26-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow GeçmiÅŸten arrow GeçmiÅŸten arrow N. F. K. Cinnet Mustatili'nden
N. F. K. Cinnet Mustatili'nden PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 1
KötüÇok iyi 
Yazar Necip Fazıl Kısakürek'ten Sunan: bilal SÃœRGEÇ   
14-06-2009
27 Mayı 1960'a kadar / Cinnet Mustatili'nden

________________________________________________

Necip Fazıl Kısakürek

________________________Sunan:Bilal SÜRGEÇ_______________________

Sırtımda toplamı 100 yıla yakın ve hemen hepsi tasdik safhasında bir sürü mahkûmiyet, türlü maddî ve manevî buhranlar içinde 1960 ilkbaharına kadar sürüklendim. Memleketin buhranı mı daha ağır, benim ÅŸahsımınki mi, ayırd edemiyorum. Adnan Beyin ebedî (septik) ve istikâmet seçemeyici karakteri, nihayet müsamaha ettiÄŸi her tarafı birden üstüne saldırtmıştır. Bu arada olanca malım mülkünü isteseler belki vermeÄŸe hazır, fakat bir basın affına yanaÅŸması imkânsız olan Adnan Beye benim için ÅŸöyle bir formül arz ediyorlar:
- NiÄŸde Valisi Nedim Evliya, Necip Fazıl’ın hemÅŸehrisi ve yakınıdır. Zaten Kadıköy Savcısı iken, Necip Fazıl’ın tavsiyesi üzerine, güvenilir insan olarak valiliÄŸe geçirilmiÅŸtir. NiÄŸde hapishanesinde Necip Fazıl’a münasip bir yer hazırlatacak ve orada kendi nezaret ve murakebesi altında, Necip Fazıl’a zindan acısı duyurmadan, mümkün olan kolaylığı göstererek vaziyeti idare edecek...
NiÄŸde’ye kadar gittim ve yakınım olan vali’nin benim için ağır halılarla döÅŸettiÄŸi hususî zindan odasını gördüm.

O sıralarda mahkûmiyetlerimden birkaçı kesinleÅŸmiÅŸ ve yakınlaÅŸan bayrama kadar iÅŸlerimi nizamlayıp, içinde 100 yıl kalacağım ve orada her gün kurtuluÅŸ fırsatım gözliyeceÄŸim yeni kâÅŸaneme çekilmem kararlaÅŸtırılmıştı.
Ankara’da, sefillerin sefili bir otelde, hâlimi, hâlimin içinden de memleket hallerini seyretmekteyim. Temas edebildiÄŸim, devlet recülü tek dost, Nafia Vekili Tevfik Ä°leri... Ä°kimiz de, Bakanlık makamında veya Bakanın evinde geç saatlere kadar dertleÅŸiyor, vatanın sürüklendiÄŸi âkibetleri ve bütün bunlara karşı Adnan Menderes’in ruh akametini konuÅŸuyoruz. AÄŸlamaklıyız; havaya verdiÄŸimiz nefes, bir kezzap buharı halinde çıkıyor içimizden...
- Kuzum Tevfik Bey, diyorum dostuma; kendisine baÅŸ vurup bizi bir iki saat kabul etmesi için bir randevu alamaz mısınız?
- Derdi başından aÅŸkın... Ä°mkân bulabileceÄŸini sanmıyorum. Ama bir kere tecrübe ederim.
Ankara’daki Harbiye nümayiÅŸi hâdisesinden birkaç gün sonra Tevfik Ä°leri’den ÅŸu haber geldi:
- Yarın sabah saat 6’da bizi BaÅŸvekâlette kabul edecek...
Sabahın bu erken saatinde, jandarmalar uzun donlariyle, koridorları paspaslarken BaÅŸvekâlete giriyoruz. Adnan Beyin benimle temasını belli etmemek için seçtiÄŸi bu garip saatlere yabancı olmadığım halde hayretler içindeyim. Halkın “kapatma” dediÄŸi soydan bir kadın kabul edercesine bana tatbik edilen bu gizlilik ifadesi ardındaki acizlik ne hazin!..
BaÅŸvekâlet kaleminde müdür bile yok... Sadece emin sanılan bir memur... Bizi hemen huzura çıkarıyor.

Saat 6’ya 10 kaladan 8’i 15 geceye kadar tam 2 saat 25 dakika konuÅŸuyoruz. Canımı diÅŸime taktığım ve son kozlarımı oynamaya karar verdiÄŸim için her ÅŸeyi söylüyorum.
Birinci mesele:
- Üniversite hâdiseleri karşısında ne tavır alınabilirdi?
- Hükümet kuvvetlerine karşı fiille karşı duran Halk Partisi sevk ve idaresindeki sözde gençlik yığınından bir buçuk ölü yerine 150 ölü verdirilseydi ortada bir hükümet bulunduÄŸu anlaşılır ve hiç bir ÅŸey olmazdı. Avrupa’nın nice (demokratik) ülkesinden bin bir misal... Demokrasi, kanunları çiÄŸneyen ve hükümete el kaldıran zümrelere ÅŸefkatle mukabele etmek deÄŸildir.
Ä°kinci mesele:
- Harbiye nümayiÅŸine edilecek mukabele ne olabilirdi?
- Harbiye nümayiÅŸi, hükümetin kuvvet derecesini anlatmak için tertiplenmiÅŸ taarruzî bir keÅŸif hareketidir. Harbiyelilerin tarihte ihtilâl yaptıkları görülmüÅŸse de sokaklarda nümayiÅŸ yaptığı ve üniformasını sokak politikasına âlet ettiÄŸi görülmemiÅŸtir. Yapılacak ÅŸey, aynı akÅŸam, Ankara’daki bütün generalleri toplayıp peÅŸine takmak, Harbiye’ye girmek ve nümayiÅŸçilere askerî edebin gerektirdiÄŸi cezayı hemen vermekti. Bu da, törenle, trampet sesleriyle elebaÅŸların üniforma iÅŸaretlerini sökmek ve onları “silk-i celil-i askerî” den ihraç etmekti.
Üçüncü mesele:
- Kuduran muhalefet nasıl karşılık görmeliydi?
- Açıkça ihtilâl hazırladıkları ithamiyle partilerim kapatmak ve baÅŸlarını ezmek suretiyle...
Åžu üç meselenin toplandığı mihrak, hayat hakkının ancak ölümü göze almakla kaim olduÄŸu ve (rızk) kıymetini takdir etmek ve azamî ÅŸiddetle ÅŸahlanmayı bilmektedir.
Ayrıca meseleler:

- Demokrat Parti kendi içinde ne gibi bir tasfiyeye muhtaçtır?
- Halk Partisinin basit ıslahatçı bir ÅŸubesi olmaktan çıkıp ona tam mânasiyle ve kökten aykırı bir dünya görüÅŸüne sahip olarak, milliyetçi ve özcü grubu hâkim kılmakla...
- Yol nedir?
- Madde imarından evvel ruh kalkınması...
- Usul nasıldır ve isnad neyedir?
- Usul, ideal sahibi insanlara mahsus en sert gözükaralıktır ve istinat, milletedir.
Haklı cür’et, imanlı cesaret, dâva sahibi cesaret ve köklere kadar inmeyi bilen samimiyet; iÅŸte, Demokrat Partinin mahrum olduÄŸu hassalar...
Bütün bu hayatî problemleri ortaya atıyorum ve sözlerimin bir çok yerinde hoÅŸa gitmediÄŸimi anladığım halde tonumu düÅŸürmüyorum:
- Her halde nazarınızdan kaçmamıştır, beyefendi;
1958 Büyük DoÄŸu’larında hakkınızda iki yazım çıktı “Ya Ol, Ya Öl!“ ve “1960 Son Vade...“ Sizin nasibiniz, alelade, seri malı bir BaÅŸvekillik ÅŸartlarına uymaz. Size iktidarın yolunu açan kader, ya olmanızı, yahut ölmenizi âmirdir. Ya öldüreceksiniz, yahut öldüremedikleriniz tarafından öldürüleceksiniz!
(27 Mayıs hareketinden sonra bir çokları tarafından bu yazılar kesilip saklanmış, bazılarınca da camlatılıp duvara asılmıştı. Allanın o zamanlar bana lütfettiÄŸi his, ne kehanet, ne de kerametle alâkalıdır. Sadece selîm akıl ve hâdiseleri iç plânlarından görmeÄŸe çalışmanın eseri...)
O sırada (enteresan) bir ÅŸey oldu; Adnan Bey beni susturmak için, alışık olduÄŸu mâbeyn hilelerinden birini kullanıverdi. Emin sandığı -hiç bir emin adamı olmamıştır!- memurunu çağırıp “Meyva getirsinler!” emrini verdi. Bir an içinde kocaman billur bir tabakta muzlar, elmalar, armutlar... Adnan Bey eliyle tabaktan bir muz çekip bir kanadını soydu ve bana uzattı.
Atıldım:
- YemiyeceÄŸim efendim; havanın bile girebildiÄŸine hayret ettiÄŸim odanıza nasılsa kabul edildik. Bu belki son ÅŸansımız... DüÄŸümlü boÄŸazımızdan meyva geçemez ve bu bahaneyle susturulamayız!
Güldü. Devam ettim:
- Çengiler gibi tef ve zil çalarak bir ihtilâl geliyor! Bütün nümayiÅŸlerde, hükümet acaba ne dereceye kadar mevcut, suali hâkim... EÄŸer hiç bir ÅŸey yapılamıyacaksa bir (Vaykont) uçağına atlayıp 40 - 50 kiÅŸilik bir kadro halinde kaçmaktan baÅŸka çare kalmamış demektir.
Adnan Beyin çatık kaslarındaki mânaya karşı Tevfik îleri ilk defa konuÅŸtu:
- Necip Fazıl’a bu sözleri söyleten size baÄŸlılığından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Mazur görmenizi istirham ederim.
Dip kapağı olmayan bir kovayı doldurmak istercesine sarfettiÄŸim enerjilerin hiçe gittiÄŸini görmekten mahzun, BaÅŸvekil odasından çıktım. Tevfik Ä°leri de sözlerimden öyle bir teessüriyet içinde ki, o ve ben koridorun sonunda vedalaşırken hademe ve polislerin gözü önünde bana sarılıp yanaklarımdan öptü ve dedi ki:
- Ä°çimizin baskı altındaki bütün düÄŸümlerini çözdün, her meselemizi dile getirdin ve çareye baÄŸladın, fakat ne kıymeti var?..
Adnan Beyin BaÅŸvekil sıfatiyle EskiÅŸehir istikâmetinde yola çıkıp ancak tutuklu olarak döneceÄŸi Ankara’da ıstırap son haddini bulmuÅŸtur.
Eski Meclis binasının önünde tanıdık bir polis beni çevirerek feryadı basıyor:
- Git söyle kime söyleyeceksen!... Bize, iki gün sonra tabancalarınızı toplayacağız, diyorlar! Ä°htilâl, apaçık geliyor!
26 Mayıs... Tevfik Ä°leri’nin Bakanlık odasındayım. Son tecrübemi Tevfik Ä°leri’nin üzerinde yapmak ve onu nihaî derecede telâÅŸ ve heyecana vermek istemediÄŸim için kendisinden rica ediyorum:
- Gelen bir Bakan bile olsa kimseyi kabul etmeyiniz! Gayet nazik bir gündeyiz!.. Bugün her ÅŸeyi son noktasına kadar konuÅŸmalıyız!
Tevfik îleri, Hususî Kalem’e emir veriyor:
- Hiç kimseyi kabul etmiyorum! Dışarıdaki Hademelere de bildiriniz! Büyük kapıdan da kim olursa olsun hiçbir fert giremez. Telefonu da, gayet mühim bir ÅŸey olmadıkça baÄŸlamayınız!
Operalardaki (kreÅŸendo) 1ar gibi son perdeden döktürüyorum içimdekileri Tevfik Ä°leri’ye... O sırada telefon çalınıyor ve Tevfik Ä°leri ahizeyi kulağına götürüyor:
- Yaaaa, ne diyorsun?
- ...........................
- Ne cesaret bu böyle?
- ...........................
- Bir tedbir alamıyor musun?
- ...........................
- Hayret ve dehÅŸet! Benim elimden ne gelebilir ki?..
Tevfik îleri, yüzü sapsarı, ahizeyi yerine bırakıp bana dönüyor:
- Namık Gedik telefon ediyor. Evini taşlıyorlarmış!..
- Korkunç! Dahiliye Vekilinin evi taÅŸlanıyor da, jandarma ve polisin ÅŸefi, Nafia Vekilinden mi imdat istiyor?
- Adam şaşırmış!..
- Ä°ÅŸte hükümetin manzarası!.. Geçende Adnan Beye ettiÄŸim 40 - 50 kiÅŸilik (Vaykont) uçağı tavsiyesinden baÅŸka söyleyecek söz bulamıyorum.
O gün öÄŸle vaktine kadar Tevfik îleri ile baÅŸbaÅŸa, vaziyete karşı aÄŸlaÅŸmaktan baÅŸka bir ÅŸey yapamadık.
BaÅŸvekil ile münasebetlerimde, hiç hazzetmediÄŸim MüsteÅŸarı aradan çıkarttığım ve bu vazifeyi kabul etmek lûtfunu gösteren Tevfik Ä°leri’nin delâletinden ibaret kaldığım için artık her iÅŸim onun vasıtalık himmetiyle olmaktadır. Hattâ bana örtülü ödenekten verilen paralar bile (bahsi gelecek) Tevfik Ä°leri’nin Hususî Kalem Müdürü tarafından alınıp bana verilmekte...
Bu defa da Menderes, EskiÅŸehir’e giderken, bana 4 bin lira verilmesini müsteÅŸarına emrediyor ve 26 Mayıs günü Nafia Hususî Kalem Müdürü Ali Rıza -ismini bilhassa kaydediyorum- gidip bu parayı MüsteÅŸardan alacak ve aynı günün akÅŸamı bana verecektir.
26 Mayıs akÅŸamı bir gençlik grubuyla sohbette olduÄŸum için Bakanlığa gidemedim. Para nasıl olsa saÄŸlam (!) bir elde bulunduÄŸu için 27 Mayıs sabahı gider, alırım, diye düÅŸündüm.
Ertesi günü de ihtilâl ve Türkiye’de ana-baba günü manzarası... Sen misin, bir gün evvel gidip parasını almayan akıllı?..
Ä°htilâlden sonra, sokaÄŸa çıkma izni verilir verilmez telefonla aradığım Hususî Kalem Müdürü bana ÅŸu karşılığı verdi:
- Nakit yerine çek vermiÅŸlerdi. Ä°htilâl olunca çeki yırttım!
Yalanlanması gayet basit:
Örtülü ödenekten, vesika teÅŸkil etmemesi için çek verildiÄŸi vâki deÄŸildir; para nakit olarak alınmış, araya ihtilâl girince de ne olduÄŸu üzerinde ÅŸüpheye yer kalmamıştır.
Ä°htilâl bu; bütün müeyyideleri kaldıran ve insanları ÅŸahsî ahlâk ve imanlariyle yalnız bırakan (kaos) hali...
Mahut gece, otelimde, sabaha kadar uyuyamadım. Sanki ruhum, Japon denizinde zelzeleyi sezen bir balık nevinin renk deÄŸiÅŸtirmesi gibi, sabaha karşı patlayacak olan baskını haber verici hâller içindeydi.
Üstünde kırık bir cam ve camın altında bir sinema artistinin resmi bulunan küçük masaya geçip bir piyes mevzuu tasarlamaya baÅŸladım. Ä°mkânı mı var? Ruhumun üstünde kangal kangal sıkıntı... Evime telefon edip zevceme sordum :
- Yarın sana ne göndereyim?
- Ne gönderebilirsin?
- 1000 lira yeter mi?
- Az!..
- Peki, 2000 olsun...
- Ä°yi!..
4000 lirayı cebimde farz ediyorum. Ayrıca mevcudum, yelek cebi malı olarak 575 kuruÅŸluk madenî paradan ibaretti.
Yattım. Biraz sonra boÄŸulur gibi yataktan fırladım. Bu ne garip sıkıntı!.. Banyo, bir kaç kaza namazı, tekrar Ä°stanbul’a telefon, yine piyes denemesi... Ferahlamanın ve uykuyu kolaylaÅŸtırıcı bir huzura ermenin çaresi yok...
Saat 4...
Yine yatak... Ä°çinde timsahların kaynaÅŸtığı bir derede hayalim, bir kütüÄŸe binmiÅŸ, akıntı boyunca kaçmaya çalışırken birdenbire bir gürültü... Yarı uykulu, yan uyanık, bu gürültüyü, otelin arkasındaki bahçecikte yığılı odunların yıkılmasından geliyor sandım. Henüz “Ne oluyor?” diye düÅŸünmeÄŸe vakit, kalmadan odamın kapısı yumruklanmaya baÅŸladı:
- Necip Fazıl Bey, kalkın!
- Ne var kuzum, ne oluyor?
- Bütün otel aÅŸağıda, radyo başında... Ä°htilâl var!.. Oteldekiler sizi çağırıyor! Yorumunuzu bekliyorlar!
Yarı giyinik aşağıya koşuyorum. Radyodan tok ve kaim bir ses geliyor:
- GüvendiÄŸiniz Silâhlı Kuvvetler radyoya el koydu!
Ve malûm nakarat:
- Hareket, hiç bir sınıfa, hiç bir zümreye, hiç bir gruba karşı deÄŸildir!
Ve dışarıya karşı emniyet tedbiri:
- (Nato)ya, (Cento)ya, bütün anlaÅŸmalarımıza sâdıkız.
Ä°lk ağızda bu iÅŸi Adnan Menderes’in bir tertibi ve “Hükümet içinde hükümet” numarası sandım. Fakat bu hayalim birkaç dakikadan fazla sürmedi. Telefonla aradığım Menderes’in akrabasından, Ä°zmir mebusu Sadık Giz ÅŸöyle dedi:
- Aynı ihtimali Konya mebusu Bibioğlu da bana telefonca bildirdi. Sanmıyorum! Hepimizi topluyorlar. Bana da gelmelerini bekliyorum.
Telefonda Tevfik Ä°leri’nin zevcesi, örneklik Müslüman -Türk hanımefendisi Vasfiye hanım:
- Tevfik’i götürdüler! Hayırlısı olsun, Necip Fazıl Bey, her iÅŸte bir hayır aramalı... Memlekete hayırlı olur inÅŸallah...
Hanımefendinin sesinde öyle bir dehÅŸet tonu var ki, âdeta bir deli neÅŸesiyle, sevinçli üslûp içinde konuÅŸuyor...
Gerisi malûm... Ä°htilâl dedikleri gece hareketinin çepçevre anlatılacağı ve bir kıymet hükmüne baÄŸlanacağı eser benim zindan çilelerime mahsus bu kitap olmadığı için alâkalı bazı noktalarına dokunup tafsilâta giriÅŸmiyorum.
Bir yazımda belirttiÄŸim gibi, “YoÄŸurttan bir hükümete mukavvadan bir hançer saplanmış” ve daha ilk günlerde bu hançeri tutan ellerin hiç bir fikir sahibi olmadıkları meydana çıkmıştır.
Ä°htilâl’i ve ona ezeli itaatinden ötürü körü körüne âlet edilen MehmetçiÄŸin bu haletini belirtmek için gayet hususî bir levha göstereyim:
Bir aralık otelden çıkarak Ulus meydanı tarafındaki ana caddeye bir göz atayım dedim. Önümden Tevfik Ä°leri’nin makam arabası geçmez mi? Ä°çinde bir takım genç subaylar ve kucakta bir kadın... Kadının iskarpinleri, otomobilin açık camından dışarıya sarkmış... Åžoför yerindekiler de, caddedeki nöbetçi erlere, parmaklarının hususî bir hareketiyle ihtilâlin zafer iÅŸaretini veriyor. O sırada beni görüp “Yasak!” diye haykıran bir er, kendisine ettiÄŸim son derece tatlı mukabele üzerine âdeta silâhını yere atmak istercesine ruhî bir isyan edasiyle içini döktü:
- Nedir bu hal, aÄŸabey? Bizi toplayıp, toparlayıp bu iÅŸe sürdüler ama, bakalım Allah razı mı bu iÅŸten? Hayra mı, ÅŸerre mi sürüyorlar bizi?..
Ve baÅŸladı hüngür hüngür aÄŸlamaya... Ä°leriden bir takım askerlerin geldiÄŸini gören ben, hiç bir cevap vermeden, gözlerim yaÅŸ içinde, otele kapağı attım.
AkÅŸam saat 5 sularında sokaÄŸa çıkma izni... Bankalar caddesinin asfaltı, kar üstünden arabalar geçmiÅŸ gibi, tank paletlerinin izleriyle oyulu...
Ne olur, ne olmaz!” hesabiyle, başıma bir kasket, gözlerime siyah camlı bir gözlük oturtup, bir de bıyıklarımı traÅŸ edip istayon yolunu tuttum. Cebimde sadece 575 kuruÅŸluk madenî para, ayrıca birinci mevki aylık basın bileti, ilk kalkan trene atladım.
Ertesi sabah Feneryolu’nda oturduÄŸum köÅŸkü bir cenaze evi halinde buldum. Sanki Adnan Bey bizim evden alınıp götürülmüÅŸtü. Zevcem, çocuklarından biri trafik kazasına uÄŸramış gibi bir hal içinde...
Radyoda ihtilâlin ilk belirtilerinden biri:
- Büyük DoÄŸu kapatılmıştır.
Halbuki Büyük DoÄŸu zaten kapalıydı, çıkmıyordu. Bu bildiri “Ölü tekrar öldürülmüÅŸtür!” demeÄŸe benziyordu.
Kapı çalındı: Elinde bir bavul, Bolu mebusu ReÅŸat AkÅŸemsettinoÄŸlu:
- Sana geldim! Evinde saklanmaya geldim!
- Ayol ReÅŸat, dedim; beni yakalamaları saat meselesi... O zaman bütün evi arayıp tarayacaklarına göre seni de bulacaklar ve üstelik baÅŸ gericinin evinde ele geçmiÅŸ olmakla suçlandıracaklar... Sana baÅŸka yerde de saklanmanı tavsiye etmem! Git, teslim ol ve akıbetine katlan!
ReÅŸat gittikten iki saat sonra kapımda polis ve asker dolu üç jip... Zevcemin kürk astarına kadar jiletle söküp her tarafı aradılar, kitaplarımı delik-deÅŸik ettiler ve içlerinde, tehlikeli mevzuu olarak bula bula. General (Liman Von Sandres) in “Silâhlı Millet “ isimli kitabını enseleyip beni jipe attılar ve götürdüler.
Arkamdan zevcem bağırıyor:
- Her ÅŸeyi Allaha havale et ve hiç bir ÅŸey düÅŸünme!
Artık kısa kısa, kalın çizgiler ve küçük noktalamalar halinde devam edeceÄŸim ve incelikleri okuyucularımın tamamlayıcı hayallerine bırakacağım.
Emniyet MüdürlüÄŸü... Müdür masalarında 48 saattir tek dakika uyku uyumadıklarını iddia eden çoÄŸu kurmay subaylar... Biri, beni, lütfen maroken koltuÄŸa oturtup hayretle ordu:
- Bu ne havadan hükûmetmiÅŸ, böyle!.. Karşımızda en küçük bir mukavemet göremedik!
- YoÄŸurttan hükümete saplanan mukavvadan bıçak... Cevabını veremezdim.
Derken sabahı beklemek üzere koridorda bir banko üzerine oturtuluyorum. Yanımda, boyuna küfür etmekten ve yere tükürmekten baÅŸka iÅŸ görmeyen, palaspareler içinde bir serseri... Önümden geçen subayların, bir deniz canavarı seyredercesine bana bakışları...
Sabah, Merkez Komutanlığı... Tabutluklar dairesi...
1 metre geniÅŸlik ve 2-3 metre uzunluÄŸunda, basık, içinde teneÅŸirimsi tahta bir kerevet, boÄŸucu, daha doÄŸrusu çıldırtıcı hücre... Duvarlarda türlü türlü lekeler, tırmıklar, yazılar... Bir kan pıhtısı üzerinde insan saçları... Bu tabutluklardan bilmem kaç tanesinin yan yana sıralı olduÄŸu bir dam altındayız.
Beni ikiye bölünüp kendi kendimi yemeÄŸe mahkûm eden bu türlü yalnızlıkların üzerimdeki tesirini “PaÅŸa Kapısı” bahsinde gördünüz. Hele böylesi?.. Ya burada günlerce bırakılacak olursam?.. Ölümden beter!..
Hücrenin kapısındaki delikten bana bakan ere bir pusula uzatıp kumandana götürmesini istiyorum. Kumandandan ricam beni bir an kabul etmesidir. Kabul ediliyorum. Beni alıp kocaman avludan geçiriyorlar, Kumandanlık dairesinde bir kat yukarıya çıkarıyorlar ve kapısında “Merkez Komutan Yardımcılığı” yazılı bir odaya sokuyorlar. Orta yerdeki masada kır saçlı, penbe yüzlü, mavi veya açık elâ gözlü, bir kurmay yarbay veya binbaşı oturuyor. Etrafında da, her halde beni görmek için toplanmış, muhtelif rütbelerde, 10-12 subay...
Ä°sminin sonradan “DâniÅŸ” olduÄŸunu öÄŸrendim kır saçlı kurmay sordu:
- Ne istiyorsunuz?..
Kendisine, hücrenin üzerimdeki hususî tesirini anlatıyor, bunun bir mizaç ve hassasiyet meselesi, benim için dayanılmaz bir iÅŸkence olduÄŸunu söylüyorum. Sırf bir kıyas unsuru diye de, yanıma bir kedi verilse teselli bulacak derecede yalnızlık vahÅŸetinden ürkmüÅŸ bir insan olduÄŸumu anlatıyorum.
Kır saçlı kurmay, gayet sinsi bir gülümseyiÅŸle lütufkârlığını gösteriyor:
- Peki, ÅŸimdi yanınıza bir kedi gönderirim!
Kedi yerine yanıma, iri yarı bir yüzbaşı gönderildi. Bu yüzbaşının bana söylediÄŸi tek söz ÅŸu oldu:
- O yazıları sen mi yazdın, namussuz?..
Ve yüzbaşı, eli, kolu, dili ve yolu baÄŸlı adamı, posta erlerinin gözleri önünde, hallacın ÅŸilteyi dövmesi gibi, tokat, yumruk ve tekme altında hırpaladı. Gık demeden dayağı yedim. AÄŸzımdan süzülen bir kan ÅŸeridi, kendi acımı hissetmekten, ziyade kahramanımın edasını seyretmekten geri kalmadım.
Yüzbaşı çekildikten sonra teneÅŸire oturdum, sırtımı duvara verdim ve kalbimin bütün kuvvetiyle “Allah” ismini çekerek hislerimi iptale çalıştım. Ä°çimde bir duygu, artık mücadelemin bu noktada bittiÄŸini ve sonum geldiÄŸini söylerken bayılmış yahut uyumuÅŸum... Birden ismimin dışarıdan baÄŸrılmasiyle fırladım, açılan kapıdan çıktım. Binbir kılık ve edada, tabutluklardan çıkarılmış ve sıraya dizilmiÅŸ bir sürü tip... Bizi Merkez kumandanı (o zaman albay) Faruk Güventürk’ün karşısına dizip ondan sonra (C.M.S.) dedikleri askerî bir kamyona doldurdular ve DavutpaÅŸa Kışlasına aktardılar.
Ne o?.. Orada bizi karşılayan tank binbaşısında fevkalâde iltifatlı bir çehre... Beni karşısına oturttu, bir ÅŸiirimi ezbere okudu ve evime telefon etmeme izin verdi.
Muhafazamıza memur subaylar arasında en ince farika, iÅŸte, bu, hiç birinin öbürüne uymayan karakteri!.. Ä°ki ÅŸey görüyorsunuz; ya ruhî bir inkıbaz hali, yahut manevî bir islah... Ä°kisi ortası olan yok... Biri çıkıp herkesin önünde millî terbiyesini sizden aldığını söylüyor, öbürü de size “namussuz, komünist, vatan haini!” diye hitap ediyor.
DavutpaÅŸa Kışlasının köhne koÄŸuÅŸlarından birinde Demokrat Parti iktidarının mebus, tüccar, profesör, büyük memur, döküntüleriyle bir arada geçirdiÄŸimiz aylar... Ä°nsan bu adamlara baktıkça D.P. iktidarının ne aÅŸağılık bir kadrodan ibaret olduÄŸunu anlıyor ama; onu takip eden iktidarların kadroları önünde de bunlara ulaşılmaz birer ÅŸahsiyet gözümle bakmaya mecbur oluyor.
Ayakyoluna giderken bile, süngüleri kürek kemiklerinize doÄŸru, sizi takip eden iki er... EÄŸer ayağınız kayacak ve arka üstü devrilecek olursanız, saza geçirilen balık gibi süngülere geçeceÄŸiniz muhakkak...
Bir gün dışarıdan bir çığlık duyduk:
- Baba, baba!..
Babasını görmesine izin verilmeyen bir çocuk pencereler boyunca koÅŸarak bağırıyordu:
- Baba, baba!..
Bu hitap hepimizeydi.
Hepimizin çocukları, evlerinin sokak kapılarına haykırıyorlardı:
- Baba, baba!..
Pencerelere çıkarak çocuÄŸu görmek istedik. Çocuk, arkasından koÅŸturulan posta erlerinden kurtulmak için kırlara doÄŸru kaçıyordu.
Aramızda ağlamayan kalmadı.
Derken bir akÅŸam üstü bizi yine (C.M.S.)lere bindirdiler ve adım başında muhafaza tedbiri almış olarak BeÅŸiktaÅŸ’a, oradan da Balmumcu ÇiftliÄŸine götürdüler.
Balmumcu garnizonunda istif...
Hangar gibi büyük bir koÄŸuÅŸta bütün Demokrat Parti alâkalılarından bir grup... Mebuslar Yassıada’ya gönderildikleri için, umum müdür, parti baÅŸkanı, ÅŸu veya bu teÅŸekkül reisi, partili tüccar, fabrikatör, bütün ileri gelenler orada... “Ekâbir koÄŸuÅŸu” buranın ismi... Beni de ekâbirden sayıp oraya verdiler. Ä°kinci koÄŸuÅŸ da Örfî Ä°darece tutulmuÅŸ serserilere ait... Sonradan, Yassıada’dan gelen paÅŸalar, valilere, vesaireye mahsus olarak yeni bir koÄŸuÅŸ daha açıldı.
Balmumcu garnizonundan benim yediÄŸim, asker karavanası, içtiÄŸim de asker sigarasıdır. Evime yazdığım 50 kelimelik (müsaade oraya kadar) mektupta da söylediÄŸim ÅŸudur:
- Her ÅŸeyinizi satar ve geçinmeÄŸe bakarsınız! Beni düÅŸünmeyin ve hiç kimseye halinizi açmayın!
Vaktim de, bilhassa çevremdekiler uyuduktan sonra yalnız göz yaşı ve ibadetle geçmektedir.
Altımdaki asker ÅŸiltesinin içi, makara, postal eskileri, talaÅŸ gibi ÅŸeylerle dolu... Hattâ bir akÅŸam müthiÅŸ bir acıyla yerimden fırladığım zaman, ÅŸiltenin yüzüne çıkmış bir çuvaldız ucu gördüm. Buna raÄŸmen “Çileme uygun olan ÅŸilte budur ve rahata ihtiyacım yoktur. Hattâ ÅŸiltenin rahatı beni çıldırtabilir!” diye düÅŸündüm.
Zenginler, havyarına kadar evlerinden getirttikleri yemekleri bazı subaylarla yer, beni sofraya çağırırken, ben bucak bucak kaçmayı ve göze görünmemeyi tercih ediyorum. Hemen her zaman onlarla beraber yemek yiyen tank binbaşısı (ÅŸiirimi ezbere okuyan ÅŸefkatli adam) ise, hem bir taraftan D.P. büyüklerine soÄŸuyor, hem de öbür taraftan onların “kuyruk” lariyle içli dışlı, “al takke, ver külah!” geçiniyor. Binbaşının, ihtilâli tefsiri ve ona gösterdiÄŸi mucip sebep, ÅŸu:
- Biz eÄŸlence yerine gidecek olsak, onları ÅŸahane masalarda istakoz yerken görürdük. Bize de ancak gazoz içebilmekten baÅŸka nimet düÅŸmezdi!..
Bir sâdedilin kıyas unsurlarını belirtici bu zavallı teÅŸbihe bayıldım. Onun için her ÅŸey “gazoz” ve “Ä°stakoz” meselesinden ibaretti ve aradaki kafiye de güya binbaşının hakkını teyid eden bir buluÅŸ mahiyetindeydi.
Balmumcu’daki renk renk insanları anlatmayı, Yassıada’dan gelme gülünç paÅŸaları ve komik valileri tasvir etmeyi çilemin ciddiyetine sığdıramıyorum.
Bütün derdim, gücüm, ÅŸu:
Halim ne olacak?.. Ä°htilâlin (1) numaralı fermaniyle herhangi bir suç istisna edilmeksizin topyekûn basın affı çıktığına göre üzerimde hiç bir hapis yükü kalmamıştır. Öyleyse Balmumcumdan kurtulur kurtulmaz doÄŸru evime gitmem lâzım...
Evet; Balmumcu’dan ilk tahliye edilen suçsuzlar arasında koyuverildim. Fakat kapıda bekleyen bir jip beni aldı ve zevcemle çocuklarımın gözleri önünde Savcılığa götürüp teslim etti.
Atatürk’e hakaret isnad edilen bir yazıdan bir buçuk yıl hapse mahkûm edilmiÅŸtim; mahkûmiyetim de ben Balmumcu’dayken tasdik edilmiÅŸti.
Ya basın affı?..
- Bu madde müstesnadır, af dışındadır!
Demesinler mi?
- Aman efendim, affa istisna teÅŸkil eden bir cürüm kanunda açıkça gösterilmek icap etmez mi? En basit ve iptidaî hukuk anlayışı bunu gerektirmez mi? Af bütün basın suçlarım kuÅŸatıcı mikyasta umumidir, basın vasıtasiyle dolandırıcılık yapanlar bile affın ÅŸümulüne girmiÅŸtir ve Af Kanununda Atatürk’e fikir ve yaziyle hakaretin afdan müstesna olduÄŸuna dâir kayıt yoktur!
Dinlemediler ve beni bilmem kaçıncı defa olarak Toplası Cezaevine gönderdiler. Ondan sonra çıkarılan af kanunlarının hepsinde de, sırf benim ÅŸahsım bakımından, Atatürk’e hakaret suçunun aftan müstesna olduÄŸunu kaydetmeyi unutmadılar.
Toptaşı Cezaevinde bana kütüphanenin idaresi iÅŸi verildi. Bir zaman sonra da kütüphane odasının kantin odasiyle deÄŸiÅŸtirilmesi icap etti. Kitapları taşımak üzere emrime beÅŸ on mahkûm verdiler. Bu mahkûmlardan biri Atatürk’ün san yaldızlı alçıdan heykelini götürürken yere düÅŸürüp kırmaz mı?.. Al sana bir mesele!.. Ä°ster misin heykeli, Atatürk’e hakaretten mahkûm Necip Fazıl kırdırdı” desinler?.. Nitekim, bana hiç de sempatisi olmayan baÅŸ gardiyan, hâdiseyi bu noktadan hapishane müdürlüÄŸüne aksettirdi, oradan da savcılığa sıçrattılar. Tahkikat açıldı. Heykeli taşıyan mahkûmun “Bana kimse bir ÅŸey söylemedi! Elimden düÅŸürdüm, kırdım!” demesi üzerine savcı insaf mı gösterdi ve takipsizlik kararı verdi.
Toptaşı’nda bir buçuk seneyi doldurdum. Bir çok eserimi orada yazdım. BaÅŸta, ÅŸiir kitabımdaki “Zindandan Mehmed’e Mektup
Üst üste çıkarılan aflarda daima “Atatürk’e hakaret” maddesi istisna ediliyor ve ilk basın affında atlatılan bu istisna, artık herhalde sırf beni nazara aldıkları için unutulmuyor. Böylece hukukî zaruret yerine getiriliyor.
Yassıada şahitliğine oradan gittim.
Ä°ki jandarma muhafazasında Üsküdar, KabataÅŸ, Dolmabahçe, Yassıada... Yolda, içimi yakan türlü vehimler... Ä°ster misiniz, gençlik adını verecekleri üç beÅŸ serseriyi karşıma çıkarıp bana hakaret ettirsinler; hattâ linç etmeÄŸe kadar vardırsınlar? DüÅŸünemiyorum ki, ihtilâlci ve teÅŸkilâtçı geçinen malûm fikirsiz kadro, Demokrat Partililer hakkında insan eti kıymaya mahsus makineler iÅŸlettiklerine dair yalanlar uydurdukları halde, Üniversite hâdiselerindeki bir buçuk ölüden fazlasını icad ve tedarik edememiÅŸlerdir ve böyle ÅŸeyler düÅŸünebilmeÄŸe zekâları müsait deÄŸildir. Öyle ama, hayalin uzanamıyacağı vehimlere kadar gitmekten de kendimi alamıyorum. Hele Yassıada’daki Yüce Divan galerisi?.. Eski Roma cenaze alaylarında para karşılığı döÄŸünen sahte aÄŸlayıcılar gibi, orkestra ÅŸefinin iÅŸaret ettiÄŸi yerde yuha çeken veya alkışlayan grup baÅŸgericiyi karşısında görünce ne yapmaz?
Tehlikenin büyüklüÄŸü nisbetinde Allah’a sığınılır; Allah’a sığınılınca da tehlike diye bir ÅŸey kalmaz.
Öyle yaptım, canımı diÅŸime taktım ve cesaretsizliklerini kınadığım bazı sanıklara benzememek ÅŸuuru içinde mahkeme salonuna doÄŸru yürüdüm. Kararımı vermiÅŸtim; eÄŸer galeri beni “Yuha” ya alacak olursa hâkimin hiç bir sualine cevap vermiyecek ve susacaktım. “Niçin cevap vermiyorsunuz?” diye bir ihtar gelince de; “Mahkemeyi tesis edin, bu haykıranları susturun, öyle cevap vereyim!” diyecektim. Elbette ki mahkemenin neye benzediÄŸini söylemiyecektim.
Bir hangara benziyen mahkeme salonunun kapısında, süngü adın yükseldiÄŸim bilmekten gelen azametli bir ses ortalığı çınlattı:
- Tanık Necip Fazıl Kısakürek!..
Halbuki bir kafiye farkiyle “Sanık”, yahut kafiyeyi de bir yana bırakarak “Suçlu” deseydi daha uygun düÅŸerdi.
ÇektiÄŸim derin bir nefesle ciÄŸerlerime Allanın ismini doldurarak girdim.
DehÅŸet!
Galeri tıklım tıklım dolu... Hâkimler Heyeti tek çizgisi üzerinde dizili oldukları ziyafet masasında... Salonun ortasını ve büyük kısmım kaplayan sanıklar yerindeyse çenesi göÄŸsüne yapışık nebat hayatı içinde tek bir insan, Adnan Menderes...
Salona sert bir yürüyüÅŸle girdim ve hiç tereddüt geçirmeden ÅŸahit parmaklığına doÄŸru yürüdüm.
DehÅŸet!!!
Çıt yok!.. Kimsede, eÄŸilme, kımıldama, başın çevirme gibi bir hareket de yok!.. Her ÅŸey taÅŸ gibi donmuÅŸ, içeriye giren kırkık saçlı (hapishaneden geldiÄŸim için saçlarım kırkık) baÅŸ gericiye bakıyor. Bilhassa ÅŸu meÅŸhur Savcı Egesel... Allahın günü benim için her münasebetle:
- Said Nursî’den daha tehlikeli olan bir adam!..
Diye bahseden ve sözleri radyodan verilen, bize de dinletilen, âmme adına ihtilâlin müdafii, talâkatli, adaletli, faziletli Savcı... Başını, cübbesinin kenarları sırma iÅŸlemeli, beÅŸ parmak yüksekliÄŸinde kırmızı yakasına gömmüÅŸ, birer gölge çukuru halindeki gözleriyle bana bakıyor. Dünyanın en yalnız insanı Adnan Menderes de beni görüyor, görebiliyor ve dudaklarında hançerle açılmış yara gibi ıstıraplı bir tebessümle gülümsemeÄŸe çalışıyor.
Allah o anda halime nasıl bîr heybet edası vermiÅŸ olmalı ki, baÅŸta galeri ve Savcı bulunmak üzere bütün salonda bir çarpılma, donma ve hareketsiz kalma havası yüzüme çarptı.
Yassıada duruÅŸmalarında verdiÄŸim cevaplar, kelimesi kelimesine teybe alındığı halde radyodan verilmediÄŸi, hiç bir gazetede de neÅŸir cesaretine rastlamadığı için onları ilk defa olarak burada sıralamak faydalı olsa gerek...
Reisin, ÅŸahitten ziyade suçluya yaraÅŸtırırcasına sorduÄŸu ilk sual:
- Gençlik sizin aleyhinizde; ne dersiniz?..
- Hangi gençlik?.. Mahalle aralarında bando mızıka geçerken önünde ve arkasında giden sümüklü kopillere eÅŸit meydan yerlerini doldurucu zamane çocukları mı? Yoksa 32 diÅŸin! birbirine gömmüÅŸ ve her biri bir köÅŸeye çekilmiÅŸ ıstırapla susan, milyonluk, mukaddesatçı Anadolu gençliÄŸi mi? Bunlardan hangisi benim aleyhimde, hangisi lehimde söyliyeyim mi?
- Hayır, söylemeyiniz!
Reisin gerekli cevabı aldıktan sonra netice hükmüne baÄŸlanmasını istemediÄŸi mânasına bu “hayır!” ihtarı gayet manalıdır ve her defa tekrarlanacaktır.
- Büyük gazeteler de aleyhinizde... Ne dersiniz?
- “Büyük gazete” den murad nedir? Tiraj saÄŸlamak için iÅŸi fuhuÅŸ albümcülüÄŸüne döken baldır-bacak gazeteleri mi?.. Büyük gazetenin ne demek olduÄŸunu arz edeyim mi?..
- Hayır!
Sual:
- Sizin için din istismarcısı diyorlar; ne dersiniz?
- Sizi tenzih ederek arz edeyim ki, reis beyefendi, din gayreti gösterenlere istismarcılık izafe etmekten daha feci ve ÅŸenî bir mefhum istismarı olamaz. Su eritir, ateÅŸ yakar, yâni keyfiyetini icra eder, istismar etmez... Dindar için de aynı ÅŸey... Ä°stismarın ilk ÅŸartı ve kanunu samimiyetsizliktir.
Ä°manın ilk ÅŸartı ve kanunu da ihlâs ve samimiyet olduÄŸuna göre mü’minlere böyle bir isnad, minareye kuyu demek kadar abestir ve tâbir hokkabazlığiyle hamakat istismarının ve fikir iffetsizliÄŸinin ta kendisidir. Misallerle izah edeyim mi?
- Hayır!
Sual:
- Örtülü ödenek vaziyetine ne dersiniz?
- Evet, aldım. Alırken de bir rejim ve hükümet meddahlığı vazifesini üzerime almadım. Ben, Tanzimattan beri sökün edici oluÅŸların köksüz olduÄŸunu, hiç bir zaman DoÄŸu ve Batı arası bir nefs muhasebesine yanaÅŸamadığını ve mahsup sırrına yarılamadığını, her kıymetin ruh kökünde, yâni Ä°slâmda bulunduÄŸunu ve aklımızı Batıdan devÅŸirirken ruhumuzu DoÄŸuda tutmamız gerektiÄŸi üzerinde bütün bir dünya görüÅŸü ve ideal savunucusuyum. Ä°ÅŸte Adnan Beyde, Tanzimattan bu yana gelmiÅŸ sadrâzamlar ve baÅŸvekiller arasında bu dâvayı tutmaya müstaid biricik insanı buldum ve yardımını dâvamın hakkı olarak kabul ettim. Bütün aldıklarımı mücadelesini ettiÄŸim yolda harcadım ve sade harcamakla kalmayıp evimdeki eski koltuk ve halılara kadar da bu uÄŸurda satmaya mecbur oldum. Zira Adnan Beyin “Bir kere baÅŸla da sonu gelir” diye ettiÄŸi her yardım, Demokrat Parti iktidarının menfî kutbu tarafından engellenince, kendisine bir ev yaptırılmaya baÅŸlanıp birinci katı çıkmadan yüz üstü bırakılan bir biçare gibi, elimdeki avucumdakini sarf etmeÄŸe, üstelik müthiÅŸ bir borç altına girmeÄŸe mahkûm oldum. Yani Örtülü ödenekten bana verilen paralar ÅŸahsıma bir ÅŸey getirmek yerine benim bütün imkânlarımı yedi, bitirdi ve neyim varsa götürdü. Böylece Adnan Menderes, örtülü ödeneÄŸiyle beni kollamış deÄŸil, asıl ben onu idealim yolunda kullanmaya teÅŸebbüs etmiÅŸ, fakat iradesiz ve sebatsız karakteri yüzünden muvaffak olamamış bulunuyorum. Benim, bir dâva uÄŸrunda bir nevi vergi hakkiyle alabildiÄŸim, reklâm parasına bile yetmez gülünç meblâÄŸlara karşılık kendisinden milyonlar devÅŸirip ÅŸimdi gözünü oymaya bakan, Büyük DoÄŸu’yu örtülü ödenek beslemesi olmakla suçlayan ve hesap vermeÄŸe davet edilmeyen bazı gazetelerin hali, masumluk ve ulviliÄŸimizin ters tarafından mükemmel bir ifadesidir. Ä°sterseniz bu gazetelerin hesabını yüksek huzurunuzda ortaya dökeyim...
- Hayır!..
- Böyleyken huzurunuzda suçlu sıfatiyle oturan dünün Demokrat Parti Genel BaÅŸkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin BaÅŸvekili Adnan Menderes’e bize gösterdiÄŸi yarım, devamsız ve samimiyet derecesi belirsiz alâkadan dolayı minnettar olduÄŸumuzu ve böyle olmakta devam edeceÄŸimizi bildirmek de vazifemdir.
Bu sahne karşısında, söyliyeceÄŸi bir ÅŸey olup olmadığı sorulan Adnan Menderes, bana uzaktan teÅŸekkür dolu gözlerle bakarak söyliyeceÄŸi sözü olmadığını bildirirken aynı suale, mahut savcı, kürsüsünden hafifçe doÄŸrularak, galerinin hayret bakışları karşısında ÅŸu cevabı verdi:
- Söyleyecek bir ÅŸey yok!

* * * Adnan Menderes ve arkadaÅŸlarının nasıl idam edildiklerine dair en emin nakli, Toptaşının Yassıada’ya gönderilen iki gardiyanından orada dinledim. Bunlar namazında niyazında iki temiz gardiyandı ve halimi gördükleri ve anladıkları için bana büyük güven ve baÄŸlılık besliyorlardı. Kimseye bir ÅŸey söylememeleri hakkında “yoksa sizi de asarız!” diye tehdit edildikleri halde bana her ÅŸeyi anlattılar. Ben de, eski bir gazetede neÅŸrettiÄŸim ÅŸekilde size anlatayım:
. . .

Yorum
Üstadın yazısının devamı
Yazar bilal sürgeç açık 2009-06-15 15:53:21
Åžahitlerim Ä°mralı’dan döndükleri zaman tanınmaz haldeydiler. Bu dünyaya mahsus olmayan bir dehÅŸet levhası görmüş gibi bir hal... Yüzleri çizgi çizgi yolunmuÅŸ, gözleri delik delik oyulmuÅŸ, bitik ve yıkık... Günler boyunca kendilerine gelemediler. 
 
*** 
 
Ä°mralı adasında idam mahkumlarını yutmak üzere topraÄŸa tam 102 adet ağız açtırılmış... Yanyana kazdırdıkları 102 mezar... Ayrıca 5 adet kurulu sehpa... 
 
Henüz mahkeme kararları çıkmadan topraÄŸa ve üç ayarlı sehpalara atfedilen korkunç bir iÅŸtiha bu... Sonunda üç kiÅŸiye nasip olan bu hazırlık, gelenle beklenen olanla umular arasındaki fark bakımından gayet manalı... 
 
Ve 12 belediye imamı... 
 
Ä°ÅŸte büyük sahnenin ilk teÅŸrifat unsurları... 
 
*** 
 
Adnan Menderes’ten bir gün evvel asılan iki eski vekil, asılması gerekli bilinen mihmandarlarıydı sanki... Bütün bir D.P. iktidarı mesuliyetinin idamlık payını bu iki ÅŸahışta seyretmek, insana acı bir garabet duygusu veriyor ve mesuliyetin bu iki püf ÅŸahısta tecellisi püften görünüyordu.  
 
*** 
 
Hasan Polatkan için, ÅŸahitlerim, pek kısa konuÅŸtular, adeta dilleri dönmedi, onun ölüm sahnesini peçelemek istediler. Sezdim ki, onun ölümü, metanetten, ruh saÄŸlamlığından, huzur heybetinden fazla pay alamamış ve dünya perdesine pençeli kalmış bir ÅŸekli belirtiyor. 
 
***  
 
Fatin Rüştü, Müslümanca, dolayısiyle erkekçe, kahramanca karşılıyor ölümü... Asılmadan evvel izin isteyip abdest aldığı, dini icapları yerine getirdiÄŸi doÄŸrudur. Kılı titremeden daraÄŸacına çıktığı ve en küçük bir zaaf eseri göstermediÄŸi doÄŸrudur. O müslümanlık ölçülerinin dış görünüş cephesine nisbetle tam bir mü’min ifadesiyle kaderini kucakladı. 
 
Yalnız onun ölümünde bir nokta var ki, kimse bilmiyor. 
MeÅŸhur baÅŸsavcı ona sormuÅŸ: 
-Bir diyeceÄŸin var mı? 
Zorlu cevap vermiÅŸ: 
- Ne diyeceÄŸim olacak? Muradınıza erdiniz! Bu gece rahat uyuyabilirsiniz! 
 
*** 
 
Olanca ehemmiyet Adnan Menderes üzerinde... Asıl dikkatin, kendisine ayrıldığı insanda... Hiçbir nokta bulunmayan, sadece hayal edilen ÅŸekilde onunki... 
 
Ä°ÅŸte hücumbotiyle Ä°mralı kıyısına çıkarıldığı andan gasilhaneye götürüldüğü zaman kadar bütün macerası: 
 
Mihmandarlarından bir gün sonra (17 Eylül - Pazar) öğle vaktini biraz geçe, bir hücumbotiyle Ä°mralı sahiline çıkarılıyor. Åžahitlerimiz, kıyıda, kendisini beklemeye memur olanlar arasında... 
 
Motordan, elleri kelepçeli, çıkarılıyor; ve doÄŸru maruf BaÅŸsavcının bulunduÄŸu, idare binalarından birindeki odaya götürülüyor. Burada, 45 dakika kadar, elleri daima kelepçeli, bir koltukta (resmi neÅŸredildi) bekleyiÅŸ veya bekletiliÅŸ... 
 
Åžahitlerimiz, daima vazife icabı, orada koridor kısmında ve dikkatlerini içeriye sızdırabilmiÅŸ vaziyette... 
 
Bu 45 dakika içinde, malum BaÅŸsavcı, onu konuÅŸturmak için elinden ne gelirse yapıyor. Fakat tek cevap alamıyor. Mahut resimde görüldüğü gibi, parmak uçları birbirine dayalı iki elinin boÅŸluÄŸunu kalp ÅŸeklinde belirten, manevi çapta dalgın ve ezgin Menderes, öyle bir ruh haleti içindedir ki, halini hiçbir kimseye emanet edemiyor, susuyor. 
 
Orada kendisine beyaz gömleÄŸi giydiriyorlar, ellerini arkasından kelepçeletiyorlar ve yürütüyorlar. 
 
Yine tek kelime yok... 
Sağında ve solunda birer gardiyan... 
Åžahitlerimiz ise ona en yakın vaziyette... 
O sırada biri, kendisini sürükler gibi bir hareket yapıyor... 
Kelmesi kelimesine duyulan sözü: 
- Dokunmayın! Ben kendim giderim! 
 
Her zamanki zarif giyiniÅŸi ve yürüyüşü içinde, sehpaya doÄŸru gayet metanetli yürüyor. 
Ä°ki taraf, iki saf asker... Kara, hava, deniz, jandarma karışık... 
 
O sırada bir an duruyor. 
Ufuklara doÄŸru son bakış... Gözlerini çepçevre, daire ÅŸeklindeki dünya mesafeleri etrafında gezdiriyor. Ve hafifçe göğüs geçiriyor. Yine tek kelime yok... 
 
Sehpa... Ãœsküdarlı Kemal adlı cellad, hazır, tarihi avını kollamakta... Masaya ve oradan masanın üstündeki iskemleye çıkış... 
 
Yine bazı sual ve sepetler... 
Yine tek cevap yok... 
Ismarlama hocaların, göstermelik ÅŸiveleriyle din telkinleri... 
Aynen duyulan sözü: 
-Dur! 
Cellat devam ediyor... 
Tekrarlanan söz: 
- Sana dur diyorum! Bir dakika! 
 
Ve Menderes’in dudakları, yalnız kendi gönül kulağına ve Allah’a hitap ederek kıpırdamaya baÅŸlıyor. 
Bir, belki iki veya üç dakika okuyor. Ne okuduÄŸu belli deÄŸildir; okuduÄŸunun tek kelimesi duyulmamıştır. Fakat Allah’ına yöneldiÄŸi besbelli... 
 
Biraz evvel din ölçülerinin dış cephesine göre kahramanca öldüğünü belirttiÄŸimiz Zorlu’ya nispetle Menderes, aynı din ölçülerinin iç planında taçlanmış, tam bir ulviyet ve teslimiyet içindedir. 
Tamam... 
Havada sallanmakta... 
Fena takılmış ipin tesiriyle biraz uzunca süren can çekiÅŸme... 
Hava erlerinden birkaçı bayılıyor. 
“ – Hava açıktı ve ortalıkta tek bir kuÅŸ yoktu. Tam da Adnan Bey’in can verdiÄŸi anda daraÄŸacının üstünde, küçücük, binlerce, sayısız kuÅŸ pehdahlandı. 
Manzarayı görür görmez, dahÅŸetimden yere düşecek gibi oldum.” 
 
Siz artık bu müşahadeye, ister tabii ve dış sebeplere baÄŸlı, isterse manevi ve iç hikmetlere iliÅŸik bir hadise gözü ile bakınız! 
 
*** 
 
Bu arada Adnan Menderes’in naşı indirilip ayakları yere deÄŸer deÄŸmez yine çekiliyor ve bu hareket birkaç defa tekrarlanıyor. Bunun üzerine sarfedilen bir söz var ki onu istikbalin tarihçisine bırakıp susmayı ve bugünün nezaket ÅŸartları dışında tutmayı tercih ediyoruz. 
 
Saat tam 2,26 da asılıp daraÄŸacında bir iki saat bekletilen Menderes’i alıyorlar; ve ÅŸahitlerimizin refakatinde gasilhaneye götürüyorlar. 
 
Soyuyorlar. 
 
FildiÅŸi gibi sapsarı, fakat berrak ve tertemiz bir vücut... Güzel, namütenahi güzel bir yüz... Kendinden yumulu gözler, kapalı dudaklar; ve ufuksuz, sonsuz bir tebessüm... 
 
Menderes gülümsüyor. 
 
Yalnız boynunda, simsiyah bir halka geçirilmiş gibi mosmor ip izi...

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 25-08-2009 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111699681 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net