19-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Medyadan Seçmeler arrow BABAMIN MEŞİN ÇANTASI
BABAMIN MEŞİN ÇANTASI PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 3
KötüÇok iyi 
Yazar METÄ°N ÖNAL MENGÜŞOÄžLU-Ä°ktibas,Temmuz,2010   
08-07-2010
BABAMIN MEŞİN ÇANTASI                                                                             
                                                                                                                              
             METÄ°N  ÖNAL MENGÜÅžOÄžLU-Ä°ktibas, s.379
Bu yazının baÅŸlığı aslında “Babamın Bavulu” olacaktı. Gelin görün ki Nobel ödülü alan ilk Türk romancısı Orhan Pamuk’un ödül alış törenindeki konuÅŸması aynı baÅŸlığı taşıyordu. Ondan ödünç aldığımı açıktan söyleyerek kullanabilirdim belki. Kullansaydım içimde en ufak bir endiÅŸe kalmayacağını biliyordum. Bunun bir mahsuru bulunmadığı hususunda da hiçbir ÅŸüphem yoktur. Ä°yi bir romancı olduÄŸunu kabul etmeme raÄŸmen elimi kolumu baÄŸlayan ÅŸeyin, onun bana her seferinde yabancı görünmesi midir, diye kendimi sorguluyorum. Okuyucu yahut eleÅŸtirmen tepkisini sürekli kalbimin üzerinde bir baskı unsuru olarak görseydim eÄŸer, yazarlık ömrüm boyunca yazdıklarımın ancak onda biri kadarını gün yüzüne çıkarabilmiÅŸtim.
Benim kurdum kendi içerimdedir. Vakıa her insanın ÅŸeytanı kendisiyle birliktedir, fikrini çok erken yaÅŸlarda paylaÅŸmış birisiyim ben. BaÅŸkalarının bana reva gördüÄŸünden çok daha ağır eleÅŸtirileri ben, her eÅŸref saatinde vicdanımdan iÅŸitmiÅŸ ve yaÅŸamışımdır. Herkesle dost geçinebilirim, hasımlarımın bütünüyle bir biçimde baÅŸ edebilmeyi beceririm, diye düÅŸünüyorum, lakin kendimle baÅŸ edebilmenin hazır formüllerinden o kadar uzaktayım ki.

Hülasası ÅŸudur ki ilk sözlerimin, bu yazıya Babamın Bavulu adını vermekten kendimi kendim alıkoydum, cürmü ve kabahati yoktur bir kimsenin. Ayrıca her ikimizi de okuma bahtiyarlığına erenler görecektir; bavullar o kadar farklı malzemeler içermektedir ki birbirinden. Yazıların baÅŸlığı aynı olsaydı da bir ÅŸey deÄŸiÅŸmeyecekti. Kendi kendimi yedim, ama o baÅŸlığı atamadım iÅŸte.

Babam 18 Mayıs 2010 tarihinde aramızdan ayrıldı. 17 Mayıs 1947 benim doÄŸum tarihimdir. Åžu anda 63 yaşındayım. Babam benim doÄŸumumdan 63 yıl sonra ve benim doÄŸumumu takip eden gün vefat etti. Mayıs ayı ve 63 rakamına herhangi bir kutsiyet yahut özel önem atfedeceÄŸimi düÅŸünenler yanılırlar. Bunun beni derinden düÅŸündüren, düÅŸündükçe gizlice mutlu kılan bir denge olduÄŸunu söylüyorum sadece.

Babam, Devlet Demiryollarının hareket kısmında tren ÅŸefi olarak uzun yıllar görev yaptı. Biz çocuklar, kendimizi bildik bileli babamızın, bulunduÄŸumuz ÅŸehir ve kasabalardaki istasyonlara, yürüme mesafesiyle en az yarım saatlik yolu, elinde kocaman bir meÅŸin çanta veya bavulla gidip geldiÄŸini hatırlarız. Bu kocaman çantayla öylesine bütünleÅŸmiÅŸti ki, kendisini onsuz düÅŸünmemiz mümkün deÄŸildi. Sanırsınız atalarından miras kalan muazzam bir serveti, hiçbir seferinde yanından ayırmaksızın onun içerisinde taşımaktadır. Günün veya gecenin herhangi bir saatinde annemiz erkenden uyanır, babamın üniformasını bir güzel ütüler, sonra da kaç günlük yola gidiyor, kaç öÄŸünlük yemeÄŸe ihtiyacı varsa, o miktardaki yiyeceÄŸini sefer taslarına ve aÄŸzı kapalı tencerelere yerleÅŸtirir, çantasına koyardı. Babamızı biz her vakit elindeki o kocaman çantayla yola giderken ve yoldan gelirken görürdük. Babamın trenleri Sivas, FevzipaÅŸa, Malatya, Yolçatı, Elaziz, Genç, Diyarbekir ve Kurtalan istasyonları arasında sürekli gider gelirdi. MarÅŸandiz, posta katarı yahut ekpresler bizim hayatımızın birer parçasıydılar. Kirli sarı renkte ve umumiyetle bizim mimari anlayışımızı yansıtmayan gar binalarının, dış duvarına takılı kocaman kampanalar vardı. Ä°stasyondaki trenler kalkmadan önce evvela bu kampanalar dan dan dan diye çalınırdı. Üniformalı hareket memurları bir trafik levhasının yeÅŸil tarafını ellerinde tutarak trene yolun açık olduÄŸunu bildirirdi. Sonunda babam elindeki borazanı öttürürdü. Bu borazanın yerini sonraki tarihlerde düdük almıştı. Trenler yürür, biz onların arkasından nedense her yolculukta gözlerimiz yaÅŸararak bakardık. Belki de babamızı alıp götürdüÄŸü için yüreÄŸimizi gizli bir hüzün basardı.

Babam gittiÄŸi her yerden kocaman meÅŸin bavuluna o yöreye özgü yiyecekler doldurarak dönerdi. Diyarbekir’de ilk mektebe gittiÄŸim yıllarda, bir defasında, babamın çantasından portakal denilen nefis meyve çıkmıştı. Portakalı ilk kez görüyordum. KabuÄŸundaki kokuyu asla unutmadım. FevzipaÅŸa istasyonundan getirdiÄŸi Besni üzümleri de bizim oralardakilere hiç benzemiyordu. Trenlerle durmaksızın yollara gidip gelen babamın evde oturduÄŸu zaman dilimi çok azdı. Bu bakımdan evdeki kalabalık çocuk nüfusunun, annemiz üzerinde ağır bir baskısı var olmalıydı. Lakin anne ÅŸefkatiyle saÄŸlanmaya çalışılan disiplinin güçlüÄŸü ortadadır. Evdeki kargaÅŸayı durduracak, dindirecek bir otoriteye olan ihtiyaç, annemiz tarafından bizim üzerimizde baba korkusu olarak yaÅŸatılmaya çalışılırdı. Babamızdan korkardık. Bu sebepten onun yola gidiÅŸi bizim (çoÄŸu kere benim, zira ben izin vermesem kardeÅŸlerimden hiç biri yerinden kımıldayamazdı, böyle yapay bir otorite sahibiydim) haylazlıklarımızın hürriyet anahtarı gibiydi.

Babam, ÅŸimdiki Tunceli’nin Mazgirt kasabasında doÄŸmuÅŸtu. O zamanki adı Dersim olan eyaletin ehliydi yani. MengücekoÄŸulları’nın yöredeki son beyi olan dedem Halil Bey, tam kırk sekiz köyün sahibi olarak biliniyordu. Arazilerinin içerisinden ileride Murat Irmağı’na dökülecek olan iki çay akmaktaymış. Bu çayların üzerinde de üç adet su deÄŸirmeni mevcutmuÅŸ. Köylerden gelen hububat ayrıştırılarak bu deÄŸirmenlerde öÄŸütülür, köylü veya yarıcıların hissesi verildikten sonra kalanı Halil Bey’in evine götürülürmüÅŸ. Ben en son 1969 yılında yöreye gittiÄŸimde bir kısım arazileri, akan çayları, artık yıkıntı halindeki deÄŸirmenleri görmüÅŸtüm. Dedemin hükümranlığı arkadan vurulup öldürüldüÄŸü 1916 tarihine kadar sürmüÅŸ. Etki alanı Pertek kasabasına kadar uzanan bu hükümranlık, ÅŸimdi baraj gölü içerisinde kalan ve turistik bir deÄŸer taşıyan Pertek Kalesi’ne kadar uzanmaktaymış.

Dedem vurulunca Dersim isyanının ilk kıvılcımları patlak vermiÅŸ. Ülke dört bir taraftan kuÅŸatılmış, muhtelif bölgelerdeki azınlık unsurlarının bir kısmı düÅŸman safında ayaklanmışken, babamın ailesi Harput Sancağına baÄŸlı Göllü BaÄŸ denilen bir bucaktaki tekkeye sığınmışlar. Dedemin annesi, ninem, amcam, halam ve babamdan oluÅŸan beÅŸ nüfusun kursağına, Dersim Ä°syanı bastırılıncaya kadar yıllarca tekkede üç öÄŸün kaynayan mercimek çorbasından baÅŸka bir nimet girmemiÅŸ. Öyle ki babam, pilav denilen yiyeceÄŸin bile nasıl bir ÅŸey olduÄŸunu hayli geç zamanlarda öÄŸrenmiÅŸ.

Bir hülasa daha yaparak söylemeliyim ki babam, büyük, hatta muazzam bir güç ve varlıktan buralara düÅŸmüÅŸtü. Mülkün, hükmün ve hikmetin hakiki sahibi olan Allah, onları böyle elden ele, kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa aktarıp duruyor ve büyük bir imtihan sualini soruyor, sorduruyordu.

Ordu MüfettiÅŸliÄŸine ve istasyona yakın Ermeni Haço’nun evinde kiracı olarak oturan babamın ilk çocuÄŸu ben, o evde doÄŸmuÅŸum. Amcamın ve babamın elinde köylerine, arazilerine dair tomarla ÅŸer’iyye senedi vardır. Lakin hiç birisinin gönlünden geçmez; uÄŸruna babalarını kaybettikleri bu arazilere yeniden dönerek oradaki marabalar, yarıcılar, hizmetkârlar ve de devletle mücadele sonrasında malı ve mülkü yeniden sahiplenmek. Devletin verdiÄŸi maaÅŸ dönemine göre bir hayli fazladır ve kendilerince yeterlidir. Allah devlete millete zeval vermesin’dir. Öyle ki Keban barajı inÅŸası sırasında devlet, bizimkilere bir yazı gönderir. Pertek Kalesi’yle alakalıdır bu yazı. Åžer’iye senedi bu kalenin Mengücek oÄŸulları ailesine aidiyetini göstermektedir. Ä°leride bir ihtilaf olmasın için babamların devleti mahkemeye vermesi gerekmektedir. Bunu yapmazlar. Tersine noter marifetiyle bir ibra gönderir ve bu hususta bir ÅŸey talep etmeyeceklerini belgelerler.

Babamın elinde atalarından kendisine kalan artık tek bir arpa tanesi dahi yoktur. Koca bir beyliÄŸin bakiyesi sadece nüfusa iÅŸlenmesi yasak ama halk arasında söylenti seviyesinde dolanıp duran unvanlarıdır: Mengücek oÄŸullarının son torunları. Soyadı kanunu da bunu kullanmayı yasaklayınca babam BeyoÄŸlu sıfatını yitirip Nuri Önal olur.

Tren Åžefi Nuri Önal’ın eÅŸi Rukiye Hanım’dan tam yedi çocuÄŸu dünyaya gelir. Ä°lk beÅŸi erkek son ikisi kızdır. Memuriyeti sebebiyle türlü istasyonlarda dolanır durur. AÄŸabeyi Talat Önal da kendisi gibi tren ÅŸefi olmuÅŸtur. Talat Önal Genç Ä°stasyonu’na yakın bir yerde geçirdiÄŸi feci bir tren kazası sonucu vefat edince, Demiryolları idaresi Nuri Önal’ı, son görev yeri olan Malatya’da, o zamanki adıyla taksim-i vezaifle görevlendirir. Hayatımızdaki en önemli deÄŸiÅŸiklik, babamın evden artık bir bavulla çıkıp gitmemesi olmuÅŸtur. Sanki ikinci kez muazzam bir serveti yitirmiÅŸ gibidir babam, uzun süre kendisini soyguna uÄŸramış gibi hisseder. Elaziz, Maden, Diyarbekir ve Malatya’da yıllarca kiracı olarak yaÅŸayan babam, sonunda yine Malatya’da, uzun vadeli borçlanarak KoyunoÄŸlu Mahallesi’ndeki evini satın alır. Tutarı on iki bin iki yüz elli liradır. Ä°ki katlı, bir kısmı toprak damlı ve minik bir bahçesi olan bu ev, bütün çocuklardaki “baba evi” imajının genel merkezini ve ana maddesini oluÅŸturacaktır. Çünkü ilk, bir bakıma da son baba evimizdir.

Mahalledeki sokaÄŸa adını veren Hacı Evliyagil ailesine ait bu ev, babamın mütevazı ve küçük tekkesidir artık. Trenlerle yola gitmekten alıkonulan babam, her akÅŸam ve tatilde evdedir artık. Evin sofraları müthiÅŸ ÅŸenlenmiÅŸtir. Camide rastgele yakaladığı kimseleri akÅŸamları eve yemeÄŸe getiren babam, hiç kimseyi bulamasa mahallenin delisini alır yanına. Onu getirir, yedi çocuÄŸun kahrına dayanamayan annemin üzerine ilave yük bindirirdi. Delinin esvapları yıkanır, yemeÄŸi yedirilir ve yeniden sokaÄŸa salıverilirdi. Daha ziyade perÅŸembe geceleri birçoÄŸu okuma yazma bile bilmeyen kimi dindarlar eve dolar, geceler boyu zikirler çekilirdi.

Biz çocuklar daha önceki kira evlerimizde eve zarar verici davranışlardan özellikle sakındırılırdık. BaÅŸkasının malına verilecek zararın günahı, evden kovulma korkusu ile beraber kulaklarımıza küpe olarak takılırdı. Kendi evimize taşınırsak eÄŸer daha serbest olacağımız söylenirdi. Evimize taşındığımızda çift kanatlı kocaman tahtalardan yapılmış cümle kapısını, niÅŸangâh niyetine kullanarak oraya bıçak saplamaya uÄŸraşırdık. Bizi bundan alıkoymaya çalışan annemize ise, kiracı evlerindeyken verdiÄŸi sözü hatırlatırdık. Hani kendi evimizde daha hür olacaktık?

Üniversite hayatı, iÅŸ güç, evlenmeler derken babamın çocukları birer birer evden ayrılıyoruz. Babam bu arada otuz üç yıl hizmet ettiÄŸi kurumdan emekli oluyor. Aile artık gözle görülür bir darlığın içerisine düÅŸmüÅŸtür. Bir evimiz vardır lakin büyüyen çocukların artan ihtiyaçlarını tek bir emekli maaşı karşılayamamaktadır. Babam ömründe ilk kez bakkala, kasaba, manava borçlanarak ayın başını getir(eme)mektedir. Aile üzerindeki ağır misafir yükü, yarı tekke ÅŸeklinde yaÅŸanan hayattan ötürü her geçen gün artmakta, ama aylık gelir, bunların altından kalkacak miktara bir türlü ulaÅŸamamaktadır.

Yıllar, sıkıntıları üst üste biriktirerek geçer gider. Çocukların bir kısmı evlenir, bir kısmı iyi kötü iÅŸ sahibi olur. Benim babamla Ä°slâm anlayışı hususundaki tatlı kavgalarım bu arada sürer gider.

Baba evimiz yıkılmak üzeredir. Annemiz sürekli ÅŸikâyet eder. Evde yalnız ikisi kalmış ve hayli yaÅŸlanmışlardır. Kerpiçler dökülmekte, dam akmaktadır. Bu evi toparlamaya annemin gücü yetmemekte, babamsa gelip giden misafirlerinden bir türlü vazgeçmemektedir. Çocuklar yuvadan uçup gitmiÅŸtir. Anneme komÅŸuları destek vermekte, çoÄŸu kere evin iÅŸlerini gelen misafirlerin (müritlerin demek daha doÄŸru) hanımları yapmaktadır. Müteahhitler ise evi arsa olarak alıp yandakilerle birleÅŸtirerek apartman yapmak arzusundadırlar. Evin arsası tek başına apartman olacak kadar büyük deÄŸildir çünkü. Babam ömrünün, emeÄŸinin getirisi saydığı bu tek mülkü elinden çıkartmaya kıyamamaktadır. Bu arada birkaç yıl içerisinde göz tansiyonu ÅŸikâyetiyle babam her iki gözünü birden kaybeder. Onlara Malatya’da yeni bir ev alırız, diÄŸer evimize yakın bir sokakta. Eski ev hepimizin hatıraları üzerine yıkılır. Ama bir türlü yerine yenisi yapılamaz. Aldatılırız. Annemin ayaklarından ÅŸikâyeti artınca her ikisini de tedavi maksadıyla yanımıza alırız. Apartman dairelerinde birlikte büyük aile olarak oturmanın güçlüÄŸü görülünce, yine annemizin önerisiyle Malatya’daki ev kiraya verilir ve onlara Bursa’da bir ev kiralarız. Gözleri görmeyen babam gün geçtikçe çöker, yataktan ancak ihtiyaçları için çıkabilecek bir hal alır. Annemizin ise babamızı taşıyacak takati kalmamıştır. O da dizlerinden rahatsızdır. Kendilerine bir bakıcı tutmamıza raÄŸmen geceleri kardeÅŸlerimden birisi onlarla birlikte kalmak zorundadır.

Annem iki bin sekiz yılında aramızdan ayrıldı. Babam artık orada tek başına kalamazdı. KardeÅŸlerimin evine taşındı. Bir orada bir burada dolanıp durdu. Çocukları, torunları ve torunlarının çocuklarını sayarsak babamın elliye yakın evlat ve ahfadı vardı. Mülk olarak ise Malatya’daki eski evin altmış metre kareye tekabül eden arsası ile kiradaki evi kalmıştı. Åžöyle yaptık: Elinden bir vekâletname alarak, artık hiç kimsenin iÅŸine yaramayacağını düÅŸündüÄŸümüz arsası ile evini sattık. Baba evi diyebileceÄŸimiz bir mekân yoktu ÅŸimdi. Gözleri görmeyen babamızdan baÅŸka kimsemiz kalmamıştı. O da kardeÅŸlerime yük olduÄŸundan ötürü üzülmekteydi.

BeÅŸinci erkek kardeÅŸimin evinde gözlerini hayata yumduÄŸunda ben maalesef yurt dışındaydım. Babamı son bir defa göremedim. Son hizmetini yapamadım. Gerçi hem öz hem de diÄŸer manevi çocukları benim yapacağımdan fazlasını yapmışlar, bunu biliyorum. Ben yalnızca Rabbimden bir ömür boyu dürüstlüÄŸüne ve Ä°slâm taraftarlığına tanıklık ettiÄŸim babama bolca rahmet dileyebilirim.

Ondan geriye ne kaldı derseniz, “yalnızca bir bavulu vardı” diye cevaplayacağım. Kullandığı esvap ve çamaşırları konulurdu içerisine. Bunlar onun servetinden kendi hissesine düÅŸen son mirasıydı. Yine ve hala artık eline bile alamayıp yattığı ranzanın altında duran bir tahta bavulun sahibiydi. O bavulu ne yaptınız diye sorduÄŸumda, benim küçüÄŸüm olan kardeÅŸim, yoksulu çok olan bir köye gönderdiÄŸini söyledi. Hem de bavuluyla birlikte göndermiÅŸti. BildiÄŸim kadarıyla yeryüzünde hiç kimseye borçlu deÄŸildi, alacaklarını ise helal etmiÅŸti. Bu eski esvaplara bile muhtaç insanların bulunduÄŸu o köyün, bir vakitler tam elli misline sahip bulunan babamdan geriye, ÅŸimdi Ä°stanbul’un Anadolu yakasında bir mezar kaldı.

(Özgün DuruÅŸ, 09/06/2010)



 

 

Yorum
allah Rahmet eylesin...
Yazar Sanih açık 2010-07-08 22:27:46
Nuri amcamız kamil ve asil tavırlı bir insandı; Allah rahmet etsin, Mekanı Cennet olsun

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 13-07-2010 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111396182 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net