KADIN VE ERKEK ÜZERÄ°NE Ä°KÄ° BÄ°LÄ°NMÄ°YENLÄ° DENKLEM
Halit Özdüzen Adam uyandığında etraf katran karası gibi karanlıktı; odayı hiç böyle gör-memiÅŸti, nesneler silüet olarak dahi görünmüyordu. Karyoladan uzanıp gece lambasının butonuna bastı, nafile hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmedi! “Acaba ışıklar mı ke-sik, niye jeneratör devreye girmemiÅŸ ?” diye söylendi! Uzanıp pencereyi açarken daha da hayrete düÅŸüp, paniÄŸe kapıldı; gökte ve yerde bir tek bir ışık dahi yoktu!...
Koru içerisindeki malikanesi uzaktan yat limana bakmaktaydı , az ötede mendirekte deniz feneri ve liman giriÅŸindeki sinyal ışıkları ve teknelerin lam-baları sabaha kadar yanıp dururdu; üstelik evin bahçe ve çevresi de aydın-latılmıştı. Limandaki yatı aklına geldi, uzun süredir pencerenin tam karşısına demirliydi, baktı ama, göremedi; “kaptan baÅŸka bir yere mi baÄŸlamış acaba ? ” diye düÅŸündü…
Çevrede bir tuhaflık vardı, bahçedeki aÄŸaçlarda kuÅŸlar sanki gündüz gibi cıvıl cıvıl ötmekte, denizden teknelerin motor sesleri yankılanmaktaydı… Gözlerini ovalarken, “ yoksa kör mü oldum ?” diye mırıldandı, Daha bir ay önce Boston’da genel kontrolden geçmiÅŸ, göz hocası, “sapasaÄŸlam” olduÄŸunu söylemiÅŸti! Başını yeniden gökyüzüne kaldırdı; “ gökte ay olmalı” dedi, uçsuz bucaksız gökyüzü bir karanlıklar denizi gibiydi, ne ay, ne de yıldız vardı; uzayın memelerinden ÅŸehrin üstüne sanki karanlıklar sağılmaktaydı!
Çıldırır gibi olmuÅŸtu, pencereyi kapatıp tekrar odaya yöneldiÄŸinde, birden aklına ellerine bakmak geldi,! Parmağımdaki pırlanta taÅŸlı yüzük ve kolundaki pahalı saati hissedebiliyor, ancak göremiyordu; ellerini kollarının üzerinde gezdirdi, yatarken giydiÄŸi ipek pijaması üstündeydi, fakat onu da göremiyordu; aniden ölüm aklına geldi ,”acaba öldüm mü ? “ diye söylenip, istemli istemsiz elleriyle yüzüne dokunup, “yaşıyorum, yaşıyorum “ diye sevinerek, bağırıp çocuklar gibi havaya zıpladı !
Tuhaf bir geceydi, birkaç dakika içinde odada, korku, heyecan ve sevinci üst üste ve beraber yaÅŸamıştı!.. Sanki çıldırmak üzereydi, el yordamıyla bulduÄŸu sandalyeye oturup, bu kapkara ortamın kasvetine uyarak kara kara düÅŸünmeye baÅŸladı; “bir kâbus olmalı, hem de kara bir kâbus!” diye mırıldandı… Önce delirdiÄŸine karar verdi, sonra vazgeçti bu düÅŸüncesinden “aynı anda hem kör hem de deli olunmaz” diye düÅŸündü, nereden geldiyse birden çocukluk yılları ve yaÅŸlı dedesi aklına geldi. Ä°htiyarlığında onunda gözlerine perde inmiÅŸ, ama yaÅŸama sevincinden hiçbir ÅŸey kaybetmemiÅŸti! Yurt dışında burslu kazandığı mastırını bitirip, kasabaya ziyaretine gittiÄŸinde kendisine dönerek: “ OÄŸlum, baÅŸtaki gözler kör olmaz, sinedeki gözler kör olur’ demiÅŸti! Dedesinin o ÅŸartlar altında dahi güzellikler düÅŸünüp, yaÅŸadığını anımsayınca biraz rahatladı…
Dedesi savaÅŸlar, kıtlıklar görmüÅŸ, babasını kaybetmenin sonrasında yetim kalarak çobanlık, çitçilik yapıp ekmeÄŸini taÅŸtan çıkararak, tarla tapan ve kasabanın en zengini olmuÅŸtu; çevrede oldukça sevilen bir anıt insandı. GeçirdiÄŸi zorluklar ve verdiÄŸi yaÅŸam savaşı inancını oldukça pekiÅŸtirmiÅŸti… Adam, “hayata pozitif bakmak ne kadar güzel ve erdemli” diye düÅŸündü; “kendisi de dedesi gibi olmalıydı, ama nasıl ?”
Oldukça zengindi, birkaç sektörde imalat ve yurtdışına ihracat yapan ÅŸirketleri vardı. GirdiÄŸi her ortamda hatırı sayılan biriydi, bakanlar, baÅŸ-bakanlar hatta cumhurbaÅŸkanlarını yatı ve malikanesinde ağırlamıştı. Fabrika ve iÅŸyerlerinde on binlerce iççi çalışmaktaydı, onlarca arabası ve özel uçağı vardı; ama kasabada oturan dedesi kadar, hatta bırakın dedesini, babası kadar dahi mutlu olamamıştı (!)
Babası, kasabadaki ilkokulu bitirdikten sonra dedesi onu ÅŸehirdeki uzak bir akrabasının atölyesine çırak olarak vermiÅŸ, geceleri yazıhanede yatıp, kal-kar, pazardan pazara kasabaya gidermiÅŸ. GötürdüÄŸü kirli çamaşırlarını annesi yıkayıp kurutur, özenle katlayıp çantasına koyup ,üstüne de birkaç tandır ekmeÄŸi sarmalarmış; sabah erkenden kalkan otobüsle iÅŸinin başına döner, getirdiÄŸi ekmekleri diÄŸer çıraklarla paylaşırmış! Askerlik dönüÅŸü bankalardan aldığı krediyle yan sanayide zar zor bir atölye oluÅŸturup, kendi iÅŸini kurmuÅŸ. Ä°ki çocuÄŸuna da yüksek eÄŸitim aldırarak, öÄŸretmen ve mühendis yapmıştı ! Bir sözü hala kulaklarında yankılanmaktaydı, “OÄŸlum, ne oldum deme ne olacağım de…!”
Atalar nasihati bu sözü, ilk duyduÄŸunda ne anlama geldiÄŸini pek anlayamamıştı! Gençti, dinamikti, aldığı eÄŸitim sonrasında kendine oldukça yüksek güven gelmiÅŸ, “ne olduÄŸunu da, ne olacağını da” biliyordu (!) Toplunda itibarlı bir ailenin damadı olmuÅŸtu, iki de çocuÄŸu vardı; cirosu oldukça yüksek bir fabrika ve aile ÅŸirketinin müdürüydü, kendince önemli bir vizyon ve misyonu bulunmaktaydı. Hasta yatağında ziyaret ettiÄŸi babasının, bu cümleler aÄŸzından döküldükten birkaç saat sonra canı bedenden ayrılıp, ruhunu Rabbine teslim etmiÅŸti . Bir yıl sonra da öÄŸretmen oÄŸlunun yanında kalan “Cennet Hatunu” diye boynuna sarıldığı sevgili annesi de Hakkın rahmetine ve öbür alemdeki eÅŸine kavuÅŸmuÅŸtu.
Esasen evlendikten sonra iÅŸlerinin yoÄŸunluÄŸundan ailesiyle telefon dışında pek görüÅŸtüÄŸü de söylenemezdi! Yıllar önce balayı dönüÅŸü, eÅŸini kaldıkları ÅŸehre ailesiyle tanıştırmaya götürdüÄŸünde, “bu yıkık dökük ÅŸehirde, bu yoksul insanlar arasında ne iÅŸimiz var” diye söylenerek, anasından emdiÄŸi sütü burnundan getirmiÅŸti ! Birkaç yıl sonra oÄŸulları doÄŸduÄŸunda, torunlarını görmek için ağırlıklarıyla ziyarete gelen ailesi için koskoca evde, “yatıracak oda bulunmadığından” alıp otele götürerek, holdingin sürekli rezervasyonlu süitinde misafir etmiÅŸti. Kendince teselli olduÄŸu tek ÅŸey, otelin uluslararası ününün olmasıydı !... Neyse ki bütün bunlar çok gerilerde kalmıştı, artık o günleri düÅŸünmek dahi istemiyordu !…
O an aklına mutluluk takıldı, neydi mutluluk?.. Yüzünden gülücükleri eksik etmemeye çalışıyordu, ideallerinin hepsini, hatta çok fazlasını gerçekleÅŸtirmiÅŸti, Dünyada milyarlarca insanın arzulayıp da eriÅŸmek istediÄŸi her ÅŸeyi vardı! Åžirketinde çalıştığı soylu bir ailenin kolej sonrası özel üniversitede eÄŸitim almış, birçok zengin erkeÄŸin, evlenmek için sıraya girdiÄŸi kendinden birkaç yaÅŸ büyük kızını, kendince “tavlayarak”, mantık evliliÄŸi yapmıştı! Ondan bir oÄŸlu ve bir de kızı olmuÅŸ, ta Amerikalar da özel okullarda okutmuÅŸtu… Güçse güç, servetse servet, devletse devlet hepsi elinin altındaydı… Ä°yi ama neden yalnız kaldığında birden bedbinleÅŸip ümitsizliÄŸe kapılarak, kendini yapayalnız ve mutsuz hissedip, kararan yüreÄŸini afakanlar kaplıyordu?
Yoksa bu gece de onlardan birimiydi ? Ama birden irkildi “ hayır, hayır bu gece onlardan çok daha kötüsü” dedi, sandalyeden doÄŸrulup tutuna, tutuna odadaki banyoya doÄŸru yürüdü, ihtiyarsız olarak ışığın duyuna bastı nafile, karanlık devam ediyordu; musluk sol taraftaydı, açtığı bataryanın önüne ellerini tutunca, suyun serinliÄŸini iliklerine kadar hissetti, hızla yüzüne çarpıp , ovuÅŸturdu, gözlerini de açarak serin suyla buluÅŸmasını saÄŸladı, sudaki klor gözlerini biraz yaktıysa da aldırmadı, belli ki sudan bir yardım ve ÅŸifa bekliyordu !… Askıdan aldığı havluyla silinirken, “ körlük zor zanaatmış, bir ömür boyu nasıl katlanıyorlar “ diye söylenerek, el yordamıyla odaya yönelip sandalyesine oturdu.
Aklına gençlik yıllarında okuduÄŸu bir kitaptaki, “Mutluluk üzerine düÅŸünceler” geldi: Yazar mutluluÄŸun ümitle doÄŸru orantılı olduÄŸunda bahse-dip, “içinde ne kadar gerçekleÅŸen ve gerçekleÅŸtirmeyi beklediÄŸin ümit varsa o kadar mutlusun” diyordu, “GerçekleÅŸmeyecek ümitleri taşımayı ise, sonu kabusla biten rüyaya” benzetmiÅŸti! … BoÅŸ ver dercesine elini sallayıp, “o ya-zara ne kadar da inanmış, mutluluk uzmanı olduÄŸunu sanmıştım; ümitlerimin hepsi hatta fazlası gerçekleÅŸti ama yine de mutlu deÄŸilim” diye söylendi !
Kendisini ve ailesini dindar olarak tanımlıyordu, bayramda kurbanlarını , keser, çevresindeki yoksul iÅŸçilerine dağıtır, yeri geldiÄŸinde bazı hayır kuruluÅŸlarına yardımda bulunur, bayramdan bayrama namaz da kılardı… Bir aile yakınlarını kaybettiklerinde veya bir tesis açılışında ülkenin en güzide “din adamı” olan emekli profesörünü davet edip, sohbet ederek rahatlardı. Ayrılışlarında arabaya kadar uÄŸurlarken hoca ,’inÅŸallah bir daha görüÅŸürüz, ÅŸayet bu dünyada görüÅŸemezsek, Cennette’ diye dua ederek, iyi temennide bulunurdu; o da “hocam daha gençsiniz inÅŸallah yakında tekrar görüÅŸürüz” diyerek ÅŸoförüne dönüp fısıltıyla “üstadı emrettiÄŸi yere bırak, emanetini de vermeyi unutma” diye tembihte bulunurdu!...
Birkaç yıl önce eÅŸi, kadın kadına birkaç arkadaşıyla Hicaza Umre yapmak için niyetlendiÄŸinde de hocaya danışmışlardı , yol arkadaÅŸlarını sormuÅŸ , öÄŸrenince bir müddet dalgın ve suskun kaldıktan sonra kendisini toparlayıp, heyecanla, “uygundur, uygundur mübarek olsun” demiÅŸti ! Adam, uzun süre hocanın o suskunluÄŸunun ve heyecanının sebebini anlayamamıştı. Ancak daha sonra baÅŸka gruplardaki bazı medyatik hanımların Umre sonrası kokteyller düzenleyip ulu orta magazin basınına malzeme olmaları sonucu, eÅŸinin de ağızlara sakız olacağı endiÅŸesini taşımaya baÅŸlayınca, hocanın o günkü tavrını anlayabilmiÅŸti!
Neyse ki medya patronları ve yönetmenleriyle yakın “dostluÄŸu” bulunmaktaydı, eÅŸi ve arkadaÅŸlarına kamera tutmanın “nezaketsizlik ve haddi aÅŸma olacağının” bilincinde olmaları gerektiÄŸini düÅŸünerek rahatladı; ayrıca ÅŸoför ve korumalar ne güne duruyordu! Aile fertlerinin özel yaÅŸamında, “koruma duvarlarının” bulunmasının doÄŸal olduÄŸunu düÅŸünmekteydi ! Ne de olsa diÄŸer insanlara göre, ayrıcalıkları vardı; “sonra, yukarda kırk kiÅŸiydiler, kırkıda birbirini tanıyordu; tencere dibin kara, seninki benden kara” , bir de “ kaç kiÅŸi emek yediÄŸi kapıya ihanet edebilirdi ki (!)” “Belden aÅŸağı vurmanın etik olmadığını bilmeleri gerekir” diye düÅŸünüp rahatladı!... Yine de ne olur, ne olmaz diye, çalıştıkları reklam ajansının yöneticisini aratarak, “holdingle ilgili ellerindeki projelerden bir kaçını medyayla paylaÅŸmalarını” tembih etmekten de geri kalmamıştı !
Aniden “sevgili eÅŸi” aklına geldi, akÅŸam yemekte otomotiv ÅŸirketinin yöneticisiyle yeni fabrika yeri projesi üzerinde çalışırken, eÅŸi arkadaÅŸlarıyla “My Life” kulüpte toplanıp, oyun oynayacaklarını belirterek evden ayrılmıştı. Adam ÅŸirket müdürünü uÄŸurladıktan sonra, salonda hizmetçinin hazırladığı bitki çayını yudumlarken, bir yandan da kendi markasını taşıyan dev ekranlı tele-vizyonda yabancı ajansların ekonomi haberlerini dinleyip, hissesinin bu-lunduÄŸu Londra borsanın yükseldiÄŸini öÄŸrenince keyiflendi… Saatine baktı, gece yarısını geçmekteydi, televizyonu kapatıp, yatmak için odasına yönel-diÄŸinde, yolda hizmetçi kalp ve tansiyon ilaçlarını bir bardak su eÅŸliÄŸinde uzattığında, morali oldukça yüksekti! Hizmetçiye , “hanımın bir saat içerisinde gelirse odama gelsin, yatmamış olacağım, bekliyorum” diye tembihte bulunurken, yüzündeki tebessümü kadında da fark ederek, biraz manalı, biraz da hayretle ona bakmış; fakat hemen toparlanarak, başını yana çevirerek bakışlarını beyinden kaçırmıştı!…
O yıl adamla eÅŸinin evliliklerinin otuz beÅŸinci yılıydı, hizmetçi eÅŸinin ilk çocuÄŸuna hamileliÄŸinden itibaren çok genç yaşında hizmetlerinde bulunmaya baÅŸlamış; birçok talibi olduÄŸu halde evlenmemiÅŸti! Efendilerini anne ve baba gibi bilmekteydi, onlar da onu çok severdi. Kızlarının doÄŸumu sonrasından iti-baren bey ve hanımın aynı katta fakat ayrı odalarda yatmalarını oldukça ga-ripsemiÅŸti ! O gece belki de içinden, “ yeni bir çocukları daha olur” diye ge-çirmiÅŸ olmalıydı(!)
Hizmetçi bir kat altta, hanımın yatak odasının altındaki odada kalıyordu, en küçük bir tıkırtı olsa bile duyardı. Hanımıyla yatak odasındaki televizyonun son kuÅŸak romantik aÅŸk dizsini beraber izlerlerdi; hanım karanlıktan ve yalnız uyu-maktan korktuÄŸundan, uykuya dalıncaya kadar ona günlük gazetelerin magazin sayfalarını ve piyasaya yeni çıkan aÅŸk romanlarından bazı pasajlar okurdu; çoÄŸu kez uyku ilacını almadan da uyuyamazdı! Genellikle, çok sevdiÄŸi köpeÄŸini okÅŸaya, okÅŸaya uykuya dalar, uykusu derinleÅŸtiÄŸinde hizmetçi sessizce odadan ayrılarak, odasına çekilirdi.
O gece elbisesiyle yataÄŸa uzanan hizmetçinin gözüne uyku girmedi, sabaha kadar hanımının eve dönmesini bekledi ama nafile ! “Nevin’in kulübünde sabahlamış olmalı diye düÅŸündü; eÅŸi iÅŸ seyahatinde olduÄŸu bazı gecelerde de öyle yapardı! Jet Nevin, sosyetenin ve medyanın çok yakından tanıdığı gençliÄŸinde güzellik kraliçesi de seçilmiÅŸ, oldukça zengin ve gönlünce yaÅŸayan ellisinde ama hiç yaÅŸlanmayan ÅŸen , ÅŸakrak bir duldu. Ölen kocası, or-duya jet yakıtı ithal edip satarak, ailesine çok geniÅŸ çevre edinmiÅŸti. Hayali ihracattan kısa sürede büyük paralar kazanıp, mültü milyarder olunca , adına “Jet kamil” denilmiÅŸti! Genç yaÅŸta ÅŸüpheli bir trafik kazasında ölünce de lakabı eÅŸine kalmıştı! Bir müddet sora üç ay kadar yer altı dünyasının ünlü bir babasıyla birlikte olmuÅŸ, daha sonra sevilisi alkol komasından hayatını kaybedince de, yalnız kalmıştı (!) ‘Beyle jetlerin yıldızı hiçbir zaman barışmadı” diye düÅŸünerek uyumaya çalıştı …
Hizmetçinin gözüne uyku girmiyordu, aklı Nevin’de kaldı… “EÅŸi hayat-tayken ve sonrasında hakkında pek çok dedikodu çıkmıştı : ‘Güya dul ve evlenmemiÅŸ genç zengin hanım ve kızları toplayıp, Arap ülkelerine götürerek ÅŸeyhlerle safariler düzenler , onlar geldiÄŸinde de yalısında ağırlayıp, alem yaparlarmış ‘ ! Hizmetçi birden irkildi, bunları düÅŸündüÄŸüne piÅŸman olup, ‘tövbe, tövbe dedi, hadi Jet Nevin neyse , misafirler koskoca ÅŸeyhü’l Haremeyn ve peygamberin kavminden , çarpılım sonra; dedikodu yaparak günaha mı giriyorum ne” diye mırıldandı!!!
Aylardan Mart ve ilkbaharın baÅŸlangıcıydı hizmetçi saat altıyı gösterirken yataktan doÄŸrulup, tam terliklerini giymek üzereydi ki, beyinin kendisini çağıran servis zili çalmaya baÅŸladı, apar topar yukarıya koÅŸarken, “ hanım her sabah uyandığında, sırtına masaj yaptırmak için çağırdı da, bey hiç odasına çağırmamıştı; inÅŸallah kriz falan” geçirmemiÅŸtir diye söylendi…
Kapıyı açtığında adamın sandalyede oturmakta olduÄŸunu gördü , elinde yü-zünü sildiÄŸi havlusu vardı; gözleri kan çanağı gibiydi, geceyi uykusuz geçirdiÄŸi her halinden belli olmaktaydı. Hizmetçi korku ve heyecan karışımı ses tonuyla, ”buyurun efendim” dedi , adam gayet sakin “saat kaç kızım” dediÄŸinde, hizmetçi geç kaldığını sanarak telaÅŸlandı, “efendim erken kalktım ama, yediden önce mutfaÄŸa inmeyeceÄŸinizi bildiÄŸimden, rahatsız etmemek için sessiz davrandım” dedi. Adam hizmetçinin konumunu anlayıp, üzmemek için “ kızım odadaki saat doÄŸru mu? diye sordu! Hizmetçi kekeleyerek “doÄŸru, altı on beÅŸ “dedi. Adam konumunu belli etmemeye çalışarak, “bu gün hava nasıl” diye sordu, hizmetçi: “günlük güneÅŸlik efendim, inÅŸallah sizin ve aileniz için iyi bir gün olur” diye cevapladı. Adam “kızım perdeleri aç da, odaya da güneÅŸ girsin” diyecekti ki, birden perdeleri kendisinin açtığını hatırladı; uyandığından beri deÄŸiÅŸen bir ÅŸey yoktu, artık tamamen göremediÄŸini anlamıştı… Aniden karısı aklına geldi, konumunu ilk onunla paylaÅŸmalıydı “hanımın herhalde geç geldi, sen de uykusuz kaldın” deyince, kelimeler hizmetçinin hançerine düÄŸümlendi, zar zor,“hanımım bu gece eve gelmedi” sözleri fısıltıyla dökülebildi dudaklarından… Hizmetçiye , “teÅŸekkür ederim çıkabilirsin” diyerek gön-derdiÄŸinde , gözlerindeki körlük zerre zerre bütün duyguları bloke etmeye baÅŸ-lamıştı! …
YaÅŸamı bir filim ÅŸeridi gibi gözlerinin önünden yeniden akmaya baÅŸladı; Adam oldukça güçlü ve zekiydi lise yıllarında okulun basket takımında oyna-mış, arkadaÅŸları çift dikiÅŸ giderken o , yabancı dille eÄŸitim yapan liseyi yatılı okuyarak birincilikle bitirmiÅŸti, sonra en gözde üniversitede, makine mühendis-liÄŸi ve arkasından Ä°ngiltere’de iÅŸletme mastırı, orayı da baÅŸarıyla tamamladıktan sonra ülkeye dönmüÅŸ ve kayınpederinin rulman fabrikasında iÅŸe baÅŸlamıştı; arkasından patron danışmanlığı ve onun desteÄŸiyle iki aylık mini askerlik dönemi, böylece vatan hizmetini de bitirmiÅŸti (!)
Babası onunla iftihar ediyordu; “oÄŸlum sanayici, hem de en büyüÄŸü olacak” diyordu, “ancak bu kadar da büyük olacağını tahin edememiÅŸ”, diye düÅŸündü!. Kayınpederi için “ çok iyi biriydi” diye mırıldandı, saÄŸlığında yöneti-mine kendisini getirerek, hisselerini hayattaki tek çocuÄŸu ve iki torununa devrettiÄŸi iflasın eÅŸiÄŸindeki fabrikadan, damadının kısa dönemde birkaç sanayi kuruluÅŸunda mal ve hizmetle üreten dev bir holding çıkaracağını nereden bilecekti ! Bunları görmeye ömrü yetmedi” diye söylendi ! “Onunla da kalmayıp ülkenin yüksek müÅŸteri portföyüne sahip, hatırı sayılır kamu bankalarından birini de özelleÅŸtirme sonrası çok uygun fiyata satın aldığını da görmesini isterdim ! Gece gündüz hamallar gibi çalıştım ,kim çalışırsa Tanrı ona verir” diyordu!..
Herkese yaranmıştı da bir tek eÅŸi ve çocuklarına yaranamamıştı; onunda nedeni, eÅŸinin kendisini taÅŸralı olarak görüp, iÅŸkolik bulmasından kaynaklanı-yordu, EÅŸi ailesinin, Bursalı “Hamamcızadelerden” geldiÄŸini ve oldukça asil olduklarını söylüyordu. Adam araÅŸtırdığında, kayın pederinin dedesinin tellak olduÄŸunu öÄŸreniÅŸ , fakat üzülürler diye çocuklarına söyleyememiÅŸti. EÅŸi dedelerinden bahsederken “Hamamcızade” sözcüÄŸüyle meÅŸhur musikiÅŸinas “ Hamamizade”’nin lakabını bilerek karıştırırdı ! Adam ise her duyduÄŸunda eÅŸine çaktırmadan içinden gülerdi. Evliliklerinin ilk yıllarında “Hamamizade” deÄŸil “ Hamamcızade “ diyecek oldu, “ikisi de aynı kapıya çıkar” köylü ve çiftçi, deÄŸil ya diye, sinirlenerek yüzüne bakmıştı. Lafın altında kalmamak için, “ Tellaklıktan iyidir” demek için tam ayaÄŸa kalkacaktı ki, içinden “La havle” çekip yutkundu, o günden sonra kendisini iç güveyisi gibi algılayıp, yediÄŸi her fırçayı kendince olgunlukla karşılamaya baÅŸladı, ne de olsa karşısındaki “sev-gili eÅŸi” ve çocuklarının annesiydi (!)
Çocukları aklına gelince uzun uzun iç çekiÅŸ sonrasında, çok yazık der gibi başını iki yana salladı, belli ki özlemiÅŸti oÄŸlu otuz, kızı yirmi sekiz yaşındaydı “koskoca adam oldular, hala bir baltaya sap olamadılar, bankadaki hesaplarını aşındırıyorlar” diye mırıldanıp, hayıflanarak “keÅŸke benimde böyle bir babam olsaydı” dedi , “ama ben onlar gibi yapmaz, gelir fabrikalardan birinin başına geçerdim” diye, söylenmeye devam etti; “ama anneleri mani oluyor, güya onları kollarken, haylazlaÅŸtırdı, halbuki ben ilkokuldan itibaren yazları babamın yanında çalışmaya baÅŸlamıştım, bu günkü servetim o günden itibaren yaÅŸadığım çalışma disiplinine borçluyum” diyerek göÄŸsünü kabarttı!
Sanki karşısında çocukları var gibi, heyecanla anlatıyordu: “Atletik yapıdaydım, oldukça yakışıklıydım, okulun en güzel kızları benimle çıkmak için can atarlardı, hepsine boÅŸ verdim, ideallerimi ve babamın hayallerini gerçekleÅŸtirmek için,çalıştım; elin gavur memleketinde dahi komilik garsonluk yaptım, o iÅŸlere bakmadım, ya siz kime benzediniz bilemiyorum?” Dedikten sonra artan üzüntünün stresinden gözlerinden yaÅŸlar boÅŸanıp hıçkırıklara boÄŸulup bir nebze rahatlayıp, dakikalarca sessiz kaldı ! O kadar doluydu ki, yıllardır bu ve benzer lafları çocuklarının yüzüne karşı söylemek istiyordu ama yapamıyordu!?…Rahatlama sonrasında birkaç yıldan beri mal varlığının bir bölümünü yararlı iÅŸlerinde kullanılması konusunda düÅŸündüÄŸü projeleri gerçekleÅŸtirememiÅŸ olduÄŸu için yeniden üzülmeye baÅŸladı! “Bu kadar çaba sonucu oluÅŸturduÄŸum serveti bu soytarılara mı bırakıp gideceÄŸim ?” deyip hayıflandıktan sonra, ayaÄŸa kalkarak tepinmeye baÅŸladı.
Hayalinde kızını sağına, oÄŸlunu soluna almıştı, coÅŸtukça, coÅŸup içini dökmeye baÅŸladı; “kime benzediniz, ha kime benzediniz” ? “Biriniz davulcu ve zurnacılarla, ötekiniz o hippi kılıklı kızlarla, bu ülke senin,öbür ülke benim durmadan sürtüyorsunuz, güya ‘beyefendi’ ihracat için baÄŸlantı yapacakmış ? “Ne ihracatı, sen yapsan, yapsan…., diye baÅŸlayan cümlesini bitiremedi , tepinirken saÄŸ elinin hırsla yumruk yaparak dakikalarca sıktığından kan beynine sıçramıştı, ayakta duramıyordu, sandalyeye tutunmak istedi nafile, düÅŸmemek için bütün gücünü topladıysa da beceremedi, dizlerinin üstüne bükülüp yığılarak , yerdeki ipek Acem halısının üstüne boylu boyunca uzandı kaldı !…
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |