HATIRLIYORUM
M. Said ÇEKMEGÄ°L
KardeÅŸlerimizin takıldığı engellerin bazılarına zamanıyla bizlerde takılmıştık; gençlik bu, bizler de beÄŸendiÄŸimiz gayretlerimizin Allah’ın razı olduÄŸu bir çizgi üzerinde seyrediyor neÅŸesindeydik. Mevcut müktesebatımızı kritiÄŸe tabi tutmaya vakit ayırmadan çırpınır durur olmuÅŸtuk.
Erkekli kadınlı hoca diye anılan bir aile içerisinden gelmiÅŸtik. Babamın, (rahmet olsun ÅŸimdi daha iyi tanıyabiliyorum) taklidi eÄŸitimlerle yetiÅŸmiÅŸ bir kısım hocaların bazı tenkitlerine uÄŸradığını gördüÄŸümden olacak, sıradan bir hoca olmadığını, çaÄŸdaÅŸlarından epeyce farklı olduÄŸunu ÅŸimdi daha iyi anlıyorum.
Babamın eniÅŸtesi; yani ‘Bibi’min zevci, ‘KeÅŸÅŸaf unvanı ile anılan ve Osmanlı meclisinde mebusluk yapmış bir hocaefendi idi. Åžahit olduÄŸum kadarıyla, onunla ve benzer hocalarla yer yer yapılan bazı fıkhi müzakereler, kültürel tartışmalar oluyordu. Hatırladığıma göre babam o günün diyalektiÄŸine daha iyi sahipti. Tevhidi tefekkür gücünü, seneler sonrası bir baba dostunun kendisinde saklı olan ve “Ä°smail Hakkı hazretlerinin” bir eserindin kritiÄŸini ihtiva eden (içeren) bir yazısını vererek: “Ä°ÅŸte babanın yazısı, bundan -zamanın feridi olan- nasıl bir zatın oÄŸlu olduÄŸunu anlayabilirsin” gibi övgülerle sunmuÅŸtu. Okudum, babamı bir daha maÄŸfiretlerle andım, sevdim. Orada özlü fikirlerin ÅŸahidi olduÄŸum bir mütefekkiri bir daha tanımış oldum. Bu yazıyı kaybolmasın diye, “Altın Anahtarlar” adlı küçük kitabımıza aldım. Yazısına “SANÄ°HÄ°N MÜTALAASI” baÅŸlığını kendisi koymuÅŸtu.
Asırların sürükleyip getirdiÄŸi bir takım -atmaya katmaya uÄŸramış- nakilleri sorgulayabiliyor; tartışmalara açabiliyordu. Bizler o zaman çocuk sayılıyorduk. O zamanlar bu tartışmaların bazılarını yadırgadığımız olmuyor deÄŸildi. Fakat izhar edip söyleyemezdik. Sade bizler deÄŸil; annem de, kendisine muhitinin hanımları arasında “Hatice hoca hatun” ÅŸeklinde hitap edenler de olduÄŸu halde, zevcini pek anlayamazdı.
Zekiydi babam. Medrese hukukçusuydu. Malatya baro Reisi (baÅŸkan) ile ortak bir büroyu paylaşıyordu. 1930’lu devrim yıllarının kritik döneminde olduÄŸu halde, devrin hukukçularıyla bazı inkılapların kritiklerine bile geçebiliyordu. Onlara çaylar ikram ederken görüyor dinliyorduk bunları. O tavırların o zaman deÄŸil de ÅŸimdi daha sakıncalı olduÄŸunu düÅŸünüyorum.
Seferberlik denilen Birinci Dünya harbinde, doÄŸuda Ruslarla çarpışan Osmanlı ordusunda, Alay hocalığında da bulunmuÅŸ babam. O günün Rus cephesinde Çekmegeli ailesinden üç kiÅŸi birden bulunmuÅŸ. Birisi amcasıoÄŸlu (velisi olduÄŸum, ÅŸimdi belediye reisi muavini) olan Tahsin Çekmegil’in babadedesi; diÄŸeri, meÅŸhur KeÅŸÅŸaf hocanın oÄŸlu ve babamın biricik yeÄŸeni Bekir hocaydı. Bu hoca Mısır’da okumuÅŸ, dört lisan bilen, sakallı ve entelektüel yapılı, sevilen biriydi. Ä°slam anlamaz devrimci tiplerin bile, ister istemez saygı duyduÄŸu biriydi…
Evet, Rus cephesinde bir aileden üç kiÅŸi; ayrı ayrı birliklerde savaÅŸan üç kiÅŸi. Birisi iÅŸbu hocaefendi, babamın yeÄŸeni, Rusya’ya esir düÅŸüp üç sene gibi bir zaman sonra Ä°stanbul’a dönebilen Bekir Hoca; kurÅŸun yiyen bir ayağı Rusya’da kesilmiÅŸ olduÄŸundan takma ayakla gezdiÄŸi için “Topal hoca” diye de anılır olmuÅŸtu. Aslında babasına izafeten “KeÅŸÅŸaf Hoca” diye de hürmetle anıldığı oluyordu. Ä°ÅŸte bu zat harpte esir düÅŸmüÅŸtü. Aynı cephede bulunan amcaoÄŸlu Mustafa ÇekmegelioÄŸlu ÅŸehit olmuÅŸtu. Babam da harp sonraları Malatya’ya gazi olarak dönebilmiÅŸti. Ä°nÅŸallah gazidir…
Amcam yoktu, ama iki dayım ve iki halam vardı. Dayımın birisi annemden büyük, Ä°stanbul külliyesinde okumuÅŸ; müftü olmuÅŸ, çok az konuÅŸan biriydi. Zamanın modası mı diyelim, elitlerin tutkusu mu diyelim, ne diyelim? Dayım Ä°stanbul’da Enver PaÅŸa hayranı, Ä°ttihat Terakki’nin entel militanı olarak, Anadolu’da Yunan ve Ä°ngiliz birliklerini müÅŸkül durumlara sokan çetelerden birinin reisliÄŸini de yapmış, sonra 1950’ye kadar Malatya müftüsü… Öbür dayım, annemin de küçüÄŸü ve ailenin Ä°dadi mezunu; hamasetli ÅŸiirlerle ömür tüketmiÅŸ bir pehlivan. Benden 25 yaÅŸ büyüktü. Böyle olmasına, yani 75’inde bir ihtiyar olmasına raÄŸmen benimle güreÅŸ tutar, yıkamazdı ama bayağı direnirdi.
Neden anlattım bunları?
Böyle muhitte olmama raÄŸmen okuyamamıştım. Devrin ÅŸartları ve etkileri, bizim çocukluÄŸumuzun ruhi yapısı engeldi buna. O zamanlar istenildiÄŸi gibi bir mektep medrese söz konusu deÄŸildi. Åžimdi de sözü edilemez ya. DiÄŸer çocuklar yolda yolakta eÄŸlenirlerken, bizlerin ilme eÄŸilecek yönlerimiz geliÅŸmemiÅŸti. Hiç unutmam, bir gün baÅŸkalarına bile kaçamak olarak Arapça dersleri verebilen babam, “OÄŸlum siz okumuyorsunuz; bu kitapları ne yapacağız?” demiÅŸ gözleri dolmuÅŸtu.
Latin harflerle beraber ilk mektebe (okula) baÅŸlamıştım. Fakat babamdan okuyamamıştım iÅŸte. Bu çağımızı bırakın, 1950–60 yılları olgunluk çağında da, hocam Nedim Altunkaya’dan aldığım Arapçam ile, müÅŸterimiz mühendis Mehmet beyden aldığım Ä°ngilizcem de, geniÅŸ hayat meÅŸgaleleri arasında yarı kalmıştı. Oysa iki lisan dalını da iyi kavrar olmuÅŸtum. Hocalarımdan Allah razı olsun, atölyemize gelerek ders veriyorlardı. O imkânlar azalınca biz de yarı kaldık. Beynimizde biraz fehim kalmış ama ne çıkar? Ä°ÅŸte lisan bilmiyorduk, üzgündük. Ä°nsan bazen kendini teselli edebiliyordu; sevgili Peygamberimiz ve deÄŸerli talebe arkadaÅŸları da Arapçadan baÅŸka lisan biliyorlar mıydı ki.. teselli iÅŸte; ÅŸükrolsun. Gerçi babamdan, ablamdan ve annemden Rasulullah sevgisinin yüceliÄŸini, namazsızlıktaki geriliÄŸinin ne demek olduÄŸunun ÅŸuuruna kapı aralayabilmiÅŸtik. Çocuk yapımıza raÄŸmen bizleri ÅŸer zihniyetlere karşı uyanık tutmanın temrinlerini veriyordu ailemiz. Mesela bir gün muallim bey bir tarih dersinde Osmanlı sultanlarının müstebit (despot) olduÄŸunu anlatmıştı. Eve GeldiÄŸimde anlattım. Babam çok kızdı, ama kızmakla da kalmadı; muallim bey için ancak ÅŸunları söyleyebildi, ‘Onlar Ä°slam bilmez, garip garpçılardır’ mealinde tembihler yapmıştı. Zaman zaman çeÅŸitli vesilelerle o dönem çoÄŸu muallimlerin (öÄŸretmenlerin) her sözüne inanılmayacağı düÅŸüncesini iyice beynimize yerleÅŸtirmiÅŸ oldu. Odur budur, Ä°slam bilmezlerin sözlerini; problemlerimize bakış tarzını endiÅŸelerle karşılarım. ÖÄŸretmen:
- Çocuklar, Dünyamız GüneÅŸten kopmuÅŸtur, deyince:
- Peki muallim bey güneÅŸ nereden kopmuÅŸ deyivermiÅŸtim. Kızdı:
- Otur yerine diye bir ihtar çekti. Ben de otururken yerime:
- Ä°ÅŸte muallim bey her ÅŸeyi Allah yaratmıştır, deyip önüme baktım. Fakat kulağımın çekilmesinden de kurtulamamıştım… (Devam edecek inÅŸallah)
Kriter'in notu: Bu otobiyografi M. Said Çekmegil'in kızı Selma ARSLANER kardeÅŸimiz tarafından tape edilerek sitemize armaÄŸan edilmiÅŸtir. Selma hanıma teÅŸekkür ederiz. kriter
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |