Adnan Menderes'in Mecliste yaptığı son konuşma
Yazar M. NEDÄ°M HAZAR / ZAMAN
11-09-2010
50 yıl önce Adnan Menderes'in Mecliste yaptığı son konuÅŸma
M. NEDÄ°M HAZAR / ZAMAN O gün baÅŸbakan biraz kırgın, ÅŸaÅŸkın ve öfkeliydi. Ancak böyle olmasına raÄŸmen duruÅŸundan bir ÅŸey yitirmemiÅŸti. Grup toplantısının yapıldığı salonda kürsüye geldi ve tarihe geçecek ÅŸu konuÅŸmayı tane tane yaptı:
"Artık herkes biliyor ki; halk, iktidarı elinde tutan küçük bir zümrenin elinde oyuncak haline gelmiÅŸtir. HaÅŸmetlilerin(!) iÅŸareti ile aydınların, kalem sahiplerinin, devlet adamları öldürülmüÅŸ ya da zindanlarda çürütülmüÅŸlerdir. Bu terör havasının halkta meydana getirdiÄŸi eziklik duygusundan cesaret alınarak halka başıbozuk (cahil) denmiÅŸtir. Åžimdi size soruyorum: Bu derece hakir gördükleri ve başıbozuk telakki ettikleri halka idareyi devretmek ve bunu hazmetmek bunlar için kolay mı oldu zannediyorsunuz?
Kıymetli arkadaÅŸlarım! Uzun zaman sonra sivil yönetim kurulmuÅŸ, insan haysiyet ve ÅŸerefine yakışır bir ÅŸekilde ekonomik, sosyal ve manevi alanda bu milletin yüzünü güldürecek bir hükümet iÅŸ başına gelmiÅŸtir. Bu memlekette daha yakın zamana kadar totaliter bir idarenin hüküm sürmüÅŸ olduÄŸunu ve devlet memurlarının büyük çoÄŸunluÄŸunun böyle bir idarenin gereklerine, isteklerine göre yetiÅŸtirilmeye çalışılmış bulunduÄŸunu hatırlayabilirsiniz. Dün olduÄŸu gibi bugün de halktan uzak, silah himayesinde çalışmayı tercih eden kalem sahiplerinin, sözümona ilim adamlarının ve idarecilerin olduÄŸu herkesin malumudur. BahsettiÄŸimiz zümre, düÅŸmanlarımızla söz birliÄŸi içinde cennet haline gelmeye müsait olan Türkiye'mizin çehresini deÄŸiÅŸtirmeye uÄŸraÅŸanları imha ve bertaraf etmeyi kendilerine amaç edinmiÅŸlerdi. Çünkü Türkiye'de artık başıbozukluk yoktur. (...) Bu durum, dünün diktatör (zihniyetindeki)lerini çileden çıkarmaktadır. Kurdun koyun postuna bürünmesi gibi kendilerini demokrasi -ve cumhuriyet- havarisi gösterip karşımıza çıkıyorlar ve halkımızı bu nimetlerden mahrum etmek için her türlü hileyi, entrikayı mubah görüyorlar. Cenab-ı Hak, Türk milletini bunların ihtiras ve ÅŸerrinden korusun!"
BaÅŸbakan, bir yudum su içti ve kalabalığı dikkatle süzdükten sonra siyaset yoluyla kendilerini alt edemeyenlerin oyunlarına da iÅŸaret etti: "(Rakiplerimiz ve iÅŸbirlikçileri) Üniversiteye gidecekler, profesörlere, 'fetvalarınızı hazırlayın' diyecekler. Kumandanlara gidecekler, 'eskiden beri himayenizde çalışmayı büyük bir ÅŸevkle arzu eden biz bendelerinizin hulus-u kalb ile arz etmek istediÄŸimiz husus ÅŸudur ki; bu memleketi ancak sizler idare edebilirsiniz' diyecekler. 'Müdahale (ihtilal) zamanınız gelmiÅŸtir' diyecekler. 'Milletten korkmayınız, onlar koyun sürüsüdür' diyecekler. Arkanızdan gelecektir diyecekler. Ve Kızılay Sıhhiye'de öylesine bir toz duman koparabileceklerdir ki; memleket o toz duman içinde kaybolabilecektir. Vicdanları sızlamadan bu aziz milletin saadet ve refah yolunda kat ettiÄŸi mesafeyi yarıda bıraktırarak milletin önüne Ä°skender seddi gibi bir set çekebileceklerdir. Milletin ulaÅŸmak istediÄŸi hedefi unutturabilecekler, o cehennem çukurlarının içine bu aziz milleti tekrar sokmak için silah ve süngüleri kullanabileceklerdir.
Çok muhterem arkadaÅŸlarım; Benim iddia ve tahlillerimin delilleri ortadadır kanaatindeyim. Netice olarak önümüzde iki yol vardır. Daha önce denenmiÅŸ o meÅŸ'um ve menhus gelenekleri bırakarak herhangi bir müessesenin imtiyazlı zümrenin himayesine girmeyerek milleti refaha götürmek. Bu yolda yürümek istiyorsanız sizinle beraberim. DiÄŸer bir yol ise zinde kuvvet (askerî cunta) dedikleri ÅŸeyin desteÄŸini alıp, milleti cehennemî bir havada yaÅŸatmaktır. Bu yolu tercih ederseniz sizinle beraber deÄŸilim."
OkuduÄŸunuz satırlar, BaÅŸbakanımız ErdoÄŸan'ın kendi parti grubunda yaptığı bir konuÅŸma deÄŸildir! Yaklaşık 50 yıl önce merhum BaÅŸbakan Adnan Menderes'in yaptığı bir konuÅŸmadır. Bugün olanlara bakıldığında rollerin aynı, aktörlerin farklı olduÄŸunu görmek insanı dehÅŸete düÅŸürüyor ve bir toplumun akıl tutulmasının bu kadar uzun yıllar sürmesi insanı kahrediyor. Sevgili dostumuz, Yeni Åžafak yazarı Yusuf Kaplan'ın sütunlarına taşıdığı bu tarihî konuÅŸmanın daha geniÅŸ kitlelere aktarılması boynumuzun borcu oldu. Ä°sterseniz ibret alın, tarih ve tekerrür ile ilgili vecizeler gelsin aklınıza, isterseniz "bu tabloyu deÄŸiÅŸtirmek için biz ne yaptık?" sorgulaması yapın.
Yorumsal- Bir eklenti Yazar sanih açık 2010-09-12 00:26:4727 Mayıs 1960 İhtilali ve Güç dengesi
28 Mayıs 2010 Cuma 21:49
mtgergerlioÄŸ
,
II. Dünya savaÅŸinda Türkiye dogrudan yer almadigi halde stratejik konumu itibariyle savaşın siyasal, sosyal, ekonomik sonuçlarından etkilenmiÅŸ, savaÅŸ sırasında yaÅŸadığı yalnızlık siyasetini aÅŸmaya çalışmıştır. SavaÅŸ sonrasında Sovyet Rusya’nın Emperyalist baskılarına maruz kalmış ve denge siyasetin ABD’ne yakınlaÅŸmakla bu bunalımı aÅŸmaya çalışmıştır. Dünyada geliÅŸen siyasal-ekonomik olaylara baÄŸlantılı olarak batı siyasetinde yer almaya baÅŸlamıştır. Savaşın getirdigi ekonomik yıkıntıları aÅŸmak için ABD’den dış yardım saÄŸlamış ve uluslararası ekonomik ortaklıklarda yer almıştır. Içte devletçilik siyaseti, çok partili yaÅŸama geçiÅŸle yerini liberalizme bırakmaya baÅŸlamıştır.
1949-1953 yılları arasında Suriye'de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği olmuş ve bu arada iki defa askeri diktatörlük kurulmuştur. 25.Şubat 1954'te askeri ihtilal neticesinde Baas partisi iktidarı ele geçirmiştir.
1956 Nisanından itibaren de Baas, Mısır'la birleşme fikrini savunmaya başlamış ve bu konuda bir çok gösteriler düzenlemiştir. 1956 Süveyş buhranı ve İngiltere ve Fransa'nın Mısır'a saldırmaları, Baas ile Mısır'ı birbirine daha da yaklaştırdığı gibi, Arap dünyasında hem Batı aleyhtarlığını ve hem de sol akımların tesirini arttırmıştır.
Nitekim 1957 yılı başından itibaren Suriye'nin gittikçe sola kaymaya ve bu ülkede komünistlerin tesirinin artmaya başladığını görüyoruz. Bu gelişmenin liderliğini Suriye kabinesinin kuvvetli adamlarından ve komünist sempatisi ile tanınan Halit el-Azm yapmaktaydı.
Halit el-Azm 1956 Temmuzunda Savunma Bakanı olarak bir heyetle Moskova'ya gitti ve orada Sovyetlerle bir takım anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmaların 6 Ağustosta açıklanması iledir ki, 1957 Suriye buhranı patlak verdi. Zira bu anlaşmalara göre, Sovyetler Suriye'ye 500 milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım yapacaklardı Bu yardım, Lazkiye'de yeni bir limanın yapımı, Suriye'de karayolları ve demiryolları inşası, sulama ve enerji projelerinin finansmanı ve yine Suriye'de 6 tane yeni havaalanı inşası için kullanılacaktı. Ayrıca Suriye'nin silahlandırılması da bu yardım çerçevesi içinde yer alıyordu.
Anlaşmaların açıklanmasından bir süre sonra, 17 Ağustosta, ılımlı bir kişi olarak bilinen Suriye Genelkurmay Başkanı General Nizameddin, emekliye sevk edildi ve yerine, gençliğinde Fransız Komünist Partisine üye olmuş bulunan Albay Afif el-Bızrî getirildi.
Bu gelişmeler, Suriye'nin komşuları Türkiye, Irak ve Ürdün ile İsrail ve Lübnan'da büyük heyecan uyandırdı. Bu ülkelerin inancı Sovyetlerin şimdi Suriye'de bir "köprübaşı" kurdukları ve Suriye'nin bir "Moskova uydusu" hâline geldiğiydi. İsrail Başbakanı Ben Gurion, Başkan Eisenhower'e gönderdiği mesajda, "Suriye'nin milletlerarası komünizmin bir üssü haline gelmesi, zamanımızda hür dünyanın karşısına çıkan en tehlikeli hadiselerden biridir" diyordu. Gerçekten, işin aslına bakılırsa, çarlık Rusya'sı zamanından beri ilk defa olarak Sovyetler bu anlaşma ile bir Orta Doğu ülkesine ayak basmak imkanını elde ediyorlardı. Zira, bu anlaşma ile bir çok asker ve sivil Sovyet uzmanı Suriye'de bulunmak imkanına sahip oluyordu.
Ağustosun son haftasında, Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin İstanbul'a gelerek Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile görüşmelerde bulundular. Bu görüşmelere Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy Henderson da katıldı. Başkan Eisenhower ise, Başbakan Menderes'e gönderdiği mesajda, Suriye'nin bir saldırısı karşısında Türkiye Irak ve Ürdün'ün bu ülkeye karşı askeri bir harekata girişmek zorunda kalması halinde, Amerika'nın kendilerine derhal silah yardımı yapacağını bildirdi. Amerika Batı Avrupa'daki hava kuvvetlerinden bir kısmını Adana hava üssüne gönderdiği gibi, 6. Filo da Doğu Akdeniz'e gelmek üzere harekete geçti. Türkiye ise, bir yandan ihtiyatları silah altına çağırarak,bir yandan da Suriye sınırları yakınında askeri manevralar düzenleyerek, Suriye'ye bir uyarmada bulunmak istedi. Zira şimdi Türkiye, yıllardan beri kuzeyden hissettiği baskıyı, aynı zamanda güneyden de hissetmek durumunda kalıyordu. Yani Türkiye, Sovyetlerin hem kuzeyden ve hem de güneyden baskısı altına girmek üzereydi.
Irak Kralı Faysal bu toplantıda, Menderes'e “ Osmanlı Devleti'nin dağılması neticesinde, bugün zelil bir durumdayız, diyerek; Irak Devleti'ni fesh ederek, Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak olmak istiyoruz” teklifinde bulunur.
14 Temmuz 1958 tarihinde Emir Faysal a karşı Irak ta ihtilal gerçekleşir.
Irak ile Türkiye nin sınırları kaldırarak tek bir devlet haline gelmesi halinde, siyasi karışıklıklarla boÄŸuÅŸan bölgedeki diÄŸer devletlerin de Irak'ı örnek alarak Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak olmalarına sebebiyet verebilir ve “Güç Dengesi” Türkiye ye kayabilirdi. ”Bizim çocuklar” ÅŸartların olgunlaÅŸmasını beklediler.
Merhum Menderes her şeyin farkındaydı. Grup toplantısının yapıldığı salonda kürsüye geldi ve tarihe geçecek şu konuşmayı tane tane yaptı: "Artık herkes biliyor ki; halk, iktidarı elinde tutan küçük bir zümrenin elinde oyuncak haline gelmiştir. Haşmetlilerin(!) işareti ile aydınların, kalem sahiplerinin, devlet adamları öldürülmüş ya da zindanlarda çürütülmüşlerdir. Bu terör havasının halkta meydana getirdiği eziklik duygusundan cesaret alınarak halka başıbozuk (cahil) denmiştir. Şimdi size soruyorum: Bu derece hakir gördükleri ve başıbozuk telakki ettikleri halka idareyi devretmek ve bunu hazmetmek bunlar için kolay mı oldu zannediyorsunuz?
Kıymetli arkadaşlarım! Uzun zaman sonra sivil yönetim kurulmuş, insan haysiyet ve şerefine yakışır birşekilde ekonomik, sosyal ve manevi alanda bu milletin yüzünü güldürecek bir hükümet iş başına gelmiştir. Bu memlekette daha yakın zamana kadar totaliter bir idarenin hüküm sürmüş olduğunu ve devlet memurlarının büyük çoğunluğunun böyle bir idarenin gereklerine, isteklerine göre yetiştirilmeye çalışılmış bulunduğunu hatırlayabilirsiniz. Dün olduğu gibi bugün de halktan uzak, silah himayesinde çalışmayı tercih eden kalem sahiplerinin, sözümona ilim adamlarının ve idarecilerin olduğu herkesin malumudur. Bahsettiğimiz zümre, düşmanlarımızla söz birliği içinde cennet haline gelmeye müsait olan Türkiye'mizin çehresini değiştirmeye uğraşanları imha ve bertaraf etmeyi kendilerine amaç edinmişlerdi. Çünkü Türkiye'de artık başıbozukluk yoktur. (...) Bu durum, dünün diktatör (zihniyetindeki) lerini çileden çıkarmaktadır. Kurdun koyun postuna bürünmesi gibi kendilerini demokrasi -ve cumhuriyet- havarisi gösterip karşımıza çıkıyorlar ve halkımızı bu nimetlerden mahrum etmek için her türlü hileyi, entrikayı mubah görüyorlar. Cenab-ı Hak, Türk milletini bunların ihtiras ve şerrinden korusun!"
Başbakan, bir yudum su içti ve kalabalığı dikkatle süzdükten sonra siyaset yoluyla kendilerini alt edemeyenlerin oyunlarına da işaret etti: "(Rakiplerimiz ve işbirlikçileri) Üniversiteye gidecekler, profesörlere, 'fetvalarınızı hazırlayın' diyecekler. Kumandanlara gidecekler, 'eskiden beri himayenizde çalışmayı büyük bir şevkle arzu eden biz bendelerinizin hulus-u kalb ile arz etmek istediğimiz husus şudur ki; bu memleketi ancak sizler idare edebilirsiniz' diyecekler. 'Müdahale (ihtilal) zamanınız gelmiştir' diyecekler. 'Milletten korkmayınız, onlar koyun sürüsüdür' diyecekler. Arkanızdan gelecektir diyecekler. Ve Kızılay Sıhhiye'de öylesine bir toz duman koparabileceklerdir ki; memleket o toz duman içinde kaybolabilecektir. Vicdanları sızlamadan bu aziz milletin saadet ve refah yolunda kat ettiği mesafeyi yarıda bıraktırarak milletin önüne İskender seddi gibi bir set çekebileceklerdir. Milletin ulaşmak istediği hedefi unutturabilecekler, o cehennem çukurlarının içine bu aziz milleti tekrar sokmak için silah ve süngüleri kullanabileceklerdir.
Çok muhterem arkadaÅŸlarım; Benim iddia ve tahlillerimin delilleri ortadadır kanaatindeyim. Netice olarak önümüzde iki yol vardır. Daha önce denenmiÅŸ o meÅŸ'um ve menhus gelenekleri bırakarak herhangi bir müessesenin imtiyazlı zümrenin himayesine girmeyerek milleti refaha götürmek. Bu yolda yürümek istiyorsanız sizinle beraberim. DiÄŸer bir yol ise zinde kuvvet (askerî cunta) dedikleri ÅŸeyin desteÄŸini alıp, milleti cehennemî bir havada yaÅŸatmaktır. Bu yolu tercih ederseniz sizinle beraber deÄŸilim.”
“Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz.” diyerek, gruptaki konuÅŸmasına son verdi.
1960 Şubatı'nda, yani ihtilal den 3 ay önce Türk Dışişleri, Menderes'in haziran ayında bir dizi proje anlaşması için Sovyetler Birliği'ni resmen ziyaret edeceğini duyurdu. Hemen akabinde o yılın eylül ayında Kruşcev'in Türkiye'ye geleceği açıklandı. Haziran'da Menderes Moskova'ya gidecek, Eylül ayında da Kruşçev Ankara'ya gelecekti ve Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir dizi proje anlaşması imzalanacaktı.
27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti nde Başbakan merhum Adnan Menderes ve Hükümetine karşı ihtilal gerçekleşir.
Kaleme aldığı son mektubunda :
“Sizlere dargın deÄŸilim. Sizin ve diÄŸer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiÄŸini biliyorum. Onlara da dargın deÄŸilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uÄŸruna koyduÄŸu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteÅŸekkirdir. Ä°dam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiÄŸimi, silahların gölgesinde yaÅŸayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Åžunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduÄŸu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama ÅŸimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna raÄŸmen duam sizlerle beraberdir.”