1.
DüÅŸünceyi diyalektik iÅŸleyiÅŸi içinde çoÄŸaltanlar için okumak, eleÅŸtirel
boyutuyla bir zihinsel eylemdir. Okuma faaliyetini, fonetik/görsel yanından
farklı düzeyde ve düzlemde algılamak gerektiÄŸini hemen söyleyeyim. Bu
zaviyeden bir yaklaşımla okuma çabası ciddi düÅŸünmeye baÄŸlı olarak eleÅŸtiri
gücüyle anlamını ve amacını bulacaktır. Denebilir ki okumak, saltık manada
öncelenecek düÅŸünmenin, duyarlığın aracılığını yapmaktadır. DüÅŸünce ve
duyarlığın önü açıldıkça okuma daha zengin anlam(a) ortamıyla deÄŸer
kazanacak, okumanın önemsendiÄŸi oranda da zihinsel salınım artacak. Hareket
ve etkisini birbirlerinin iÅŸlerliÄŸinden alan çift yönlü etkilenim. Bu tarz
etkilenim son tahlilde eleÅŸtiri gücünü ortaya çıkarır. DoÄŸallıkla estetik,
düÅŸünsel, sanatsal eleÅŸtiri ve yapı gücüdür ortaya çıkan.
Her okumayı eleÅŸtiri boyutuyla sürdüren bilinçli okur ayrımına varmasa da
okumanın anlamı, niteliÄŸi, önemi, amacı üzerine kendiliÄŸinden yoÄŸunlaşır.
DuraÄŸan olmayan düÅŸünme tarzı hakikat ya da mükemmellik (tamlık) için zihin
planında son ÅŸema kabul etmeyeceÄŸinden, baÅŸka olabilirlikler üzerinde
düÅŸünür kendiliÄŸinden. Ä°zafi düzlemde kaçınılmaz olarak uyanan kuÅŸku
düÅŸünceyi eleÅŸtiriye doÄŸru kışkırtır. Böylece sadece düÅŸüncelerin eksik
yanları deÄŸil, her türlü düÅŸünsel/sanatsal etkinin ve ürünün getirdiÄŸi
yenilikler, derinlemesine tartışmaya açılmış olur.
GeniÅŸ anlamıyla eleÅŸtiride gözetilen amaç; insanın tinsel derinliÄŸini de
içine alan zihinsel gücün canlı tutulmasıdır. DüÅŸünceyi her an canlı, diri
tutmak; gittikçe zenginleÅŸen çeÅŸitlilik içinde, daha geniÅŸ, daha derin
ufuklara açılımlarla, her alanda, her zamanda ilerlemeyi mümkün kılacaktır.
‘Geri kalmışlık’ düÅŸünsel normlarla ifade edilecek, anlaşılacaksa; eleÅŸtiri
mekanizmasını, geleneÄŸimizde olduÄŸu ÅŸekliyle tenkid müessesesini inkıtaya
uğratmak şeklinde anlaşılabilir. İnsan zihninin belirleme alanına bırakılmış
hususlardaki tasavvur ve kanaatlerin değişmez doğrular olarak anlaşılması
yani eleÅŸtirinin rahat, açık ortam bulamaması giderek skolastik dünyanın
kapısını aralar. Çok geçmez önü tıkanan düÅŸünce dural yapısı içinde körelir,
giderek yok olur. Bu yok oluÅŸun deÄŸiÅŸik dozları türleri olabilir. DüÅŸüncenin
özgür kılınmadığı devir ve toplumların bu karanlığa mahkûm olmaları
determiniteye aykırı düÅŸmeyen bir son(uç), bir kötü yazgıdır. Bu karanlığa
giren insan da, cemaat de ölgünleÅŸir, kiÅŸilik ve düÅŸünce olarak ölür.
Okumanın eleÅŸtiri boyutu çevresinde bu karanlığı biraz olsun irdelemeye,
aydınlatmaya çalışacağım.
Kimileyin hatta çoÄŸu zaman kendiliÄŸinden bir eleÅŸtiri yaparız. Yaptığımız
eleÅŸtirinin ayrımında bile olmayabiliriz. Bana kalırsa ‘beÄŸendim’ ya da
‘beÄŸenmedim’ derken, ‘iyi’, ‘kötü’, ‘hoÅŸ’, ‘güzel’ gibi kanaat belirtmelerle
deÄŸerlendirme yaparken dar anlamda belki, ama sanatsal anlamda bir eleÅŸtiri
yapmış sayılmayız.(1) Ancak ‘eleÅŸtiri’ kavramıyla kastettiÄŸimiz zihinsel
faaliyet bu dışa vurulan ön kanaatlerdeki gibi refleks özelliÄŸi ağır basan
tepkiler deÄŸildir. Eserle kurulan iliÅŸkinin estetik boyutu içeren düÅŸünsel
yansımasıdır. Esasen hem yazar hem okur için bir yapıttan duyulacak haz
belirgin bir anlam alanına girmek, orada kendimizi hapsetmek yerine sağlıklı
iliÅŸkiler kurularak saÄŸlanabilir. Gündelik yaÅŸantımızda sürdürdüÄŸümüz
birebir ilişkilerin farklı duyarlıkları ortadan kaldırmadığı bilakis o
farklılıklarla zenginleÅŸtiÄŸi gibi. Sanıyorum Alain’di, “ Ä°yi yazarları
anlamaya çabalamaktan çok, söyledikleriyle içli dışlı olmaya çalışmalı”
diyordu. MontaiÄŸne “Kitapla kurduÄŸumuz iliÅŸki daha saÄŸlam, daha çok
bizimdir”(2) derken bu tarz iliÅŸkiden de söz ediyor olmalıydı.
KuÅŸkusuz bir yapıtın bizde olumlu ya da olumsuz iz düÅŸümleri eleÅŸtiri
kapsamındadır. Ne ki iyi bir eleÅŸtiri, bilgi bilinç ve belli bir düzen
gerektirir. Verdiğimiz tepkiler bilgisel ve bilince dayalı niteliklerden
yoksunsa, muhtemelen fevri ve nefse dayalıdır. ‘kötü’ deÄŸerlendirmesinin
nedensel açıklaması sadece ‘hoÅŸuma gitmedi’ olmamalı… benzer tavırla ‘iyi’
diye karar verilen bir eserde, bizim o yargıya varmamızı sağlamış
dinamikler, unsurlar, tatmin edici tarzda açıklanmalıdır. Ä°ÅŸte o zaman
eleÅŸtiri oluÅŸacak/gerçekleÅŸecektir. Bu tarz deÄŸerlendirmeler bilgi ve
bilinçten beslenen yorumlamaya dayanır. O nedenle saÄŸlıklı okumak,
eleÅŸtirmek, eleÅŸtiri faaliyetini sürdürmekle mümkün olabilir.
İyi ama o zaman da kitabın, en geniş anlamda yazılı metnin hatta sanat
yapıtının anlamı alılmayıcının birikim ve yorum gücüne göre deÄŸiÅŸmez mi?
Bilhassa sanat yapıtı için söz konusu edilebilecek bu anlamsal sınırsızlık
ve çokluk metinle okur, metinle yazar arasında nasıl oluÅŸur? Okurun
anlayışı ile biçimlenecek böyle bir alan bir yapıt için nasıl sonuçlar
verecektir? Bu alanda anlamsal ilişkiye nasıl girilecektir?
Bir tek kitap, bir tek yazı; okuyanlarca zihne, algıya hitap ettiğinden
okuyanlar sayısınca çoÄŸalan anlama(ya) ulaşır. Burada sanat eserinin;
bilimin bütünüyle, felsefenin kısmen kapalı olan dilinden ayrı bir anlam
alanının olduÄŸu özellikle bilinmelidir. Sözünü ettiÄŸimiz/edeceÄŸimiz anlam ve
algı çokluÄŸu ÅŸiir ve resim gibi sanatın daha gizemli türlerinde fazlasıyla
gözlenir. Aynı ÅŸiire her okur ayrı anlamlar ve çaÄŸrışımlarla ulaşıyorsa, bu
sadece sanatın anlam alanının esnek olmasından kaynaklanmaz. Bir metni aynı
anda iki ayrı okur üstelik birbirlerinden çok farklı edinimlerle okuyorlarsa
bu durumda ortaya çıkan çıplak gerçek, aynı metnin deÄŸer ve birikimlerini
birbirinden farklı iki okur (alılmayıcı) tarafından yorumlandığıdır. Benzer
bir deyiÅŸle okurlar metinle kendi eÄŸilimlerini, önceliklerini bulmak
istemektedirler. Åžöyle de söylenebilir; okur metni düÅŸüncelerinin denetimine
alarak, orada kendi birikimlerine mal etme çabasıyla yeni bir düzenlemeye
gitmiş, adeta metin yeniden yazılmıştır.
Peki bu okur iyi, ideal bir okur mudur?
Böyle bir okumanın eleÅŸtiri boyutu var mıdır gerçekten? Bence hayır.
KuÅŸkusuz her bir eser eleÅŸtirel bir gözle okunmalıdır. Ancak kutsal metinler
karşısında sorgulamayan bir teslimiyet içinde olunur. Bu durumda bile anlama
ve kavrama baÄŸlamında fikri gayret sonuna kadar sürdürülür. Bu özel alanın
dışında her hangi bir yapıtı okurken, sanıyorum çağımızda saplantıya dönüÅŸen
kimi ön yargılarımız metinle veya yazarla doÄŸrusal ve dolaysız baÄŸlantı
kurmamızı engelliyor. İşte bu engellemeler sebebi ile alan, ton ve mahiyet
bakımından yazılı metnin anlamı her okurda farklılık gösteriyor.
EleÅŸtiri kuramlarını genelde alımlayıcıya, buradaki özel anlamı ile okura
göre geliÅŸtiren ‘Alımlayıcılar’a göre bir yazılı metnin artistik ve estetik
ya da yazar ve okur olmak üzere iki kutbu vardır. Metnin anlamı bu iki
kutbun ilişkisi ile doğar. Okur yazarın bıraktığı boş ve belirsiz alanları
bilmeden veya bilinçli olarak doldurur. Yazar her ÅŸeyi tüm açıklığı ile
verirse okura yapacak bir ÅŸey kalmaz. Tersten okurun metne kendince bir
anlam vermesi imkânsızlaÅŸtırılacak kadar kapalı bir yapı ortaya konursa bu
tarzda okuru sıkar, iter, umutsuzluğa kaptırır. Bir eserin bir tek anlamı
olamaz. Burada eserin tek doÄŸru yorumunun olmayacağı yani bir çok doÄŸrunun
olacağı sonucuna varılabilir. Öznellik başı boÅŸluk deÄŸildir.(3) Burada
izlenimci eleÅŸtiriye yakın bir çizgi sezinleniyor olabilir. Ancak izlenimci
eleÅŸtiricilerin bir yapıtı kendilerinden söz etme aracı olarak kullanmaya
varan tarzları(4) temelli bir fark olarak açıkça görülebilir. Åžimdi önümüzde
‘anlam’ , ‘anlama’ , ‘alımlama’ ,’yorum’ , ‘metin’ , ‘açık yapıt’ gibi ilk
tahlilde biraz açılır gibi olan, sonra tekrar içlerine kapanan kavramlar
oluÅŸtu kendinden(5) Ben bu kavramların yanıtını bir istikamete yönelerek
okumanın nedenselliÄŸi, niçinselliÄŸi çevresinde aramaya çalışacağım. Bu tarzı
seçerken alttan alta bir amaç gütmüyor deÄŸilim. O da; konuyu zihinsel
spekülasyonun sıkıcı gelebilecek havasından birazcık olsun kurtarıp,
gerekirse gündelik yaÅŸantımızdan pratik örneklemelerle daha ayakları yere
basan kritikler, üstü kapalı da olsa öneriler yapma isteÄŸidir.
Öyleyse demir baÅŸ sorumuzu sorabiliriz: Ä°nsan niçin okur? Ben niçin okurum?
Kendi düÅŸüncelerime, açık yüreklilikle göremesem ifade edemesem de çokluk
tutkulardan basit heyecanlardan öte gidemeyen düÅŸünsel sayıltılarıma destek
bulmak için mi? DüÅŸlerimize gerçek zeminler aramak için mi okuruz? Nerdeyse
koyu bir ÅŸartlanmayla aydınlık sandığım kendi karanlığımı çoÄŸaltmak için mi?
Kendi düÅŸüncelerimi mi okumak istiyorum her bir metinle? Her yazarda
kendimi mi bulmak istiyorum? EÄŸer böyleyse saÄŸlıklı bir okuma mıdır bu? Daha
doÄŸrusu bu etkinlik okumak mıdır? Basit gibi gözüken bu soruların altı
eÅŸelenince çok büyük handikaplarımız çıkacaktır karşımıza. Sanrılarımız,
esrik yanlarımız, travmalarımız büyüye büyüye tıkayacak yolumuzu belki.
Ä°çinde sükûn bulduÄŸumuz yapının üzerimize çökmesinden duyduÄŸumuz korkunun
gerçekten kendimize ulaÅŸmaktan, kendimizle buluÅŸmaktan korkmak olduÄŸunu
anlayacağız. Bu hakikat yanılsamasıyla kendimi zihinsel tembelliÄŸin küflü
zindanına mahkûm etmektense yanlış sayılabilecek özgür zihnin aydınlığına
terk ederim. BuluÅŸtuÄŸum hakikatin mutlaka özel, kiÅŸisel bir anısı, anlamsal
boyutu olmalı ki o hakikate iç rahatlığı ile ‘benim’ diyebileyim.
Kendini aldatarak, bastırarak, erteleyerek, bekleterek; hakikate daha çok da
telkin yoluyla ulaşıyorsam; edilgen, pasif bir zihnin ölgün alanında
kıymetsiz doğruları kıymetsiz yanlışlarla eşitlenmiş bir insan olma
zavallılığına düÅŸmüÅŸüm demektir.
DüÅŸüncemi ölgünleÅŸtirerek, zihnimi tembelleÅŸtirerek, kiÅŸiliÄŸimi bir baÅŸka
kiÅŸinin ya da grubun idare ve iradesinde yok ederek hangi hakikatin sahibi
olabilirim? Ä°çinde akıl teriniz olmayan doÄŸrulara hiç mi hiç itibar etmem ve
fakat bana içinde düÅŸünsel çabanız olan yanlışlarınızla gelseniz bile saygı
duyarım. Yanlış yolun önemsiz doÄŸrularına itibar etmeyiÅŸimizle, doÄŸru yolun
yanlışlarına saygı duyuşumuzun okumayla yakın ilişkileri var kuşkusuz.
Araştırılarak varılan yanlış doğru yola hizmet edebilir. Fıkıh tarihimiz
içinde her türlü fikri çaba gösterildikten sonra müctehitlerin isabet
etmemesi durumunda bile ecir kazanmaları, diÄŸer yandan kimi görüÅŸlere göre
taklidî yapılan ibadetlerin bile makbul sayılmayacağı yönündeki bir yığın
anektod ve kayıtlar gerçekten manidardır.(6) Her okuduÄŸum kitapta kendi
düÅŸüncelerimi bulmak isteyiÅŸimle, hangi kitap olursa olsun yeni ÅŸeyler bulma
çabam köklü farklar içerir. Birincisiyle kendimi aÅŸamayışım, fikri
sabitliÄŸim söz konusuyken ikincisinde açık zihnimin özgür iÅŸleyiÅŸi vardır.
Birinci durumda önceden belirlenmiÅŸ doÄŸrularım mevcuttur. ÇoÄŸu zaman
ayrımında olmaksızın bu doğruları nefsimle, zaaflarımla, alışkanlıklarımla
özdeÅŸtirmiÅŸimdir. Alışkanlıklarımla büyüyen koÅŸullanmalarımın düÅŸünce
sanrısıyla öne çıkması mümkün olabilir. Bu durumlarda okunan kitaplarda yeni
ÅŸeyler bulma imkânı olmaz. Okur dönüp dolanıp gene kendini okur. Kendi
matrisinin dışına çıkmaz/çıkamaz. Hem buna ne gerek var ki, mesele doÄŸrulara
ulaÅŸmak ise o zaten kendinde vardır. Kendi düÅŸünceleri doÄŸrudur. Daha net
bir söyleyiÅŸle doÄŸru ancak kendi söyledikleridir. Sorular bilgini de odur
cevaplar bilgini de. Ä°lmin, hakikatin anahtarı kendisindedir. DüÅŸünmenin,
bilmenin kendiliÄŸinden (apriori) bir oluÅŸum süreci vardır onda. Ä°zlenimlerim
göstermiÅŸtir ki, bireysel ve öznel karakteriyle deÄŸeri olmayanlar,
kiÅŸiliÄŸini baÄŸlı olduÄŸu bir cemaat içinde yok etmiÅŸ, baÅŸka bir söyleyiÅŸle
ürperten bir baÄŸlılıkla içinde bulunduÄŸu cemaatin koÅŸullandırdığı genel
tiplemeye uyum sağlamış insanlardır. Onların, bizatihi değer ve doğrular
zatlarıyla kaim olduÄŸundan; baÅŸka arayışa, farklı zihinsel çabaya, fikri
cehte gerek kalmamıştır. Değerleri kendilerinden menkul bu insanlar
tehlikeli bir tablo ortaya korlar. Derecelerine göre narsisizmden,
megalomanyak ve paranoyaya kadar geniÅŸ bir tablo içinde yer alırlar. Gerçek
anlamda zihinsel, ruhsal marazları; bununla bağlantılı olarak varoluşsal
sapma anlamında problemleri vardır. Gerçek kapalılık, dar kafalılık, yozluk
budur iÅŸte. Böyle bir yobazlığın ne belli bir ideolojisi ne belli bir dini
vardır. Söylemleri birbirinden ayrı gözükse de cahillikleri onları aynı
çizgide birleÅŸtirir. Çevrenize ÅŸöyle bir bakının; saÄŸcı, solcu, milliyetçi,
müslüman bir çok insan görürsünüz bu tiplere örneklik eden. Statükocudurlar.
Skolastiktirler. Skolastik Müslüman, skolastik sosyalist, skolastik saÄŸcı
v.s. Sizin kafanızı karıştıran nice soru(n)lar onlar için bir çırpıda
çözülecek basitlikte konulardır. Dar düÅŸünmenin ya da düÅŸün(e)memenin
sınırlı mekânında dışarıya ait çok ÅŸey bilmemenin aldatıcı, yanıltıcı
geniÅŸliÄŸi içinde ne kadar mutlular ya Rabbim!.. EÄŸer bildiÄŸi oranda ve
yoğunlukta cahilliğini idrak ediyorsa insan, cahilliği oranında bildiğini
sanabiliyor ne yazık ki.
Ä°ÅŸte onun için bilmediÄŸini bilmeli insan. Ä°ÅŸte onun için bilmediÄŸini bilmez
insan. Ä°ÅŸte onun için tüm kitaplarda kendi bildiklerini okurlar. Ve iÅŸte
onun için bir kitap, -bildiÄŸim kadarıyla ilk kez Umberto Eco’nun
kavramsallaÅŸtırmasıyla- ‘açık yapıt’ olsa da, kapalı okur için açık
deÄŸildir. Esasen Filloux ile Carloni’nin haklı olarak tespit ettikleri
gibi(7) kendi cehaleti suratına çarpılsa da ‘okudukça rahatlayacaklarına,
umutlanacaklarına kaygıya kapılan’, korkan bu tipler aslında ‘okur’
olamazlar. Okur olmak açık olmayı gerektirir. Ön kabullerden, ön
koÅŸullardan, kendi engelimizden sıyrılarak zihnimizi düÅŸüncenin kesafet
kazanacağı açık alanlara salmalı. Metnin alanına. Orada yazarla tanışma,
iliÅŸki kurma gerçekleÅŸtirilmelidir ilkin. Evet sadece bir yönseme ile iliÅŸki
kurmadır bu. Öncelikle okumanın bir teslim alma ya da teslim olma olmadığını
yazar da okur da bilmelidir. Kim bilir belki de sonu tefessühe vardırılan
kaygıların kaynaklandığı nokta burasıdır. “Sanat eseri sanatçıyı olduÄŸu gibi
deÄŸil, olduÄŸu kadarıyla deÄŸil oluÅŸa yöneliÅŸiyle, olma yönünde bir istikamet
tutuÅŸuyla bize açar. Sanatçının açtığı bizim için de bir açılım olduÄŸu
zaman, sanatçıyı açan ÅŸey bizi de açtığı zaman eserle baÄŸlantı kurarız.”(8)
Sadece baÄŸlantı. Ama bunu önemsemek gerekir. Bazen hakikati bulma yönündeki
macera insanın yüreÄŸini oynatır. Varlığını sarsar. Sürek boyunca neyle
karşılaşılacağının bilinmediÄŸi bir serüven… DüÅŸünmek anlamındaki okumalar
böyle bir serüvene benzer. Sonunda Amerika keÅŸfedilecektir ama o binbir
zorluÄŸu, bunaltıcı zorluÄŸu göze almak gerekir. Hangi cesur yürek yapabilir
bunu? Kendi var oluÅŸ gerçekliÄŸine, özgür kiÅŸiliÄŸine kendi küllerini
savurarak varacak hangi babayiÄŸit? Bana göre gerçek anlamda okur olmak,
seçilen metinden yola çıkarak insanın kendi toz dumanı içinde kendini
unutuÅŸlar, sorgulamalar, kendini ihmaller, sevmeler, incitmeler, özlemeler
arasında arama çabasıdır. Sözünü ettiÄŸimiz ‘iliÅŸki’ ya da ‘baÄŸlantı’nın
okuru önceden bilinmesi zor bir anlam etrafında geliÅŸen hareketliliÄŸin
merkezinde tutmak gibi bir mahiyeti vardır. Benim için böyle en azından.
Sonuçta oyun gibi de sürdürsek bilinç altında sakladığımız okumadaki
amacımız, gerçeÄŸe uzak düÅŸmemektir. GerçeÄŸe doÄŸrusal, öznel, dolayısıyla
eleştirel katılımımız ve katkımızdır. Okumak, zihinsel mekanizmamızın
gerçekle daha yakın, daha dolaysız iliÅŸki kurmasıdır. Denebilir ki, okumak
düÅŸünce ateÅŸimizi alevlendirmiyorsa amacına ulaÅŸmamıştır. Açık okur bu ateÅŸe
benzinle gider. (Yanacak kendi varlığıdır. Olsun. Yeniden yapılacak olan
yine kendi varlığıdır çünkü. Yıkıla yıkıla yükselmenin, yenilene yenilene
var olmanın müthiÅŸ heyecanını duyamayan, düÅŸünemeyenler dar, kapalı, köhne
yapıları içinde hazin mutluluklarını sürdüredursunlar. Tam bir trajedi; fark
edilmeyen hüzünlerle bilincine varılamamış cılız mutluluklar yaÅŸamak.
YaÅŸamak denirse.) Açık okur zaaflarını öne çıkarmaz. Adeta hazine
arayıcısıdır O. Kendi karanlığı, kendi sırları, yıkıntıları arasında
zenginlikler arar bulur. Çılgınca bir buluÅŸtur bu ve o zenginlik
kendisinindir yine. Evet her okuma böyle bir arayıştır. Okunan her kitapta
bulunacak yeni şeyler vardır her zaman. Kitap eski olsa da değişmez bu.
Sürekli canlı, süreli diri kalmış zihinsel aktivite, kendine özgü yorum ve
anlama tarzı, kavrama gücüyle yenilikler çıkarma ve çoÄŸaltma ustalığını
gösterir.
2.
Bir yazılı metnin (ya da sanat eserinin) anlam değişkenlerini belirleyen bir
çok faktör vardır. Biz burada biri doÄŸrudan, diÄŸeri dolaylı iki faktörü
belirtmekle yetineceÄŸiz.
1-Okur ve yazarın spesifik durumları,
2-Zaman ve mekâna baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸen çevresel koÅŸullar.
Her iki faktörün de öznel ve nesnel niteliklerini kültürel bir ortak paydada
ifade edebiliriz aslında. Yani en geniÅŸ anlamda kültürel birikimler
baÄŸlamında öznel ve izlenime dayalı algılar, imgeler ve çaÄŸrışımlar;
düÅŸünceye, duyarlığa ait edimlerin matrisini de deÄŸiÅŸtiriyor. Her bireyin
estetik yaÅŸantısına göre çaÄŸrışımı deÄŸiÅŸecek sanat yapıtları bir yana, kimi
kapalı (veya anlamı açık) kitap hatta söyleÅŸiler için de geçerlidir bu.
Olaya yazarın ve okurun spesifik durumlarından bakalım. Yazar çok kapsamlı,
birikimli olabilir. Eğer okur sığsa istenen anlam akışı sağlanamayacak
muhtemelen ters ve yanlış anlamalar ortaya çıkacaktır. Tersi de olabilir.
Yazarı düzey olarak okurun gerisinde düÅŸünelim bu kez de; eÄŸer kitabın
kapatılması yolu seçilmemiÅŸse, okur en basit ifadelerden bile yazarın
kastını fazlasıyla aÅŸan belki hiç ilgisi olmayan çok çeÅŸitli anlamlar
çoÄŸaltabilecektir. Söylemeye gerek bile yok ki, ideal olan, yazarın ve
okurun zihinsel frekanslarının, yöneliÅŸlerinin uyuÅŸması, örtüÅŸmesidir.
Buradan yazarın ve okurun birbirinin yansıması olması gerektiği sonucu
çıkarılmamalı. Öncelikle düÅŸünsel arayışlar noktasında samimi, ciddi
zihinsel çabaların tetabukudur önemli olan. Yoksa yazar okura okur yazara
kendini onaylatma gayretlerine girerse orada hangi anlam çoÄŸalacak,
gelişecektir? Yazılı metin yazarla okur arasında belli bir anlam ya da
duyarlık dayatma aracı gibi görülmemelidir. Berna Moran bu gerçeÄŸi biraz da
yumuÅŸatarak, baÅŸka bir açılımla çok net belirler: “Okur sanatçının
yaşantısını aynen duyar demek yanlıştır; bir kısmını duyar olsa olsa. İkinci
bir nokta: sanatçının dile getirdiÄŸi duygu ile okuyucuda uyandırdığı duygu
bazen çok baÅŸka olamaz mı?”(9) Bizim cevabımız açık, elbette olabilir. Bizce
asıl o zaman sanat eserindeki mana, imgeler, anılar ve çaÄŸrışım bolluÄŸuyla
çoÄŸalır zenginleÅŸir. Bu baÄŸlamda yazar düÅŸünü okurla birlikte kurmalıdır.
Yazmak ve okumak bir anlamı birlikte kurmanın, paylaÅŸmanın, çıkılan ortak
yürüyüÅŸte aynı heyecanı duymanın benzer iki eylemi ÅŸeklinde anlaşılmalıdır.
“Kimi yazarlar vardır, onların yapıtlarını okurken, sürekli zihniniz
çalışır” diyor Anday. “Kapılıp gitmenizi deÄŸil, üzerinde dura dura okumanızı
ister sizden. Okumanın da yapıta bir şeyler katmak olduğunu, okur olmadan
çabanız olmadan içeriÄŸini size açmayacağını durmadan size hatırlatır.”(10)
Eco’nun ‘Açık Yapıt’ını bilimsel bir anlatıma uygun tarzda yani anlam
sınırları kesin hatlarla ve başka anlamlara elverişli olmayacak bir tanımla
anlamaya çalışmamalıdır. Hilmi Yavuz bu kavramı irdelerken “Okura belli bir
yorum kabul ettirmeye çalışmayan yapıt” olduÄŸunu söyler; “kısaca, bitmiÅŸ
kesin bildiriler, önceden belirlenmiÅŸ formlar içermiyor ‘açık yapıt’”(11)
BaÅŸka bir özlü yaklaşımı da Tunalı’da buluruz; “Klasik yapıtlarda olduÄŸu
gibi sanatçının organizasyonuyla eserle sıkı sıkıya belirlenmiÅŸ anlam yerine
okurun (ya da tüketicinin) alımlamasını önemseyen /önceleyen yapıttır”
der.(12) Tunalı’nın devamla üzerinde durduÄŸu gibi bir sanat yapıtı bin türlü
yorumlanabilir ve onun tekrarlanması olanaksız olan ‘bir doÄŸallığı’ da
bundan etkilenmez. İyi bir sanat yapıtının yorumlamaya, her defasında
alılmlamacı tarafından yeniden yorumlamaya elverişli dil ve ifadenin olması
gerektiÄŸi, rahatlıkla söylenebilir. Nejat Bozkurt ‘EleÅŸtiri ve
Aydınlanma’sında konuyu güzel örnekler: Beethoven’ın 9. senfonisi ya da
Ravel’in Bolero’su binlerce kez seslendirilip dinlenmelerine karşılık daha
pek çok kez yorumlanmaya açık kalacak olan sanat yapıtlarıdır. Yine bir
Yunus Emre, bir Mevlâna Celaleddin, bir Dante, bir Goethe’nin ÅŸiirleri, bir
Leonardo da Vinci, bir Picasso, bir Monrdian ve bir Klee’nin resimleri için
de aynı ÅŸeyi söyleyebiliriz. Oysa Galileo Galilei’nin düÅŸünme, Nevton’un
evrensel çekim, Einstein’in maddenin ve enerjinin denkliÄŸi kanunları bir
bilim yasası olarak kanıtlandıktan sonra bir daha yorumlanmaya gerek
görülmeyen konulardır.”(13)
Bir sanat yapıtının bilimsel yasa ( ya da eser) gibi belirgin anlam alanının
olmayışı onun eksik yanı değil tersine derinliği, zenginliğidir. Bu derinlik
yazar ve okur için özgür düÅŸünceden çıktığı gibi dönüp tekrar özgür
düÅŸünceyi besler. En iyi, ÅŸiir okumalarında görürüz bunu. “Bir ÅŸiir her
okunuşunda ayrı bir etki yaratır, bu bakımdan son derece subjektiftir. O
bizim ruhi durumumuz ve kendi hazırlığımızla renklenmiştir. Her okuyucunun
öÄŸrenimi, kiÅŸiliÄŸi, devrinin genel kültür ortamı, yine her okuyucunun
önceden edindiÄŸi dini, felsefi ve tamamıyla teknik bilgiler ÅŸiir okuduÄŸu
anda dıştan katkıda bulunurlar. Bir kimsenin bir şiiri her okuyuşunda epeyce
farklılıklar meydana gelir. Çünkü bu arada ya o kimse zihnen olgunlaÅŸmış ya
da yorgunluk, endiÅŸe yahut dikkatinin dağılması gibi kısa süreli
deÄŸiÅŸikliklerin etkisindedir. Böylece bir ÅŸiirin her okunuÅŸu ona bir ÅŸeyler
ekler ve de ondan bir ÅŸeyler eksiltir. Åžiirin okuyucu üzerindeki etkisi
hiçbir zaman sadece ÅŸiire baÄŸlı kalmaz. Çünkü iyi bir okuyucu, her okuyuÅŸta
bir ÅŸiirde evvelce bulamadığı yeni unsurlar bulacaktır. Åžiir kültürü az veya
hiç olmayan okuyucunun ne kadar bozuk ve sathi olacağını belirtmeye gerek
yoktur.”(14)
OkunduÄŸunda öznenin daÄŸarını kendiliÄŸinden harekete geçiren sanatsal metnin
yapısal özelliklerini daha iyi anlamak için “karmaşık çok boyut ve yönlü bir
bünye; sınırları kolay kolay belirlenemeyen bir iç süreç ile, sınırları
kolay kolay indirgenemeyen bir dış sürecin ortaklaÅŸa uzamı” olduÄŸunu
kavramak gerekir ilkin. Enis Batur bu tespiti yaptıktan sonra devam eder:
Belli bir tarih/coÄŸrafya kesitinde, belli bir dil ve türde, bu koÅŸulların
yoÄŸurduÄŸu bir özellik potasında gerçekleÅŸmiÅŸ; aynı durumu, bambaÅŸka bir
baÄŸlamda taşıyan bir baÅŸka öznellik potasında, okurunkinde yeniden üretime
geçmektedir. Bu açıdan bakarak, bir yazın yapıtını ‘bir’ anlamın çevresinde
örgütlemek olası mıdır?”(15)
Her okuma faaliyetinde okurun düÅŸ gücünün, algı gücünün, anılarının,
yaÅŸantısının nekreli de olsa bir anlam örgüsü etrafında çeÅŸitli yorum
kombinezonlarına yönelmesinin daha ileri düzeyde ifadesi eleÅŸtiridir.
Üstelik bu çıkış noktasından baÅŸlayan eleÅŸtiri sadece yapıta deÄŸil asıl
insana, iÅŸlek, sarıcı bir yolla insanın kendisine yöneldiÄŸinden ruhun
tezyinatı açısından son derece yararlı olur.
EleÅŸtiriden çekinmemelidir. Her ne gerekçeyle olursa olsun ürkmemelidir.
EleÅŸtiri sanatçının, aydının vazgeçilmez sorumluluÄŸudur. Okurun aklını
uyuÅŸturmak yerine dimağını uyandırma yolunu seçen yazar eleÅŸtiri yapma
konumundadır. Aynı ÅŸekilde kitabı uyuÅŸturucu bir ilaç gibi görmemelidir
okur. Diri ve canlı tuttuÄŸu zihni ile kolay teslim olmamalı ölçmeli,
deÄŸerlendirmeli, tartışmalıdır kendi içinde. Bu eleÅŸtirel tutum da gerçek
okurun sorumluluğundadır ancak o zaman kitabı kendisine mal edebilir. Ancak
o zaman yazarla sahici bir paylaşımdan söz edebilir, kiÅŸiliÄŸini kazanabilir.
Evet kitap insanın özgürlüÄŸünü ve kiÅŸiliÄŸini kazanmasında yardımcı olmalı.
Burada esas vurgu okurun özgün ve özgür düÅŸüncesine yapılmaktadır. EÄŸer bu
gün insanların çoÄŸu okudukları yapıtlarla kiÅŸiliklerini, özgürlüklerini
yitiriyorlarsa; hata, sakat okuma yöntemlerinde de aranmalıdır.
3.
kitap karşısında konumumuzu onları yakmak ya da yüceltmek gibi çokluk ön
yargılı tavırlarla belirlemişiz ne yazık ki. Sağlıklı ilişkileri eleştirel
düÅŸünce yerine ön yargılı tutumlarla sürdürme imkânı kalmayınca arzu edilen
eyitiÅŸim saÄŸlanamamıştır. Ne yapmışız? Ya kimi kitapları dünyamızı
deÄŸiÅŸtireceÄŸi, yıkacağı gibi statükocu bir korkuyla yakmışız ya da tüm
hakikatin tartışılmaz kaynağıymışçasına yüceltmiÅŸizdir. Hem bireysel hem
siyasal yönetim bazında böyle anormal böyle yalman iliÅŸki açıkça vardır.
Sadece bizde deÄŸil tüm dünyada olmuÅŸ bu facia.(16) Yasak ya da tartışmasız
dokunulmaz kitaplar ülkesinde yaşıyoruz. Üstelik bu yargılara kritik
edilerek tartışılarak varılmış değildir maalesef. Bu bağlamda kendi
rönesansını baÅŸlat(a)mamış toplum, okumakla kurulu yapının bozulacağından
endiÅŸe ediyorsa bu tabloda o toplumun kültürel düÅŸünsel düzeysizliÄŸi,
zayıflığı hatta hiçliÄŸi vardır. Kendini doÄŸru yolda sayan insan için okumak,
zenginliklerin kapısını aralar. Zorlama gerekçelerini anlamakta
zorlanacağınız fikri sabitlerin içe kapalılıkla kitaplara açılmayı sakıncalı
hatta tehlikeli gören anlayışları ilkel ve gerici bir anlayıştır.
DoÄŸru-yanlış herhangi bir düÅŸünsel etki karşısında donanımsız, birikimsiz
olan yapı, geniÅŸliÄŸi kendi dar dünyasında nasıl kurabilir? Kuramaz. Ancak
yakar ya da yasaklar. Rejim de yapar bunu insanlar da. Hangi ölçekte olursa
olsun tüm kapalı yapılar hep böylesine Vandallıkların temsilcisi
olmuÅŸlardır. Özgür, eleÅŸtirel düÅŸünceyi varlığının ana unsurlarına yönelmiÅŸ
tehdit olarak algılayıp, kurulu düzenin sarsılacağı korkusuyla yasaklamayı
çare zanneden sadece siyasi rejimler mi? Aynı kapalılığım egemen olduÄŸu
insan topluluklarına cemaatlere, ideolojik örgütlere bakın; kendi içlerinde
aynı baskıyı aynı sınırlamayı kolaylıkla göreceksiniz. Bu kapalı devre
topluluklarda doğruların bireysel boyutundan ziyade cemaat boyutu
önceliklidir. DüÅŸünsel boyuttan önce bir kiÅŸide veya kiÅŸiyle (lider,
yönetici) özdeÅŸen, temsil edilen despotik boyutu vardır. Daha açık bir
söyleyiÅŸle düÅŸünme yerini telkine ve koÅŸullanmaya bırakmıştır. Cemaat ve
cemaat lideri en doÄŸru düÅŸünmek konumundadır. Bunun için ayrıca bir çaba
sarf etmek gerekmez. Åžöyle söylersek daha anlamlı olur: cemaat ve lideri
doÄŸru düÅŸünür, doÄŸru cemaatin ve liderin düÅŸündüÄŸüdür. Üyelerin (birey
deÄŸil) ellerine tutuÅŸturulan birkaç kitap hakikatin ta kendisidir.
Okumaktaki kasıt doğruya ulaşmak olduğuna ve zaten doğru kendilerinden
menkul olduÄŸuna göre dışa açılmaya ne gerek vardır? BaÅŸka açışlımlar, baÅŸka
yöneliÅŸler, baÅŸka okumalar boÅŸtur; gereksiz hatta cemaatin birlik ve
bütünlüÄŸünü bozacak nifak tohumlarını ekeceÄŸi endiÅŸesiyle tehlikelidir.
Cemaat üyesi ancak belirlenmiÅŸ düÅŸünceleri güçlendirmek için okuyabilir,
kanaat beyan edebilir.
Okumanın saÄŸlam zemini eleÅŸtiriye açık düÅŸünsel tartışmaları saÄŸladığı
ölçüde deÄŸerlendirilmelidir. Kitap koyu ve kaba bir telkin mekanizmasının
aracı olarak görülmemelidir. Kitabı bir emirname bir talimatname gibi
algılamak kitabı da, düÅŸünceyi de son tahlilde insanı da yozlaÅŸtırır,
dejenere eder. DüÅŸünceyi öne çıkaran okuma yöntemlerii önemsenmiyorsa orada
kitaptan ve okumaktan söz edilemez. Olsa olsa emirnamelerden,
talimatnamelerden daha yumuÅŸak deyiÅŸle ‘okutmalardan söz edilebilir belki.
4.
Bir yazılı metnin anlam çoÄŸalımını ve deÄŸiÅŸimini belirleyen ikinci faktörünü
zaman ve mekana baÄŸlı çevre olarak zikretmiÅŸtik. Zaman adeta ayna, sanki
gizli açık bir yargıç, bir eleÅŸtirmen gibidir. Kendine özgü iÅŸleyen mantığı
diyalektiÄŸi içinde, bazen doÄŸruları bazen doÄŸruların yerini deÄŸiÅŸtirir. Bu
deÄŸiÅŸim okur cenahında, algılama/deÄŸerlendirme tarzında ortaya çıkar. Zaman
çoÄŸu ÅŸeyi yontarak, kimileyin tamamlayarak yeniden biçimlendirir. DoÄŸru mu
deÄŸiÅŸmektedir, doÄŸrunun ÅŸartları mı? Dünün doÄŸrusu ile bugünün doÄŸrusu
farklı ise doÄŸrunun rölatif bir niteliÄŸi mi var? EÄŸer doÄŸrunun göreceli bir
niteliği var ise okurun doğruları saptama niteliği olamayacak mıdır?
Değişen doğrular mıdır? Okurun değerleri ve değerlendirme tarzı mıdır? Belki
yanlışlar deÄŸiÅŸmektedir? Hangisidir? Hepsidir. Olayı genel bütünlüÄŸü içinde
ayrıntıları birbiri ile iliÅŸkilendirerek düÅŸünmek gerekir. Bu konuyu fazla
tartışmadan doÄŸrunun deÄŸiÅŸen koÅŸullara göre farklı görünümü ve açılımından
söz etmek daha tutarlı olur. Yani doÄŸru mahiyeti gereÄŸi deÄŸiÅŸmez ancak onun
etrafında dönenen fenomenler, algılar deÄŸiÅŸir. Önemli olan deÄŸiÅŸen
görüngülere çakılıp kalmamak özü kavramaktır. Belki doÄŸruyu deÄŸil ama bir
yöntem olarak doÄŸru düÅŸünmek daha önemlidir. Her okur doÄŸru düÅŸünme yöntemi
üzerine kafa yormalıdır. ‘Hakikat’ anlamında doÄŸru aklımızın boyunu
aÅŸabilir. Önemli olan yöneliÅŸ, arayış içinde olmaktır. Yanlış olan
vardığımız hükümler deÄŸil düÅŸünsel arayışı ihmal etmek, terk etmektir. ‘Ä°lla
da hüküm’ diye tutturan zihin geri planda kendini sınırlıyor demektir.
DüÅŸünce sonsuzluÄŸu sınır bilmelidir. Kaldı ki hüküm ÅŸartlara tabiidir.
Buradan doÄŸruların deÄŸil ÅŸartların deÄŸiÅŸtiÄŸini mi çıkarmalıyız?
Hukuk ya da siyaset tarihi değişen koşullarla doğrunun anlam alanının nasıl
daralıp genişlediğinin sayısız varyasyonlarıyla doludur. Tarz doğru olduktan
sonra tüm anlam ve anlamalar olumlanabilir. Bu çizgi Müslüman alimlerinin
müÅŸtereken benimsedikleri bir çizgi olmuÅŸtur öteden beri. Tüm fikri çaba
sarf edildikten sonra hasıl olan yanlış bir kanaat dahi olsa sonuç itibari
ile sevap kazanma keyfiyeti doÄŸru düÅŸünmenin, düÅŸüncenin önünü açmanın net
ifadesidir. DüÅŸüncenin önü tıkanır algı ve yargı gücü yitirilirse insan
doÄŸrularının da yararını göremez. Çünkü doÄŸru bilinçle anlamlı olur. DoÄŸru
düÅŸünme yöntemi iÅŸte bu açıdan önem ve öncelik arz etmektedir. Bu öncelik
pratikte zihinsel iÅŸlerlik kazandığında, koÅŸullara göre deÄŸiÅŸen doÄŸruları
kimse size dinin deÄŸiÅŸmez rükünleri gibi dayatamaz. Bilinçli bir okur olarak
siz değişen koşulların doğrusuyla doğrunun değişen koşulları arasındaki
espriyi kavramışsanız o deÄŸiÅŸmez espriyle her türlü anlamı
çoÄŸaltabilirsiniz. Dün okuduÄŸunuz bir yapıta bu gün baÅŸka bir anlam
verebilirsiniz. Ya da doÄŸruları düne de bugüne de uyarlayacak kritere
sahipsiniz demektir.
5.
OkuduÄŸumuz kitabın bizim heyecanımızı, düÅŸüncemizi seslendirmesini istemekte
beÅŸeri temayüllerin payının olduÄŸu bir vakıadır. OkuduÄŸumuz ya da
seyrettiÄŸimiz eserler coÅŸkularımızı, düÅŸlerimizi, düÅŸüncelerimizi
desteklediÄŸi, çoÄŸu zaman okÅŸadığı pohpohladığı ölçüde karşılık bulurlar
nezdimizde (‘nefsimizde’ mi demeliydim?). Bu nasıl okumadır böyle?
Olumlamıyor, onaylamıyorum bu yaklaşımı. Hayır biz okumuyor, kapalı dünyamız
içinde, dışımıza, baÅŸka iklimlere açılmaktan ürkerek, çekinerek yine
kendimizle avunuyoruz. Habire kapalı dünyamızda dönüp, dönenip duruyoruz.
Kendi tutkumuz, aczimiz, ezincimiz, kendi gizli narsisizmimizle v.s. Bu
tiplere ‘kapalı okur’ tabiri kullanılabilir. Meramımı en iyi bu tabir
anlatıyor. Oysa okumak açılmak, açıklamak, açıklanmak içindir.
‘Kapalı okur’ tipler haliyle kapalı yazarları türetiyor. Farklı ÅŸeyler
okumaktan ÅŸiddetle kaçınan okur, yeni ÅŸeyler düÅŸünmeyen, yazmayan yazarlarla
paylaşıyor vebalini. Bir düÅŸünce, bir anlam üleÅŸme eylemi yerini karşılıklı
yararlanma ve faydacılık mekanizmasına, çıkarcılığa terk ediyor. Bir yandan
da maddeyi önceleyen ve kutsayan mantığıyla kapitalizm, bu yozlaÅŸmaya müsait
zeminler hazırlıyor. Sanatın, düÅŸüncenin, duyarlığın alınıp satılan metaya
dönüÅŸmesiyle okumanın anlam kaybına uÄŸraması ÅŸöyle oluyor: Okur yazara “Bak’
diyor adeta, “hoÅŸlanmayacağım ÅŸeyler yazma. EÄŸer yazarsan okumam seni.
Aramız açılır” DüÅŸüncenin pazara düÅŸürülmek, pazarlanmak istendiÄŸi günümüzde
biraz da sektörleÅŸmiÅŸ yayıncıların baskı ve yönlendirmesiyle yazarlar da bu
durumu kabul etmek zorunda bırakılıyor doğrusu. Olayı daha geniş boyutta
düÅŸünürsek; aydın sapmasının, düÅŸünsel ve sanatsal yozlaÅŸmanın en etkili
anlamda eleştirinin gelişmemesinin nedenleri arasında sayılmalı bu
faktörler. DeÄŸil mi ki, daha çok da para imparatorlarının gözetiminde düÅŸ ve
düÅŸünce imalathaneleri (gazeteler, dergiler, görsel medya v.s.)
oluÅŸturuluyor. Her türlü sanatsal tasarım, ürün, çaba ve tartışmalar paradan
baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünmeyen pragmatizmin elinde oyuncak olmuÅŸtur. Bir sanat
piyasasından, sanat pazarından, sanat borsasından söz edilir olmuÅŸtur
bugün.(17) Utanıyorum. Marksist toplumbilimci Antoine Casanova’nın ‘Ücretli
Aydın’ dediÄŸi kesim üzerinde kapitalizmin sömürüsü gittikçe artmaktadır.(18)
“Yazar yazar olabilmek için pazarın belli bir bölümünü ele geçirmek, belli
bir oranda satmak zorunda bırakılmaktadır. KoÅŸullandırılan, güdülen tüketici
okur oluÅŸan ya da oluÅŸturulan bu pazarda istek ve ihtiyaçlarını karşılamaya
çalışacaktır.”(19) ÇaÄŸcıl-liberalist pazarlama mantığı kitlelerin talepleri
doğrultusunda onların beğeni ve eğilimlerine en uygun motifleri,
motivasyonları geliÅŸtirip drajeler, hazır mamüller halinde piyasaya
sürmektedir. Bu düzen içinde yazarın ve okurun konumu nedir? Yazar bu güzel
düÅŸler ve düÅŸünceler maÄŸazasında patronuyla müÅŸterisi arasında bir yerde
tezgâhtarlık yapmaktadır. MüÅŸteri konumundaki okurunun habire sırtını
sıvazlamakta ona iyi, sevecen gözükmeye çalışmaktadır. MüÅŸterinin isteÄŸine
uygun mallar çıkarmaktadır zihninin önceden programlanmış raflarından.
“Okurlarım benden ÅŸu konuyu yazmamı istiyorlar”, “Åžöyle yazmamı istiyorlar”
Özellikle kimi gazete yazarlarından (bu ‘gazete yazarı’ lâfı da bana bir
tuhaf geliyor nedense) buna benzer ifadeleri zaman zaman siz de
okuyorsunuzdur. Bu ifadelerin spesifik koÅŸulları olabilir bazen ama düÅŸünce
sipariÅŸ vermek, sipariÅŸ düÅŸünceler üzerine yazmak benim ‘piyasa’ mantığı
içinde düÅŸündüÄŸümde pek kolay anlayamayacağım bir tavırdır. Garantili yazar
olmanın yolları nedir? YaÅŸar Kaplan Aylık Dergi’nin bir sayısında aynı
baÅŸlıkla özeleÅŸtiri ağırlıklı bir yazı yayınlamıştı.(20) Orada bir
sanatçı/yazar adayının dilbiliminden, sanata ve her türlü sanatsal ürüne,
tarihe, resme, müziÄŸe hatta seyahatlere varıncaya kadar bir çok ÅŸeye önem
vermesi gerektiği vurgulanıyordu. Artık piyasa koşullarının egemen
kılındığı, sanatın icra edilmeyip imal edildiÄŸi, bir dönemde Kaplan’ın haklı
özeni, hassasiyeti göstererek kaç kiÅŸi ‘garantili yazar’ ya da ‘garantili
sanatçı’ olmuÅŸtur bilmiyorum ama bildiÄŸim bir baÅŸka üstelik zahmetsiz yol
var ki o da sizin de kolayca anladığınız gibi sermayenin ve okurun gönlünü
hoÅŸ etmektir. Onlara ‘siz haklısınız, iyisiniz, doÄŸru yoldasınız’ demek.
Sonuçta zihinler ve kiÅŸiler üzerinde yaygın, köklü sömürü aÄŸları örülüyor
farkında mısınız? Åžu tarihsel ironiye bakın; güç odakları, kitleler
üzerindeki egemenliklerinde entelijansyaya zihinleri çelme, göz boyama
görevi veriyor. Memleketlerin anlı ÅŸanlı entelektüelleri de bu kutsal göreve
önceden teÅŸne vaziyette küresel emperyalizmin istila propagandasında müthiÅŸ
misyonlar üstlenmeye can atıyor. Aydınların görevi zayıflatılmış kitlelerin
zihnine enjekte edilen gücün bilgisi karşısına bilginin gücüyle çıkmak deÄŸil
midir? Şimdilik bu soruyu sadece sormakla yetinmek durumundayım. Taktir
edilir ki bu konu, üzerinde müstakil olarak kafa yormamız gereken derin,
geniÅŸ bir alan içeriyor. Ne bu kitabın konusu ne de sınırlı imkânımız buna
elveriyor.
6.
Okumakla izlemek arasında temelli ayrımlar yapılmalıdır. Edinim bakımından
her iki etkinlik, zihinsel formasyonun etkilenimi itibariyle sanılanın
tersine birbirine benzer ya da yakın değil uzak mahiyetlerdedir. Yazı ve
görüntü karşısında insan zihni aynı alanda konumlanmaz. Her iki olgu zihne
ve düÅŸünceye yönelirken ayrı yollar yöntemler izler. Daha basit bir
söyleyiÅŸle görsel olan sözgelimi televizyon karşısında bilgilenme türü ve
tonu, kuÅŸkusuz çok daha soyut olan okuma ve yazmayla elde edilenler
karşısında oldukça zayıf, sönük kalır. Yazılı bir metin karşısındaki
durumumuz hiçbir zaman ekran karşısındaki duruma benzetilmemeli derken
öncelikle olaya eleÅŸtiri ve edilgenlik zaviyesinden bakıyorum. Televizyon
zihni atıl bırakırken yazılı metinle edilgen bir tarzla düÅŸünsel iliÅŸki
kurulamaz. Daha açık bir söyleyiÅŸle yazılı metin okuru edilgen yapmaz. Zihne
bir aktivite kazandırır. DüÅŸsel, düÅŸünsel bir aktiviteye katılır okur.
Görüntünün eleÅŸtiriye fırsat bırakmayan illüzyonuna karşın okur bilinci
sürekli diri ve eleÅŸtiri gücüne sahip olmak durumundadır. Görsellik
karşısında seyirci kalınırken, yazı karşısında ifadelerin semantik
derinliÄŸine inmek anlama ulaÅŸmak için düÅŸünmek, kritik etmek zorunluluÄŸu
vardır. (21)
7.
OkuduÄŸum kitabın havasına girmek, yakın beÅŸeri iliÅŸkiler çerçevesinde yazarı
tanımama baÄŸlı deÄŸildir. Gerçek yaÅŸamda dost, ahbap olduÄŸum yazarların
kendine özgü ve kendine özel ortamları olmuyor deÄŸil. Ä°fadelerin, satırların
arasına, gerisine sinen nüansları o ortamın, o özel paylaşımların desteÄŸiyle
çözüyorum. Tamamen spesifik koÅŸulların, iliÅŸkilerin hazırladığı bir durum
bu. Yazar dostumla aramda var olan müspet ya da menfi iliÅŸkiler metnin
baÅŸkalarına gizli olabilecek anlam arkaplanını oluÅŸturuyor benim için. O
anlam beraberinde yazarın metne yansımayan güçlü, zayıf yanlarını da alarak
muhayyileme sızıyor; görülmez, fark edilmez bir biçimde gelip ifadelerin
arkasında bir yere oturuyor. Bazen kaprislerle, bazen yumuşak, bazen de sert
bir oturuÅŸ olabiliyor bu yerleÅŸme. Kimi zaman da normal bir okurun
kavrayamayacağı/ kavramadığı bir enginlik, hoÅŸgörü, erdem. Tüm bu adeta sır
olan anıştırmalar, dediÄŸim gibi büyük ölçüde oluÅŸumunda benim de içinde
olduÄŸum genel geçerliliÄŸi olmayabilen spesifik koÅŸullar sebebiyledir. Kur’an
ayetlerini sebeb-i nüzulünü, siyak ve sibakıyla okumanın saÄŸlayacağı avantaj
gibi, normal bir okura nazaran daha şanslı bir konuma geldiğinizden daha
geniÅŸ iletiÅŸim ve bildiriÅŸim imkânı içinde oluyorsunuz. KendiliÄŸinden oluyor
bütün bunlar. Son tahlilde adeta dışa kapalı uyarımlarla, sezdirmelerle
saÄŸlanan bu etkileÅŸim, negatif ve pozitif yönleriyle deÄŸerlendirilebilir. Bu
tarz sanatsal iletiÅŸim, sanat psikolojisinin çözümlemesi gereken bir konu
öncelikle. Bu tablo iyice gözlemlenmelidir. Tanıdık yazarların yapıtlarını
okumak kuÅŸkusuz ayrı bir tat veriyor insana. Metnin içine daha çok
girersiniz. Başkalarına bilmece olabilecek deyişler, sunuşlar size ayan
beyan olmuÅŸtur. BaÅŸkalarına kapalı olan yapının bize açık olması psikolojik
bir tatmin mi saÄŸlıyor yoksa? Ya da bir özel’lik, bir ayrıcalık gururu. Bu
konuyu herkes kendi içinde tartışa dursun kendi payıma kimi zaman böyle bir
özelliÄŸi, imkânı isteyerek kabul etmedim. Olayın bir de bu yönü var.
Yazarlara rahatlıkla ulaÅŸma imkânım olduÄŸu halde onlarla dostluklarımı hep
kitaplarla kurmaya çalıştım. Ya da yazarın, daha çok da sanatçı yazar
dostların etiyle kanıyla yaşayan kişiliklerini, eserlerine yansıtmama
zorluÄŸunu baÅŸarmaya çalıştım. Niçin? Çünkü gerçek yaÅŸamda tanıyıp gördüÄŸünüz
yazarla kitabını okuyarak kafanızda, hayalinizde var ettiğiniz yazar
arasında derin çeliÅŸkiler, zıtlıklar olabiliyordu. ÇoÄŸunlukla yazarın gerçek
hayattaki gölgesi büyük ölçüde anlamını da karartarak eserin üzerine
düÅŸebilir. Her anlam bir hatırayla varoluyor sanki. Bir örnek vereyim, Sezai
Karakoç üstadı çok severim. Ama benim Karakoç’um bütünüyle kitaplarında
gördüÄŸüm, tanıdığım, yakınlaÅŸtığım Karakoç’tur. Ben bu Karakoç’u seviyorum.
Ve onu ÅŸahsen tanımanın da sıkıtıntısını çekmedim, çekmiyorum. Özellikle
fakülte yıllarında arkadaÅŸlar ziyarete giderlerdi. Ben de çağırılırdım.
Gitmedim. Bir ara bendeki Karakoç resminin bozulacağından hiç deÄŸilse
bulanıklaşacağından endişe ettim. Biliyorum o bulanıklık benim kafamın
içinde oluÅŸacaktı. Tanışacağım Karakoç’un kitaplarındaki yansımalarla
oluşturduğum imajın dışında bir kişilik olması durumunda ne yapardım?
Ä°majlar çoÄŸu zaman gerçeklerini saf dışı edecek kadar zihinleri baskı
altında tutacak kadar güçlüdürler. Bunları birbirine katmaz karıştırmazdım
olur biterdi. Elbette öyleydi ama yine de saygımın büyüyü bozacak bir anıyla
bozulmasını istemedim. ArkadaÅŸlarımızdan bazıları ziyaret sonrasında düÅŸ
kırıklıkları yaÅŸadılar. Yanılıyorlardı. Bana göre iç gerçekliklerini yeteri
kadar saÄŸlam inÅŸa edememelerinin gülünç sonucunu yaÅŸadı onlardan kimileri.
Ä°nsan kim olursa olsun beÅŸeri iliÅŸkilerin dozunu ölçüsünü ayarlamalı ilkin.
Bir yazar insan olmanın dışında bir konumda görülmek istenirse orada
haksızlığın, düÅŸ kırıklığının yaÅŸanması doÄŸaldır. Ve orada yazarla okur
saÄŸlıklı iliÅŸkiler kuramazlar. Okur yazarın eserlerindeki gerçek dünyaya
giremez, evhamlarının, abartılarının, düÅŸlerinin, nefretlerinin, ya da sele
dönüÅŸmüÅŸ sevgilerinin kucağına gömülür. Yazarla okur arasındaki arkadaÅŸlığa,
kardeÅŸliÄŸe vardırılan iliÅŸkiye-evet sadece iliÅŸki- bu özel, ayrıcalıklı
yanıyla anlamalı. “Hennequin’ in ifadesiyle bir kitabı okurken, bulanık bir
biçimde baÄŸlandıkları düÅŸünceleri burada kusursuz bir dille belirtilmiÅŸ
bulup da hazla yitirenler, bu yapıtları yaratmış olan adamın ruhsal
kardeÅŸleridir.” (22) Okur olmakla kardeÅŸ olmanın ayrımını iyi yapmalı
diyorum sadece.
Metnin okur için mektup niteliÄŸi kazanmansın olumsuz etkilerini de eleÅŸtiri
kapsamında irdelemek gerekir. Her okur, yazarla böylesine organik bir
iliÅŸki, organik bir aÄŸ kurmayacağından kimi özel imkânların ayrıcalığından
yoksun kalır. Bir yazın metnini, bir sanat yapıtını bu dar ilişkilerin
belirlediği anlam alanından kurtarmak en genel anlamda insana ve en geniş
anlamda zamana yazmak, insana ve zamana söylemek gerekmektedir. Ya da her
bir yapıtı bizim için özel hazırlanmış gibi düÅŸünerek kimi imtiyazları
anlama(ya) yapacağı olumsuz etki azaltılabilir. O zaman hiç tanımadığınız
bilmediğiniz yazarlarla yatkınlık kurarsınız kendiliğinden. O yazarlarla
sanatçılarla baÄŸlantınızı somut iliÅŸkiler sıcaklığı ve sarıcılığıyla
kurarsınız. Hangi dönemde yaÅŸarsa yaÅŸasın, tıpkı dost ve arkadaÅŸ yazarlar
gibi o seçkin kiÅŸiler yaÅŸamınıza girer. Ya da siz onların dünyalarına,
çevrelerine girersiniz. ArkadaÅŸ, hoca, aÄŸabey gibi olursunuz. O yazarlarla,
o sanatçılarla. ÖrneÄŸin ben Dostoyevski’yi, Çehov’u bir aÄŸabey bir hoca gibi
gördüm hep. Yadırganmıyorum deÄŸil mi? Rilke ile kurduÄŸum yakınlık daha bir
baÅŸkaydı. Jack London’la adeta arkadaÅŸ gibiyiz. Tüm bunların belli, belirsiz
bir nedeni var elbette. Ne bileyim bir Rodrigo olsun, bir Michelangelo,
Picasso, El Greko, bir Nigâri, Hattat Osman, Fuzûli, Mevlâna, Bir Sinan;
şimdi nereden aklıma doluşuyorlarsa, Kuşeyri, İbn-i Tufeyl, İkbal, Sadi, ne
bileyim Mevdudi belki, belki Kutup, Åžeriati, ÅŸimdikilerden, yaÅŸayanlardan
Karaoç’u zaten zikrettim. Kutlu, Bulaç, Özel, Kapkıner hepsiyle ayrı
yakınlıklarım var. Bu yakınlıklarımın bilinç altında kurulmasında anılarımın
ve yetiÅŸme tarzımın oluÅŸturduÄŸu bir estetik ve algı gücünün, estetik ve algı
tarzının etkisi büyük olmalı elbette. Burada teknik sayılabilecek ÅŸu tespiti
yapabiliriz açık bir tespit bu; her okumdaki edinimi deÄŸiÅŸtirecek,
psikolojik ortam ile, kültürel koÅŸullara baÄŸlı bir çok faktör vardır. Bu
faktörler. Okumanın anlamını yatay ve dikey, olumlu ya da olumsuz
deÄŸiÅŸtirecek tarzda, oranda çoÄŸalır ve azalır. Bir disiplin olarak sanat
psikolojisi, bu tablonun deÄŸiÅŸkenlerini, nedenleriyle, niçinleriyle birlikte
araÅŸtırır. Ancak biz burada ÅŸunu söylemeliyiz. Madem; metinle okur, okurla
ortam arasında yakın ilgi ve etkilenim var, öyleyse hep okumaya
oturduÄŸumuzda bu bütünlüÄŸü saÄŸlamaya çalışılmalı diye düÅŸünüyorum. ÇoÄŸu
zaman kitabı açık, kapalı, iyi, kötü, anlaşılmaz, hafif vs kılan bu
koÅŸullardır. DeÄŸerli gördüÄŸünüz bir yapıt bir baÅŸka okurda menfi kanaatler
uyandırabilir. Bir yönüyle nedeni basit. Ä°nsanlara “al sana kitap oku!”
diyemezsiniz. O insan da alır ve okur. Ama sadece okumuş olur. Hatırlayın,
daha çok da ortaöÄŸretim yallarında ev ödevi okumalarının ne sıkıcı yanı
vardır deÄŸil mi? Sayfa sayfa, satır satır okuyor, ama kitabın içine
giremiyordu çoÄŸumuz.
8.
Okumak bir yolculuktur. Uzun keyifli bir yolculuÄŸa çıkmaktır. Önce bir
menzil, bir güzergâh belirlenir. Yola çıkılır. Her adımda her ilerlemede
aÅŸkınız büyür. Heyecanınız artar. Giderek yolu da menzili de unutursunuz.
Sadece yürürsünüz, belki yürüdüÄŸünüzü bile fark etmeden. Nice güzel yerler,
güzel ÅŸeyler görürsünüz. Gördüklerinizi, coÅŸkunuza, bilginize katarak
ilerlersiniz. Çehov’un bir iddia üzerine kendisini hücreye kapattıran
idealist genç avukatı gibi kitap sayfalarında tüm dünyayı gezinir, dünyanın
en güzel kızlarına aşık olur, bilgelerle, krallarla, kimileyin yoksullarla,
sefillerle tanış olursunuz. Bilginizi artırarak, düÅŸ toplayarak, düÅŸünce
kovalayarak, sezgi gücünü zenginleÅŸtirerek bu yolculuk sürer gider. Her
ÅŸeyden önce kendi dünyanızdan çıkmışsınızdır. Güzelin bir baÅŸka yerde, baÅŸka
zamanda, baÅŸka biçimde de olacağını anlamışsınızdır. Öyleyse okumayı gereÄŸi
üzere baÅŸaracak olanlar içlerinde bir yürüyüÅŸe, bir koÅŸuya çıkmış
olanlardır, diyebilir miyiz? Kendilerini ne adına olursa olsun tek bir
duyarlılığa, bir düÅŸünceye, bir anlayışa kısaca bir kalıba sokan orada dona
kalan kimseler gerçek okur olamazlar. DoÄŸrusu yaratılışları gereÄŸi,
içlerinde var olan evreni keÅŸfe çıkma cesaretini bile bulamazlar giderek.
DüÅŸünce evreni, kültür iklimi fark ediÅŸin estetik boyutunu kavramış bu güzel
insanların çoÄŸaltıp paylaÅŸtıkları anlamlarla geniÅŸler, zenginleÅŸir.
_________________________
1. Alim Kahraman, Okumaya GiriÅŸ, s. 79. Yedi Ä°klim yay. Ä°st. 1988.
2. Montaigne, Denemeler, s. 26. Çev. S. EyüboÄŸlu. Cem yay. Ä°st. 1987
3. Daha geniÅŸ bilgi için bkz. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve EleÅŸtiri,
s. 195-216. Cem yay., 7. Bas. Ä°st.
4. J.C.Carloni-J.C. Filloux. EleÅŸtiri Kuramları, s. 56. Çev. Tahsin Yücel,
Kuzey yay. 1. bas. Ank. 1984
5. AkÅŸit Göktürk’ün Okuma UÄŸraşı adlı yapıtı (Ä°nklap kitabevi yay. Yazınsal
Metnin Kavranmasında Okur-Metin-Yazar, 3. bas. İst.1988) son kısmında geniş
bir kavram dizini verir. Bu kitabın tamamlayıcısı gibi düÅŸünülebilecek yine
A. Göktürk’ün ‘Sözün Ötesi’ adlı yapıtını (Ä°nklap yay. Ä°st. 1989) konuyla
ilgilenenler için önemli kaynaklar olarak burada anmak istiyorum.
6. GeniÅŸ Bilgi için bkz. Abdulcelil Ä°sa, Peygamberimizin içtihatları, s.
149, çev. M. Hilmi Merttürkmen, Abdulvehhab Öztürk, Ank. 1976. M. Ebu Zehra,
Fıkıh Usulü, s. 9-13. Çev. Abdulkadir Åžener, Ank. 1981. Ayrıca M. Sait
Çekmegil, Ä°nsanın Yolu Ä°slam, s. 88,89. Sanih yay. Ank. 1979.
7. a.g.e, s. 51
8. Ä°smet Özel, Valdo Sen Neden Burada DeÄŸilsin?, s. 26, Risale yay., Ä°st.
1988
9. B. Moran, a.g.e, s. 104.
10. Melih Cevdet Anday, “Okurda EleÅŸtirel Bir Tepki Uyandırmak Ä°stedim”
Cumhuriyet, 11 Mayıs 1975, alıntılayan; Kemal Özer, Sanatçılarla KonuÅŸmalar,
s. 14, ÇaÄŸdaÅŸ yay. Ä°st. 1979.
11. Hilmi Yavuz, Yazın Üzerine, s. 129, BaÄŸlam yay, Ä°st. 1987. Konuyla
ilgili baÅŸka bir yaklaşım için bkz. Enis Batur, “Tahta Troya”, EleÅŸtirel
Araştırmalar, Yazko yay. 1981.
12. İsmail Tunalı, Estetik, s. 209-210. Cem yay. İst. 1984.
13. Nejat Bozkurt, Eleştiri ve Aydınlanma, s. 90. Say yay. İst. 1994.
14. Austın Waren, Rene Wellek, Edebiyat Biliminin Temelleri, s. 193,194.
çev. A. Edip Uysal, K.T.B yay. Ank 1983.
15. Enis Batur, Estetik Ütopya, s. 76. B/F/S yay. Ä°st. 1987.
16. 1935 yılında Sovyet Rusya Voltaire’in tüm felsefe kitaplarını yasakladı.
Bu tarihten 6 yıl önce de ABD’de Boston GümrüÄŸü Candidate’in ülkeye
girmesini yasaklamıştı. Yine Kant’ın tüm kitapları 1928’de Rusya’da, 1939’da
Franko Ä°spanya’sında yasaklandı. Hitler Almanya’sında Stefan Zweig, Froud,
Jack London, Hamingway, Thomas Mann, Romargue, Einstain, Upton, Sinclar gibi
yazarların kitapları yakılarak yok edildi. Naziler yenildikten sonra aynı
yöntem almanya’daki Amerikan hükümeti tarafından Hitler, Goebbels, Mussolini
ve Marx için uygulandı. Bu konuda daha geniÅŸ bilgi için; Emre Kongar, “Kitap
Üzerine”, Milliyet Sanat, s. 21, Haziran 1981.
17. Selim Ä°leri, “Yeni Bir Edebiyat Ä°çin” s. 2, Milliyet Sanat, Agustos
1981.
18. Antoine Casonova, Aydınlar ve Sınıf Mücadelesi, Bilim yay. Ä°st. 1974.
19. GeniÅŸ Bilgi Ä°çin Bakınız, Ahmet Oktay, Yazın Ä°letiÅŸim Ä°deoloji, s.
19,20. Adam yay. 1982.
20. YaÅŸar Kaplan, “Garantili Yazar olmanın Yolları”, Aylık Dergi, s. 69,70,
AÄŸustos-Eylül 1984.
21. Necmettin Evci, “Sorma Sus Seyret”, Kelime, s. 14, S.12, Mayıs 1987.
22. J.C.Carloni. J.C. Filloux, a.g.e, s. 43.
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |