kitabın

kapatılması yolu seçilmemiÅŸse, okur en basit ifadelerden bile yazarın

kastını fazlasıyla aÅŸan belki hiç ilgisi olmayan çok çeÅŸitli anlamlar

çoÄŸaltabilecektir. Söylemeye gerek bile yok ki, ideal olan, yazarın ve

okurun zihinsel frekanslarının, yöneliÅŸlerinin uyuÅŸması, örtüÅŸmesidir.

Buradan yazarın ve okurun birbirinin yansıması olması gerektiği sonucu

çıkarılmamalı. Öncelikle düÅŸünsel arayışlar noktasında samimi, ciddi

zihinsel çabaların tetabukudur önemli olan. Yoksa yazar okura okur yazara

kendini onaylatma gayretlerine girerse orada hangi anlam çoÄŸalacak,

gelişecektir? Yazılı metin yazarla okur arasında belli bir anlam ya da

duyarlık dayatma aracı gibi görülmemelidir. Berna Moran bu gerçeÄŸi biraz da

yumuÅŸatarak, baÅŸka bir açılımla çok net belirler: “Okur sanatçının

yaşantısını aynen duyar demek yanlıştır; bir kısmını duyar olsa olsa. İkinci

bir nokta: sanatçının dile getirdiÄŸi duygu ile okuyucuda uyandırdığı duygu

bazen çok baÅŸka olamaz mı?”(9) Bizim cevabımız açık, elbette olabilir. Bizce

asıl o zaman sanat eserindeki mana, imgeler, anılar ve çaÄŸrışım bolluÄŸuyla

çoÄŸalır zenginleÅŸir. Bu baÄŸlamda yazar düÅŸünü okurla birlikte kurmalıdır.

Yazmak ve okumak bir anlamı birlikte kurmanın, paylaÅŸmanın, çıkılan ortak

yürüyüÅŸte aynı heyecanı duymanın benzer iki eylemi ÅŸeklinde anlaşılmalıdır.

“Kimi yazarlar vardır, onların yapıtlarını okurken, sürekli zihniniz

çalışır” diyor Anday. “Kapılıp gitmenizi deÄŸil, üzerinde dura dura okumanızı

ister sizden. Okumanın da yapıta bir şeyler katmak olduğunu, okur olmadan

çabanız olmadan içeriÄŸini size açmayacağını durmadan size hatırlatır.”(10)

Eco’nun ‘Açık Yapıt’ını bilimsel bir anlatıma uygun tarzda yani anlam

sınırları kesin hatlarla ve başka anlamlara elverişli olmayacak bir tanımla

anlamaya çalışmamalıdır. Hilmi Yavuz bu kavramı irdelerken “Okura belli bir

yorum kabul ettirmeye çalışmayan yapıt” olduÄŸunu söyler; “kısaca, bitmiÅŸ

kesin bildiriler, önceden belirlenmiÅŸ formlar içermiyor ‘açık yapıt’”(11)

BaÅŸka bir özlü yaklaşımı da Tunalı’da buluruz; “Klasik yapıtlarda olduÄŸu

gibi sanatçının organizasyonuyla eserle sıkı sıkıya belirlenmiÅŸ anlam yerine

okurun (ya da tüketicinin) alımlamasını önemseyen /önceleyen yapıttır”

der.(12) Tunalı’nın devamla üzerinde durduÄŸu gibi bir sanat yapıtı bin türlü

yorumlanabilir ve onun tekrarlanması olanaksız olan ‘bir doÄŸallığı’ da

bundan etkilenmez. İyi bir sanat yapıtının yorumlamaya, her defasında

alılmlamacı tarafından yeniden yorumlamaya elverişli dil ve ifadenin olması

gerektiÄŸi, rahatlıkla söylenebilir. Nejat Bozkurt ‘EleÅŸtiri ve

Aydınlanma’sında konuyu güzel örnekler: Beethoven’ın 9. senfonisi ya da

Ravel’in Bolero’su binlerce kez seslendirilip dinlenmelerine karşılık daha

pek çok kez yorumlanmaya açık kalacak olan sanat yapıtlarıdır. Yine bir

Yunus Emre, bir Mevlâna Celaleddin, bir Dante, bir Goethe’nin ÅŸiirleri, bir

Leonardo da Vinci, bir Picasso, bir Monrdian ve bir Klee’nin resimleri için

de aynı ÅŸeyi söyleyebiliriz. Oysa Galileo Galilei’nin düÅŸünme, Nevton’un

evrensel çekim, Einstein’in maddenin ve enerjinin denkliÄŸi kanunları bir

bilim yasası olarak kanıtlandıktan sonra bir daha yorumlanmaya gerek

görülmeyen konulardır.”(13) 

Bir sanat yapıtının bilimsel yasa ( ya da eser) gibi belirgin anlam alanının

olmayışı onun eksik yanı değil tersine derinliği, zenginliğidir. Bu derinlik

yazar ve okur için özgür düÅŸünceden çıktığı gibi dönüp tekrar özgür

düÅŸünceyi besler. En iyi, ÅŸiir okumalarında görürüz bunu. “Bir ÅŸiir her

okunuşunda ayrı bir etki yaratır, bu bakımdan son derece subjektiftir. O

bizim ruhi durumumuz ve kendi hazırlığımızla renklenmiştir. Her okuyucunun

öÄŸrenimi, kiÅŸiliÄŸi, devrinin genel kültür ortamı, yine her okuyucunun

önceden edindiÄŸi dini, felsefi ve tamamıyla teknik bilgiler ÅŸiir okuduÄŸu

anda dıştan katkıda bulunurlar. Bir kimsenin bir şiiri her okuyuşunda epeyce

farklılıklar meydana gelir. Çünkü bu arada ya o kimse zihnen olgunlaÅŸmış ya

da yorgunluk, endiÅŸe yahut dikkatinin dağılması gibi kısa süreli

deÄŸiÅŸikliklerin etkisindedir. Böylece bir ÅŸiirin her okunuÅŸu ona bir ÅŸeyler

ekler ve de ondan bir ÅŸeyler eksiltir. Åžiirin okuyucu üzerindeki etkisi

hiçbir zaman sadece ÅŸiire baÄŸlı kalmaz. Çünkü iyi bir okuyucu, her okuyuÅŸta

bir ÅŸiirde evvelce bulamadığı yeni unsurlar bulacaktır. Åžiir kültürü az veya

hiç olmayan okuyucunun ne kadar bozuk ve sathi olacağını belirtmeye gerek

yoktur.”(14) 

OkunduÄŸunda öznenin daÄŸarını kendiliÄŸinden harekete geçiren sanatsal metnin

yapısal özelliklerini daha iyi anlamak için “karmaşık çok boyut ve yönlü bir

bünye; sınırları kolay kolay belirlenemeyen bir iç süreç ile, sınırları

kolay kolay indirgenemeyen bir dış sürecin ortaklaÅŸa uzamı” olduÄŸunu

kavramak gerekir ilkin. Enis Batur bu tespiti yaptıktan sonra devam eder:

Belli bir tarih/coÄŸrafya kesitinde, belli bir dil ve türde, bu koÅŸulların

yoÄŸurduÄŸu bir özellik potasında gerçekleÅŸmiÅŸ; aynı durumu, bambaÅŸka bir

baÄŸlamda taşıyan bir baÅŸka öznellik potasında, okurunkinde yeniden üretime

geçmektedir. Bu açıdan bakarak, bir yazın yapıtını ‘bir’ anlamın çevresinde

örgütlemek olası mıdır?”(15) 

Her okuma faaliyetinde okurun düÅŸ gücünün, algı gücünün, anılarının,

yaÅŸantısının nekreli de olsa bir anlam örgüsü etrafında çeÅŸitli yorum

kombinezonlarına yönelmesinin daha ileri düzeyde ifadesi eleÅŸtiridir.

Üstelik bu çıkış noktasından baÅŸlayan eleÅŸtiri sadece yapıta deÄŸil asıl

insana, iÅŸlek, sarıcı bir yolla insanın kendisine yöneldiÄŸinden ruhun

tezyinatı açısından son derece yararlı olur. 

EleÅŸtiriden çekinmemelidir. Her ne gerekçeyle olursa olsun ürkmemelidir.

EleÅŸtiri sanatçının, aydının vazgeçilmez sorumluluÄŸudur. Okurun aklını

uyuÅŸturmak yerine dimağını uyandırma yolunu seçen yazar eleÅŸtiri yapma

konumundadır. Aynı ÅŸekilde kitabı uyuÅŸturucu bir ilaç gibi görmemelidir

okur. Diri ve canlı tuttuÄŸu zihni ile kolay teslim olmamalı ölçmeli,

deÄŸerlendirmeli, tartışmalıdır kendi içinde. Bu eleÅŸtirel tutum da gerçek

okurun sorumluluğundadır ancak o zaman kitabı kendisine mal edebilir. Ancak

o zaman yazarla sahici bir paylaşımdan söz edebilir, kiÅŸiliÄŸini kazanabilir.

Evet kitap insanın özgürlüÄŸünü ve kiÅŸiliÄŸini kazanmasında yardımcı olmalı.

Burada esas vurgu okurun özgün ve özgür düÅŸüncesine yapılmaktadır. EÄŸer bu

gün insanların çoÄŸu okudukları yapıtlarla kiÅŸiliklerini, özgürlüklerini

yitiriyorlarsa; hata, sakat okuma yöntemlerinde de aranmalıdır. 
 

3.

kitap karşısında konumumuzu onları yakmak ya da yüceltmek gibi çokluk ön

yargılı tavırlarla belirlemişiz ne yazık ki. Sağlıklı ilişkileri eleştirel

düÅŸünce yerine ön yargılı tutumlarla sürdürme imkânı kalmayınca arzu edilen

eyitiÅŸim saÄŸlanamamıştır. Ne yapmışız? Ya kimi kitapları dünyamızı

deÄŸiÅŸtireceÄŸi, yıkacağı gibi statükocu bir korkuyla yakmışız ya da tüm

hakikatin tartışılmaz kaynağıymışçasına yüceltmiÅŸizdir. Hem bireysel hem

siyasal yönetim bazında böyle anormal böyle yalman iliÅŸki açıkça vardır.

Sadece bizde deÄŸil tüm dünyada olmuÅŸ bu facia.(16) Yasak ya da tartışmasız

dokunulmaz kitaplar ülkesinde yaşıyoruz. Üstelik bu yargılara kritik

edilerek tartışılarak varılmış değildir maalesef. Bu bağlamda kendi

rönesansını baÅŸlat(a)mamış toplum, okumakla kurulu yapının bozulacağından

endiÅŸe ediyorsa bu tabloda o toplumun kültürel düÅŸünsel düzeysizliÄŸi,

zayıflığı hatta hiçliÄŸi vardır. Kendini doÄŸru yolda sayan insan için okumak,

zenginliklerin kapısını aralar. Zorlama gerekçelerini anlamakta

zorlanacağınız fikri sabitlerin içe kapalılıkla kitaplara açılmayı sakıncalı

hatta tehlikeli gören   anlayışları ilkel ve gerici bir anlayıştır. 

DoÄŸru-yanlış herhangi bir düÅŸünsel etki karşısında donanımsız, birikimsiz

olan yapı, geniÅŸliÄŸi kendi dar dünyasında nasıl kurabilir?  Kuramaz. Ancak

yakar ya da yasaklar. Rejim de yapar bunu insanlar da. Hangi ölçekte olursa

olsun tüm kapalı yapılar hep böylesine Vandallıkların temsilcisi

olmuÅŸlardır. Özgür, eleÅŸtirel düÅŸünceyi varlığının ana unsurlarına yönelmiÅŸ

tehdit olarak algılayıp, kurulu düzenin sarsılacağı korkusuyla yasaklamayı

çare zanneden sadece siyasi rejimler mi? Aynı kapalılığım egemen olduÄŸu

insan topluluklarına cemaatlere, ideolojik örgütlere bakın; kendi içlerinde

aynı baskıyı aynı sınırlamayı kolaylıkla göreceksiniz. Bu kapalı devre

topluluklarda doğruların bireysel boyutundan ziyade cemaat boyutu

önceliklidir. DüÅŸünsel boyuttan önce bir kiÅŸide veya kiÅŸiyle (lider,

yönetici) özdeÅŸen, temsil edilen despotik boyutu vardır. Daha açık bir

söyleyiÅŸle düÅŸünme yerini telkine ve koÅŸullanmaya bırakmıştır. Cemaat ve

cemaat lideri en doÄŸru düÅŸünmek konumundadır. Bunun için ayrıca bir çaba

sarf etmek gerekmez. Åžöyle söylersek daha anlamlı olur: cemaat ve lideri

doÄŸru düÅŸünür, doÄŸru cemaatin ve liderin düÅŸündüÄŸüdür. Üyelerin (birey

deÄŸil) ellerine tutuÅŸturulan birkaç kitap hakikatin ta kendisidir.

Okumaktaki kasıt doğruya ulaşmak olduğuna ve zaten doğru kendilerinden

menkul olduÄŸuna göre dışa açılmaya ne gerek vardır? BaÅŸka açışlımlar, baÅŸka

yöneliÅŸler, baÅŸka okumalar boÅŸtur; gereksiz hatta cemaatin birlik ve

bütünlüÄŸünü bozacak nifak tohumlarını ekeceÄŸi endiÅŸesiyle tehlikelidir.

Cemaat üyesi ancak belirlenmiÅŸ düÅŸünceleri güçlendirmek için okuyabilir,

kanaat beyan edebilir. 

Okumanın saÄŸlam zemini eleÅŸtiriye açık düÅŸünsel tartışmaları saÄŸladığı

ölçüde deÄŸerlendirilmelidir. Kitap koyu ve kaba bir telkin mekanizmasının

aracı olarak görülmemelidir. Kitabı bir emirname bir talimatname gibi

algılamak kitabı da, düÅŸünceyi de son tahlilde insanı da yozlaÅŸtırır,

dejenere eder. DüÅŸünceyi öne çıkaran okuma yöntemlerii önemsenmiyorsa orada

kitaptan ve okumaktan söz edilemez. Olsa olsa emirnamelerden,

talimatnamelerden daha yumuÅŸak deyiÅŸle ‘okutmalardan söz edilebilir belki. 
 

4.

Bir yazılı metnin anlam çoÄŸalımını ve deÄŸiÅŸimini belirleyen ikinci faktörünü

zaman ve mekana baÄŸlı çevre olarak zikretmiÅŸtik. Zaman adeta ayna, sanki

gizli açık bir yargıç, bir eleÅŸtirmen gibidir. Kendine özgü iÅŸleyen mantığı

diyalektiÄŸi içinde, bazen doÄŸruları bazen doÄŸruların yerini deÄŸiÅŸtirir. Bu

deÄŸiÅŸim okur cenahında, algılama/deÄŸerlendirme tarzında ortaya çıkar. Zaman

çoÄŸu ÅŸeyi yontarak, kimileyin tamamlayarak yeniden biçimlendirir. DoÄŸru mu

deÄŸiÅŸmektedir, doÄŸrunun ÅŸartları mı? Dünün doÄŸrusu ile bugünün doÄŸrusu

farklı ise doÄŸrunun rölatif bir niteliÄŸi mi var? EÄŸer doÄŸrunun göreceli bir

niteliÄŸi var ise okurun doÄŸruları saptama niteliÄŸi olamayacak mıdır? 

Değişen doğrular mıdır? Okurun değerleri ve değerlendirme tarzı mıdır? Belki

yanlışlar deÄŸiÅŸmektedir? Hangisidir? Hepsidir. Olayı genel bütünlüÄŸü içinde

ayrıntıları birbiri ile iliÅŸkilendirerek düÅŸünmek gerekir. Bu konuyu fazla

tartışmadan doÄŸrunun deÄŸiÅŸen koÅŸullara göre farklı görünümü ve açılımından

söz etmek daha tutarlı olur. Yani doÄŸru mahiyeti gereÄŸi deÄŸiÅŸmez ancak onun

etrafında dönenen fenomenler, algılar deÄŸiÅŸir. Önemli olan deÄŸiÅŸen

görüngülere çakılıp kalmamak özü kavramaktır. Belki doÄŸruyu deÄŸil ama bir

yöntem olarak doÄŸru düÅŸünmek daha önemlidir. Her okur doÄŸru düÅŸünme yöntemi

üzerine kafa yormalıdır. ‘Hakikat’ anlamında doÄŸru aklımızın boyunu

aÅŸabilir. Önemli olan yöneliÅŸ, arayış içinde olmaktır. Yanlış olan

vardığımız hükümler deÄŸil düÅŸünsel arayışı ihmal etmek, terk etmektir. ‘Ä°lla

da hüküm’ diye tutturan zihin geri planda kendini sınırlıyor demektir.

DüÅŸünce sonsuzluÄŸu sınır bilmelidir. Kaldı ki hüküm ÅŸartlara tabiidir.

Buradan doÄŸruların deÄŸil ÅŸartların deÄŸiÅŸtiÄŸini mi çıkarmalıyız? 

Hukuk ya da siyaset tarihi değişen koşullarla doğrunun anlam alanının nasıl

daralıp genişlediğinin sayısız varyasyonlarıyla doludur. Tarz doğru olduktan

sonra tüm anlam ve anlamalar olumlanabilir. Bu çizgi Müslüman alimlerinin

müÅŸtereken benimsedikleri bir çizgi olmuÅŸtur öteden beri. Tüm fikri çaba

sarf edildikten sonra hasıl olan yanlış bir kanaat dahi olsa sonuç itibari

ile sevap kazanma keyfiyeti doÄŸru düÅŸünmenin, düÅŸüncenin önünü açmanın net

ifadesidir. DüÅŸüncenin önü tıkanır algı ve yargı gücü yitirilirse insan

doÄŸrularının da yararını göremez. Çünkü doÄŸru bilinçle anlamlı olur. DoÄŸru

düÅŸünme yöntemi iÅŸte bu açıdan önem ve öncelik arz etmektedir. Bu öncelik

pratikte zihinsel iÅŸlerlik kazandığında, koÅŸullara göre deÄŸiÅŸen doÄŸruları

kimse size dinin deÄŸiÅŸmez rükünleri gibi dayatamaz. Bilinçli bir okur olarak

siz değişen koşulların doğrusuyla doğrunun değişen koşulları arasındaki

espriyi kavramışsanız o deÄŸiÅŸmez espriyle her türlü anlamı

çoÄŸaltabilirsiniz. Dün okuduÄŸunuz bir yapıta bu gün baÅŸka bir anlam

verebilirsiniz. Ya da doÄŸruları düne de bugüne de uyarlayacak kritere

sahipsiniz demektir. 
 
 

5.

OkuduÄŸumuz kitabın bizim heyecanımızı, düÅŸüncemizi seslendirmesini istemekte

beÅŸeri temayüllerin payının olduÄŸu bir vakıadır. OkuduÄŸumuz ya da

seyrettiÄŸimiz eserler coÅŸkularımızı, düÅŸlerimizi, düÅŸüncelerimizi

desteklediÄŸi, çoÄŸu zaman okÅŸadığı pohpohladığı ölçüde karşılık bulurlar 

nezdimizde (‘nefsimizde’ mi demeliydim?). Bu nasıl okumadır böyle?

Olumlamıyor, onaylamıyorum bu yaklaşımı. Hayır biz okumuyor, kapalı dünyamız

içinde, dışımıza, baÅŸka iklimlere açılmaktan ürkerek, çekinerek yine

kendimizle avunuyoruz. Habire kapalı dünyamızda dönüp, dönenip duruyoruz.

Kendi tutkumuz, aczimiz, ezincimiz, kendi gizli narsisizmimizle v.s. Bu

tiplere ‘kapalı okur’ tabiri kullanılabilir. Meramımı en iyi bu tabir

anlatıyor. Oysa okumak açılmak, açıklamak, açıklanmak içindir. 

‘Kapalı okur’ tipler haliyle kapalı yazarları türetiyor. Farklı ÅŸeyler

okumaktan ÅŸiddetle kaçınan okur, yeni ÅŸeyler düÅŸünmeyen, yazmayan yazarlarla

paylaşıyor vebalini. Bir düÅŸünce, bir anlam üleÅŸme eylemi yerini karşılıklı

yararlanma ve faydacılık mekanizmasına, çıkarcılığa terk ediyor. Bir yandan

da maddeyi önceleyen ve kutsayan mantığıyla kapitalizm, bu yozlaÅŸmaya müsait

zeminler hazırlıyor. Sanatın, düÅŸüncenin, duyarlığın alınıp satılan metaya

dönüÅŸmesiyle okumanın anlam kaybına uÄŸraması ÅŸöyle oluyor: Okur yazara “Bak’

diyor adeta, “hoÅŸlanmayacağım ÅŸeyler yazma. EÄŸer yazarsan okumam seni.

Aramız açılır” DüÅŸüncenin pazara düÅŸürülmek, pazarlanmak istendiÄŸi günümüzde

biraz da sektörleÅŸmiÅŸ yayıncıların baskı ve yönlendirmesiyle yazarlar da bu

durumu kabul etmek zorunda bırakılıyor doğrusu. Olayı daha geniş boyutta

düÅŸünürsek; aydın sapmasının, düÅŸünsel ve sanatsal yozlaÅŸmanın en etkili

anlamda eleştirinin gelişmemesinin nedenleri arasında sayılmalı bu

faktörler. DeÄŸil mi ki, daha çok da para imparatorlarının gözetiminde düÅŸ ve

düÅŸünce imalathaneleri (gazeteler, dergiler, görsel medya v.s.)

oluÅŸturuluyor. Her türlü sanatsal tasarım, ürün, çaba ve tartışmalar paradan

baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünmeyen pragmatizmin elinde oyuncak olmuÅŸtur. Bir sanat

piyasasından, sanat pazarından, sanat borsasından söz edilir olmuÅŸtur

bugün.(17) Utanıyorum. Marksist toplumbilimci Antoine Casanova’nın ‘Ücretli

Aydın’ dediÄŸi kesim üzerinde kapitalizmin sömürüsü gittikçe artmaktadır.(18)

“Yazar yazar olabilmek için pazarın belli bir bölümünü ele geçirmek, belli

bir oranda satmak zorunda bırakılmaktadır. KoÅŸullandırılan, güdülen tüketici

okur oluÅŸan ya da oluÅŸturulan bu pazarda istek ve ihtiyaçlarını karşılamaya

çalışacaktır.”(19) ÇaÄŸcıl-liberalist pazarlama mantığı kitlelerin talepleri

doğrultusunda onların beğeni ve eğilimlerine en uygun motifleri,

motivasyonları geliÅŸtirip drajeler, hazır mamüller halinde piyasaya

sürmektedir. Bu düzen içinde yazarın ve okurun konumu nedir? Yazar bu güzel

düÅŸler ve düÅŸünceler maÄŸazasında patronuyla müÅŸterisi arasında bir yerde

tezgâhtarlık yapmaktadır. MüÅŸteri konumundaki okurunun habire sırtını

sıvazlamakta ona iyi, sevecen gözükmeye çalışmaktadır. MüÅŸterinin isteÄŸine

uygun mallar çıkarmaktadır zihninin önceden programlanmış raflarından. 

“Okurlarım benden ÅŸu konuyu yazmamı istiyorlar”, “Åžöyle yazmamı istiyorlar”

Özellikle kimi gazete yazarlarından (bu ‘gazete yazarı’ lâfı da bana bir

tuhaf geliyor nedense) buna benzer ifadeleri zaman zaman siz de

okuyorsunuzdur. Bu ifadelerin spesifik koÅŸulları olabilir bazen ama düÅŸünce

sipariÅŸ vermek, sipariÅŸ düÅŸünceler üzerine yazmak benim ‘piyasa’ mantığı

içinde düÅŸündüÄŸümde pek kolay anlayamayacağım bir tavırdır. Garantili yazar

olmanın yolları nedir? YaÅŸar Kaplan Aylık Dergi’nin bir sayısında aynı

baÅŸlıkla özeleÅŸtiri ağırlıklı bir yazı yayınlamıştı.(20) Orada bir

sanatçı/yazar adayının dilbiliminden, sanata ve her türlü sanatsal ürüne,

tarihe, resme, müziÄŸe hatta seyahatlere varıncaya kadar bir çok ÅŸeye önem

vermesi gerektiği vurgulanıyordu. Artık piyasa koşullarının egemen

kılındığı, sanatın icra edilmeyip imal edildiÄŸi, bir dönemde Kaplan’ın haklı

özeni, hassasiyeti göstererek kaç kiÅŸi ‘garantili yazar’ ya da ‘garantili

sanatçı’ olmuÅŸtur bilmiyorum ama bildiÄŸim bir baÅŸka üstelik zahmetsiz yol

var ki o da sizin de kolayca anladığınız gibi sermayenin ve okurun gönlünü

hoÅŸ etmektir. Onlara ‘siz haklısınız, iyisiniz, doÄŸru yoldasınız’ demek.

Sonuçta zihinler ve kiÅŸiler üzerinde yaygın, köklü sömürü aÄŸları örülüyor

farkında mısınız? Åžu tarihsel ironiye bakın; güç odakları, kitleler

üzerindeki egemenliklerinde entelijansyaya zihinleri çelme, göz boyama

görevi veriyor. Memleketlerin anlı ÅŸanlı entelektüelleri de bu kutsal göreve

önceden teÅŸne vaziyette küresel emperyalizmin istila propagandasında müthiÅŸ

misyonlar üstlenmeye can atıyor. Aydınların görevi zayıflatılmış kitlelerin

zihnine enjekte edilen gücün bilgisi karşısına bilginin gücüyle çıkmak deÄŸil

midir? Şimdilik bu soruyu sadece sormakla yetinmek durumundayım. Taktir

edilir ki bu konu, üzerinde müstakil olarak kafa yormamız gereken derin,

geniÅŸ bir alan içeriyor. Ne bu kitabın konusu ne de sınırlı imkânımız buna

elveriyor. 
 

6.

Okumakla izlemek arasında temelli ayrımlar yapılmalıdır. Edinim bakımından

her iki etkinlik, zihinsel formasyonun etkilenimi itibariyle sanılanın

tersine birbirine benzer ya da yakın değil uzak mahiyetlerdedir. Yazı ve

görüntü karşısında insan zihni aynı alanda konumlanmaz. Her iki olgu zihne

ve düÅŸünceye yönelirken ayrı yollar yöntemler izler. Daha basit bir

söyleyiÅŸle görsel olan sözgelimi televizyon karşısında bilgilenme türü ve

tonu, kuÅŸkusuz çok daha soyut olan okuma ve yazmayla elde edilenler

karşısında oldukça zayıf, sönük kalır. Yazılı bir metin karşısındaki

durumumuz hiçbir zaman ekran karşısındaki duruma benzetilmemeli derken

öncelikle olaya eleÅŸtiri ve edilgenlik zaviyesinden bakıyorum. Televizyon

zihni atıl bırakırken yazılı metinle edilgen bir tarzla düÅŸünsel iliÅŸki

kurulamaz. Daha açık bir söyleyiÅŸle yazılı metin okuru edilgen yapmaz. Zihne

bir aktivite kazandırır. DüÅŸsel, düÅŸünsel bir aktiviteye katılır okur.

Görüntünün eleÅŸtiriye fırsat bırakmayan illüzyonuna karşın okur bilinci

sürekli diri ve eleÅŸtiri gücüne sahip olmak durumundadır. Görsellik

karşısında seyirci kalınırken, yazı karşısında ifadelerin semantik

derinliÄŸine inmek anlama ulaÅŸmak için düÅŸünmek, kritik etmek zorunluluÄŸu

vardır. (21) 

7.

OkuduÄŸum kitabın havasına girmek, yakın beÅŸeri iliÅŸkiler çerçevesinde yazarı

tanımama baÄŸlı deÄŸildir. Gerçek yaÅŸamda dost, ahbap olduÄŸum yazarların

kendine özgü ve kendine özel ortamları olmuyor deÄŸil. Ä°fadelerin, satırların

arasına, gerisine sinen nüansları o ortamın, o özel paylaşımların desteÄŸiyle

çözüyorum.  Tamamen spesifik koÅŸulların, iliÅŸkilerin hazırladığı bir durum

bu. Yazar dostumla aramda var olan müspet ya da menfi iliÅŸkiler metnin

baÅŸkalarına gizli olabilecek anlam arkaplanını oluÅŸturuyor benim için. O

anlam beraberinde yazarın metne yansımayan güçlü, zayıf yanlarını da alarak

muhayyileme sızıyor; görülmez, fark edilmez bir biçimde gelip ifadelerin

arkasında bir yere oturuyor. Bazen kaprislerle, bazen yumuşak, bazen de sert

bir oturuÅŸ olabiliyor bu yerleÅŸme. Kimi zaman da normal bir okurun

kavrayamayacağı/ kavramadığı bir enginlik, hoÅŸgörü, erdem. Tüm bu adeta sır

olan anıştırmalar, dediÄŸim gibi büyük ölçüde oluÅŸumunda benim de içinde

olduÄŸum genel geçerliliÄŸi olmayabilen spesifik koÅŸullar sebebiyledir. Kur’an

ayetlerini sebeb-i nüzulünü, siyak ve sibakıyla okumanın saÄŸlayacağı avantaj

gibi, normal bir okura nazaran daha şanslı bir konuma geldiğinizden daha

geniÅŸ iletiÅŸim ve bildiriÅŸim imkânı içinde oluyorsunuz. KendiliÄŸinden oluyor

bütün bunlar. Son tahlilde adeta dışa kapalı uyarımlarla, sezdirmelerle

saÄŸlanan bu etkileÅŸim, negatif ve pozitif yönleriyle deÄŸerlendirilebilir. Bu

tarz sanatsal iletiÅŸim, sanat psikolojisinin çözümlemesi gereken bir konu

öncelikle. Bu tablo iyice gözlemlenmelidir. Tanıdık yazarların yapıtlarını

okumak kuÅŸkusuz ayrı bir tat veriyor insana. Metnin içine daha çok

girersiniz. Başkalarına bilmece olabilecek deyişler, sunuşlar size ayan

beyan olmuÅŸtur. BaÅŸkalarına kapalı olan yapının bize açık olması psikolojik

bir tatmin mi saÄŸlıyor yoksa? Ya da bir özel’lik, bir ayrıcalık gururu. Bu

konuyu herkes kendi içinde tartışa dursun kendi payıma kimi zaman böyle bir

özelliÄŸi, imkânı isteyerek kabul etmedim. Olayın bir de bu yönü var.

Yazarlara rahatlıkla ulaÅŸma imkânım olduÄŸu halde onlarla dostluklarımı hep

kitaplarla kurmaya çalıştım. Ya da yazarın, daha çok da sanatçı yazar

dostların etiyle kanıyla yaşayan kişiliklerini, eserlerine yansıtmama

zorluÄŸunu baÅŸarmaya çalıştım. Niçin? Çünkü gerçek yaÅŸamda tanıyıp gördüÄŸünüz

yazarla kitabını okuyarak kafanızda, hayalinizde var ettiğiniz yazar

arasında derin çeliÅŸkiler, zıtlıklar olabiliyordu. ÇoÄŸunlukla yazarın gerçek

hayattaki gölgesi büyük ölçüde anlamını da karartarak eserin üzerine

düÅŸebilir. Her anlam bir hatırayla varoluyor sanki. Bir örnek vereyim, Sezai

Karakoç üstadı çok severim. Ama benim Karakoç’um bütünüyle kitaplarında

gördüÄŸüm, tanıdığım, yakınlaÅŸtığım Karakoç’tur. Ben bu Karakoç’u seviyorum.

Ve onu ÅŸahsen tanımanın da sıkıtıntısını çekmedim, çekmiyorum. Özellikle

fakülte yıllarında arkadaÅŸlar ziyarete giderlerdi. Ben de çağırılırdım.

Gitmedim. Bir ara bendeki Karakoç resminin bozulacağından hiç deÄŸilse

bulanıklaşacağından endişe ettim. Biliyorum o bulanıklık benim kafamın

içinde oluÅŸacaktı. Tanışacağım Karakoç’un kitaplarındaki yansımalarla

oluşturduğum imajın dışında bir kişilik olması durumunda ne yapardım?

Ä°majlar çoÄŸu zaman gerçeklerini saf dışı edecek kadar zihinleri baskı

altında tutacak kadar güçlüdürler. Bunları birbirine katmaz karıştırmazdım

olur biterdi. Elbette öyleydi ama yine de saygımın büyüyü bozacak bir anıyla

bozulmasını istemedim. ArkadaÅŸlarımızdan bazıları ziyaret sonrasında düÅŸ

kırıklıkları yaÅŸadılar. Yanılıyorlardı. Bana göre iç gerçekliklerini yeteri

kadar saÄŸlam inÅŸa edememelerinin gülünç sonucunu yaÅŸadı onlardan kimileri.

Ä°nsan kim olursa olsun beÅŸeri iliÅŸkilerin dozunu ölçüsünü ayarlamalı ilkin.

Bir yazar insan olmanın dışında bir konumda görülmek istenirse orada

haksızlığın, düÅŸ kırıklığının yaÅŸanması doÄŸaldır. Ve orada yazarla okur

saÄŸlıklı iliÅŸkiler kuramazlar. Okur yazarın eserlerindeki gerçek dünyaya

giremez, evhamlarının, abartılarının, düÅŸlerinin, nefretlerinin, ya da sele

dönüÅŸmüÅŸ sevgilerinin kucağına gömülür. Yazarla okur arasındaki arkadaÅŸlığa,

kardeÅŸliÄŸe vardırılan iliÅŸkiye-evet sadece iliÅŸki- bu özel, ayrıcalıklı

yanıyla anlamalı. “Hennequin’ in ifadesiyle bir kitabı okurken, bulanık bir

biçimde baÄŸlandıkları düÅŸünceleri burada kusursuz bir dille belirtilmiÅŸ

bulup da hazla yitirenler, bu yapıtları yaratmış olan adamın ruhsal

kardeÅŸleridir.” (22) Okur olmakla kardeÅŸ olmanın ayrımını iyi yapmalı

diyorum sadece. 

Metnin okur için mektup niteliÄŸi kazanmansın olumsuz etkilerini de eleÅŸtiri

kapsamında irdelemek gerekir. Her okur, yazarla böylesine organik bir

iliÅŸki, organik bir aÄŸ kurmayacağından kimi özel imkânların ayrıcalığından

yoksun kalır. Bir yazın metnini, bir sanat yapıtını bu dar ilişkilerin

belirlediği anlam alanından kurtarmak en genel anlamda insana ve en geniş

anlamda zamana yazmak, insana ve zamana söylemek gerekmektedir. Ya da her

bir yapıtı bizim için özel hazırlanmış gibi düÅŸünerek kimi imtiyazları

anlama(ya) yapacağı olumsuz etki azaltılabilir. O zaman hiç tanımadığınız

bilmediğiniz yazarlarla yatkınlık kurarsınız kendiliğinden. O yazarlarla

sanatçılarla baÄŸlantınızı somut iliÅŸkiler sıcaklığı ve sarıcılığıyla

kurarsınız. Hangi dönemde yaÅŸarsa yaÅŸasın, tıpkı dost ve arkadaÅŸ yazarlar

gibi o seçkin kiÅŸiler yaÅŸamınıza girer. Ya da siz onların dünyalarına,

çevrelerine girersiniz. ArkadaÅŸ, hoca, aÄŸabey gibi olursunuz. O yazarlarla,

o sanatçılarla. ÖrneÄŸin ben Dostoyevski’yi, Çehov’u bir aÄŸabey bir hoca gibi

gördüm hep. Yadırganmıyorum deÄŸil mi? Rilke ile kurduÄŸum yakınlık daha bir

baÅŸkaydı. Jack London’la adeta arkadaÅŸ gibiyiz. Tüm bunların belli, belirsiz

bir nedeni var elbette. Ne bileyim bir Rodrigo olsun, bir Michelangelo,

Picasso, El Greko, bir Nigâri, Hattat Osman, Fuzûli, Mevlâna, Bir Sinan;

şimdi nereden aklıma doluşuyorlarsa, Kuşeyri, İbn-i Tufeyl, İkbal, Sadi, ne

bileyim Mevdudi belki, belki Kutup, Åžeriati, ÅŸimdikilerden, yaÅŸayanlardan

Karaoç’u zaten zikrettim. Kutlu, Bulaç, Özel, Kapkıner hepsiyle ayrı

yakınlıklarım var. Bu yakınlıklarımın bilinç altında kurulmasında anılarımın

ve yetiÅŸme tarzımın oluÅŸturduÄŸu bir estetik ve algı gücünün, estetik ve algı

tarzının etkisi büyük olmalı elbette. Burada teknik sayılabilecek ÅŸu tespiti

yapabiliriz açık bir tespit bu; her okumdaki edinimi deÄŸiÅŸtirecek,

psikolojik ortam ile, kültürel koÅŸullara baÄŸlı bir çok faktör vardır. Bu

faktörler. Okumanın anlamını yatay ve dikey, olumlu ya da olumsuz

deÄŸiÅŸtirecek tarzda, oranda çoÄŸalır ve azalır. Bir disiplin olarak sanat

psikolojisi, bu tablonun deÄŸiÅŸkenlerini, nedenleriyle, niçinleriyle birlikte

araÅŸtırır.  Ancak biz burada ÅŸunu söylemeliyiz. Madem; metinle okur, okurla

ortam arasında yakın ilgi ve etkilenim var, öyleyse hep okumaya

oturduÄŸumuzda bu bütünlüÄŸü saÄŸlamaya çalışılmalı diye düÅŸünüyorum. ÇoÄŸu

zaman kitabı açık, kapalı, iyi, kötü, anlaşılmaz, hafif vs kılan bu

koÅŸullardır. DeÄŸerli gördüÄŸünüz bir yapıt bir baÅŸka okurda menfi kanaatler

uyandırabilir. Bir yönüyle nedeni basit. Ä°nsanlara “al sana kitap oku!”

diyemezsiniz. O insan da alır ve okur. Ama sadece okumuş olur. Hatırlayın,

daha çok da ortaöÄŸretim yallarında ev ödevi okumalarının ne sıkıcı yanı

vardır deÄŸil mi? Sayfa sayfa, satır satır okuyor, ama kitabın içine

giremiyordu çoÄŸumuz. 

8.

Okumak bir yolculuktur. Uzun keyifli bir yolculuÄŸa çıkmaktır. Önce bir

menzil, bir güzergâh belirlenir. Yola çıkılır. Her adımda her ilerlemede

aÅŸkınız büyür. Heyecanınız artar. Giderek yolu da menzili de unutursunuz.

Sadece yürürsünüz, belki yürüdüÄŸünüzü bile fark etmeden. Nice güzel yerler,

güzel ÅŸeyler görürsünüz. Gördüklerinizi, coÅŸkunuza, bilginize katarak

ilerlersiniz. Çehov’un bir iddia üzerine kendisini hücreye kapattıran

idealist genç avukatı gibi kitap sayfalarında tüm dünyayı gezinir, dünyanın

en güzel kızlarına aşık olur, bilgelerle, krallarla, kimileyin yoksullarla,

sefillerle tanış olursunuz. Bilginizi artırarak, düÅŸ toplayarak, düÅŸünce

kovalayarak, sezgi gücünü zenginleÅŸtirerek bu yolculuk sürer gider. Her

ÅŸeyden önce kendi dünyanızdan çıkmışsınızdır. Güzelin bir baÅŸka yerde, baÅŸka

zamanda, baÅŸka biçimde de olacağını anlamışsınızdır. Öyleyse okumayı gereÄŸi

üzere baÅŸaracak olanlar içlerinde bir yürüyüÅŸe, bir koÅŸuya çıkmış

olanlardır, diyebilir miyiz? Kendilerini ne adına olursa olsun tek bir

duyarlılığa, bir düÅŸünceye, bir anlayışa kısaca bir kalıba sokan orada dona

kalan kimseler gerçek okur olamazlar. DoÄŸrusu yaratılışları gereÄŸi,

içlerinde var olan evreni keÅŸfe çıkma cesaretini bile bulamazlar giderek. 

DüÅŸünce evreni, kültür iklimi fark ediÅŸin estetik boyutunu kavramış bu güzel

insanların çoÄŸaltıp paylaÅŸtıkları anlamlarla geniÅŸler, zenginleÅŸir. 
 
 

_________________________ 

1.        Alim Kahraman, Okumaya GiriÅŸ, s. 79. Yedi Ä°klim yay. Ä°st. 1988.

2.        Montaigne, Denemeler, s. 26. Çev. S. EyüboÄŸlu. Cem yay. Ä°st. 1987

3.        Daha geniÅŸ bilgi için bkz. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve EleÅŸtiri,

s. 195-216. Cem yay., 7. Bas. Ä°st.

4.        J.C.Carloni-J.C. Filloux. EleÅŸtiri Kuramları, s. 56. Çev. Tahsin Yücel,

Kuzey yay. 1. bas. Ank. 1984

5.        AkÅŸit Göktürk’ün Okuma UÄŸraşı adlı yapıtı (Ä°nklap kitabevi yay. Yazınsal

Metnin Kavranmasında Okur-Metin-Yazar, 3. bas. İst.1988) son kısmında geniş

bir kavram dizini verir. Bu kitabın tamamlayıcısı gibi düÅŸünülebilecek yine

A. Göktürk’ün ‘Sözün Ötesi’ adlı yapıtını (Ä°nklap yay. Ä°st. 1989) konuyla

ilgilenenler için önemli kaynaklar olarak burada anmak istiyorum.

6.        GeniÅŸ Bilgi için bkz. Abdulcelil Ä°sa, Peygamberimizin içtihatları, s.

149, çev. M. Hilmi Merttürkmen, Abdulvehhab Öztürk, Ank. 1976. M. Ebu Zehra,

Fıkıh Usulü, s. 9-13. Çev. Abdulkadir Åžener, Ank. 1981. Ayrıca M. Sait

Çekmegil, Ä°nsanın Yolu Ä°slam, s. 88,89. Sanih yay. Ank. 1979.

7.        a.g.e, s. 51

8.        Ä°smet Özel, Valdo Sen Neden Burada DeÄŸilsin?, s. 26, Risale yay., Ä°st.

1988

9.        B. Moran, a.g.e, s. 104.

10.         Melih Cevdet Anday, “Okurda EleÅŸtirel Bir Tepki Uyandırmak Ä°stedim”

Cumhuriyet, 11 Mayıs 1975, alıntılayan; Kemal Özer, Sanatçılarla KonuÅŸmalar,

s. 14, ÇaÄŸdaÅŸ yay. Ä°st. 1979.

11.        Hilmi Yavuz, Yazın Üzerine, s. 129, BaÄŸlam yay, Ä°st. 1987. Konuyla

ilgili baÅŸka bir yaklaşım için bkz. Enis Batur, “Tahta Troya”, EleÅŸtirel

Araştırmalar, Yazko yay. 1981.

12.        Ä°smail Tunalı, Estetik, s. 209-210. Cem yay. Ä°st. 1984.

13.        Nejat Bozkurt, EleÅŸtiri ve Aydınlanma, s. 90. Say yay. Ä°st. 1994.

14.        Austın Waren, Rene Wellek, Edebiyat Biliminin Temelleri, s. 193,194.

çev. A. Edip Uysal, K.T.B yay. Ank 1983.

15.        Enis Batur, Estetik Ütopya, s. 76. B/F/S yay. Ä°st. 1987.

16.        1935 yılında Sovyet Rusya Voltaire’in tüm felsefe kitaplarını yasakladı.

Bu tarihten 6 yıl önce de ABD’de Boston GümrüÄŸü Candidate’in ülkeye

girmesini yasaklamıştı. Yine Kant’ın tüm kitapları 1928’de Rusya’da, 1939’da

Franko Ä°spanya’sında yasaklandı. Hitler Almanya’sında Stefan Zweig, Froud,

Jack London, Hamingway, Thomas Mann, Romargue, Einstain, Upton, Sinclar gibi

yazarların kitapları yakılarak yok edildi. Naziler yenildikten sonra aynı

yöntem almanya’daki Amerikan hükümeti tarafından Hitler, Goebbels, Mussolini

ve Marx için uygulandı. Bu konuda daha geniÅŸ bilgi için; Emre Kongar, “Kitap

Üzerine”, Milliyet Sanat, s. 21, Haziran 1981.

17.        Selim Ä°leri, “Yeni Bir Edebiyat Ä°çin” s. 2, Milliyet Sanat, Agustos

1981.

18.        Antoine Casonova, Aydınlar ve Sınıf Mücadelesi, Bilim yay. Ä°st. 1974.

19.        GeniÅŸ Bilgi Ä°çin Bakınız, Ahmet Oktay, Yazın Ä°letiÅŸim Ä°deoloji, s.

19,20. Adam yay. 1982.

20.        YaÅŸar Kaplan, “Garantili Yazar olmanın Yolları”, Aylık Dergi, s. 69,70,

AÄŸustos-Eylül 1984.

21.        Necmettin Evci, “Sorma Sus Seyret”, Kelime, s. 14, S.12, Mayıs 1987.

22.        J.C.Carloni. J.C. Filloux, a.g.e, s. 43. 

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 07-03-2006 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111646610 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net