oldukça güçlü bir ışık oluÅŸturdu. Bunu Kitap hakkında çıkan 29-30 kadar yazının oluÅŸturduÄŸu bir kanı olarak söyleyebiliyorum. Bu ışık benim de olayları daha iyi görmeme ve tahlil yeteneÄŸimin artmasına önemli bir katkı saÄŸladı...
Åžimdi düÅŸünüyorum da liseden arkadaşım, eski bakan ve bürokratlardan Hasan Celal Güzel’in, 2008 yılında “Türban FaÅŸizmi”(*) baÅŸlığıyla gündemi tarif eden yazısı sanki ülke gemisinin artık yalpalayışının bir kanıtını vermiÅŸti... -Hadi belli bir yaÅŸa kadar Kur’an öÄŸrenme yasağını Ä°slam karşıtlığı ile izah edelim- Toplumu umrana yönlendirmesi gereken medyatik siyasi mekanizmaların, “aydın” geçinen karanlık kafaların güdümünde, ülke enerji ve dikkatlerini gerçekçi sorunlardan uzaklaÅŸtırarak ve de ülke dövizini çocuklarımızın öÄŸrenimlerini tamamlamalarını teminen yurt dışına çıkarılmasını teÅŸvik eder biçimde –kendilerinin tahfifkar ÅŸekilde- “iki metrelik bez parçası” dedikleri baÅŸörtüsüyle mücadeleye teksif ettirip, halkın yüzde sekseninin enerjisini tüketmeye yönlendirilmesi hangi vatansever duyguyla izah edilebilirdi? “Politik hayatı pahasına da olsa” altı yaşındaki bir çocuÄŸu –onun en iyi hamisi ve eÄŸiticisi olma konumundaki- anasından ve babasından alarak, on sekiz yaşına kadar meslek ve beceri kazandırmayan, lisan öÄŸretmeyen, düÅŸünce eÄŸitimi vermeyen bir “eÄŸitim tarzı”nın pençesine atmayı siyaset diye satan morarmış bir tavır nasıl savunulabilmiÅŸti; çözemiyorum. Vaktiyle Ülkeyi “bir Cent’e muhtaç" hale getiren bu kabil politikaların çetin izahı nedir ve nasıl tarif edilir ve hala meydanlarda gerdan kırarak kendini nasıl halka sunar bilemiyorum…
“Vapur, tren, oto, otobüs, dolmuÅŸ/ Hayat yollarda kaybolmuÅŸ/ Hayretteyim.” diyor, ve ekliyor:
“...Bazı kadınlar sanki banyoda/ Plaja dönmüÅŸ caddeler...” Dahası:
“Doymamış aç gözler/ OlgunlaÅŸmamış kof sözler/Bulvarlar dolusu bozulmuÅŸ özler/ Ahlak mı?.. Artık varsayım”... Üstüne üstlük:
“Ä°nsanlar gördüm/ insanlar yaya kalmışlardı/ Atsızdılar.../ Ä°nsanlar gördüm dünyaya dalmışlardı/ gamsızdılar” diye de yakınıyor...
Yine bu platformda :
“Koltuk çoklarını aldattı/ MustaÄŸripleri kendine/ gravatlarıyla baÄŸladı/... Koltuk/ Cemaatla namaz alanlarını nasıl da daralttı/ ve de:
“Göz alan avizelerin altında dolu kasalar/ Nazı niyazı azalttı.../ diyen bu ÅŸair:
“
Kilim üzerinde oturan Fatih/ Duymadın mı Ä°stanbul’u nasıl kuÅŸattı?” ÅŸeklinde sorumsu bir iddia da ortaya getiriyor...
“Koltukçular, koltukta namazlarından oldular/ Ä°nsanları nar-ı Cahimle deÄŸil/ TaÄŸutla korkuttular.../” diyerek hayıflanıyor.
Åžairler sokağından Ä°stanbul’a sapınca, tabii;
“Ben Ä°stanbul’a ÅŸiir yazmam/ Ä°stanbul artık Fatih’in Ä°stanbul’u deÄŸil/ Selvi selvi minareler olmasa/ Bizans’ı andırır sanki “ diyor ve hemen ekliyor:
“Her ÅŸey/ Cuma’nın Pazara dönmesiyle baÅŸlamadı/ Bu beden bu yarayı taa ötelerden aldı...” diyerek yaranın kökenini iÅŸaret ediyor.
Belli ki, Çekmegil
“Tanzimat”ın oluÅŸturduÄŸu ortamı beÄŸenmiyor;
“Bu ne biçim ortam!..” diyor:
“
SosyoloÄŸu karanlık Ziya/ Ä°dealisti mürted Fikret/ müçtehit taslağı baidullah Cevdet/ Diplomatı refik-i Patrik paÅŸa Fuat/ BaÅŸları Mustafa ReÅŸit...” Bitmedi:
“...Edepsiz Halide, çalıkuÅŸu beyinli/ Toptan hergele/ Gavur kayırıcıları bilmezler…/ Åžairi: deli deÄŸil; ama Orhan Veli/ Zavallı sokak kedisi/ CiÄŸeri rüyasında gören mideci/ Kadını sokakta rimelli/ ErkeÄŸi evde; kıskanmaz belli/.
Çekmegil’e göre manzara ÅŸu:
“Açmışlar TV.yi/ Sohbet yok, kıraat yok/ Azdıkça azıyorlar/Bir yandan taklitçi vaızlar/ Habire mühür kazıyorlar/ Ya enteller?/... OturmuÅŸ ÅŸiir yazıyorlar...” “Kamyonlar (bizce Ankara’dan ama)
Ä°stanbul’dan Anadolu’ya/ Tonlarla Batı taşıyorlar/ OturmuÅŸ kurtlar, kuzular, kuÅŸlar/ Güller ve dikenler gibi asude bir hayat yaşıyorlar...”
Ve yakınırken müsebbiplerinden:
“Ey Batı’da dilenen zifiri aydın!/ Sen, olmaz olaydın/...” diyor…
“Baksana kimler çıkıyor mikrofonlara/ Kimler tırmanıyor ekrana/ Çetin mi çetin/ ÇöreklenmiÅŸ tepesine Milletin/...
"N’olacak; velisiz toplum/ Hatibi ham hum”
Tabii bu durum karşısında geçmiÅŸe tahassür yazılmaz da ne yazılabilirdi ki:
“Su sesi çaÄŸlardı kulağımızda/ Borularda akıp gitti/ Para sesi vardı cüzdanımızda/ Kağıtlar yerini aldı bitti/
“Bir ses daha vardı/ Ä°liklerimize kadar akardı/ Alkole buladılar/ Mikrofonlar eritti/
“Lahuti bir naÄŸme eserdi dünyamızda/Onu ÅŸükürsüzlük yedi bitirdi/
“GöÄŸü uçaklar/ Denizi torpidolar/ Yeri fabrikalar öÄŸüttü./
“Mekanik bir dünya geldi /Tabii dünyamızı itti...”
Bunu tabii görüyor Merhum Çekmegil; ona göre:
“DoÄŸruya doÄŸrulmayanlar, yalanlara boÄŸulurlar/ Veli olmaya çalışmayanlar, velilere köle olurlar/ Sezar’a hak tanıyanlar, Ä°sa’nın hakkını/ Anlayamazlar/ Allah’a ortak koÅŸan çoÄŸulcular, ortalıkta/ DolaÅŸan koÄŸucudurlar/ Yaratana saygı duymayanlar, yaratılmışlara saygı dururlar/ Kibirle kasılanlar, vakardan yoksundurlar/ Namazsızları sorgulamayanlar/ Namazlarından sorgulanırlar/ Kitabın semtine uÄŸramayanlar/ Bilmezlerle beraber uÄŸurlanırlar!../ Ä°mansız sonlar, sonunda mutsuzdurlar/ Gündemde deÄŸilse ana konular/ Bir meÅŸin yuvarlakta yuvarlanırlar...” (*)
***
Gelin isterseniz ÅŸimdi bizi bu tabloyla yüz yüze bırakan tarihi geçmiÅŸimizin -düÅŸünür bir tarihçimizin bir konferansından algıladığımız ÅŸekliyle intibaen zihnimizde kalan- bu tablodaki fırça darbelerine birlikte bir göz atalım:
Gerçi branÅŸ olarak
Tarih bir ilim deÄŸildir, felsefi bir perspektiftir. Buna tarih felsefesi de diyebiliriz. Ama bu felsefi gidiÅŸ, mevsuk, sahih, ve kesin tespitler üzerinde ilerliyorsa, yer yer bilimsellik vasfı da kazanabilir. Kaldı ki “Tarih”te ilim oluÅŸturan bir yön de vardır; (mesela arÅŸiv kayıtlarına, mevsuk belgelere göre 1453 yılında Fatih’in Ä°stanbul’u fethettiÄŸi; 1516’da Yavuz Selim’in Çaldıran da (Osmanlı düÅŸmanı) Åžah Ä°smail’i bertaraf ettiÄŸi gibi)…
Ä°ki-üç yıl kadar önce
Ä°lber ORTAYLI hocanın, sayın Vedat Ahsen COÅžAR beyefendinin yönetimindeki Ankara Barosunda, bir konuÅŸma sonrası (Av. Åžuayip Gaziulusoy meslektaşımın sorusu üzerine) yaptığı cevabi anlatım –zihnimde- ülke sorunlarının temeline önemli bir ışık tutmuÅŸtu. Onu algıladığım ve hatırımda kalan ÅŸekliyle burada da aktarmak: konuyu tartışabilmek bakımından ufuk açıcı olacaktır, sanıyorum:
Hocadan anladığım kadarıyla:
1839 tarihimizin önemli bir dönüm noktası idi. O tarihe kadar baÅŸta bulunan Türk ve Müslüman padiÅŸah -mülkünde yolsuzluk yapan- devÅŸirme sadrazam ve paÅŸaların malına el koyup kellesini alabiliyorken, tam da o tarihten sonra (yolsuzlukçu) devÅŸirme sadrazam ve paÅŸalar “baÅŸta bulunan” Türk ve Müslüman padiÅŸah kellesi almaya baÅŸlamışlardı ve ilk kurban da Sultan Abdullaziz idi. Hoca, zindanda O’nun -iki bileÄŸi birden kesilerek- katlediliÅŸ tarzını pek güzel sergilemiÅŸ, en katı yürekleri bile etkileyebilecek ÅŸekilde bu gerçeÄŸe duygusal bir renk te katmıştı…
Daha sonra iÅŸbaşına gelen Sadrazam Mithat PaÅŸa’yı adi cinayetten idama mahkum eden Plevne kahramanı Gazi Osman PaÅŸa riyasetindeki Mahkeme kararını uygula(ya)
mayıp sürgüne çeviren “kızıl sultan”(!) “cennetmekan” Abdulhamid Han’ın bu tavrı merhametiyle mi, acziyle mi, yoksa konjonktürü deÄŸerlendiren siyasi dehasıyla mı izah edilir bilemiyorum…
Sultan Abdulhamid’in bu tavrı ile beraber 1.ve 2. MeÅŸrutiyet dönemlerinde çoklukla nitelikli ekalliyet temsilcileri yanında -saf ve hedefsiz- Anadolu ruhu taşıyan Müslüman temsilcilerden oluÅŸan MeÅŸrutiyet Meclisleri dönemini takip eden “Ä°ttihat-Terakki” güdümündeki faciaların (Balkan faciası, Palandöken daÄŸlarında tek kurÅŸun atmadan dondurucu soÄŸuÄŸa feda edilen mazlum ÅŸehitlerimiz, “Girit bizim canımız feda olsun kanımız…” ÅŸeklinde sloganlarla elden çıkarılan varlıklarımızın) yer aldığı o sahnede ki Zaza Ziya Gökalp’in -Batılı düÅŸünür Durkheim’den muktebes fikirleriyle- Türkçü olarak rol aldığı ve Osmanlı ülke bütünlüÄŸünün kavmiyetçilik belasına maruz bırakıldığı -Osmanlı’yı yıkıma götüren-dönemin acı dramını nasıl irdelemeli?!.. O ne dram ve Tanzimat MeÅŸrutiyetinin o ne anlaşılmaz politikaları idi ki, Müslümanı (ve tabii Türk’ü) azınlıkların güdümüne vermiÅŸ ve “altı yüz yıllık çınarı” 60 yıl gibi kısa bir sürede çürüterek ıskartaya çıkarmıştı.
Ne var ki
bu aziz millet, elinde kalan son kale Anadolu’da –akıl almaz canhıraÅŸ bir gayretle- göÄŸsündeki imanın hediyesi
Ä°stiklal mücadelesinde MeÅŸ’um
Tanzimat ve MeÅŸrutiyet düalizmine son veren basiretiyle nefes aldı da, hala
dünyada var olma hakkına sahip olduÄŸunu açıkça kanıtladı. DüÅŸünsel alanda da –derinlikli bir iç seziyle- varoluÅŸ ÅŸartı olarak adalet, basiret, ebediyet ülküsünü tahkim ve takviye için -
Safahat, 9 ciltlik Elmalı Tefsiri, ve 12 ciltlik Babanzade Ahmet Naim’in Sahihi Buhari …Tercümesi gibi- bir kaç muhteÅŸem eserle
Ä°slam’ın düÅŸünsel alandaki yaÅŸam hakkına bir kanıt, bir içerik, bir düzey de saÄŸlamaya yönelmiÅŸ oldu..
***.
Burada bu trende -nasıl ve niçin- hangi icraatlarla tedricen darbe indirilerek son verildiÄŸi tartışmasına girmeksizin, Kıbrıs konusunda Türkiye’yi yeniden söz sahibi kılmaya yönelen, ve sanırım 1957’lerde Dünya Bankası müzakerelerinde ABD’ye (aslında Ä°ngiltere’ye) hafifçe kaşını kaldırarak alternatif politikalar arayışına giren Menderes Ä°ktidarına (ya da iktidarsızlığına) karşı gerçekleÅŸtirilen
1960 yılındaki 27 Mayıs etiketli darbeden sonra yapılan ilk iÅŸin, “Milli Hakimiyet” ülküsü temelinde
“Kuvvetler BirliÄŸi” ilkesine müstenit 1924 anayasasını ilga ederek, çözüm mekanizmalarının iÅŸleyiÅŸini zaafa uÄŸratan bir içerikle
“Kuvvetler Ayrılığı”nı esas alan
“61 Anayasası”na vücut verilmiÅŸ olması calibi dikkattir… Sanırım bu Anayasa ile –yeniden- 600 yıllık bir imparatorluÄŸu çok kısa sürede yok eden iç çekiÅŸmelere çözüm kapısı olması muhtemel “Milletin HakemliÄŸi”ne yasal alanda “devrimsel” bir zaaf getirilerek,
“Millet adına” “Kurumsal Egemenlik” ilkesine alt yapı oluÅŸturulmuÅŸtur. “Netekim” bu anayasa ile oluÅŸturulan -“Senato”, “Temelli Senatörlük” gibi- anlamsız yapıları ilga ederek 1961 anayasasını melezleÅŸtirmiÅŸ olan 1980 darbesi –bilinçaltında- bu iflah sökücü çözümsüzlüÄŸe son verme içgüdüsünün bir yansıması, bir bilinçaltı refleksi idi. Yeterli ve akli bir fikir temeli olmadığı için de, devirdikleri iktidarın güdümünde -benim gibi mütevazi bir vatanseverin oluÅŸmuÅŸ yasal haklarını yok etmeye bile yönelen ve bazen zulüm derecesine varan- akıl dışı, münferit yanlışlarının gölgesinde çabucak -bilinçli ve hedefi belli 60-68 zihniyetlilerin tırpanları altında– eriyip gitti. Ne yazık ki, “Aydın” geçinenlerimiz, ÅŸimdiki olayların ve çekiÅŸmelerin ve de boÅŸ uÄŸraşılarımızın sebebinin 960 darbesi deÄŸil de –Haydar Saltuk ve Necdet ÜruÄŸ paÅŸalarımızın sekreteryasında yürüyen- 980 müdahelesi olduÄŸunu sanıyor...
(Bu konuya gerekirse daha sonra detaylı bir makale ile dönmek ümidi içinde ÅŸimdi) O gün bugündür -hüviyet tanımı zor bir yapı içinde yapılan- kamusal tuhaflıklar ve akıl almaz görüntüler listesi üzerinde düÅŸünce üretip bir teÅŸhis arayacağım. Åžöyle:
a) Ä°stiklal Harbimizde mermi taşıyan “Nene Hatun” gibi asil annelerimizin ve kız kardeÅŸlerimizin terbiyelice giyim tarzları –ne demekse- “kamusal alanda” hem de “hukukçu(!)larca” yasaklanarak, sokaklarda ve “kamusal iÅŸyerleri”nde -yer yer adeta teÅŸhirciliÄŸe varan- iç gıcıklayıcı giyim tarzının önü açıldı, teÅŸvik edildi.
b) Erkeklerin iÅŸgücü devre dışı bırakılacak ÅŸekilde, geleceÄŸimiz için vasıflı aile çocukları yetiÅŸtirmesi gereken hanımların –adeta amele pazarlarına sürülerek- doÄŸal misyonlarının önü kesildi (ve bu misyon saptırma zulmü ile) tedricen evlenmez, evlenemez ve de evlilik birliÄŸini sürdüremez bir “kadın hakları” (daha doÄŸrusu haksızlıkları) ortamı oluÅŸturuldu. Buna mahkeme salonlarında dolup taÅŸan boÅŸanma davalarının ürküten aşırı çokluÄŸunu da katarsanız yaÅŸanan ve yaklaÅŸan sosyal vahametin boyutunu anlamak hayli kolaylaşır sanıyorum.
c) Yıllarca resmi yayın organlarında ve tuhaf destekli medya organlarında 10 yıl ülkeye BaÅŸbakanlık yapmış, fakirin ayağına ayakkabı giydirmiÅŸ, halka Devlet kapılarında hak arama imkan ve kabiliyeti kazandırmış bir BaÅŸbakanın asıldığı bir yerde, Ä°mralı’da, 35.000 bebek öldürdü diye tanıtılan bir kimse Devlet garantisi ile millet kesesinden beslenerek koruma altında –hatta politik demeçler de vererek- adeta politika üretmeye, icrayı sanata devam ediyor; ve bu garip hal “haber deÄŸeri olduÄŸu için” aynı medya ile reklam da ediliyor,..
d) Merve KAVAKÇI isimli, topluma gösterilen hedef içinde “Batı eÄŸitim”li, Türk soyundan, müdeyyin bir hocaefendinin hanımefendi kızı -özendirilen demokratik kurallar içinde Milletvekili olduÄŸu halde- devrin, hem de “ilerici, demokrat ve sol” BaÅŸbakanının da (zorlandığından olsa gerek kararan bir çehreyle dahil olduÄŸu fiili bir uygulama ile) TBMM’de, Türkçe yapmak istediÄŸi –“çaÄŸdaÅŸ, ileri” Batı demokrasilerinin ÅŸartı olarak(!) yasayla zorunlu kılınan- “Laik”liÄŸe baÄŸlılık yemini engellenip - siyasi hakları yanında adeta medeni ve tabii haklarından da fiilen mahrum bırakılırcasına; hiçbir ÅŸeyden habersiz küçücük çocukları ilkokullarda yuhalattırılarak, gece bir buçuklarda savcı tarafından evi basılmak suretiyle taciz edilip Ülkeyi terke zorlanırken; çeÅŸitli ithamlar altında zanlı tutulan Leyla ZANA isimli bayan bir Milletvekilinin -üç renkli puÅŸusu ile, resmi dil dışında kendi dilini de kullanarak- yemini tamamlattırılıp, Parlemento’da, tabii ÅŸekilde, bütün haklarını kullanmak suretiyle, en yüksek parlamenter maaşıyla emekli edilebiliyor. Bunun gibi:
e) Daha yukarıda sözünü ettiÄŸim Ziya GÖKALP’in –Osmanlı Ä°mparatorluÄŸunu parçalayacak çaptaki çeliÅŸkili slogan ve ırkçı söylemleriyle bayraklaÅŸtırıldığı ülkemizde, "Türk’ün ruh köküne baÄŸlı" MaraÅŸlı ÅŸairimiz Necip Fazıl KISAKÜREK’ın maruz kaldığı -henüz orta yaÅŸlı neslimizin belleÄŸindeki- takibat, muamele ve hapishane deneyimleri;
f) Ve de
“Türküm, Müslümanım demiÅŸim/ Türk’ün Müslüman kalmasını istemiÅŸim” diye diye bir taÅŸra vilayetinde yayınladığı 40 kadar eseriyle -ülkesi için fikir üreten- babam M. Said ÇEKMEGÄ°L’e 27 Mayısta –hem de kendisini yakından tanıyan Alpaslan TÜRKEÅž’n devr-i iktidarında yapılan muameleler insanı, özellikle de beni çok düÅŸündürüyor…
Bunlar ÅŸu anda aklıma gelen misal kabilinden bir iki akıl almaz örnekler. Bu akıl almaz örneklerin sergilediÄŸi tablo çok beyin törpüleyici. Bürokraside hangi ırktan kimlerin resmi himaye altında “en yüksek makam”larda “en yüksek” bürokratlara tanınan imtiyazlardan faydalandırıldığı, taltif edildiÄŸi ülkemizde –büyük riskleri göze alarak ülke çıkarlarına sahip çıkan- ne tip bürokratların, en basit “yasal haklar”ından bile bazen nasıl mahrum edildiÄŸini görmek için ÅŸu benim
“Tilki Tuzağı” isimli anı kitabımın okunmuÅŸ olmasını çok isterdim.
Ama, güdük sol zihniyetli “aydın”ların(!), çok sıradan, sanal kitapçıklarının resmi TV’lerde reklam edilip Kültür Bakanlığı bütçesinden desteklendiÄŸi ülkemizde yerli düÅŸünce ile resmi çarka ait anı ve eleÅŸtiriler yansıtan bu kitap -hakkındaki ÅŸükranla yadettiÄŸim, soldan (Sayın Ä°lhami Soysal dostumuz) ve saÄŸdan (Metin Önal kardeÅŸimiz ve Yavuz Bülent Bakiler aÄŸabeyimiz gibi) otuza yakın çok deÄŸerli tahlil ve takdir yazıları dışında en ufak resmi bir tanıtım ve desteÄŸe nail olamamış, umut taşıyan gözlerden uzak tutulmuÅŸtur…
Åžükür ki ümitsiz deÄŸiliz; “M. Said Çekmegil üstadımız” bu ümidimizi Kriter dergimizde yıllar önce ÅŸöyle dile getirmiÅŸti:
“Åžehit ekili toprak altından/ YemyeÅŸil filizler beliriyor/ GüneÅŸ yeniden doÄŸmak için ufukta/ Tunç renklerini dökerek batıyor...
“Çırpınıp duruyor ipek kanatlı kelebek/ Aynalarda yıkanıyor bir melek/ BoÅŸuna gitmedi olanca emek/ Kentten uzakta bir çoban/ Karışan saçlarını tarıyor...
“Kulak ver arzın kalbine/ Umutlar taşıyor baksana ahengine/ Sen hayale dalma da yine/ Dünya afakı aydınlatmak için yanıyor...
“Bu kadar yaÄŸmur duası boÅŸuna mı/ Çakan ÅŸimÅŸekler altında/ Biriken göz yaÅŸlarımız yağıyor/ Bir çocuk doÄŸacak günlerden habersiz/
AÄŸlıyor...” (**)
Tüm bu
“Akıl Almaz kamusal yöneliÅŸler”i vatansever kardeÅŸlerimin ufku daha da açılsın ve benzeri durumlara maruz kalmaları halinde hayrette kalıp meyus olmasınlar için yazdım.
Bireysel ve toplumsal hayatımıza kendi irademiz dışında hükmeden fiziki ve sosyal tabiat yasalarına aykırı yöneliÅŸlerin toplumu dejenere etmekten baÅŸka hiçbir sonuç vermeyeceÄŸini hatırlatmak istedim. Aklını kullanmayan toplum ve bireyleri Allah’ın pislik içinde bırakacağını(***) hatırlatmayı düÅŸledim…
***
Vatan ve Milletini ve de kendini severlik yer yer fedakarlık ta gerektiriyor; asıl ödül ahirette; Cennet’te…
M. Selami ÇEKMEGÄ°L
_____________
(*) 17.01.2008 tarihli Radikal'den
(**) Serdar Arseven’in TERCÜMAN gazetesindeki “ÇEKMEGÄ°LCE” BaÅŸlıklı yazısından alıntıdır. Bkz.:
http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=59&Itemid=48
(***) bkz. K.: 10/100
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.