İhsan Doğramacı
Murat Belge Taraf, 07.03.2010
Ä°hsan DoÄŸramacı, günahı ve sevabıyla, bir dönemi temsil eden bir kiÅŸilikti. “Dönem” derken, ÅŸu sıralar çoÄŸumuzun sık sık deÄŸindiÄŸi “kuruluÅŸ” yıllarını kastediyorum: Türkiye’de toplam nüfusun henüz yirmi milyonun altında olduÄŸu, bunu büyük kısmının kırsal bölgelerde yaÅŸadığı, kentli seçkinlerin, dünya görüÅŸleri ne olursa olsun, birbirini yakından tanıdığı dönem. DoÄŸramacı’nın kuÅŸağı, aÅŸağı yukarı, Cumhuriyet’le yaşıttır; dolayısıyla, formasyonlarını Cumhuriyet’in ideolojik koÅŸulları içinde edinmiÅŸlerdir.
“Günah ve savaÅŸ” da bu koÅŸulların doÄŸrudan ürünüdür. Dönemin bütün dezavantajları, dönemin kuÅŸaklarına da geçer. Bunun da bir sonucu olarak, yirmilerin çocukları, kırkların gençleri, altmışların orta yaÅŸlıları olarak, baÅŸlangıçtaki “klik” havası içinde yaÅŸlanırlar. Aralarına fazla yeni adam katılmamıştır. Gene birbirlerini yakından tanırlar. Onun için de seksenlere dayanıp yüksek öÄŸretimin militarizasyonuna ihtiyaç duyulunca, ihtiyacı duyan, bunun ısmarlanacağı en uygun kiÅŸinin DoÄŸramacı olduÄŸunu da bilir. O da hiç gecikmeden, aranan formülle ortaya çıkar. “YÖK’ün mimarı”, evet, DoÄŸramacı’dır; ama seksenlerin YÖK’ü denince aklımızdan geçen pek çok tatsızlığın doÄŸrudan sorumlusu DoÄŸramacı deÄŸildir. 1402 gibi yasalarla insanları kesen biçen, o deÄŸil, baÅŸka bir doÄŸramacıdır. Ä°hsan DoÄŸramacı sadece “militarist merkeziyetçi” sistemi kurmaktan sorumludur; sistemin nasıl çalıştırılacağı iÅŸin pratisyenlerinin elindedir. Onun için Teziç’li Sezer YÖK’ünden ÅŸimdiki YÖK’e geçilebilmiÅŸtir. Yüksek öÄŸretimin bu ÅŸekilde merkezileÅŸtirilmesinin nasıl bir felâket olduÄŸu, Türkiye’nin henüz genel olarak düÅŸünemediÄŸi bir ÅŸey, çünkü “merkezîleÅŸtirme” dışında bir deÄŸer bilmiyor, tanımıyor.
DoÄŸramacı uzun ömrü boyunca öÄŸrendiÄŸi her ÅŸeyi Türkiye Cumhuriyeti’nden öÄŸrenmedi. Zeki, uyanık bir adam olarak, baÅŸka türlü olguları da kavradı. Bunları, örneÄŸin Bilkent gibi, kendisi için kurduÄŸu bir kurumda uyguladı; ama devletin veya Kenan Evren’in kendisinden böyle bir ÅŸey istemeyeceÄŸini çok iyi bilirdi. SipariÅŸe göre iÅŸ yapan bir “zenaatkâr” olduÄŸu için, ülkesine YÖK’ü armaÄŸan etti. Bu kiÅŸinin adı anılınca, beni en az YÖK kadar Benjamin Spock da ilgilendirir. Gene ilk paragrafta özetlemeye çalıştığım “genç” Cumhuriyet geliyor aklıma. Dil bilen kaç kiÅŸi var? Bunların kaçta kaçı Benjamin Spock adında bir doktordan ve onun kitabından haberdar olabilir? Alıntı nedir, çalıntı nedir? Bunun cevabını Yargıtay’da bugün veremiyorsak, DoÄŸramacı’nın iyimserliÄŸini aşırı bulmak mümkün müdür? Sonradan başına böyle iÅŸler açacağını sezebilmiÅŸ olsa elbette öyle davranmazdı DoÄŸramacı. Ama bu kadar sonrasını göremedi. Tıpkı, ürünü olduÄŸu Cumhuriyet’in de göremediÄŸi, hâlâ göremediÄŸi, zorla gözüne sokulunca da ÅŸaÅŸkınlıktan ÅŸaÅŸkınlığa düÅŸtüÄŸü gibi. DoÄŸramacı bu kitaptan ötürü sıkışınca, benim bu söylediklerimi içeren bir açıklama yapmak ve özür dilemek gibi bir yol izlemedi. Gene, ürünü olduÄŸu Cumhuriyet’in klasik savunma yöntemine sarıldı. “Yalandır, iftiradır” dedi. Avukat tuttu. Konu, kendi başına ele alındığında, öyle “avukatlık” bir iÅŸ deÄŸildi. Avukattan çok “çevirmen” eliyle halledilecek bir iÅŸti. Ama Türkiye’de her ÅŸey “mahkemelik” olur ve çözüm “resmî” bir “devlet kararı” biçiminde tecelli eder. Bu da öyle oldu. Yargıtay kitabın çalıntı olmadığına karar verdi! Bunun gerekçelerinden biri de, kitabın bilimsel olmamasıymış. Yani Charles Dickens’ın bir romanını çevirip “David” yerine “Davut” falan yazıp kendi adımla yayımlayabilirim. Evet, bu Cumhuriyet seçkinleri (ki bir zamandan beri bir “gerontokrasi” karakterine büründüler) kendi dışlarına karşı kendi aralarında dayanışmacıdır. Devlet, kendisine YÖK yapmış adamına el sürdürmez. “Aramızda onca yıllık hukuk var” derler ya, “hukuk”un asıl anlamı da budur bu ülkede.Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriÅŸ yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |