26-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow ULUSLAÅžTIRMA MI, HİÇLEÅžTÄ°RME MÄ° ?
ULUSLAŞTIRMA MI, HİÇLEŞTİRME Mİ ? PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 3
KötüÇok iyi 
Yazar Necmettin Evci   
22-06-2009
        ULUSLAÅžTIRMA MI, HÄ°ÇLEÅžTÄ°RME MÄ° ?
           -Ulusal KimliÄŸimizin Ä°deolojik Formu-
                        Necmettin Evci
Resmi ideolojiyi yaÅŸatmak ve yaygınlaÅŸtırmak için çok yönlü, çok amaçlı programlar uygulandı. CHP nin yayın organı olan Kadro dergisi bu amaca etkin hizmette bulunacaktır. Bu dergiyi Åževket Süreyya Aydemir 1930’lu yıllarda bizzat Atatürk’ün görevlendirmesiyle Yakup Kadri’nin de içinde bulunduÄŸu bir kadro ile çıkardı.
Resmi yayın organı gibi olan bu derginin amacı devrim ideolojisini baÅŸta memurlar olmak üzere toplumun bütün kesimlerine yaygınlaÅŸtırmak, daha doÄŸrusu dikte etmektir. Derginin ismi de bu amaca uygun seçilmiÅŸtir: Kadro!.. 4 Kasım 1973’te konuÅŸmacı olarak katıldığı bir panelde Åževket Süreyya aynen ÅŸöyle söylemiÅŸtir: “Kadro hareketi, hakikaten halka karşı halk için bir harekettir. Biz daima klasik demokrasiye karşı mücadele ettik… AÄŸaoÄŸlu Ahmet’le de büyük münakaÅŸamız budur. Niçin halka raÄŸmen halk içiniz? Çünkü inkılâp bir azınlığın iradesinin bir çoÄŸunluÄŸun iradesine tahakkümdür.” (Küçükömer;1994, s. 118) “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir kurum olarak Anadolu nüfus kitlelerine, özellikle de tek parti dönemi süresince, yabancı bir unsur niteliÄŸi taşımıştır.” (Somel; 1997, s.36)
 

Yeni anlayışı oturtmak için tarihi perspektif bütünüyle deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ kurmaca bir tarih anlayışıyla nesiller arası bilinç akışı kesilmek istenmiÅŸtir. GeçmiÅŸ özellikle Ä°slâmi motifler, varidatlar içeren geçmiÅŸ bütünüyle kötü ve karanlık dönem olarak gösterilmiÅŸtir. Tarihe, özellikle Osmanlı gelenek ve geçmiÅŸine duyulan husumet tarihten öç almaya dönüÅŸmüÅŸtür. “Dünkü geçmiÅŸin nelerden kurulu olduÄŸunu açıklamaya gerek görmüyorum. Bu uÄŸursuz geçmiÅŸin korkunç dönemlerini gözden kaçırmış ve hatırından çıkarmış olan bir yurttaÅŸ olabileceÄŸini tasarlayamıyorum. Bundan dolayı bu geçmiÅŸi örtecek yeterli zaman geçmeyince, ulusallaÅŸma akımının daha ÅŸimdiden herkesi içine alabileceÄŸine inanmak doÄŸrusu saflık olur.” (Kohen; 2001, s. 70) Bütün bu sözle o müthiÅŸ akıl babasına aitti. Åžu sözler de yine O’na ait: “Bu devrim ruhu geçmiÅŸle baÄŸları koparmaya kararlıdır. Ve aÅŸama aÅŸama amaca doÄŸru ilerliyor.” (Kohen;2001, s.77)

Ä°stikamet bellidir. Kendimizi unutarak, hiçleÅŸtirerek ulusal kimliÄŸimizi kazanacaktık. Ä°yi ama bu insanın ve eÅŸyanın tabiatına aykırı deÄŸil miydi? Toplumun o gün ve gelecekte kazanacağı formasyon önce eÄŸitimde baÅŸlamalıydı. Üniversite gençlerine Ä°nkılâp Dersleri, ortaöÄŸretimdeki çocuklara ‘VatandaÅŸlık Bilgileri’ adı altında resmi ideolojinin ilkeleri anlatılacaktı. Ä°nkılâp Dersinin hocası aynı zamanda CHP genel sekreteri ve baÅŸbakanlık yapmış biri olan Recep Peker’di. O derslerden birinde aynen ÅŸöyle söylüyordu Peker: “TürklüÄŸün iç yaÅŸayışında olduÄŸu gibi dış görünüÅŸünde de fenalıklar birikmiÅŸti. Ulus vücudunun derisini kaplayan çeÅŸitli hastalıklarla mücadeleye mecbur olduk. Bu hastalıklar o kadar iÅŸlemiÅŸ ki kazımakla bitmiyor. Öz deÄŸerimizle beraber dış görünüÅŸümüzün pürüzlerini temizlemekle bitiremiyoruz.”(1) DiÄŸer taraftan da bu düÅŸünceleri Moiz Kohen takviye ediyordu. “Osmanlı döneminden geriye kalan kimi düÅŸünüÅŸ biçimleri var ki, onları henüz ruhlarımızdan tümüyle söküp atamadık. Köklü düzeltimler sonucu ortadan büsbütün kalkmış gözüken bu düÅŸünüÅŸ biçimleri, kimlik deÄŸiÅŸtirerek kimilerimizin ruhlarının derinliklerinde varlığını sürdürmeyi baÅŸarmıştır. Ne yazık ki, öteden beri yerleÅŸmiÅŸ, ruhumuzun derinliÄŸine girmiÅŸ olan düÅŸünüÅŸ ve anlayış biçimlerini, alışkanlıkları bir çırpıda söküp atmaya olanak yoktur. Ä°nsan zararlı olduÄŸuna usuyla inandığı halde bu gibi eksikliklerden kendini kurtaramıyor.” (Kohen, 2001, s. 19) Peker endiÅŸeleri gideriyordu. “Türk Ä°nkılâbı, hem inkılap hem de istiklâl yönünden geleceklere aşılanmalıdır ki, Türk ulusu bundan önce düÅŸmüÅŸ olduÄŸu ÅŸerefsiz vaziyete bir daha düÅŸmesin.” (Peker, 1935; s.13)

BaÅŸka bir kulvardan da Afet Ä°nan körpe dimaÄŸları tenvir etmeye çalışıyordu: “Din birliÄŸinin de bir millet teÅŸkilinde müessir olduÄŸunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler Ä°slâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların ne ayni dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleÅŸip bir millet teÅŸkil etmelerine tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli baÄŸlarını gevÅŸetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuÅŸturdu. Bu pek tabi idi. Çünkü Muhammed’in kurduÄŸu dinin gayesi bütün milliyetlerin fevkinde, ÅŸamil bir ümmet siyaseti idi.”(2) Bu sözler üzerine uzun boylu düÅŸünmek gerektiÄŸini biliyorum. Ama çerçeveyi daha fazla zorlamamak için Cumhuriyet elitlerinin yeri geldikçe  ‘hocamız’ ‘üstadımız’ diye benimsedikleri Ziya Gökalp’ten kısa bir alıntıyla yetineceÄŸim: “Millet ne ırki, ne kavmî, ne coÄŸrafî, ne siyasî ne de iradi bir zümre deÄŸildir. Millet lisanca, dince, ahlâkça ve bediyyatça müÅŸterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerdn mürekkep bulunan bir zümredir. Türk köylüsü onu “dili dilime uyan, dini dinime uyan” diyerek tarif eder.” (Gökalp, 1958, s.19)

Alfabenin deÄŸiÅŸtirilmesi yanında dilde sadeleÅŸtirme hareketi hız kazanarak devam etti. Ä°ttihatçı aydınlar tarafından dili sadeleÅŸtirme çalışmaları sistemli olarak ilk Cumhuriyetten önce 1911 yılında Selanik’te çıkarılıp yayın hayatını iki yıl sürdüren Genç Kalemler dergisi ile baÅŸlamıştı. Ä°mtiyaz sahipliÄŸini zaten aynı zamanda Ä°ttihatçıların genel sekreteri olan Nesimi Sarım yapmaktaydı. Üstelik bu dili budama hareketi vatanseverlikle özdeÅŸleÅŸtiriliyordu. Hemen hiçbir konuda halka itibar etmeyen kadroların dili sadeleÅŸtirmede halkın konuÅŸma dilini esas almasının temelindeki asıl sebep dilin ifade imkânlarını daraltma amacına dönük olmalıdır. Herkes bilir ki dünyanın her yerinde ve döneminde ilmi, felsefi, estetik ihtiyaçları karşılayan entelektüel dil günlük konuÅŸma dilinin fevkindedir.. Gündelik yaÅŸam için üç yüz beÅŸ yüz kelime yeterli olabilmektedir. Üç yüz beÅŸ yüz bilemedin üç bin beÅŸ bin kelimeyle sınırlanmış entelektüel dimaÄŸ kapsayıcı, doyurucu, algılayabilir veya üretken olabilir  miydi? Kaldı ki bu çabaların ne ölçüde samimi ve iyi niyetli olduÄŸu da ayrı bir meseledir. Ama asıl yanlış ve yanılgı dilin masa başında, egemen olanın buyruklarına göre biçimleneceÄŸi ÅŸeklindeki ön kabuldü. Dönemin bu yelpaze içinde veya yakın yerinde bulunan kimi aydınlar meselâ Ziya Gökâlp bile yapılan iÅŸin doÄŸru olmadığını görmekteydi. “Lisan fertler tarafından usulle yapılmış bir ÅŸey deÄŸildir” diyordu TürkçülüÄŸün Esasları’nda. “Lisanın bir kelimesini deÄŸiÅŸtiremeyiz. Onun yerine baÅŸka bir kelime icat edip koyamayız. Lisanın kendi tabiatından doÄŸan bir kaidesini de deÄŸiÅŸtiremeyiz. Lisanın kelimeleri ve kaideleri ancak kendiliklerinden deÄŸiÅŸirler. Biz bu deÄŸiÅŸmeye seyirci kalırız.” Gökalp; 1958, s. 22)

Bir aÅŸamaya kadar yer yer ‘büyük üstadım, çok deÄŸerli hocamız’ gibi taltiflerle bir anlamda onun üzerinden çok sevdiÄŸi Türkler için üstün fikirler ileri süren daha doÄŸrusu kurtuluÅŸumuz için hayati reçeteler yazan Moiz Kohen, bu stratejik aÅŸama geçildikten sonra o çok sevdiÄŸi hocasına da yaman eleÅŸtiriler getirir. Tahmin edileceÄŸi gibi eleÅŸtirilerinin ana eksenine Türk ülkücülüÄŸünün zihni istikametini belirleyen Gökalp’ın Darvinizme yandaÅŸ olmadığını, Ä°slâm’dan neÅŸet eden geleneklere, dini inançlara karşı olmadığını koyan Kohen, nam-ı diÄŸer Tekinalp; dil konusunda da üstadından ayrı düÅŸünür.(3) Öz Türkçe isimlendirmeler onu ziyadesiyle memnun etmiÅŸtir. “Son zamanlarda Türkçülük akımı yayılmaya baÅŸladığından beri eski Türk adları olan Kaya, Aka, gibi adlarla Türkçe anlam taşıyan Demir, Aydın, Er gibi adlar pek çok tutulmuÅŸtur.” (Kohen; 2001, s. 68) “Hiçbir Türk cezrinin en eski zamanlara çıkıldıkça, Türk kalacağı iddia olunamaz. Bugün Türk cezrinin geldiÄŸine kani bulunduÄŸumuz birçok kelimeleri, vaktiyle Çinceden, MoÄŸolcadan, Tonguzca’dan hatta Hindce’den ve Farisi’den eski Türkçe’ye girmiÅŸ olduÄŸu ilmen sabit olmuÅŸtur.” (Gökalp, 1958; s. 83)

Özetle modern ve tek tipçi eÄŸitim modelinin ulus devlet ile ortaya çıktığı ve amacının, homojenleÅŸtirilen toplumda devletin planlamasına uygun kafa ve donanımda insanlar yetiÅŸtirmek olduÄŸu açıktır. Toplumları ve ülkeleri harap eden savaÅŸlar sonrasında daha keskin ideolojik ÅŸemalarla kurulan ulus devletler eÄŸitime siyasi mahiyet kazandırmışlardır. Devrimin çok keskin dönüÅŸümle yaÅŸandığı Çin gibi, Sovyetler BirliÄŸi gibi ülkelerde; eÄŸitimin, aynı zamanda rejimin militanı sayılacak koruyucu muhafızlar yetiÅŸtirme iÅŸlevleri olmuÅŸtur. Kültür devrimi bu yetiÅŸtirilmiÅŸ insanlar marifetiyle topluma kök salacaktır. Bundan farklı amaçları olmayan Cumhuriyet inkılapçıları eÄŸitimden azami ölçüde yararlanmışlardır. Åžimdi olsa çoklarının ‘parti devletinin birey olarak özgürlüÄŸümüzü kısıtlamaya ve neyi nasıl düÅŸüneceÄŸimi belirlemeye hakkı yoktur’ yollu eleÅŸtirilere o zaman neredeyse imkân yoktu. Ä°nkılâpların geleceÄŸi için zor kullanmakta sakınca olmayabilir, hatta çoÄŸu durumda gerekli de olabilirdi. Aynı derslerde Peker, geleceÄŸin açık ve özgür Türkiye’sini kurmaya aday gençlerin düÅŸünsel ve insancıl ufuklarını ÅŸu ifadelerle açıyordu: “Ä°nkılapları yapmak için çok kere zor kullanmak lazımdır../..Bunları vurup devirmedikçe inkılap yapmanın ve hatta uzun devirler korumanın imkânı yoktur. ./.. Bu bakımdan da Türk inkılâbı en ziyade zor kullanmayı gerektiren bir hususiyet gösterir.” (Peker, 1935; s.8) Son dönem gerçek Türk Münevverlerinden Nurettin Topçu o dönemi capcanlı yaÅŸamış biri olarak uygulamadaki hâkim paradigmayı anlatırken “Bize ‘Åžu kitabı al oku. Åžuurunu kullan, düÅŸün, hisset diyorlar.  Hepsi iyi. Ancak bunlarda ne yazılı ise hepsine inanacaksın. Hele inanma da gör. Yumruk, ÅŸiddet, mahkeme; ölüm, hepsi senin için! O halde düÅŸünmek, hissetmek ve ÅŸuurunu kullanmak ne oluyor? Sizin gayeniz hâsıl olmak için, bunların hiç birine baÅŸvurmamalıyım. Hatta okumak da boÅŸuna. Ne için bileyim? Hürriyet olmayınca, ÅŸuurun da, düÅŸüncenin de manası kalmıyor.” diye yazar. (4) Ondördüncü Louis’nin halkla siyasi otoritenin bütünleÅŸen özdeÅŸliÄŸi gereÄŸi ‘Devlet Benim’ demesi bir ölçüde anlaşılmaz deÄŸildi. Ulusu oluÅŸturan vatandaşın konjonktüre uygun olarak yönlendirilen, heyecan damarını besleyen siyasal eÄŸilimleri hep olmuÅŸtur. Buna raÄŸmen Loui tutunamamıştır. Ama bizimkilerin devletin yerine koydukları mücessem enaniyetleri tanrısal yetkilerle musallah olarak, neredeyse vatandaşın nefesini bile denetleme yetkisini kendilerinde görüyordu. Kim bilir belki de bu sıkı takipler ÅŸahsen benim anlayamadığım, bir inkılapçı mantıkla demokrasinin veya sosyal devletin gereÄŸi olarak yapılmıştır. Bu ifadeler sakın size ironik veya ÅŸaka gibi gelmesin. Atılan taÅŸların hangisini kuyudan çıkaracağımızı bilemiyoruz. Ulusalcıların o meÅŸhur akıl hocası ‘Kemalizm demokratik midir?’ sorusuna çocuk avuturcasına ÅŸöyle cevap verir: “Evet. Çünkü partinin altı simgesinden biri demokrasiden söz eder. Fakat Kemalizm’in günlük anlamı ile demokratik olmadığını sık sık görmekteyiz. Yeni Türkiye’nin en yetkili söz sahipleri, her olanak düÅŸtükçe demokrasiyi açıkça kötülemekte duraksamıyorlar. Kemalizm’in çok ÅŸiddetli bir disiplin yandaşı, çok otoriter bir rejim olduÄŸu hiç kimse için bir giz deÄŸildir. Bu ise, klasik anlayışlara göre demokratik ilkelerin tam karşıtıdır.”(Kohen;1998, s. 201)  “Türkiye’de ortaya çıkan devlet modern olmakla birlikte sosyal deÄŸil bir siyasal devlettir, merkezi üniter ve egemenlik sistemidir. Buttomore’un ifadesiyle bu egemenlik bir halk egemenliÄŸi deÄŸildir, onun adına seçkinlerim kullandığı bir egemenliktir.”(5)
Tek parti yönetiminden huzursuz olan sadece mütedeyyin insanlar deÄŸildir. Dönemin liberal hatta solcu devrimci ama özgür vicdanları tümüyle körelmemiÅŸ aydınlar da bir uyuÅŸmazlık yaÅŸarlar. Kemal Tahir çok uçta bir örnek sayılmamalıdır. Serbest Fırka’ya üye olduÄŸu için çıkıştığı bir arkadaşı ona ÅŸöyle der: “Bilinçliyim. Bugün Türk çoÄŸunluÄŸu baskı altındadır. Devrimci dediÄŸin bizim gibiler de baskının sıkıntısını yaşıyorlar... Sen düÅŸündüÄŸünü yazabiliyor musun, ben düÅŸündüÄŸümü söyleyebiliyor muyum?” Ä°ki arkadaÅŸ davalarında öyle samimi, öyle inatçıdırlar ki, birbirlerinin suratlarını dağıtacak ölçüde yumruk yumruÄŸa kavgaya tutuÅŸurlar. Bir süre sonra olanlar Kemal Tahir’in iç dünyasında derin kaynamalara yol açar. O kaynamalardan bu sayfalara birkaç damla dökülsün istiyorum: “Halk Partisi, öylesine rezil, öylesine aÅŸağılık, öylesine utandırıcı iÅŸleri, göÄŸsünü gere gere yapmaya baÅŸladı ki, aydım!.. Bunca namussuzluÄŸu, gözünü bile kırpmadan yapanların devrimci, mevrimci olmaları söz konusu olamazdı../..Kapı kapı gezip Serbest Fırka’ya oy vereceklerin iflahını keseceklerini açıktan açığa söylediler../..Ben kendi gözlerimle tepelenen devrim düÅŸmanlarının(!) tepeleyen devrimcilerden daha namuslu olduklarını görmüÅŸtüm. Namuslular temizlenmiÅŸ, meydan namussuzlara, kopuklara kalmıştı. Ters iÅŸlemiÅŸti bu giriÅŸim.”(6) Tarihin cilvense bakınız ki, düÅŸüncelerine daha yakın olan tek parti döneminde mahpus damlarına tıkılan ünlü yazar, Demokrat Parti iktidarında özgürlüÄŸüne kavuÅŸur. Bizi millet yapan ruhu tarihi motiflerle besleyerek canlı bilincimizi tezyin etme ustası büyük ÅŸair Yahya Kemal’in ‘EÄŸil DaÄŸlar’ında anlattığı bir anekdot trajik esprisiyle çok ilginçtir: "Vatanperver bir zata yolda tesadüf ettim, beni tuttu, karşısına aldı, çatık kaÅŸlarla, kıvılcımlı gözlerle baktı, dedi ki: “Gözümün önünde bu kadar insan astılar niye sustun? Dedim ki: Gözünüzün önünde astılar da iÅŸte onun için sustum. Çünkü asıl o zaman insanın diz baÄŸları gevÅŸiyor; sesi kısılıyor, bir insanı sehpada kukla gibi sarkar görünce insan, doÄŸrusu isyan edemiyor. Zaten onların maksatları bir yahut beÅŸ insanı asmak deÄŸil, onları asmakla milyonca insanı susturmak deÄŸil mi?"(7)
__________
(1) -Recep Peker,İnkılab Dersleri, s. 11, Ulus Basımevi Ankara, 1935.
(2) -Afet Ä°nan, VatandaÅŸlar Ä°çin Medeni Bilgiler, s. 12, 13, Devlet Matbaası Ä°st. 1933.
(3) -Moiz Kohen, Kemalizm, s.49, Toplumsal DönüÅŸüm yay. Ä°st. 1998.
(4) -Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, s. 42, YaÄŸmur yay. Ä°st. 1961.
 
(5) -Mustafa Aydın, Siyasetin Sosyolojisi, s. 87, Açılımkitap Yay. 2. Bas. Ä°st. 2006)
(6) -Ä°smet BozdaÄŸ, Kemal Tahir’in Sohbetleri, s.73,76,77, Emre yay. Ä°st. 1995)
(7) -Yahya Kemal, EÄŸil DaÄŸlar, s. 265, MEB yay. Ä°st. 1970)

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 22-06-2009 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111701938 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net