25-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow antikitede bir anlayışın ve bir yaÅŸamın oluÅŸması:
antikitede bir anlayışın ve bir yaşamın oluşması: PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 2
KötüÇok iyi 
Yazar Necmettin EVCÄ°   
13-01-2009

                                      
antikitede bir anlayışın ve bir yaşamın oluşması:

                                                                Necmettin EVCÄ°
Åžehir hayatı nasıl cereyan edecekti? Farklı toplulukların birbirlerine karşı ödev ve sorumlulukları nasıl belirlenecek, topluma kimin düÅŸüncesi hâkim olacaktı? Yunanlılar ÅŸehirleri belli bir dönem Tiranlarla idare ettiler. 700- 500 tarihleri arasına ‘Tiranlar çağı’ denir. Korinthos, Sikyon, Atina gibi birçok kolonide bu tarz idareciler yönetimi ele geçirdi. Ä°çlerinde Kleistenes gibi iyi kiÅŸiler yanında, haksızlıkları önlemek için yönetimi ele geçiren tiranlar daha sonra eÅŸi görülmemiÅŸ zulüm ve
haksızlıklar yapmaya baÅŸladılar. Heredot’un onlar için ‘Tiranlar dedelerden kalma töreleri alt üst ediyorlar; kadınların namusunu kirletiyor ve hiç mahkemesiz adam öldürüyorlar’ dediÄŸi nakledilir.(40) VatandaÅŸlara sorumluluk duymayan keyfi yönetim anlayışlarıyla tiranlar zamanlarının diktatörleri olmuÅŸlardır. Yasaklara ve ÅŸiddete dayanan yönetim biçimleri toplumsal barışı, insan huzurunu doÄŸrudan etkiler. Bu yönetimlerin yaÅŸamı sıkboÄŸaz ettikleri yerlerde ne sanat, ne düÅŸünce, ne de bilim geliÅŸir. Oysa uygarlıklarda esas olan yaÅŸamın gerçeklerini ve icaplarını dikkate almak, yaÅŸamı olabildiÄŸince kucaklamak, kolaylaÅŸtırmaktır. 500 lü yılların hemen başında Kleistenes o zamana kadar pek uygulanmamış yeni bir yönetim biçimini hayata geçirdi: Demokrasi. Atina’nın sınıfsal yapısı içinde seçkinci ve sadece vatandaÅŸ statüsü kazanmış kent soylularının siyaset yapma hakları ile sınırlandırılmış olsa da bu yönetim biçiminin müspet sonuçlar vermediÄŸi söylenemez. Söylenemez diyorum çünkü Atina demokrasisi sonuçta taÅŸ çatlasın on bin nüfuslu bir kentte ve herkesin yönetime doÄŸrudan katılımını saÄŸlayacak bir tarzla uygulanmıştır. Felsefi kritik noktasında ise baÅŸta Socrates olmak üzere uygulamayı içerden müÅŸahede etmiÅŸ, iÅŸleyiÅŸ ve sonuçları itibariyle mekanizmayı bizzat yaÅŸamış feylesoflar ilk önemli eleÅŸtirilerini yapmışlardır. BilineceÄŸi gibi Socrates ve Platon’a göre ciddi bir iÅŸ olan toplumu yönetme sorumluluÄŸu sıradan insanlara verilemez. Bilakis yöneticilerin filozof ve bilge kiÅŸiler olması gerekmektedir. Her ÅŸeye raÄŸmen yönetenle yönetilenler arasındaki iliÅŸkiyi olabildiÄŸince problemsiz seviyeye indiren Atina ve çevresindeki sitelerde yoÄŸun ilmi, felsefi ve sanatsal çalışmalar baÅŸlamış, zamanını aÅŸan eser ve ürünler verilmiÅŸtir. DeÄŸilse bayındırlık anlamında Atina vasat bile sayamayacak bir ÅŸehirdi. ‘Atina’da, 2000 yıl önce Ur’da görülen altyapıdan eser yoktu. Akropol’on ayağında yer alan kentin, kıvrılıp giden sokakları, ancak bir kimsenin eÅŸeÄŸiyle yanyana geçebileceÄŸi kadar geniÅŸ, taÅŸ döÅŸenmediÄŸinden toz ve çamur içinde, çoÄŸunda tuvalet ve lağım çukuru bulunmayan evleri küçük ve bakımsızdı. Sürekli susuzluk çeken kent, sokaklarında biriken pislikle, hiç de bir dönem ona yakıştırılmak istenen ‘saf beyazlık’ içinde deÄŸildi. Nitekim 3. ve 2. yüzyıllar arasında tarihçi Dicearque’nin sözleriyle, kente yeni gelen birisi, gerçekten, ‘ona bunca sözü edilen Atina’da bulunduÄŸuna zor inanırdı.’ Atina’da düÅŸünce hayatında görülen zenginlik ve uyum kentin maddesel yapısında, evlerinde, sokaklarında okunmuyordu. Kenti kent yapan taÅŸlar deÄŸil yurttaÅŸların varlığıydı. Kenti hiç kimse dışardan eline cetveli ve pergeli alarak bir plana göre organize etmemiÅŸ, kent organik olarak doÄŸmuÅŸtu.’(41) Perikles dönemindeetik- estetik deÄŸerler yanında önemli maddi geliÅŸmeler olmuÅŸtur. Bu, Myran ve Pheidias (Fidyas) gibi büyük heykeltıraÅŸlar; Aiskhylos, Sophokles ve Euripides gibi trajedi yazarları; Herodot gibi tarihçiler; Ä°ktinos, Kallikrates ve Mnesikles gibi mimarlar yetiÅŸmiÅŸti. Bunların hepsi Atina’lı deÄŸildi. O zaman bile Atina sadece bir ticari merkez olmanın ötesinde ileri seviyede kültür ve sanat faaliyetlerinin zenginliÄŸiyle de çevresindeki ÅŸehirleri etkiliyor onlarla her alanda yoÄŸun iliÅŸkiler geliÅŸtiriyordu. O yıllarda gerçek bir ÅŸehir kimliÄŸiyle Atina, gücünü, ürettiÄŸi düÅŸünsel deÄŸerden alıyordu büyük ölçüde. EÅŸi görülmemiÅŸ düÅŸünce faaliyetleri vardı. Bilinen anlamına yakın ilk akademi orada Akademos’un bahçesinde (42) kuruldu. (43)

Homeros ve Hesiodos gibi sanatsal etkisi daha fazla olan ilk filozoflardan sonra özellikle Miletoslu Tales’le birlikte felsefe hareketleri konu ve içerik olarak daha serbest bir niteliÄŸe büründü. Aslında Ege uygarlığı Orfizmden Promete bireyciliÄŸine, Taoizme kadar farklı coÄŸrafyalardan, farklı devirlerden deÄŸiÅŸik düÅŸünce, inanç ve kültürleri ilginç bir ÅŸekilde harmanlamıştır.(44) Bu parlayışta sonsuzluk ve açıklık çaÄŸrışımı yapmasının ötesinde insana o duyguları kazandıran deniz ve açık ufukların, eÅŸsiz güzellikteki coÄŸrafyayla birlikte canlı deniz ticareti de etken faktör olmalıdır. Ege’ye göç eden kavimler buraya eski medeniyetlerden hikmet yoÄŸunluklu bir kültür taşımış olmalılar. Paganizmin; mitolojik motiflerle günlük yaÅŸamı etkilemesi, bugün bizim dimağımızdaki izdüÅŸümleri gibi bir sürü hayali efsaneler yığını olmasından önce, yaÅŸanmış ve yaÅŸanan gerçekliÄŸe tekabül eden karşılıkları vardı. Her toplumun bir efsane ve mit üretme mekanizması vardır. Kimi zaman mitolojinin toplumsal gerçekliÄŸi kıpırdayamaz ölçüde hareketsiz bıraktığı da doÄŸrudur. Ancak Greklerin mitolojisi sanki hayal katına yükseltilerek sembolleÅŸtirilmiÅŸ iliÅŸkiler toplamıydı ve muhtemelen bugün bizim akıl sır erdiremediÄŸimiz mahiyete sahip deÄŸildi. Yani bizim ‘mitos’ dediÄŸimiz fenomenler sembolik motiflerden sıyrıldıklarında kendi koÅŸullarının gerçekleri olarak kalıyorlardı. Mesela Zeus en üst seviyede yönetim aygıtının başı idi. Belki bir Promete iktidarın bilgisine karşılık bilginin iktidarını savunan akademide bir sofist! ‘Olimpos’ da, ‘ateÅŸ’ de ‘kaf dağı’ da birer semboldü. O zaman mitosun yanında etos da vardı, logos da. Yine eksik bir anlamayla söz diye bildiÄŸimiz retorik deÄŸildi logos. Burada belli bir disiplin içinde yine belli amaçlara yönelen anlam söz konusudur. Logos anlamdır. Neyin anlamı? Ä°nsanın, varlığın, hayatın, tanrının, oluÅŸun, her ÅŸeyin.(45) Ä°ÅŸte Atina’nın kuzey bahçelerinde Akademya da sofoslar ve sofisler insanlarla bu çerçevede retorik yaparlar yani konuÅŸurlardı. Åžehrin çoklu ve çeÅŸitli yapısı, baÅŸka bir söyleyiÅŸle politik veya kozmopolit yapısı karşılıklı soru cevaplarla farklı bilgi seviyelerinin, farklı bilinç ve anlayış yapılarının yeni anlamlar ve açılımlar için en elveriÅŸli ortam oluÅŸturuyordu. Sofoslar kadim uygarlıklardan beri sürüp gelen hikmetin temsilcileri bilge kiÅŸilerdi. Yine hikmeti seven ve yeni durumları kendi düÅŸünce güçleriyle çözmeye, tartışmaya çalışanlara da sofist dendi. Tales’in, Heraklit’in Socrates’in, Eflatun ve sonrasında Aristo’nun içinde olduÄŸu böyle zengin bir düÅŸünce iklimi vardı.

Åžehirlerin gücü bir yönüyle kültür ve düÅŸünce üretmesine baÄŸlıdır. Büyük göçler sonrasında kurulan ÅŸehirlerde ters geometri iÅŸler. Åžöyle ki: Mekân sınırlaması olmaksızın yüksek tempoda zaman unsurunu kullanan toplumlar, yerleÅŸik hayata geçince kaçınılmaz olarak zaman da mekân da sınırlanır. Tabir yerindeyse cismani olarak hareket durmuÅŸtur ama zihinlerde devam eder. Åžehir kendini entelektüel alanda sürekli geliÅŸtirmeli, diri tutmalıdır. Uygarlıklar kuruluÅŸ ve geliÅŸme dönemlerinde temel ilke olarak farklılıkların bütünlüÄŸünü, saygıyı ve dinamizmi yaÅŸama geçirmek durumundadırlar. YaÅŸam ve insan doÄŸası ile örtüÅŸen hakikat de bu gerçektir. Her ne adına olursa olsun düÅŸünceyi sınırlayan, kendi varlığı için tehdit ve tehlike olarak algılayan devletler çoÄŸu zaman diktatörce bir tutum belirleyerek yasaklama yolunu seçerler. Yeni ve farklı olanı yasaklamak, bu amaçla ÅŸiddeti seçmek hayatı ve insanı boÄŸan politikalardır. ÇoÄŸu zaman bunlar resmi ideolojinin amacına hizmet etmek için üretilen idoller ve paradigmalar adına yapılmıştır. Böylece farklı düÅŸünüÅŸ ve algı tarzlarının önüne geçen, hatta onları cezalandıran ceberut, hastalıklı yapılar güzelim ÅŸehirleri tektipçi yani monotik yapı içinde köreltmiÅŸlerdir. Alımlı, görkemli fiziki güzellikleri yanında zengin ruhları yoksullaÅŸtırılan ÅŸehirler böylece kocaman birer köye dönüÅŸür. Kültür üreten deÄŸil, kültürleri budayan, tahammülsüz, özgürlüklerden korkan kendi vehimlerinin kurbanı bir kent veya ülke! Vehimlerle kurduÄŸu ÅŸatonun çökeceÄŸi korkusuyla kendi evlatlarını yiyecek, yok edecek derecede barbarlaşır bazıları. Atina’nın başına da bu geldi. DüÅŸünce resmi ideolojinin takibine uÄŸradı. Matematik, felsefeyle uÄŸraÅŸanların, anlamayanlar için kapalı ama bilenler için açık anlamları olan sayısal ifade sembolleri ve dili oluÅŸturma arayışıyla geliÅŸti. Socrates ölüm cezasına çarptırıldı. Aristo aynı feci akıbetten Makedonya kralı Ä°skender’e sığınmakla kurtuldu. Ä°skender’in kılıcı Aristo’nun bilgeliÄŸiyle birleÅŸince sıradan krallık eÅŸsiz dünya imparatorluÄŸuna dönüÅŸtü. Ä°skender gibi muhteÅŸem bir imparatorun ayrıcalıklı çabasıyla o eski ruh bir süre daha devam etti, kısa bir zaman sonra da Atina eski parlak günlerine bir daha dönemedi. 

Bu ÅŸehirlere belli soydan gelen soylu kiÅŸiler yönetimde yetkili ve söz sahibi olsalar bile toplumsal düzenin saÄŸlıklı iÅŸleyiÅŸi için herkesin, her kesimin farklı taleplerine olabildiÄŸince duyarlı olmak gerekirdi. O halde toplumun ortak gereksinimi ve duyarlılığını gözeten bir yönetim ve bir hukuk oluÅŸturulmalıydı. Åžehir kendi iÅŸleyiÅŸi içinde felsefi, hukukî ve ekonomik üst yapısını kurdu. Ä°ÅŸte polisi yönetenlerin toplumun farklılaÅŸan taleplerine duyarlı anlayışlarını ifade eden poli-etika (politika) toplumu yönetme tarzının adı olarak ortaya çıktı. Politika, polisleri yönetmek için gerekliydi. Bir toplum ÅŸehirli ise politik bir kimliÄŸin ve tutumun sahibi olacak politik kanalla devlet ve vatandaÅŸ iliÅŸkisi saÄŸlanacaktır. Ancak ÅŸehirli insanın politik bir kimliÄŸi ve boyutu vardır. Her ÅŸeyden önce o onunla devlet arasında vatandaÅŸlık bağı oluÅŸmuÅŸtur. Yunanlılar vatandaÅŸa civil (sivil) derlerdi. Sivil; ÅŸehirli, hak ve ödevleri hukukla belirlenmiÅŸ vatandaÅŸ demektir. Uygarlık anlamındaki civilation halkların kendi içinde ve yönetim arasındaki uyumu, bu uyumla geliÅŸen kurumsallaÅŸmış yaÅŸamı ifade eder.

Roma’da da Civitas’lar yani ÅŸehirler vardı. Ama Roma ciddi bir ÅŸehirleÅŸme politikası sürdürmedi; ÅŸehirleÅŸmeye önem veren bir uygarlık deÄŸildi. Yine de Ä°skenderiye, Antakya, Selefkiye, Kudüs gibi büyüklükçe Roma’dan sonra gelen ÅŸehirler yok deÄŸildi. Kadim uygarlıklardan devraldığı ÅŸehirler dışında yeni ÅŸehirler kurmadı ve yeni ÅŸehirlerin geliÅŸmesine de pek sıcak bakmadı Tabir yerindeyse bu anlamda Roma biraz köylü bir uygarlıktır. Bu politikayı daha çok ekonomik endiÅŸelerle sürdürmüÅŸ olmalı. Çünkü Roma devletçi feodalizmi temsil ediyordu ve ekonomi sanayi ve ticaretten daha çok tarımsal üretime dayanıyordu. Sanki ÅŸehirleÅŸmenin önünü açmakla köylü nüfusun ve tarım üretiminin azalacağından endiÅŸe edilmiÅŸtir. Roma kendi otoritesinin devamını saÄŸlayacak pratik yollar denedi. ‘ÜstünlüÄŸü devletçilikte, askerlikte, idarecilikte ve kanunculukta görüyordu. Ä°lmin kaynağına ve geliÅŸtirilmesine yönelmeden tıp, ziraat, mimarlık ve mühendislik alanlarının uygulaması ile, pratiÄŸi ile ilgileniyordu Roma. Bir bakıma ilim ve düÅŸünce, devletin güdümüyle kuÅŸatılmıştı.’(46) Bir anlamda Akdeniz havzasındaki medeniyet boÅŸluÄŸu, antik yunanın ortodoks biçimlendirmelerle ehlileÅŸtirilmiÅŸ mirası o zaman için varlığını sürdürmeye yetmiÅŸti. Roma hukuk dışında fazla bir deÄŸer üretmemiÅŸtir. Müsbet veya menfi yorumlar bir yana her ÅŸeye raÄŸmen ‘Roma hukuk düzeni’ vatandaÅŸla devletin iliÅŸki biçimini yasal statüye kavuÅŸturması adına önemli bir aÅŸamadır. Bu anlamda vatandaÅŸlık kavramı yine ‘civil’ kelimesiyle ifade edilerek çok net bir hukuk anlayışıyla tanımlanmıştır. Roma’da hukuk ‘dayanak’ anlamına gelen ‘Lex’ terimiyle ifade edilirdi. Lex Pablika: Halkın dayanağı, halkın muhatap olduÄŸu kaide. (533’te mer’iyete giren ‘Corpus Juris Civilis’ ‘Medeni Hukuk Külliyatı’ demektir. Medeni ve Kavimler hukuku olmak üzere ikiye ayrılır. Yani Romalılar için ayrı, yönetim altındaki kavimler için ayrı bir hukuk iÅŸlemekteydi. Kolayca anlaşılacağı gibi Roma hukuku kahır ekseriyetin aleyhine olacak ÅŸekilde uygulanmış çoÄŸu zaman büyük zulümlere sebep olmuÅŸtur. Ayrıca zamanın deÄŸiÅŸen durumları karşısında devletçi refleksini katı statükoculuÄŸa dönüÅŸtüren düzen, ihtiyaçları karşılamakta oldukça yetersiz kalmış, Ä°mparator Justinianus döneminde eski yasaları içeren Codex, yeni yasalarla ÅŸartlara uydurulmaya çalışılmışsa da yeterli olmamıştır.)   EÅŸitlikçi iÅŸlemeyen hukuk çoÄŸu zaman seçkin vatandaÅŸları eÄŸlendirmek için arenada köleleri birbirine veya vahÅŸi hayvanlara parçalatacak tarzda zulümlere sağır ve kör kalacak kadar vicdansızlaÅŸmıştı. Åžimdi bazıları günümüze kalan o arena ve stadyumların duvar, dehliz ve tonozlarında inanmak adına dayanmanın ve direnmenin son mazlum çığlıkları hâlâ yankılanmaktadır. O zincirlerle berkitilmiÅŸ karanlık Ä°sa’nın soluÄŸuyla paramparça olup aydınlandı.
(40)-A.W.F. Blunt, Batı Medeniyetinin Temelleri, s.9, Çev. Müzehher Erim, Edebiyat fak. Yay. Ä°st. 1965.
(41)- KürÅŸat Bumin, Demokrasi Arayışında Kent, s.29, Ayrıntı yay. Ä°st. 1980
(42)-Orhan HançerlioÄŸlu, DüÅŸünce Tarihi, s.99, Remzi Kitabevi, Ä°st.1983.
(43)-Ayrıntılı bilgi için bkz. AfÅŸar Timuçin, Felsefeye GiriÅŸ, s.100-103, Kocaeli Üni. Yay. Kocaeli 2003.
(44)-Roger Garaudy, Ä°nsanlığın Medeniyet Destanı, s.45, 53, 62, çev. Cemal Aydın, Pınar yay. 2.bas. Ä°st. 1995. 
(45)-Wilhelm Weischedel, Felsefenin Arka Merdiveni, s.67, çev. Sedat Umran, Ä°z yay. Ä°st. 1997.
(46)-M.Akif İnan, Din ve Uygarlık, s.15, Akabe yay. İst. 1985.

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 13-01-2009 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111668734 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net