27-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Medyadan Seçmeler arrow BU ÃœLKE VE DÄ°NDARLAR
BU ÜLKE VE DİNDARLAR PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 4
KötüÇok iyi 
Yazar Süleyman ARSLANTAÅž-Genç Birikim   
16-06-2009
            BU ÜLKE VE DÄ°NDARLAR

                  Süleyman ARSLANTAÅž-Genç Birikim
                                          
                  Ahmet Altan diyor ki: “Ben, bu ülkenin kaderini belirlemekte dindarların rolünün çok önemli olduÄŸuna inanıyorum. Onların tercihleri Türkiye’nin de rotasını çizecek. Ne yazık ki dindarların kesinkes belli tercihleri yok. Dahası, onların neyi tercih edeceÄŸini bize söyleyebilecek belirli ’ölçüleri’ de yok. Bu beni çok ÅŸaşırtıyor aslında. Çünkü dindarların ‘ahlak’la, hakkaniyetle, adaletle’ ilgili çok kesin ilkelere sahip olmaları gerektiÄŸini düÅŸünüyorum.” (Taraf 17.05.2009)
Ahmet Altan yazısının ilerleyen bölümlerinde ifade vermek üzere, savcılığa çağırılan DTP’li milletvekilleri için, Meclis BaÅŸkanı’nın ‘polis gelir onları alır.’ Sözünden hareketle dindarları ve onların davranışlarını irdeliyor. Ve kendince ‘dindarlığın mahremi, edebi yok mu?’ diye de serzeniÅŸte bulunuyor.

Öncelikle ‘bu ülke’ denilen ülke nasıl bir ülke, bu ülkenin öncelikleri, kimliÄŸi, aidiyeti nedir? Ä°kincisi din nedir, dindar kime denir? Veya ‘din’ bir meslek midir ki aÅŸçılık, marangozluk, kahvecilik vs. gibi herhangi bir dine mensup olanlara ‘dindar’ diyelim…

Bireysel olarak kendi nesebini, geçmiÅŸini, atalarını, aidiyetini reddeden ya da unutturan insana en kestirme ifadeyle ‘neseb-i gayr-i sahih’ denir. Yani nesebsiz… Nesebsizlik ile bir kimsenin babasının bilinmemesi farklı ÅŸeylerdir. Nesebini inkâr edenle nesebi bilinmeyen de farklıdır. Kur’an’ı Kerim’de: “Evlatlıkları babalarına nispet edin, bu, Allah katında en doÄŸru olandır. EÄŸer babalarının kim olduÄŸunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeÅŸi ve dostlarınız olarak kabul edin…” (33/5) buyrulmaktadır.

Din, babaları bilinmeyenleri dışlamamamızı, onları kardeÅŸ ve dost olarak kabul etmemizi isterken, soyunu inkâr eden soysuzlara karşı ‘tavır’ sahibi olmamızı istiyor.
YaÅŸadığımız ülkenin en azından bin yıllık bir geçmiÅŸi olduÄŸunu biliyoruz. 1071’den bu yana bu topraklarda her ırktan, her dinden, her mezhepten insanlar birlikte yaÅŸamışlar ve yaÅŸayagelmiÅŸlerdir. Tabiî ki o tarihten günümüze kadar da hep bu ülkeye hükmeden bir devlet olagelmiÅŸtir. Devlet uzun asırlardan beri devam ediyor. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de aynı devlet. Devlet deÄŸiÅŸmedi, deÄŸiÅŸen devleti elinde tutan yönetimler, rejimlerdir. Selçuklu ve Osmanlı bilebildiÄŸi kadarıyla devlete Ä°slâmi ilkelerle yaklaÅŸmış ve yönetimde Ä°slâmi bir sistemi dünya görüÅŸü olarak tatbike çalışmıştır. Bu tatbikatların oluÅŸturduÄŸu bir gelenek, bir medeniyet oluÅŸmuÅŸtur. Uzun asırlar içerisinde oluÅŸan yönetim gelenekleri, edebiyat, sanat, sosyal iliÅŸkiler ‘hadaret’ düzeyine ulaÅŸmıştır. Asırların, yönetim biçimi baÅŸta olmak üzere getirmiÅŸ olduÄŸu tüm birikimleri iyisi ile kötüsü ile bir anda ortadan kaldırırsanız ya da yok sayarsanız bulunduÄŸunuz ülkeyi, devleti, toplumu, toplumu oluÅŸturan her katmandan olan insani iliÅŸkileri, ya da insanın insanla iliÅŸkisini, insanın kendisi ile iliÅŸkisini ve keza insanların yönetiminden sorumlu olanların sair devletlerle olan iliÅŸkilerini tanıyamazsınız. Sonuç olarak da karşınıza ister-istemez ‘neseb’ sorunu çıkar.

            YaÅŸadığımız ülke geçmiÅŸini reddederek gelecekten ümit arayan bir ülke. Bu ülke tarihini, atasını, tarihi mirasını, aidiyetini, kendisini var eden deÄŸerlerini inkâr ile gününü ve geleceÄŸini yönlendirmeye çalışan bir ülke. Rejimler deÄŸiÅŸebilir. DeÄŸiÅŸen her rejimle birlikte geçmiÅŸten gelen her ÅŸeyi reddetmek iÅŸte bu normal deÄŸildir. Selçuklu, MoÄŸol istilasının ardından (1258) ciddi bir ÅŸekilde çöküÅŸ sinyalleri vermeye baÅŸlamıştı. Yeni bir yönetime geçmenin ya da Selçuklu döneminin sona ermesinin emareleri görünmekteydi. Selçuklu sultanları var olan tehlikeyi yok kabul etmediler. Siyasi bir üslup ile ‘Anadolu Beylikleri’ne ikaz da bulundular, hazırlık yapmalarını ve görev devir-tesliminin yaklaÅŸmakta olduÄŸunu duyurdular. 13. yüzyılın son çeyreÄŸinde Anadolu’da yarış hızlandı ve sonuçta devlet sorumluluÄŸunun Osmanlı’ya devredileceÄŸi kesinleÅŸti. Tabiri caizse aÄŸrısız-sızısız 1299’da Osmanlı, Selçukludan sorumluluÄŸu devraldı. Osmanlı, Cumhuriyetçilerin yaptığı gibi geçmiÅŸi reddederek geleceÄŸi tasavvura yönelmedi. Selçuklu’nun bıraktığı her alandaki güzel mirası aynen devraldı ve medeniyetini, yönetimini devraldığı doÄŸruların üzerinden yürüttü ve yönetiminden sorumlu olduÄŸu toplumun da deÄŸerlerini koruyarak 624 yıl bu topraklarda, bu ülkede devlet sorumluluÄŸunu, millet duyarlılığını devam ettirdi. Ne var ki devletin bekası için yıkıcılarına bile tebessüm etmeyi de ihmal etmedi…

               Osmanlı’yı yıkmak isteyen darbecilerin ki onlar asker idiler. Zaten bu ülkede askerlerden baÅŸkasının darbe yapma gücü de, yetkisi de yok. Hani Ergenekon davasında emekli askerler, prof’lar, gazeteciler, sendikalar darbe zanlısı olarak gözaltına alındılar tutuklandılar ya, birileri koca koca adamlar, generaller, profesörler darbe yapar mı diyor. Ergin Ardıç’ta haklı olarak: ‘Koskoca paÅŸa darbe yapar mı?’ sorusuna: ‘Hayır, darbeleri kasap çırakları ve berber kalfaları yaparlar, çünkü zulalarında tankları ve uçakları vardır! Nefer olarak yaptıkları askerlikten terhis olurken ‘ileride lazım olur’ diye bir kenara atmışlardır… ‘Yüksek tansiyonlu, ÅŸekerli adam darbe yapar mı?’ Hayır, önce tam teÅŸekküllü devlet hastanesinden ‘saÄŸlık durumu darbe yapmaya uygundur.’ Åžeklinde saÄŸlam raporu alınır! ‘Üniversite hocası darbecilerle birlikte olur mu?’ Hayır, Orta mektep ÅŸehadetnamesi ya da lise muadili meslek okulu diploması yeterlidir! ‘YaÅŸlı baÅŸlı adam tutuklanır mı?’ Hayır ancak onsekizinde taÅŸ gibi delikanlılar içeri atılabilirler!...” (Sabah 19.04.2009)

               Osmanlı’yı yıkanların da askerler olduÄŸunu ifade etmiÅŸtik. Ancak iÅŸin aslına bakarsak Osmanlı’nın da o darbecilerin (ki, onlarda sivil ve askeri bürokrasiden oluÅŸuyordu) yetiÅŸmesinde katkısının olduÄŸunu unutmamamız gerekiyor. Keza Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk bürokratik yapısını oluÅŸturanlar Osmanlı bürokratları idi. M.Kemal baÅŸta olmak üzere tüm çalışma arkadaÅŸları Moskova’da, Londra’da yetiÅŸmemiÅŸlerdi, onlar da Osmanlı yönetiminde yetiÅŸmiÅŸlerdi. Ve sözüm ona o dönemde ‘yenilikçi’ dendiÄŸinde akla gelen batı tipi düÅŸünen, yer yer seküler–laik anlayışları benimseyen ve davranış haline dönüÅŸtüren, din’le ve halk’la arasına mesafe koyan kimseler akla gelirdi. Yine Cumhuriyet döneminde de bu kesim o ‘yenilikçi’ kimliÄŸi ile arz-ı endam eyledi… Nitekim Osmanlı sonrası Cumhuriyet aydın ve elitleri kendilerince ‘tek adam’ yarattılar ve yine o ‘tek adam’ paranoyası etrafında bir kültür oluÅŸturdular. OluÅŸturdukları bu kültürde adeta yeni bir ‘tapınma’ modeli geliÅŸtirdiler. Yeni yönetim anlayışları, yeni tapınma kültürleri beraberinde halka ve halkın deÄŸerlerine, tarihe karşı bir tavır olarak kendisini ortaya koydu. Fikret BaÅŸkaya’nın ifadesiyle: “1920–1938’ döneminde oluÅŸmuÅŸ olan rejim, ona ait olan kültür; ‘Tartışmayı yasaklayan, farklı düÅŸünceyi düÅŸman sayıp lanetleyen, muhalifi ÅŸeytanlaÅŸtırıp cezalandıran, kiÅŸiye tapınmaya dayanan, toplumu adam edilmesi gereken bir nesne olarak gören bir rejimin modernite ve aydınlanmayla bir ilgisi olabilir miydi?” sorusu Osmanlı’nın son zamanlarındaki yenilikçilerle, Cumhuriyet dönemi yenilikçilerinin birbirlerinin devamı olduÄŸu gerçeÄŸini ortaya koymaktadır.

                 YaÅŸamış olduÄŸumuz ülke ve bu ülkeye hâkim olan kültür ve rejim aslında uzun zamandan beri deÄŸiÅŸime, yenilenmeye direnen bir yapıya sahiptir. Zaten darbelerin de arka planına baktığımızda kısmen de olsa ezber bozan bürokrat ve yönetimlerin, aynı zamanda sivil destekli askeri darbelerin de nedeni olduklarını görürüz. Dikkat edilirse 1923–1950 arası hiçbir darbe izine rastlamayız. 1950 sonrası ve hem de Demokrat Parti’nin en güçlü olduÄŸu dönemde darbe hazırlıklarının baÅŸladığını görmekteyiz. 27 Mayıs darbesinin hazırlıklarının 1950’lerin ortalarında Amerika’da kursiyer olarak bulunan Orhan Erkanlı vb. arasında baÅŸladığını kendi hatıratlarında okumaktayız. Bu ülkede 1960’tan bu yana neredeyse periyodik darbe ve muhtıraların meydana gelmesinin en önemli nedenleri olarak; 1950 sonrası yönetimlerin ‘tek adam’ dikta ve kültüne ‘ÅŸirk’ koÅŸmaları, köylünün ÅŸehirle tanışması, ÅŸehirlinin kısmen de olsa dünya ile tanışması ve yine halkın çeÅŸitli kültürlerle teması, para denilen ÅŸeyi tanıması, sandıkta; var olan rejimin ve onun banilerinin arzu ettiklerinin dışındakileri tercih etmeleri darbelerin varlığını ve devamlılığını oluÅŸturmuÅŸtur. Bu konuda; demokrasi, para ve farklı kültürlerin halk arasında tedavüle sokulmasının darbelerin en önemli nedenleri olduÄŸunu söylersek herhalde yanılmış olmayız.

                Åžimdi yaÅŸamış olduÄŸumuz ülkede parlatılan, cilalanan, pohpohlanan bir takım kavramlar var. Mesela bunlardan bir tanesi ‘DEMOKRASÄ°’. Neredeyse (darbeciler hariç) demokrasiyi kutsamayan hiç kimse kalmadı! Oysa Batı’nın bizdeki kadar bu kavrama, yönetim biçimine fazla da önem vermediÄŸi aÅŸikâr. Keza laiklik de öyle.. Ama biliyoruz ki; savunma sanayii geliÅŸmemiÅŸ ülkelere, savunma sanayii geliÅŸmiÅŸ ülkeler çeÅŸitli silahlar satarlar. Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri bu silahları kendi halklarının nafakalarından, yolundan, suyundan, elektriÄŸinden keserek alır. Hatta geliÅŸmiÅŸ bir ülke kendisine ve deÄŸerlerine düÅŸman olan ülkelere bile silah satmakta beis görmez. Nitekim sekiz yıl süren Ä°ran Irak savaşında Amerika, Ä°ngiltere, Fransa ve Ä°srail gibi ülkeler her iki tarafa da silah sattılar. Neden? Çünkü sattıkları silahların daha modern olanını ürettikleri için… Åžimdi Batı için demokrasi de demode olmuÅŸ, baÅŸka ülkelere ihracında sakınca olmayan silah gibi. Ve adeta halkı Müslüman olan ülkelere sürekli ‘demokrasi’ pompalanıyor.

                   Merhum bir mütefekkirimizin ‘demokrasi’ ile ilgili bazı tespitlerini paylaÅŸalım: “Felsefi dünyanın bula bula bulabildiÄŸi, seküleristlerin de iÅŸlerine geldiÄŸi için, dört elle sarıldığı ÅŸu demokrasi için, II. Dünya Harbi’nin ünlü politikacısı Churchill: ‘Demokratik idare, dünyanın en kötü idare biçimidir; bütün öbürlerini saymasak’ demiÅŸse, 1990’ların Ä°ngiliz BaÅŸbakanı Teatcher; ‘Hıristiyan’ca bir tanım deÄŸildir, Ä°ncil’de hiçbir yerde demokrasi kelimesi geçmez.’ diye demokratlığı benimsememiÅŸse; Voltaire, ‘katıksız demokrasi, ayak takımının despotizmidir.’ Deyip yermiÅŸse ve üstelik pek çok batılı yazarların tenkidine tabi tutulmuÅŸsa demokrasiye niçin bir alternatif sunulmakta aciz kalınmıştır? DüÅŸünülmeye deÄŸmez mi?” (M.Said Çekmegil, DüÅŸünceler DüÅŸledim Sh.66)

                   Evet, bu ülke kendine ait deÄŸerleri reddederek, kendisine ait olmayanları ithal ederek ve üstelik dayatmacı, tek düze bir anlayışla toplumu idare etmeye, yönlendirmeye veya statikleÅŸtirmeye gayret gösteren bir ülke. Yine Fikret BaÅŸkaya’nın ifadesiyle 1920–1938 arası oluÅŸan kültür ve ‘tek adam’ anlayışıyla yönetilen bir ülkenin herhalde dindarı da etkilenir-etkilenebilir. Yaklaşık yüzyıldan bu yana var olan ve resmen desteklenen ‘dine karşı oluÅŸ’a raÄŸmen bugün hâlâ bir kısım dindarların var oluÅŸu önemlidir.

                    Kaldı ki, din nedir, dindar kimdir? Sorularına da cevap bulunması gerekir. Kur’an’a dayalı olmayan, Kur’an’ın tarif etmediÄŸi bir anlayışla oluÅŸturulan peygamber sünneti ile ne din anlaşılır, ne de dindar olunur. Mevcut rejimin gölgesinde onlarca yıl yaÅŸamış olan neredeyse dört kuÅŸak, bu güne ve geleceÄŸe Kur’an’ın öngördüÄŸü anlamda dinini yaÅŸayan bir nesil, bir toplum bırakmayacağı-bırakamayacağı muhakkak.

                  Din, kiÅŸinin inandığı deÄŸerler bütünüdür. Aynı zamanda din insanın hayatına hâkim kıldığı temel ilkelerdir. Hayata hâkim kılınmayan din etkisizdir. Dini hayatına hâkim kılmayan-kılamayan kiÅŸi dinden uzaktır. Bu ülkenin temel yönetim anlayışında Kur’an’a dayalı bir insan yetiÅŸtirme projesi yoktur. Bu ülkede dindar bir insan sadece kendi çaba ve gayreti ile yetiÅŸir. Daha düne kadar bu milletin dinini öÄŸrenme kaynakları çok kısıtlı idi. Bütüncül Ä°slam’la tanışma süreci oldukça yenidir. Yani Kur’an, sahih sünnet, bunlara dayalı içtihad ve düÅŸünceler, keza bunların ibadet ve muamelata dönüÅŸmesinin tarihi oldukça yenidir. Bu yeni oluÅŸa raÄŸmen bir kısım jakoben, laik çevreler kendi kendilerine hayıflanıyorlar ve diyorlar ki; ‘bizim dizayn ettiÄŸimiz ve uygulamaya koyduÄŸumuz eÄŸitim ve yönetim anlayışında bu tür din anlayışlarının yeri olmadığı halde bunlar nereden türediler?’ Bunlar Allah yardımı ile evrensel Ä°slam anlayışının, evrenin birçok alanına ulaÅŸmasıyla oluÅŸtu ve daha da oluÅŸacak.

             Ve ÅŸimdi diyorum ki; Sayın Ahmet Altan ve onun gibi düÅŸünenlere: Geliniz önce bu ülkede Kur’an’a dayalı Ä°slam anlayışını ikame edelim ve insanlarımız dini, dinin asıl kaynağından öÄŸrensinler. Ä°ÅŸte o zaman haklı olarak: ‘ne yazık ki dindarların kesinkes tercihleri yok. Dahası, onların neyi tercih edeceÄŸini bize söyleyebilecek ‘ölçüleri’de yok. ‘tez’iniz haklılık kazansın. Kur’an’ın egemen olmadığı bir ülkede ... yetiÅŸen dindarların yanlışlarının faturası dine ve gerçek manada dindarlara çıkartılamaz…


Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 16-06-2009 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111720815 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net