27-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Medyadan Seçmeler arrow geçmiÅŸten geleceÄŸe ko(nu)ÅŸanlar; Metin Onal MengüşoÄŸlu
geçmişten geleceğe ko(nu)şanlar; Metin Onal Mengüşoğlu PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 2
KötüÇok iyi 
Yazar Ropörtaj Abdullah YILDIZ-Umran Dergisi,Haziran 2009 sayısı   
10-06-2009
geçmiÅŸten geleceÄŸe ko(nu)ÅŸanlar
“ASYALI OZAN” METÄ°N ÖNAL MENGÜÅžOÄžLU

                                  Ropörtaj(*): ABDULLAH YILDIZ
Sohbetimizin hayırlara ve bereketlere vesile olması temennisiyle baÅŸladık toplantımıza. Her ay AraÅŸtırma ve Kültür Vakfı merkezinde (Fatih-Ä°stanbul) gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz geçmiÅŸten geleceÄŸe sohbet programında bir üstadımızı, aÄŸabeyimizi, büyüÄŸümüzü ağırlayıp birikiminden istifade ediyoruz. Nisan ayında da sıra, ‘sıra dışı’ fikir ve sanat adamı, edebiyatçı, ÅŸair üstat Metin Önal MengüÅŸoÄŸlu’nda idi.

Usuldendir deyip kısa bir Metin Önal MengüÅŸoÄŸlu biyografisi sunduk önce:
1947 Elazığ doÄŸumlu. Ä°lk, orta ve lise öÄŸrenimini babasının memuriyeti sebebiyle Diyarbakır ve Malatya’da tamamladı. Ortaokul sıralarında baÅŸladığı yazı ve kültür hayatı o zamanın belli baÅŸlı dergilerine yazı, ÅŸiir, hikâye ve denemeler olarak yansıdı. Aynı tarihlerde periyodu kısa süren iki dergi yayınlama denemesi oldu. Malatya ekolü içerisinde kazandığı Ä°slami nosyon ve espriyi sonraki yıllarda bütün eserlerinde ciddi bir farklılık olarak yansıttı. Kendi başına bir fikir ve sanat dünyası kurdu; onu yaÅŸadı ve onu yaÅŸattı.

Ä°stanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Fakülte yıllarında düÅŸünce, sanat, kültür dünyasında aktif rol alan ÅŸair, birçok dergide çalışmalarını yayınladı. Kelime Dergisi Yayınlarını kurdu ve yönetti. Sanatın bir misyon yüklenmesi gerektiÄŸini her vakit savundu. Åžiir ve hikâyelerinde bunu kanıtlamaya çalıştı. Ä°slamî anlayışın vahye müstenid tevhidi esprisini yaÅŸamaya çalışırken eserlerinde de özellikle hedef ve menzile dönüÅŸtürdü.

Birçok alanda eserler verdi. Åžiirlerinde geleneÄŸin tadı, folklorun melodisi, modernizmin kazanımları birlikte vardır. Hikâyeleri ve romanı, kasaba boyutlarını aÅŸamamış Anadolu ÅŸehir hayatına tutulan ayna gibidir. Denemeleri ise tavizsiz Ä°slami duyarlığın katışıksız sunumu ve savunusu yüklüdür.

Memuriyet yapmadı. Diplomalarını yırttı. Bunu inkılâpçı ruhunun statükoya karşı baÅŸkaldırısı maksadıyla yaptı. Bursa’ya yerleÅŸti; orada maiÅŸetini temin edip çalışmalarını sürdürdü. Ä°lk “Gavur Kayrıcılar” (öykü) ve “Ben Asyalı Bir Ozan” (ÅŸiir) kitabıyla tanıdık onu. “DüÅŸünmek Farzdır”, “AÄŸabeyime Mektuplar”, “Vahiy ve Sanat”, “Müstesna Åžair Mehmet Akif” hemen akla gelen diÄŸer eserleri. Ayrıca, yayımlanmış baÅŸkaca ÅŸiir, hikâye kitapları ve bir de romanı vardır.

Yine bu programın usulündendir deyip Metin Önal MengüÅŸoÄŸlu’nun düÅŸünce dünyası ve sanat anlayışının da ÅŸekillenmesinde etkili olduÄŸunu düÅŸündüÄŸümüz özyaÅŸamöyküsünden kesitler istirham ettik. Bundan sonrasının kolay olacağından eminiz; zira üstadın hitabeti de kitabeti gibi selis.
Åžöyle baÅŸladı söze:
“Kordon/Göbek Bağım Harput Toprağında Gömülü”
- Muhterem kardeÅŸlerim hepinizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum, hoÅŸ geldiniz. Ä°nÅŸallah hâsılası bereketli olan bir sohbet olur; onu rabbimden niyaz ediyorum. Rabbimin dilimin düÄŸümünü çözmesini diliyorum; dilimin düÄŸümü çözülürse hayırlara vesile olan bir ticaret doÄŸar diye düÅŸünüyorum.

Beni hayat maceramda uyaran, hatırladığım en eski yaÅŸama örneklerinden baÅŸlamanın önemi ve deÄŸerini biliyorum; onu sizinle paylaÅŸmak istiyorum.
Harput toprağında doÄŸmuÅŸum. Sonraki eserlerimde, ÅŸiirlerimde de anlatıyorum; insan doÄŸarken annesiyle arasında bir kordon bağı vardır. DoÄŸumumu Elâzığ’ın meÅŸhur ebesi, Ebe Seher yaptırmış. -ki Elazığ’da birçok büyüÄŸün, mesela muhtemelen Ahmet Kabaklı’nın bile ebesidir- Ebeler, doÄŸan çocuÄŸun annesi ile evladı arasındaki o kordon bağını keser ve adettendir çocuÄŸun doÄŸduÄŸu topraÄŸa gömerler. Kanaatimce çocuÄŸun doÄŸduÄŸu topraÄŸa gömülen bu kordon bağı, o toprakla çocuk arasında bir “alaka” kurar. Bilir misiniz Kur’ân-ı Kerim’de insanoÄŸlunun bir “alaka”dan yaratıldığından bahis vardır. Bununla beraber insanın topraktan yaratıldığını, vefatında da yeniden topraÄŸa döneceÄŸini biliyoruz. Bu, inkâr götürmez bir vakıadır. Kur’an bunu söylemese bile, sanki bütün insanların fıtratlarında toprak kokusuna dair bir eÄŸilim var gibi geliyor bana. Bu, insanın genzini yakan bir kokudur. Taze bahar yaÄŸmurlarının ıslattığı topraktan yükselen o kokuyu duymayanınız var mı? Genç kuÅŸaklar duymuyor olabilirler çünkü toprak kalmadı ÅŸehirlerimizde; her tarafını beton ve asfalt yaptılar ÅŸehirlerimizin. Ama biraz eskiye gidenler, kır hayatını yaÅŸamış olanlar toprak kokusundan haberlidirler. Benimle anam arasındaki o kordon bağının, yani göbek bağının gömüldüÄŸü toprak ise çorak bir topraktır. Ot da bitmez, çok fazla verimli deÄŸildir. Benim ÅŸu anda yaÅŸadığım ÅŸehir ise, Bursa son derece verimli bir ÅŸehir...

- Harput’tan söz ediyorsunuz... Harput deyince, kadîm bir kültür canlanıyor zihnimizde. Peki, El-Aziz ya da ÅŸimdiki adıyla Elazığ nereden çıktı?
-Åžöyle. El-Aziz uydurma bir ÅŸehir; sonradan kurulmuÅŸtur. Bölgenin merkezi esasen Harput’tur.  Harput son derece geniÅŸ bir kültürel havzanın adıdır. O bakımdan ben Elaziz olarak zikretmiyorum Harput olarak hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum. Ä°lk soruyla irtibatı koparmadan düÅŸünüyorum ve diyorum ki daüssıla dediÄŸimiz, nostalji dediÄŸimiz bir ÅŸey var; sıla hasreti, vatan toprağı, yurt toprağı diye bir bağımlılık; o yörenin yemeklerini, o yörenin rüzgarını, o yörenin yapılarını, o yörenin hançeresini, lehçesini, aÄŸzını, türkülerini, folklorunu ister istemez seviyorsunuz. Bu yaşıma geldim, Ä°slam düÅŸüncesi üzerine yoÄŸunlaÅŸmış birçok çalışma yaptım.  Ama ÅŸimdi biraz sonra, kaynağını tespit edemediÄŸim herhangi bir yerden bir ses gelse ve bana dese ki: “Sinemde bir tutuÅŸmuÅŸ yanmış ocaÄŸ olaydı/ Zülfün karanlığında bezme çeraÄŸ olaydı/ Zülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuÅŸ/ Tek zülfünü göreydim bahtım siyah olaydı” bu sesi duyar duymaz bütün ilgilerimi kopartır o yöne dönerim.  Buradan çıkardığım “alaka”, insanın üzerinde yaratıldığı “alaka” ile akraba olmalı diye düÅŸünüyorum. Ä°nsanın iradesini de aÅŸan, doÄŸrudan içinden, fıtratından belki vicdanından kaynayıp fışkıran bir doÄŸuÅŸtur. Fıtri aidiyetin, mensubiyetin kendini ibrazı, ilanı gibi bir durumdur bu. Hepimizin yerli baÄŸları vardır. Sanki insana toprakla olan alakasını unutturmayan, içeriden uyarıcı bir ses, bir nefes gibidir. Muhtemelen sözünü ettiÄŸim o toprak kokusunun kaynağı bizzat içimizdedir. GöbeÄŸimizin gömüldüÄŸü o topraktan gelen koku; belki bizzat kendi kokumuzdur. Ki o herkesi tekrar o topraÄŸa davet etmektedir. Sıla hasreti dediÄŸimiz iÅŸte bu olsa gerektir. Memlekete gidiyorum, o çorak topraÄŸa, o ot bitmeyen topraÄŸa; 50 ya da 100 kilometreye kadar yaklaşınca ansızın burnumun direÄŸi sızlamaya baÅŸlıyor. Sanki o göbek/ kordon bağım çekiyor beni. DehÅŸetli bir cazibe karşısında aciz kalıyorum. Öyle müthiÅŸ bir haz, öyle büyük bir saadet duyuyorum ki izahı mümkün deÄŸil. Bütün insanlarda mevcut mudur bilmiyorum. Ama benim böyle duygularım var. BüyüdüÄŸün topraÄŸa baÄŸlı olmanın bence bir yanlışı yoktur. Bence yanlış olan ÅŸudur:  ‘benim toprağım senin toprağını döver’ diyerek Allah’ın topraklarını birbiriyle yarıştırmak. Hepimiz o topraktan gelmedik mi; neyin kavgasını veriyor insanlar? BaÅŸkasını hiç bilmem ama beni tahrik eden ÅŸey evvela iÅŸte o kordon bağının gömüldüÄŸü topraktır. Yani bizzat kendi öz hamurum. Sonra, bu türkü ne diyor, bu türkü nasıl bir sevgiyi anlatıyor; diye soruyorum: “Zülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuÅŸ”. Yani bu sevgilinin saçları öyle kapalı, öyle örtülü, öyle gizli ki o zülüften bir tel görenin bahtı kara olurmuÅŸ. Diyor ki ÅŸair: “tek zülfünü göreydim bahtım siyah olaydı”. Bu nasıl bir ÅŸey? Bunun izahını, çözümünü arıyorum kalbimde. Bu türküler beni bir yere sevk etti; bu türkülerin kaynağını aramaya, bu türküleri yeniden üretmeye, yaÅŸadığım çağın türkülerini söylemeye tahrik etti beni. Bir ÅŸey daha; onu da anlatayım.

Anneannem Kur’ân okurdu. Bizde Kur’ân çok okunur, gürül gürül Kur’ân okunur. Anneannemin Kur’ân dışında baÅŸka kitapları da vardı; Ahmediye, Muhammediye, Kara Davut gibi. Hem Osmanlıca hem Arapça metinleri ezbere okurdu. Mevlidi de vardı, o da Osmanlıcaydı. Bir gün, bazı ÅŸeyleri idrak etmeye baÅŸladığım vakit öÄŸrendim; anneannem Kur’an’ı okuyor, Ahmediye, Muhammediye, Kara Davut’u da okuyor fakat diyordu ki ‘bunların tamamı Allah’tan gelmiÅŸtir’. Bu son sözün yanlışlığını idrak ettiÄŸim gün anneanneme karşı geldim. Kitaplardan birisinin Kur’an olduÄŸunu ve bunun Allah’tan geldiÄŸini izaha kalkıştım. DiÄŸerlerini de göstererek, onların esasen baÅŸka bir dilde yazıldıklarını, Osmanlıca olduklarını anlattım. O, beni azarlayarak yanından kovdu ve bağırdı ‘Hadi oradan cahil çocuk, bunların hepsi Allah’tan gelmiÅŸtir.’ Birkaç yıl uÄŸraÅŸtım ama onu ikna edemedim. Neden sonra biraz daha idrakim artınca ÅŸunu fark ettim; anneannem okuduÄŸu Kur’an’ın Arapça, diÄŸer kitaplarınsa Osmanlıca yani Türkçe olduÄŸunu bilmiyor. Asla bu iki dilin ayırdında deÄŸil. Sadece ezberlemiÅŸ ve öylece yıllardır okuyup gidiyor. Onun okumasından maksat manaya vukufiyet deÄŸil, maneviyatına destek aramaktır. Kur’an’ın ne dediÄŸi, kiÅŸiden ne istediÄŸinin bir ehemmiyeti yoktur. Öteki kitaplar için de sonuç aynıdır. Onları da anlamadan okumaktadır. Bundan yalnızca manevi bir haz almaktadır yahut aldığını sanmaktadır.

Sonraları bir kâğıt uzattım anneanneme; okuma bilen bu hanımefendi bakalım yazı biliyor muydu? Ne gördüm dersiniz? Adını bile yazamadı. Size de tuhaf geliyor mu bilmiyorum; okuyordu ama yazamıyordu. Ben bu toplumun çürümüÅŸlüÄŸünün, geri kalmışlığının, idrak yoksunluÄŸunun bu ezberci, bu haÅŸiyeci, bu ÅŸerhçi zihniyetten geldiÄŸini o gün anladım. Orta mektepte falandım... Okuyordu ama tek bir kelime dahi yazamıyordu. Allahım! Ne korkunç bir durumdu bu böyle? Siz ÅŸimdi anneanneme, seccadenin başından kalkmayan, tespihini, namazını hiç terk etmeyen, bizden duasını hiç eksik etmeyen anneanneme, varın bir isim verin, izah getirin, zira ben acizim...

Oralardan geliyorum; bunlar beni var eden mayamı oluÅŸturan çevrenin kültürel dokusudur. Bunlardan birisi yani türküler beni sanat ve edebiyata, anneannemin idrak daralması da tefekküre yani tefekkür ederek yaÅŸamaya doÄŸru tahrik etti. Böylece gördüm ki ben artık okuryazar bir insanım. Okuryazarım çünkü okuduktan sonra artık yazıyorum da. Sadece ismimi deÄŸil, ÅŸiirler yazıyordum, öyle baÅŸladım...

MengücekoÄŸullarından Halil Beyin Torunu
- Ardından da çok genç yaÅŸta iken Malatya Fikir Kulübünde buldunuz kendinizi... Ve tabi ki, Fikir Kulübünün banilerinden üstat Mehmed Said Çekmegil’in rahle-i tedrisinde. Herhalde, üstadın o meÅŸhur terzi dükkânından ve o tarihi mekânın Tevhidi düÅŸünce geleneÄŸimizdeki yerinden de söz edersiniz...
-Åžimdi oraya gelelim... Beni terzi dükkânından önce tahrik eden bir ÅŸey daha vardı...
Malatya’ya tayinimiz çıktı. Devlet Demiryollarında apoletli memurlardan birisiydi babam, namazlı niyazlı bir insandı. Siirt’te bir ÅŸeyhe baÄŸlıydı; Åžeyh Alaaddin diye bir zat, rahmetli oldu, ÅŸimdi onun yerine oÄŸlu geçti. Biliyorsunuz, bizde yönetim kademeleri babadan oÄŸla geçer, ulema kademelerinde ve tekkede de öyledir. Sünni dünyada saltanat(*) bir ideoloji gibi yerleÅŸmiÅŸtir; akide kitaplarına bile girmiÅŸtir. Saltanat hiç tükenmez, babadan oÄŸla hem mülk geçer, hem ilim, hem de otorite. Yani Sünni dünyanın haleti ruhiyesi budur. Ancak bana babamın babası olan dedemden bir ÅŸey geçmedi; MengücekoÄŸulları’nın son oÄŸlu olan dedem 35 yaÅŸlarında Dersim isyanının ilk kurÅŸunuyla arkadan vurularak öldürülen Halil Bey’dir. Dersimin son beyi, 48 köyün ÅŸer’iyye senediyle sahibi olan babamın babasını vuruyorlar. Bizim aile Tunceli’nin Mazgirt’inden Dersim isyanı münasebetiyle çıkıyor, Harput’a yerleÅŸiyor; Harputlu oluyor. -Dersim o döneme göre Harput’a yakın ve emniyetli bir beldedir.- Uzatmayalım, dedemin 48 parça köyünden bir tek arpa, bir tek buÄŸday tanesi dahi bana kalmadı. Siz bir yandan Sünni dünyanın saltanat ideolojisini(*) düÅŸüne durun, beri yandan mülkün sahibi olan Allah’ı hatırlayın ki, öz dedemin 48 tane köyü vardı, ondan bir tek arpa tanesi dahi bana kalmadı. Görmüyor musunuz Mülk nasıl el deÄŸiÅŸtiriyor; siz niçin bu saltanatı devam ettiriyorsunuz ey Sünniler?(*) Her neyse, babam, babasının mülkünden umut kesince Demiryollarına memur olmuÅŸ. Mengüceklerin son prensine artık Dersim toprağında huzur ve güven yoktur. Toprak vardır lakin üzerinde çalışacak insan unsuru zayiat vermiÅŸtir. Bir isyan çıkmıştı, yıllarca sürmüÅŸtü, her ÅŸey tahrip olmuÅŸtu; ahalisinin bir kısmı öldürülmüÅŸ, bir kısmı sürgün edilmiÅŸti; ahali kalmamıştı yani Åžair EÅŸref’in dediÄŸi gibi “kıra kıra elde ahali kalmayacak”, elde ahali kalmamıştı. Babamın memuriyeti Elâziz istasyonundan sonra ‘Bakır Maden’ kasabasında sürüyor. Maden’e de babanım annesi olan nenemi gömdükten sonra Diyarbakır’da ilk mektebe baÅŸladım. Orta mektep sıralarında da Malatya’ya geldik... Sebep hep babamızın tayinleridir.

Malatya’da ben artık okuyan yazan bir insandım. Sürekli kitapçı vitrinlerini dolaÅŸan, harçlıklarını dergilere ayıran birisiydim. Yeni Ä°stiklal dergisi çıkıyordu o tarihlerde, Necip Fazıl baÅŸyazarıydı. Yeni Ä°stiklal’de Mehmet Said Çekmegil’in ÅŸiirlerini okuyordum ama Said Çekmegil’in Malatya’da olduÄŸunu bilmiyordum... Ortaokulu ve liseyi biraz uzun okudum. Zaten mektebe kerhen gidiyordum. Babamın esiri gibiydim. EÄŸer  beni serbest bıraksaydı, asla okula gitmezdim. Bu yüzden üzerimde mektebin az biraz tahribatı vardır. Mümkün mertebe atmaya çalıştım, diplomalarımı yırtarak yaptım bunu; ama gene hala vardır o tahribatın izleri. Ben alaylı olmayı tercih etmiÅŸ bir insanım. Özellikle bu günkü materyalist eÄŸitim sisteminin tahribatından ürperiyorum. Neyse, çok hareketli biri olduÄŸumdan mı nedir, daha ortaokulda ilk Türkçe dersimizde, Namık Kemal’in bir beytini arkadaÅŸlarımdan hiç biri okuyamamıştı. Sıra bana geldiÄŸinde “Bais-i ÅŸekva bize hüzn-i umumidir Kemal/ Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdıma” yı Osmanlıcasıyla çok baÅŸarılı bir biçimde düzgün okumuÅŸtum. ÖÄŸretmen beni ibretle gösterdi; bu olaydan sonra bulunduÄŸum her sınıfta edebiyat sanat yönünden parmakla gösterilen birisiydim. Bir münazara düzenlendi; ‘insanların geliÅŸiminde adalet mi önemlidir tıp mı önemlidir’ diye bir tartışma yapıyoruz. BeÅŸ kiÅŸi bir tarafta beÅŸ kiÅŸi diÄŸer tarafta. Ben adalet taraftarıyım. Tohum dergisi vardı o zaman, Tohum dergisinden adaletle ilgili denemeler okumuÅŸum, güzel hazırlanmışım. O yıllarda memlekette bu tür etkinlikler yoktu, zaten yasaktı biliyorsunuz. Tek parti döneminin baskıları hafızalarda tazeyken, 60 Ä°htilali’nden de yeni çıkılmıştı. Millet sanki uçurumun kenarına sıkışmış vaziyetteydi. Bu tür sosyal etkinliklere karşı susamışlardı. DüÅŸünmek, düÅŸündüÄŸünü ifade etmek herkesin kârı deÄŸildi. Bir lise veya ortaokuldaki ÅŸiir gecesi, münazara gibi etkinlikler, ÅŸehrin münevverlerini cezp ediyordu. Onlar da veli sıfatıyla geliyorlardı dinlemeye. Ä°ÅŸte o münazaranın birinde konuÅŸmacılardanım ve adaletin savunucularındanım. Öbür grup tıbbı savunuyor; en son ÅŸöyle dediler: ‘tıp o kadar insanların hayatında önemlidir ki, insanların kalbi bile tıp tıp tıp diye atar’. Tabi sıra bana geldi, ben kalktım dedim ki: ‘arkadaÅŸlarımız kalbe kulaklarını çok dikkatle vermemiÅŸler; kalp tıp tıp tıp diye deÄŸil, hak hak hak diye atar’. Münazaradan yine de onlar galip çıktılar. Çünkü öÄŸretmenlerimizin büyük çoÄŸunluÄŸu o zaman sol fikirliydiler. Bence tıpçılara torpil geçtiler. Fakat on konuÅŸmacı arasından en iyi konuÅŸmacı olarak ben seçildim. Ä°ÅŸte o münazarada dinleyiciler arasında Said Çekmegil, Alaaddin Gürün gibi ÅŸehrin entelektüelleri de varmış. Said Çekmegil beni dinledikten sonra ‘bu çocuk kim’ demiÅŸ. Aramışlar, beni bir müddet bulamamışlar...

Malatya Ekolü, Malatya Fikir Kulübü ve Said Çekmegil
Bir gün bir terzi dükkânının önünden geçerken, cama tık tık tık vuruldu; birisi içerden beni çağırdı.  Girdim, Said Çekmegil’in damadı Alaaddin Gürün’dü rahmetli. (Onun kızı Ferda Hanım ÅŸimdi Nida dergisini çıkarıyor.) Dedi ki: ‘sen filan münazarada konuÅŸan çocuk musun?’ ‘Evet’ dedim. KoltuÄŸumda da Tercüman gazetesi var. ‘Bunu okuyor musun?’ dedi. ‘BaÅŸka bir ÅŸey bulamadığım için, sevmiyorum ama saÄŸcı Ahmet Kabaklı falan bir ÅŸeyler yazıyor, bu sebepten okuyorum’. Åžaşırdı. ‘Sen’ dedi; ‘bizim burada toplantılar var, gelir misin?’ ‘Gelirim’ dedim. MeÄŸer o terzi dükkânının arkasında bir oda varmış, orada toplanırlarmış. Resmi olarak Malatya Fikir Kulübü vaktiyle kurulmuÅŸ. Fakat o tarihlerde artık resmen faal deÄŸildi. Bir derneÄŸi o dönemlerde kurmak ve yürütmek çok zordu. Sıklıkla polis tarafından basılıyor, bu da sıkıntı yaratıyordu. O sebepten derneÄŸi kapatmışlar. Åžimdilerdeyse gayrı resmi olarak haftanın belirli günlerinde, terzi dükkânının arkasında, ön caddeden görünmeyen bir odada sohbetler devam ediyormuÅŸ. Ertesi gün Malatya’daki arkadaÅŸlarıma sordum; (tabi ben garibim, Malatya’ya Diyarbakır’dan gelmiÅŸim, Elazizliyim, çevreyi pek bilmiyorum) ‘yahu beni bir terzihaneden çağırdılar, orada toplantı oluyormuÅŸ, beraber gidelim’ dedim. ‘Neresi’ dediler; ‘filan yer’ dedim; Said Çekmegil’in adını duyunca; ‘aman, oraya gitme’ dediler. Niye? ‘O, nurcu’ dediler. “Nurcu”yu da ilk defa o zaman duydum. Allah Allah, “Nurcu” ne? ArkadaÅŸlar beni engelleyeceklerini zannettiler. Oysa ben daha ÅŸiddetli tahrik oldum. Ä°yi ya, dedim, kendi kendime, gider öÄŸrenirim ne olduÄŸunu! MüthiÅŸ meraklanmıştım. Erkenden gittim dükkânın önüne, daha açılmamıştı. Bekledim, kış günüydü, dondum Malatya’nın soÄŸuÄŸunda. Ama yılmadım bekledim. Nihayet Alaaddin Gürün göründü ve bana ‘geldin mi’ dedi; ‘geldim’ dedim. Sohbetler ÇarÅŸamba ve Cumartesi akÅŸamları yapılıyordu. Malatya Fikir Kulübünün kendine mahsus bir sohbet usulü vardı. Her gece sürpriz olarak bir konu ortaya atılıyor, ardından bir reis seçiliyordu. O reisin baÅŸkanlığında sürpriz olarak seçilen konu orda, saÄŸdan baÅŸlayarak konuÅŸuluyordu. Herkesin konuÅŸma mecburiyeti vardı. Konu hakkında bir ÅŸey söylemek istemeyen de gerekçesini açıklamalıydı. Bu hususta bir ÅŸey bilmediÄŸini yahut baÅŸka bir sebebi açıklamalıydı. Birinci turdan sonra ikinci tur yapılıyordu. Bu tenkit turuydu. Hülasa son derece medeni ve çok entelektüel bir oturumdu bu.

- Evet, Said Çekmegil merhumdan hatırladığım kadarıyla; herkes mutlaka bir ÅŸeyler söylemek, bir fikir beyan etmek zorunda imiÅŸ...
-Söylemeyen de dediÄŸim gibi niçin söylemediÄŸini söylemek zorundaydı. Yani en azından, ‘ArkadaÅŸlar, ben bu konu hakkında bir ÅŸey bilmiyorum’ diyebilme cesareti aşılıyordu insanlara. Gerçekten de beni eÄŸiten bir mektep var; iÅŸte o mektep Malatya Fikir Kulübü’dür.  O mektepte ben sanıldığı kadar uzun boylu kalmış birisi deÄŸilim aslında. Çünkü tanıştıktan kısa bir süre sonra üniversiteyi kazandım ve gittim. Topu topu lise hayatı boyunca üç-dört sene falan o mektepte okudum. Ama o mayayı, o hamuru oradan aldım. Mektebimin esprisini Malatya’dan getirdim, Ä°stanbul’da uygulama alanı buldum. Mesela, Ali Bulaç gibi ismi meÅŸhur olan birçok arkadaşın da devam ettiÄŸi bir Malatya Fikir Kulübü modeli oluÅŸturmuÅŸtuk 70’li yıllarda Ä°stanbul’da. 70’ den 78-79’a kadar devam etti bu çalışmalar, ev sohbetleri ÅŸeklinde.

Bence Said Çekmegil’in fikriyatı ÅŸöyle özetlenebilir: O, Türkiye’de o tarihlerde ikaz müessesinin ve tenkidin ibadet olduÄŸunu hatırlatan neredeyse tek mütefekkirdi.  Oysa bizim toplumumuzda maalesef baskın olan kültür, hoÅŸgörü kültürüydü. Biliyorsunuz, ‘HoÅŸ Gör’ diye hatlar yazılır. Evlerin, mabetlerin duvarlarını süsler. Yani ‘gözünü yum, gözünü kapat, hoÅŸ gör, sesini çıkarma, dokunma’... Hani biliyorsunuz, Mushafların sırtına da içerisinde ‘dokunma’ kelimesi geçen o meÅŸhur ayeti yazmışlardı bir zamanlar. Kur’ân-ı Kerim’de altı bin iki yüz küsur ayet vardır; bula bula içerisinde ‘dokunma’ kelimesi geçen ayeti bulmuÅŸlar; baÅŸkası yokmuÅŸ gibi.  Hani ÅŸu ‘abdestsiz dokunma’ diye yanlış anlaşılan âyetten bahsediyorum.  Mushaflar, halen olduÄŸu gibi önceleri de resmi kontrolden geçerdi. Ve hemen hepsinin sırtında bahsi geçen o ayet yazılı idi. Åžimdi kaldırdı galiba Diyanet onu. Eskiden, ‘ona dokunma, aman ha çarpar’, denilirdi Kur’an-ı Kerim hakkında. Bize de öyle öÄŸretmiÅŸlerdi, elimize almaktan korkar, ürkerdik çocukken.  Hatta ben bazı Akaid kitaplarında gördüm, ‘Kur’ân-ı Kerim’i gâvur beldelerine götürmek haramdır’ deniyordu. Niye? Ya Kur’an’a hakaret ederlerse; bundan mı korkuluyordu acaba? Peki, belki de okuyup anlayacak ve mucibince davranacaklar; o zaman ne yapmalıdır? Kur’ân’ın nesnesini böylesine fetiÅŸleÅŸtirmiÅŸ bir toplumdan mı bahsediyoruz yoksa biz? Muhteviyatını, özünü, deÄŸiÅŸtirici-dönüÅŸtürücü soluÄŸunu anlamış bir toplum yoktu galiba karşımızda. Dolayısıyla, ilk defa benim gördüÄŸüm kadarıyla ve en azından bizim muhitimizde, Çekmegil, tenkidin ibadet olduÄŸunu kitaplaÅŸtırmıştı. Bununla kalmamış, olayı moda haline getirecek boyutta ısrarlı davranmıştı. Asli önemi de buradan gelmektedir. Said Çekmegil’in iÅŸte böyle bir aktivitesi vardı. Malatya Fikir Kulübü, çok önceleri Malatya Kültür DerneÄŸi olarak varmış.  Ama en aktif, en yetiÅŸtirici soluÄŸunu benim bulunduÄŸum dönemde yaÅŸadı. Çünkü söylemlerindeki fark o tarihlerde fark edilmeye baÅŸladı. Müslümanlar arasında detaylı ayrılıkların da dönemidir o dönem. Böylece Malatya Fikir Kulübü adeta ekolleÅŸti. Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un bu husustaki ÅŸahadetleri önceki hatıratlarında mevcuttur. Ama sonraki hatıralarında maalesef ayıklanmış, yok edilmiÅŸtir.

Ankara’da Kriter dergisi yayımlanmaya baÅŸladı. Editörü ise üstadın oÄŸlu M. Selami Çekmegil idi. Kriter dergisi ile birlikte Said Çekmegil’in özgün fikriyatı mahallilikten ilk kez merkeze taşınmış oldu. Kendisi Anadolu’da idi ancak Kriter dergisi Ankara’dan sesleniyordu. Merkezle olan temasın en önemli adımıydı bu.

Elbet Said Çekmegil’i de oluÅŸturan ortamın kimi önderleri var: babası Sanih Bey bir medrese hocasıdır. Kendisine dayı dediÄŸi Topal Hoca namlı, halaoÄŸlu Bekir Hoca ise umumi harpte Rusya’da esir kalmış birisidir. Rusya’da esirken muhtemelen Musa Carullah Bigiyef’in öÄŸrencileriyle aynı zindanda yatmıştır. Orada yetiÅŸmiÅŸ, döndükten sonra da Malatya’ya ciddi bir hareket getirmiÅŸtir. Güçlü soluÄŸuyla arzuhalcilik ve dava vekilliÄŸi yapmaktadır. O zaman ilkokul mezunları bile avukatlık yapıyor; ‘dava vekili’ bir nevi avukat demektir. Fikir Kulübünün ilk nüvesi demek olan Malatya Kültür DerneÄŸinin de kurucularındandır Bekir Hoca. Dernekte C.H.P.li vekiller, ÅŸehrin her fikirden okuryazarları mevcuttur. Ayrıca, Malatya’da Ä°smail Hatip Erzen adlı bir müftü vardı. Bu zat Ezher ulemasındandır. Ezher’de okumuÅŸ, ilim ehli ve son derece pratik bir adamdır. Said abiyi yetiÅŸtiren muhitin maruf simaları bunlardır. Said abi söz konusu muhitten aldığı teorik temeli bir harekete, bir aktiviteye dönüÅŸtürdü ve kendinden sonrakilere emanet etti. Sürekli genç insanlarla düÅŸüp kalkarak, kendisi de hep genç kalmayı bildi. Sözgelimi, Büyük DoÄŸu Cemiyeti’nin Malatya kurucusu, ayrıca Cemiyetin genel yönetim kurulu üyelerinden birisidir Said Çekmegil.

Mehmet Said Çekmegil Akademisi
-
Said Abiyi konuÅŸurken, o meÅŸhur terzi dükkânından söz etmemek olmaz. Gerçi, siz ‘Bilge Terzi’ romanını yazmaya devam ediyorsunuz, Rabbim hayırlısıyla bitirmeyi nasip etsin. Åžunu sormak isterim: kumaÅŸlarla uÄŸraÅŸmanın, kumaÅŸları tanımanın ve ona biçim vermenin ‘insan kumaşını’ tanımaya ve onu biçimlendirmeye de bir katkısı olmalı diye düÅŸünüyorum. Bir de, Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a kadar birçok mütefekkirin, dava adamının uÄŸrak yeri imiÅŸ orası...
-Said Çekmegil’in dükkânı, Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Çekmegil’in akademisi” ‘dir. (Sonradan bu ifadeden vazgeçtiÄŸini gördüm üzüldüm. Sezai Karakoç, Gazi Antep’te yatılı okurken, Said Çekmegil’in dükkânına gelirmiÅŸ. Birlikte çekilmiÅŸ fotoÄŸrafları var. Çekmegil’e misafir olurmuÅŸ; kendisine çok saygı duyarmış. Hatta DiriliÅŸ mecmuasının ilk nüshalarında ısrarla yazılarını isteyip yayınlamıştır.) Çekmegil’in dükkânı Çekmegil’in akademisiydi, gerçek bir akademiydi buna biz ve temasa geçen herkes ÅŸahittir. Tabi bunda biraz terzilik mesleÄŸinin rolü olabilir. Malumunuz, eskiden hazır giyim diye bir ÅŸey yoktu; bütün insanlar elbiselerini terziye diktiriyorlardı. Ben de o kuÅŸaktanım, elbiselerim hep terzide dikildi. Çünkü çarşıda elbise satılmazdı. Konfeksiyon icat edilmemiÅŸti yani. Pantolon da, gömlek de, elbise de böyleydi. Terziler geceleri saat 12’lere kadar çalışmak durumundaydılar. Terzilik ince bir meslekti. Çok fazla terzi de yoktu ÅŸehirde. Ayrıca O, ÅŸehrin en muteber ve en usta terzileri arasındaydı. Böyle olunca, bütün ÅŸehrin elbiselerini kavuÅŸturmak için iyi çalışmak zorundaydılar. Üstüne üstlük, dedik ya, Said Çekmegil son derece usta bir terzi idi. Åžehrin valisi, belediye baÅŸkanı, ülkenin cumhurbaÅŸkanı Turgut Özal, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, ÅŸehre gelen bütün çevredeki valiler onun müÅŸterisiydi. Necip Fazıl, Osman Yüksel, daha aklınıza gelen mütefekkirler ve yöneticiler. Tabi, terzilik mesleÄŸi gereÄŸi, geceleri de dükkânda çalışılıyordu. Terziler bir yandan elbise dikerken, bir yandan da ağız ve zihinlerini iÅŸletiyorlardı.
Said Çekmegil hayata ÅŸiirler yazarak baÅŸlamış, “Gizli Bir Ses Dedi Ki, Ruhta Ä°nkılâp, Limon AÄŸacım” adlı ÅŸiir kitapları var. Mesela Abdurrahim Zapsu’nun “Ä°slam Tarihi” adlı eserinde bu ÅŸiirlerinden ötürü Çekmegil’e dair övgüler vardır. Kitabın sonraki baskısını yapan Sebil Yayınevi kiÅŸisel ve anlamsız bir tasarrufla, ölmüÅŸ bir adamın eserine müdahale ederek bu övgüleri koymamıştı. Çekmegil fikriyatını merkeze taşıdıktan sonra bazı çevrelerde bu türden rahatsızlıklara sebep olmuÅŸtu. Besbelli yayınevi yönetimi o fikriyata olan alerjisinin intikamını yayınladığı kitaptaki takdirleri yok ederek ortaya koymaktaydı. Said Abi sözünü esirgemeyen birisiydi. Ülkenin belli baÅŸlı münevverleriyle de görüÅŸ alış veriÅŸinde bulunuyordu türlü vesilelerle. Demek ki bundan hoÅŸlanmayanlar da çıkıyordu. O tüccar terziydi. DikiÅŸle birlikte kumaşını da bulunduruyordu. Bu sebepten ayda bir defa Ä°stanbul’a ve Ankara’ya gelmek durumundaydı. En çok da Ä°stanbul’a geliyordu. Ä°stanbul’da Malatya’dan tanıştığı Turgut Özal o zaman Ä°TÜ’de öÄŸrencidir. Özal’ın annesi Sait aÄŸabeyin ilk mektep hocasıdır. Aile ile böyle bir hukuku vardır. Ä°yi arkadaÅŸtırlar. Çekmegil her Ä°stanbul seyahatinde Turgut Özal’la buluÅŸuyor; birlikte Ömer Nasuhi Bilmen, Ahmet Hamdi Akseki gibi ilim adamlarını ziyarete gidiyorlarmış. Yani Said Abi sadece tüccar terzi deÄŸil sahici bir halk entelektüeli, halk münevveridir. Benim nazarımda ise özlenen alaylı bir akademinin kurucusudur. Said Çekmegil hiçbir zaman hayatında boÅŸluk yaÅŸamamış birisidir. Bakın bir iki hatıra anlatayım:
Malatya Fikir Kulübünün sohbetleri o kadar ciddi sohbetlerdi ki, ancak ölüm Said Çekmegil’i o sohbetlere katılmaktan ayırırdı diye düÅŸünürüz. Onun dışında söz vermiÅŸ ise mutlaka sözünde dururdu, tıpkı Mehmet Akif gibi. Hani Mehmet Akif bir buluÅŸma sözü vermiÅŸ Mithat Cemal Kuntay’a. O gün Ä°stanbul’da müthiÅŸ bir kar kış ve fırtına yaÅŸanmış. Mithat Cemal Kuntay, Akif herhalde bu karda kışta gelemez diye düÅŸünmüÅŸ. Ancak Akif bu, bin bir müÅŸkülatla çıkıp gelmiÅŸ ve kapısını çalmış. Mithat Cemal karşısında bıyıklarından sakalına kadar buz tutmuÅŸ olan Akif’i görünce: ‘Yahu gelmeyeceÄŸini sandım’ demiÅŸ. Akif’in cevabı ÅŸudur: ‘Gelmemem için ölmem lazımdı’. Said Abi de böyle birisiydi. Bir gün Fikir Kulübü sohbeti devam ediyordu. Tabi dükkânda bir yandan ustalar ve kalfalar iÅŸlerini yapıyorlar, sıra kendilerine geldiÄŸindeyse oturuma katılıyorlardı. Ansızın acı acı ve uzunca telefon çaldı. Çıraklardan biri telefonu aldı, karşıyla konuÅŸunca kötü bir ÅŸeylerin olduÄŸunu hissettik. Fakat sohbetin disiplini hiç bozulmadı. Haberi alan çırak sessizce oturumun ilk turunun bitmesini bekledi. Birinci tur bitti. Sohbet, ancak usul hakkında izin alınarak bozulabilirdi. Telefona çıkan çırak usul hakkında reisten izin aldı ve Sait Abi’nin kulağına bir ÅŸey söyledi. Sait Abi ‘sohbet bitsin ondan sonra’ dedi. Devam edildi. Sohbet tamamen bittikten sonra öÄŸrendik ki Sait aÄŸabeyin annesi vefat etmiÅŸ. Yani annesinin vefat ettiÄŸini sohbetin yarısında öÄŸrenmiÅŸ olmasına raÄŸmen, sohbeti kesmedi; sonra gitti cenaze ile ilgilenmeye.

Bir hatıra daha: Bahattin Bilhan diye bir hocamız vardı. Mersin merkez vaazlığından emekli oldu halen orada yaşıyor. O tarihte Malatya merkez vaazı idi. Bir ara terzi dükkânı çok takibe uÄŸrayınca sohbetleri evlere almıştık. Sıra ile evlerde dolaşıyoruz. Sıra Bahattin Hocanın evine gelmiÅŸti. Hocanın evi çok dardı. Ä°ki gözden ibaret, bir tarafta hanımlar kalıyor, bir tarafta beyler. O gece, sohbet devam ederken, içerden de bir takım tıkırtılar, sesler, mutat harici fısıltılar geliyor ama anlamıyoruz. Yalnız bir ses çok dikkatimizi çekti; yeni doÄŸan bir bebek sesiydi. Biz sohbeti kesintisiz bitirdik tabi. Sonra öÄŸrendik ki hocamızın hanımı öbür odada yeni çocuÄŸunu dünyaya getirmiÅŸ. Ä°ÅŸ bu kadar ciddi idi.
Said Çekmegil o tarihte memleketin bütün münevverleriyle görüÅŸüyordu: Ömer Nasuhi Bilmen, Ahmet Hamdi Akseki, Abdurrahim Zapsu, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Bediüzzaman... Bediüzzaman Ä°stanbul’da Sirkeci’de bir otelde kalıyormuÅŸ. Said aÄŸabeyin ismi mecmualardaki ÅŸiir ve denemelerinden ötürü biliniyor.  Bediüzzaman çok hasta ve hiç misafir kabul etmiyormuÅŸ. Said aÄŸabey kumaÅŸ almaya Ä°stanbul’a geldiÄŸinde, Sirkeci’deki otele de uÄŸramış., Åžakirtler, ‘Üstad hiç kimseyi kabul etmiyor, kusura bakmayın, hasta yatıyor’, diyerek onu uzaklaÅŸtırmak istiyorlar. Sait aÄŸabey, “peki” diyor, “ben bekleyeyim, selamımı götürün, onun da selamını getirin gideyim’ diyor. Selamı götürünce Bediüzzaman ‘çağırın gelsin’ diyor. Said Çekmegil uzun uzun, Said Nursi’ nin son demlerinde kendisiyle sohbet ettiÄŸini anlatırdı... Kısacası o, gerçek bir halk akademisi kurmuÅŸ idi. O akademiden mezun olmadım ama bir müddet okumuÅŸlarından birisi sıfatıyla karşınızdayım, kardeÅŸiniz olarak...

Malatya Ekolü Ä°stanbul’a Taşınıyor
- Allah sizden razı olsun. Peki, Malatya’dan Ä°stanbul’a geldiniz. Bu akademiyi ve Malatya ekolünü Ä°stanbul’a taşımak için çalışmalara baÅŸladınız. Nasıl bir çalışmaydı bu?
- 1969da Ä°stanbul’a geldim. (Bu fasılda bazı dernek veya ÅŸahıs isimlerinden söz ederken bazı yanlışlara da dikkat çekmek zorundayım.) Önce Milli Türk Talebe BirliÄŸi’ ne gittim; Müslümanlara sahip çıkan bir dernektir diyerek. MTTB’nin CaÄŸaloÄŸlu’ ndaki merkez binasında baÅŸkanla tanıştık. ‘Malatya’dan geldik’ dedik; ‘iyi hoÅŸ geldin’ falan... Namaz vakti geldi, namaz kılacağız, iki kat aÅŸağıda bodrumda mescit gibi bir yer vardı, oraya indik. Baktım, 8-10 kiÅŸi namaz kılıyor. Dedim ki, ‘arkadaÅŸlar biriniz imam olun da cemaatle kılalım’. Yüzüme tuhaf  baktılar, anlamadım. Birisini elimle öne doÄŸru hafifçe sürmeye çalıştım, ‘sen imam ol cemaatle kılalım’; ‘estaÄŸfurullah’ dedi. Bir baÅŸkasına ‘sen ol’ dedim; ‘estaÄŸfurullah’ dedi. ‘Ee, ben olayım’ dedim. Ya ikindi ya öÄŸlen namazı. Geçtim imamete namaz kıldıracağım; arkadan birisi sırtıma hafifçe dokundu, göz ucuyla gördüm; bana bir takke uzatıyordu. Görmezden geldim, ‘Allahu ekber’ diyerek namazı baÅŸlattım. Selam verince gördüm ki arkamda kimse yok. Yukarı çıktım, baÅŸkan çağırdı. ‘Buyur’ dedim. ‘Sen nerden gelmiÅŸtin?’ dedi. ‘Malatya’dan.’ ‘Hımmm’ dedi. Bu kadar. Ben selam verdim, kalktım tabi.

Ben bazı ÅŸeyleri biraz erkenden öÄŸrenmiÅŸ olarak, hazırlanmış bir kisveyle gelmiÅŸtim Ä°stanbul’a. Ä°stanbul bana, benim gibi düÅŸünenlere hazır deÄŸildi doÄŸrusu. Buna benzer birçok yaÅŸama örneÄŸi var; tabi bunlar acı veriyor insana. Mesela, ismi lazım olmayan bir cemiyet bana burs verdi; üç ay aldım, sonra “senin bursun kesildi” dediler. Niye? Sınıfta kalmadım, okul daha bitmemiÅŸ... Sonradan öÄŸrendim ki, ben Vehhabi imiÅŸim. O dönem böyle idi... O dönemde Said Çekmegil’ e de, Hayrettin Karaman hocaya da –ReÅŸit Rıza’nın mezahibin telfikiyle ilgili kitabını yayınladı diye- yapmadıklarını bırakmadılar. Ä°çtihat kapısını sen yeniden açıyorsun dediler. Bu kapının açılması dinin elden gitmesine eÅŸdeÄŸer bir tahribat sayılıyordu. Maalesef ülkemiz böyle bir ülkeydi... Dedim ya, benim bursum kesildi; 150 liradan toplam 450 lira burs almışım. Ne yaptım biliyor musunuz? Bir zengin tanıdığım vardı, 450 lira borç aldım, götürdüm o önceden aldığım toplam 450 lirayı da ÅŸak diye iade ettim, ismi lazım olmayan Cemiyete.

Böyle bir Türkiye vardı... Üniversite öÄŸrencisiyim. Ä°nançlarım ve amellerim var. KimliÄŸim, aidiyetim hususunda henüz belki bir netlik de yoktu. Kimdim, neydim, benim gibilere ne deniliyordu; illa bir ad konmalı mıydı? Uzun süre önce bu memleketteki tüm inananlara ‘Nurcu’ diyorlardı. Zira Said Nursi’nin eserleri çokça okunuyordu, etkindi ve hedefteydi. Muhtemelen devlet, ‘Müslüman’ diye takip edemediklerine bu adı takarak suçluyordu. Bir süre sonra Vehhabi diye bir ÅŸey çıktı. Hamdolsun o da bitti...

Özetle; ben, Said Çekmegil’ in tezgâhında yetiÅŸmiÅŸ, medrese hocası Molla Said -namı diÄŸer Topal Said- hocadan bir hayli istifade etmiÅŸ biri olarak, Malatya ekolü yahut Malatya Fikir Kulübü’nün rengine boyanmış olarak geldim Ä°stanbul’a. Üç-dört yıl Ä°stanbul’da bir aÄŸaç kökünü kemirir gibi yapyalnız yaÅŸadım. Bir süre sonra iki-üç arkadaÅŸ edindim, sonra üç-beÅŸ arkadaÅŸ daha oldu. Marmara lokalinde Sezai Karakoç sohbetler ederdi; oraya giderdik. Ebubekir EroÄŸlu, rahmetli Åžakir KocabaÅŸ, Cahit Koytak, Hayati Yazıcı, Ahmet ÅžiÅŸman, Aziz Torun’la yakın arkadaÅŸtık. Abdullah Gül ile MTTB de beraber olmuÅŸtuk. Derken Platin Bilardo salonu diye bir mekân açılmıştı Beyazıt’ta.  Orada toplanmaya baÅŸladık; bize “Platinciler” dediler. Ben evlenince de o oturumları evime taşıdık. Ben 73’de evlendim ve evimde aÅŸağı yukarı 79’a kadar hemen her hafta sohbet halkaları kurduk. Hepsi yemekliydi sohbetlerin. Bütün yemekleri eÅŸim piÅŸiriyordu. Ben farkında deÄŸildim o zamanlar ama kadın periÅŸan oluyormuÅŸ. Bütün o yemeklere yetecek kadar param da yoktu o yıllarda, bilmiyorum nasıl yetiÅŸtiriyorduk. Böylece evimde Malatya Fikir Kulübü usulü sohbetler devam etti.

Sezai Karakoç ve Necip Fazıl’la Birliktelikler
- Sizde Said Çekmegil’den sonra Sezai Karakoç’un ve Necip Fazıl’ın da etkilerini görüyoruz. Yani Malatya ekolü, DiriliÅŸ ekolü, Büyük DoÄŸu ekolü… Nasıl bir etki bu?
-Sezai Karakoç’un ve Necip Fazıl’ın ÅŸöyle bir etkisi var: Necip Fazıl Malatya’ya 63’de bir konferansa geldi. O’nun kimseyi beÄŸenmediÄŸi söyleniyordu. Konferans üzerinde titizlikle duruluyordu. Onu kim takdim edecekti, takdimi beÄŸendirecek miydik? Karar verildi, gençtim hatta henüz bir çocuktum; takdimi ben yaparsam beÄŸenirdi. O sıralarda Necip Fazıl’ı bütün ÅŸehirlere, kasabalara konferansa çağıranlar ‘büyük Ä°slam âlimi’ ve ‘büyük Ä°slam mütefekkiri’ diye takdim ediyorlarmış. Biz ÅŸöyle bir slogan bulduk: “Büyük DoÄŸu’nun mana ÅŸairi, usta oyun yazarı Necip Fazıl ÅŸehrimizde”. Bunu bez afiÅŸlere yazdırdık, ÅŸehre astık. Bir de o gelmeden üç gün önce, memleketteki üç chevrolet taksiden birisini kiraladık. Tepesine hoparlör düzeneÄŸi kurduk ve ben içine oturdum. BaÅŸladık ÅŸehrin sokaklarında dolaÅŸmaya. ‘Büyük DoÄŸu’nun mana ÅŸairi, usta oyun yazarı Necip Fazıl ÅŸehrimizde konferans verecektir; “Yolumuz, Halimiz, Çaremiz” baÅŸlıklı konferansa davetlisiniz’ diye anons ettik. Necip Fazıl geldi. O tarihlerde lise ve ortaokul talebelerinin kasketsiz dışarı çıkması bile yasaktı. Bu tür siyasi sohbetlere katılması da mümkün deÄŸil... ÖÄŸretmenler sokaklarda dolaşıyorlar, yakalayınca disiplin kuruluna veriyorlar. Ceza alıyorsunuz. Ben, bırakın konferansı dinlemeyi olayın takdimciyim. Benimkisi bağışlanmaz bir suç. Kimi öÄŸretmenlerim durumu görüyorlar. Bu yüzden bir hayli maÄŸduriyetim söz konusudur. Beklenen gün geldi çıktım Necip Fazıl’ın bir ÅŸiirini okudum ve takdimimi yaptım. MüthiÅŸ haz aldı Necip Fazıl bundan. Sahneye gelince başımı okÅŸadı bana “ÅŸair” dedi. “Al, çantamı sen taşıyacaksın” dedi. Kâğıtlarını çıkardı ve çantayı koltuÄŸuma verdi. Sahnede konuÅŸtuÄŸu masanın yanında ayakta duruyorum. Üç buçuk saat konuÅŸtu. Ne o farkında, ne ben farkındayım, ne de sinema salonunu dolduranlar farkında... MeÄŸer ben orda ayakta durmuÅŸum! Üç buçuk saat bitti. “Burada mısın” dedi; “Evet Üstad” dedim. “Ä°ÅŸte bu!” dedi. Böyle de bir hatıramız var Necip Fazıl ile.  Ä°stanbul’a geldiÄŸimizde de evinde her ÇarÅŸamba edebiyat sohbetleri yaptık. Bir hayli sürdü bu sohbetler. Sonra bizi arkadaÅŸlarımızın birisinin münasebetsiz biçimde Üstadı sorgulaması sonunda evinden kovdu; bir daha da gidemedik...
Bu arada, Ä°stanbul’a gelince Sezai Karakoç’un DiriliÅŸ dergisine de uÄŸruyorduk. Ben, Ebubekir EroÄŸlu, Ahmet Yücel, Cahit ZarifoÄŸlu rahmetli. DiriliÅŸ dergisi o zaman KurtulmuÅŸ’ların matbaasında beÅŸ bin adet basılıyordu. CaÄŸaloÄŸlu’ nda Nuruosmaniye caddesinde, Milliyet gazetesinin arkasındaydı matbaa. Tabi 15-20 koli mecmua çıkıyordu matbaadan; onları sırtımızda Atasarayhan’ın 4. katına çıkarıyorduk. Satıldığı zaman da indiriyorduk. Ä°ÅŸin hamallığı dâhil, böyle mutfağında bir müddet bulunduk. Sezai Karakoç’la da böyle bir beraberliÄŸimiz oldu öÄŸrencilik yıllarımızda.

-Necip Fazıl, “Åžair” dedi size. O zaman ÅŸiir yazmış mıydınız? Åžiirleriniz biliniyor muydu?
-Åžiir yazdığımı bilmiyordu Üstad; besbelli ÅŸair olmamı murat etmiÅŸti. Ben yazıyordum ama elbet onun haberi yoktu. Yalnız 1962’de daha bu konferansı vermeden önce, Necip Fazıl’ın baÅŸyazarlığını yaptığı Yeni Ä°stiklal mecmuasına “Unutmak” adlı bir ÅŸiir postalamıştım. Sezai Karakoç sanat sayfasını yönetiyormuÅŸ; “Ahmet Yasin” müstear imzasıyla. Rasim Özdenören de yanında çalışıyormuÅŸ, bir nevi sekreter gibi galiba. Bunları bana Rasim Abi anlattı: “Senin ÅŸiirini biz okuduk, çok beÄŸendik, seni Anadolu’da bir edebiyat öÄŸretmeni zannettik” dedi. Ama ÅŸiirimde Necip Fazıl’ın tesiri vardı biraz. Åžiirimi yayınladılar, altına da not düÅŸtüler: “Çok güzel, baÅŸarılı. Devam et. Necip Fazıl’ın tesirinden de kurtul, kendi ÅŸiirini yaz” diye. Bu etki Necip Fazıl’ın görmüÅŸ olduÄŸum günden önce baÅŸlamıştı. Çünkü onun ÅŸiirlerini okuyor ve doÄŸrusu çok seviyordum. Hatta en uzun ÅŸiirleri ezberimdeydi. Rahmetli Necip Fazıl, gördüÄŸüm kadarıyla 33 yaşından sonra sanki doÄŸru dürüst bir ÅŸey okumamıştı. O hep konuÅŸan, hep anlatan, hep hazırdan yiyen bir Üstad idi. Demek o kadar fazla biriktirmiÅŸ ki; ömrünün sonuna kadar yetti kendisine.

(*)kriter'in notu:
   Bu çok deÄŸerli roportaj ufuk açıcı ve fikir tarihimize ışık tutacak  niteliktedir. Ve bir de her Müslüman'da görmek istediÄŸimiz bir vefa örneÄŸidir. 
  Ancak Doktriner manada saltanat iddiası sünni ekolde deÄŸil, 12 imamın Hz. Aliye tevarüs iddiasındaki ÅŸia ekolünde vardır. Metin beyin dede mirasından mahrumiyetinin sünni doktrinle ilgisi anlaşılamamıştır.
   DeÄŸerli
Åžair kardeÅŸimizin bu yoldaki iddialarını daha sonra irdelemek üzere kendisinden varsa izah ve kanıtını isteyeceÄŸiz.


Åžimdilik, daha sonra eleÅŸtirmek üzere,  bu dayanaksız  ifadelere  kriter  olarak katılmadığımızı belirtmek istiyoruz.      

Yorum
Vefalı şair
Yazar bilal sürgeç açık 2009-06-11 09:29:47
Metin Abi,Sait Abi'nin deyimi ile "vefalı dost" Yukarıdaki konuşma Sait Abi'nin ifadesine ne kadar uyuyor. Metin Abi'yi her dinlediğimde Sait Abi'ye atıfta bulunuyor.
Devletin Sünniliği meselesi
Yazar Melitenli açık 2009-10-07 22:11:45
http://www.habervaktim.com/yazar/17996/devletin_sunniligi_meselesi.html
Sünnilik kimin günah keçisi!?
Yazar Melitenli açık 2009-10-07 22:13:32
http://www.habervaktim.com/yazar/18086/sunnilik_kimin_gunah_kecisi.html

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 15-06-2009 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111717830 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net