AÄŸustos’ta Ä°ktibas Dergisi’nde yayınlanan bir yazımızdan sonra Mevlana hakkında süregelen tartışmalar ulusal medyaya da taşındı. Her yıl Åžeb-i Aruz törenleriyle görkemli bir ÅŸekilde anılan Mevlana’nın fikirleri ve tarzıyla ilgili dar çerçevedeki eleÅŸtiriler, geniÅŸ halk kitleleri tarafından da duyulmuÅŸ oldu. Mevlana’nın ÅŸimdiki literatürle bir MoÄŸol ajanı olarak emperyalist taraftarlığıyla suçlamanın tarih perspektifiyle baÄŸdaÅŸmayacağı, kendisine haksızlık yapıldığını dile getirenlerin ÅŸikayetlerini dinledik. Çünkü o dönemde henüz Anadoluda, Türklerin siyasi hakimiyetinde olmakla birlikte, kalıcı bir Türk hakimiyetinin belirtisi yoktu. Türkler halk içinde çoÄŸunluk teÅŸkil etmiyor, yerleÅŸimleri kalıcı olmuyor; zamanla daha batıya göçüyorlardı. Bu iddiaların cevabını Tarihçiler verir sanırım. Benim asıl üzerinde durmak istediÄŸim konu; Radikal Gazetesi’nde Avni Özgürel Bey’in Mevlana’nın ileri görüÅŸlü bir insan olarak MoÄŸol’ların iÅŸgalinin kalıcı olamayacağını, zaman içinde Anadoluda
eriyeceklerini öngördüÄŸünden iÅŸgalcilerle savaÅŸmaktan beri durduÄŸu
sav’ı oldu. Avni Bey, Anadolu’dan ve hatta iÅŸgal ettikleri Ä°ran ve
BaÄŸdat gibi yerlerden dahi günümüze etnik bir MoÄŸol uzantısı
gelmediÄŸini söyleyerek bu sav’ın gerçekleÅŸtiÄŸini, böylece Mevlana
felsefesiyle direnmeden; fazla kan dökülmeden bu badirenin atlatılmış
olduÄŸunu söylüyordu. Yani Mevlana bırakın iÅŸgalciler safında yer
almayı; Türkler’in az kayıpla bu tarihi iÅŸgalden kurtulmalarını
saÄŸlamıştı hümanist felsefesiyle.
Olaya bu vechesiyle bakarsak söylenecek fazla söz yok. Çünkü gerçeketen de günümüzde ne Anadolu’da ne BaÄŸdat’da ve ne de Ä°lhanların uzun süre hakimiyet sürdükleri Ä°ran’da etnik bir MoÄŸol kimliÄŸine rastlamıyoruz. Fakat MoÄŸolların 100 yıldan fazla süren hakimiyetleri boyunca iÅŸledikleri zulümlerinin neticeleri sadece kendi çaÄŸlarıyla sınırlı kalmamış, Tarihin dönüm noktası olmuÅŸtur. Avni Bey ve onun gibi düÅŸünenlerin yanıldıkları nokta burasıdır. Anadolu, MoÄŸol iÅŸgalinden kendisini kurtarabilseydi, yahut Ahi Evran ve arkadaÅŸlarının uÄŸrunda mücadele ettikleri Türk hakimiyeti davası baÅŸarıya ulaÅŸmış olsaydı, ÅŸimdi muhtemelen tüm Avrupada Ä°slam bayrağı dalgalanıyor olacaktı. Günümüzde Anadolu ve tüm Orta DoÄŸu halkları Avrupa’nın kapitalist zihniyetinin iÅŸgaline uÄŸramayacaktı. MoÄŸol iÅŸgali Tarih’in akışını deÄŸiÅŸtirerek Hristiyanlığın Ä°slam karşısında kesin maÄŸlubiyetini engellemiÅŸ, böylece tüm Dünya’nın Ä°slam olmasının önüne geçmiÅŸtir. Bunu söylemek bazılarına abartı gelebilir ancak, abartı deÄŸil; sadece bir gerçeÄŸin altını çizmektir. Mevlana-Ahi Evran çatışması basitçe, dönemin iki önemli ÅŸahsiyetinin bir mücadelesi olarak ele alınıp yorumlanamaz. Belki Mevlana ve Ahi Evran’ın nevi ÅŸahsında resmedilmiÅŸ evrensel bir mücadelenin adıdır bu. Ä°ÅŸte bunun için önemlidir ve tartışılmalıdır. Bunun için konu gündeme gelmeli, üzerinde daha yoÄŸun olarak düÅŸünmeliyiz.
Selçuklular döneminde Halifeye baÄŸlı Futuvvet TeÅŸkilatı bünyesinde kurulan ve Ahi Evran’ın liderliÄŸini yaptığı Ahilik kuruluÅŸu herÅŸeyden önce mesleki bir örgütlenmedir. Toplumda yer bulmuÅŸ bütün meslek sahiplerinin bir çarşıda toplanarak sanaatlarını orada; birarada icra etmelerini öngörmüÅŸ ve çeÅŸitli ÅŸehirlerde kurulmuÅŸ sanayi çarşılarıyla bunu gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Meslek içi bir disiplin ve iÅŸ ahlakını kaim kılarak sanaatkarlığı korumaya almışlardır. Yine Prof Mikail Bayram Bey’den öÄŸrendiÄŸimize göre son derece bilimsel esaslar üzerine çalışmışlardır. Dericilerin, bakırcıların ve her türden sanatkarın aynı yerde çalışmasının sanayiinin geliÅŸimi üzerine oldukça fazla olumlu etkisi vardır. Åžimdilerde her ÅŸehirde kurulmaya baÅŸlayan ‘Organize Sanayi Bölgeleri’ daha o zamandan Ahi Evran ve arkadaÅŸları tarafından uygulamaya konulmuÅŸ olduÄŸunu anlıyoruz. Kayseri’de açılan ve Uluslararası niteliÄŸi olan fuarlar dolayısıyla dış ticaretin önemini kavradıklarını fark ediyoruz. Bu fuar o kadar meÅŸhur olmuÅŸtur ki günümüzde bile Ä°ran’da fuarlara ‘Kayseriyye’ denildiÄŸi yine Mikail Bey tarafından ifade edilmektedir.
Ahi Evran kendi mesleÄŸi olan dericilikten baÅŸka 32 çeÅŸit esnaf ve sanaatkarın da lideri olmuÅŸtur. KurmuÅŸ olduÄŸu Ahilik TeÅŸkilatının asıl amacı ilim ve bilgiyi insanlığın hizmetine sunmaktır. Türklerin henüz Anadoluyu yurt tuttukları bu dönemde bilim adamları, pozitif bilimlerin toplum yararına kullanılmasının peÅŸindedirler. Bilimin TekniÄŸe uygulanmasına örnek olarak Cizreli Ä°smail R. Bezzaz isimli bilim adamının kitabında bir çok otomatik makinanın projelerinin çizildiÄŸi ve çalıştırılmasıyla ilgili tariflerin yapıldığı ve bazılarının uygulamaya konulduÄŸu bilinmektedir. Su saati, otomatik musluk, el yıkama ve abdest alma esnasında kendiliÄŸinden su döken makina, otomatik su tulumbaları, su fışkırtan fıskiyeler ve ÅŸifreli anhtarlar v.s bunlardan bazılarıdır. Bilimin teknolojiye dönüÅŸmesinin ilk örneklerini Ahilik kurumunda görmekteyiz. Halbuki ÅŸimdinin sanayi devi olan ülkeler buna ancak dört yüz yıl sonra baÅŸlayabilmiÅŸlerdir. MoÄŸol iÅŸgalinden en büyük zararı Ahilik teÅŸkilatı görmüÅŸ, binlerce mensubu kılıçtan geçirilmiÅŸ, malları yaÄŸmalanarak sanayii çarşıları yakılmıştır. Çünkü her ne kadar bir meslek kuruluÅŸu olsalar da ülkenin içinde bulunduÄŸu siyasi duruma kayıtsız kalmamış, iÅŸgalden kurtarılması için MoÄŸollara karşı fiilen savaÅŸmışlardır. Ticaretin ve sanayiinin geliÅŸmesinin, bunu destekleyecek bir yönetimle olabileceÄŸinin farkındadırlar. Putperest, baÄŸnaz ve yaÄŸmacı MoÄŸol idarecilerle sanatkar ve esnafın bir baÅŸarı elde edemeyecÄŸini anlayıp, tüm güçlerini onları def etmeye vermiÅŸlerdi. Günümüz kötü idarecilerinin esnaf üzerindeki olumsuz ve hatta yıkıcı etkisine bakıp buna hak vermemek mümkün mü?
Ahilik teÅŸkilatı aynı zamanda ahlaki ve medeni prensipler deruhte ediyordu. Her isteyen esnaf ve sanaatkar olamıyordu. Bunun için uygulamaya koydukları ahilik prensiplerine baÄŸlı kalma ÅŸartı vardı ve uymayanları meslekten men ediyorlardı. Bu anlayışlarıyla günümüz meslek kuruluÅŸlarından ne kadar ileride olduklarını görebiliyoruz. Günümüzün mesleki teÅŸkilatları, üyelerinin hiç bir ahlaki davranışına karışmakla mükellef hissetmiyorlar (sadece aidatların ödenip ödenmediÄŸi önemlidir onlar için). Kötü kalite üretim, tüketiciye zarar vermek v.s gibi ÅŸeylerle ilgilenilmediÄŸinden müÅŸterinin maÄŸdur olmasının önüne geçmek oldukça zordur bu sistemde. Ahiler ise sözünde durmayan, büyüklerine saygı göstermeyen, ahlaki kaygu taşımayan insanları sanayii çarşısına almıyorlardı. Ticaretin geliÅŸmesinde tüccarın kiÅŸiliÄŸinin çok önemli bir faktör olduÄŸunun günümüzde henüz anlaşıldığına bakarak ne kadar ileri görüÅŸlü olduklarını kavrayabiliyoruz. Bir çok marka sadece adını satmakta, bu ad insanlara çok ÅŸey ifade etmektedir. Ä°ÅŸte Ahilik kuruluÅŸu daha o dönemden bir marka oluÅŸturmanın ‘Türkmen Malı’ adının peÅŸindedir adeta. Ahiler medeni davranış ilkeleri olan ve bunları uygulayan kiÅŸilerdi. Su içmenin, insanlarla konuÅŸmanın, pazarlık yapmanın v.s bir adabı vardı. Çıraklıktan itibaren her üye bunların ilkelerini ediniyor, çevresi tarafından uyulup uyulmadığı kontrol ediliyordu. Daha o dönemden sokaÄŸa tükürmenin yasaklandığını söylersek, medeniyet seviyeleri hakkında bir fikir sahibi oluruz. Günümüzün pasaklı, ilke tanımaz ve sadece iÅŸin teknik kısmıyla ilgili çıraklık anlayışından ne kadar farklı duruyor!
TeÅŸkilatın lideri Ahi Evran, toplumun meslek sahipleri olmadan yaÅŸayamayacağını, bu nedenle her çeÅŸitten meslektaşın yetiÅŸtirilmesi gerektiÄŸini söylüyordu. Kurdukları teÅŸkilat ve hiyerarÅŸi içerinde çıraklıktan baÅŸlayan bir çocuk, usta olana kadar uzun bir yol izliyor ve sonra o, baÅŸka ustalar yetiÅŸtiriyordu. Bu anlayışın ÅŸimdi kurulmuÅŸ olan meslek liselerinden çok daha ileri bir yöntem olduÄŸunu ben söyleyebilirim. Üstelik bu, ömür boyu süren bir eÄŸitim anlamı da taşıyor. Halbuki günümüzde insanlar küçükten yerleÅŸtirildikleri okullarda, ne iÅŸe yarayacağını bilmedikleri bilgileri ezberleyip, hiç karşılaÅŸmadıkları problemleri çözmeye çalışıyorlar. Ahiler ise, çırak olarak baÅŸladıkları iÅŸ yerinde insani erdemleri öÄŸrenip uygulamanın yanında, aldıkları mesleki derslerle konularına çok iyi vakıf sanaatkarlar olarak yetiÅŸiyorlardı. Çünkü öÄŸrenmeye çalıştıkları ÅŸey, ileride karşılarına çıkıp çıkmayacağı belli olmayan bir problem deÄŸildir. O anda neyle ilgiliyseler o konuda eÄŸitiliyor ve böylece eÄŸitimden yüksek oranda verim almak mümkün oluyordu. Meslek içi eÄŸitim dedikleri ÅŸey, Avrupa ve Amerika’da bile yakın zamanda uygulanmaktadır dersek, Ahililerin ne kadar ileri bir eÄŸitim anlayışına sahip olduklarını belki kavrarız.
MoÄŸol iÅŸgaliyle birlikte Ahilik kurumu büyük yara aldı. Onun yerine Mevlana ve O’nun paralelindeki tasavvufi anlayış yerleÅŸti. Bilimin tekniÄŸe uyarlanması iÅŸi askıya alındı. Ä°nsanlar içsel derinleÅŸmeye (Tasavvuf) yönelirken sanaatkarlık boÅŸlandı. Selçuklularda güçlü olan Ahilik teÅŸkilatı, MoÄŸol iÅŸgalinden aldığı yarayla Osmanlı’da yerini ve deÄŸerini bulamadı. MoÄŸol iÅŸgali boyunca uÄŸradıkları takibat ve zulüm, kurumun aslını muhafaza ederek Osmanlıya ulaÅŸmasını engelledi. Böylece 15. yüz yıl sonlarında Avrupa’da görülene kadar bilimin teknolojiye uyarlanması; yani sanayileÅŸme durmuÅŸ oldu. Teknolojinin hakimi daha o dönemde Türkler olacakkken, bunu baÅŸkalarına bırakmış olduk. Çünkü teknolojiye temel teÅŸkil eden bilimsel geliÅŸme belki bin yıldır tekamülünü tamamlamıştı zaten.
Batı Mevlana’yı çok önemser; yere –göÄŸe sığdıramaz bir tavır içindedir. Cumhuriyet kurulduÄŸunda bütün tekkeler kapatılırken MevleviliÄŸin serbest bırakılması ilginçtir. Yine Ä°slam Dünyasına hep soÄŸuk bakan Ä°ngiltere’de modern Mevlevihanelerin bulunması daha da ilginçtir. Bu kadar önemsenen bir kiÅŸinin kendilerine çok büyük bir katkısı olması gerektiÄŸini düÅŸünmez misiniz? Bu katkı ne olabilir?
SanayileÅŸmeye ve müspet adlandırılan bilimlere çok önem veren Batı Uygarlığı’nın, yukarıda anlatılanlar çerçevesinde Mevalana’dan çok Ahi Evran’a yönelmesini beklemek daha tabii deÄŸil midir? Mevlana içsel derinlik iddiasındayken, Ahi Evran bilimin insanlık adına kullanılmasının peÅŸindedir.
Sakın bunun sebebi, Hristiyanlığın ÅŸu hakim konumu olmasın? SanayileÅŸerek müreffeh hale gelen toplumlarının bu konumundan dolayı kendilerini Mevlana’ya borçlu hissediyor olmasınlar! Çünkü O’nun felsefesi Anadolu’da hakim olunca fetih ruhu pörsüdü, öldü. Abdallar, Gaziler ve bilimi teknolojiye uyarlayan Ahiler ortadan kaybolup, yerlerini Dünya’yı boÅŸlayan sufist anlayışlara bıraktılar. Böylece Batı’ya süren akınların hızı kesildi, nefes aldılar.
Döneminde MoÄŸollar, Diyar-ı Rum dedikleri Anadolu’da bütün dinsel önderlere Mevlana’ya baÄŸlı olma ÅŸartı getirmiÅŸler, uymayanlara zulmetmiÅŸlerdi. Sanki günümüzde bunu medya terörüyle yapmak istiyor gibiler. Ä°slam Tarihinde ikinci bir düÅŸünce adamı yokmuÅŸ gibi davranıyor, O’nun fikirlerini eriÅŸilmez gibi gösteriyorlar. Böylece diÄŸer önderlerin ve farklı seslerin önünü kesmeyi umuyorlar.
Tarih sürekli tekerrür ediyor. Ä°simler ve araçlar deÄŸiÅŸse de...
(Nida Dergisi, Ocak 2006)Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |