26-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa
EMPERYALİSTİK YÖNETİMLER (ve BİR FİL AVI) PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 33
KötüÇok iyi 
Yazar Takdim ve Çev.M. Selami ÇEKMEGÄ°L   
07-11-2005
"BÄ°R FÄ°L AVI"     
                 Yazar: George ORWELL
                 Tercüme ve Sunum: M. Selami ÇEKMEGÄ°L
Image   Irak, Bosna, Çeçenistan, Afganistan ve ÅŸimdi Suriye'de (Eset ve eset gibiler eliyle) hortlatılan vahÅŸet  bizi fikren de çok etkiledi. 8/2/1995 tarihli Vakit'te usta bir yazar, kıvrak, nükteli, iÄŸneleyici ve taltif edici kalemiyle, sanki, 'Batılı'ya namuslu denir mi?' diye bir suale kapı açmak istemiÅŸti. Soru bana sorulmuÅŸ deÄŸildi ama yazıda adım geçtiÄŸi için ÅŸimdi ben cevap veriyorum: Batılı'ya temsil ettiÄŸi egemen zihniyet itibariyle tip olarak namuslu denir mi denmez mi konusuna girmeden, Batıda da, 'namuslu adam' vardır, ve çoktur diyorum.. Hem de DoÄŸu'da, uzun yıllar süren sömürü, baskı, ÅŸiddet ve biçimlendirme yöntemleriyle müraileÅŸmeye (ikiyüzlülüÄŸe) itilen; hırsızlığa, uyuÅŸturucuya, rüÅŸvete ve fuhuÅŸa zorlanan ama hala masum ve dürüst kalmakta direnen insanlar kadar 'namuslu adam!..'
 
Nereden mi biliyorum?  Ä°ÅŸte kanıtı: Ä°ngiltere'deki patlamalar üzerine -adeta dünyadaki terörün sorumlusu biziz dercesine- Batıdaki çifte standarda karşı çıkan Londra Belediye BaÅŸkanı Ken Livingstone (bkz.22 Tem. 2005 tarihli Radikal; 23 Temmuz 2005 tarihli Vakit ArÅŸiv eki)  ve  Büyük yazar George Orwell!..        

Bu açılımla size, Batılı, fikir namusu tayıyan iÅŸet bu namuslu adamlardan biri: Geoge ORWELL'den bir hikaye aktaracağım. 1989 yılında Kültür Bakanlığı yayınları arasında yayınladığım 'George Orwell'den Seçmeler kitabımdan alıntılayarak'...

Hikaye, Burma'da bir fil avını anlatıyor. Anlatırken, sadece anlatmıyor, sanki sizi de yanına alıyor, oraya götürüyor. Hikayeyi okurken sadece okumuyor, sanki bir süre sonra siz kendiniz de olayı birlikte yaşıyorsunuz.

Hikaye ayrıca, emperyalistik yönetimler için bir psikolojik tahlil ve deÄŸerlendirme niteliÄŸi de taşıyor.

Ä°ÅŸte Batı'da da 'namuslu adam' bulunduÄŸunu söyleyenlerin çok belirgin bir kanıtı George Orwell ve iÅŸte Hikayesi:

BÄ°R FÄ°L AVI

AÅŸağı Burma, Moulmein'de geniÅŸ halk yığınlarının nefretine maruz kalmıştım. Hayatımda, böyle bir ÅŸeye maruz kalacak kadar önem kazandığım yegane dönem bu oldu. Kasabanın komiseri idim. Anlamsız ve önemsiz nitelikte gözüken Avrupa düÅŸmanlığı çok acı idi. Kimsede nümayiÅŸ (gösteriÅŸ) yapacak cesaret yoktu. Ama eÄŸer bir Avrupalı kadın pazarda yalnız dolaÅŸsa elbisesine birinin tükürmesi muhtemeldi. Bir komiser olarak ben açık hedeftim ve emin hissettikleri her zaman taciz edildim. Bir defasında futbol sahasında çevik bir Burmalı bana çelme taktığı ve yine bin Burmalı olan hakem de başını diÄŸer diÄŸer tarafa çevirdiÄŸi zaman seyirciler çirkin kahkahalar atmıştı. Bu birden fazla oldu.Nihayet gençlerin her tarafta karşılaÅŸtığım sırıtan sarı yüzleri, emin bir uzaklıkta olduÄŸum zamanlarda arkamdan yuhlayan hakaretler sinirlerimi fazla bozdu. Bunların hepsinin daha da kötüsü genç Budist rahipleri idi. Bunlardan kasabada birkaç bin vardı ve hiçbirinin sokak köÅŸelerinde durup Avrupalılar'a laf atmaktan baÅŸka bir iÅŸi yok gibiydi.

Bütün bunlar zihin karıştırıcı ve moral bozucu idi. Ä°ÅŸte o zaman emperyalizmin kötü bir ÅŸey olduÄŸuna ve ne kadar erken görevimi terk edip ayrılsam o kadar iyi olacağına karar vermiÅŸtim. Teoride -tabii bir sır olarak söylüyorum- ben, tamamen Burmalılar'dan  yana ve onları zulümle yönetenlere; Ä°ngilizlere karşı idim. Fakat bir geçim kaynağı olarak yaptığım bu iÅŸten belki de anlatabileceÄŸimden çok daha fazla nefret ediyordum. Böyle bir iÅŸte imparatorluÄŸu kirli taraflarıyla birlikte görürsünüz. Hapishanelerin acı çektiren kafesleri ardında çömelmiÅŸ bahtsız mahpusla; uzun süreli mahkumların grileÅŸmiÅŸ ineksi yüzleri , bambu ile dövülen insanların morarmış kalçaları, bütün bunlar beni dayanılmaz bir suçluluk duygusu ile ezdi. Gençtim ve iyi eÄŸitilmemiÅŸtim; DoÄŸu'daki her Ä°ngiliz'e yüklenen cinsten problemler üzerinde yalnız başına düÅŸünmek zorunda kalmıştım. Ä°ngiliz Ä°mparatorluÄŸunun çökmekte olduÄŸunu ve hatta  onun, kendini çökerterek, yerine geçecek olan daha genç imparatorluklardan çok daha iyi olduÄŸunu farkedememiÅŸtim. Bütün bildiÄŸim, hizmet ettiÄŸim imparatorluÄŸa duyduÄŸum  nefret ile görevimi yerine getirmemi imkansız kılmaya çalışan kötü ruhlu yaratıklar için duyduÄŸum öfke arasında sıkışmış olduÄŸumdu.

Beynimin bir tarafı ile Ä°ngiliz Hindistan yönetimini, mecalsiz insanların iradesi üzerine çökmüÅŸ yıkılmaz bir istibdat(despotizm) olarak düÅŸünüyor diÄŸer tarafıyla da dünyada en zevkli ÅŸeyin bir Budist rahibinin barsaklarını süngülemek olacağını hissediyordum. Böyle hisler emperyalizmin normal yan ürünleridir. Ä°nanmazsınız herhangi bir ingiliz Hint subayına görev dışında yakalıyabildiÄŸiniz zaman sorunuz...

Bir gün meseleye açık olmayan biçimde ışık tutan bir ÅŸey vaki oldu. Bu, kendi başına çok küçük bir olaydı.Fakat bana emperyalizmin gerçek yönü, despotik hükümetlerin hareketlerine hakim saikler(sebebler) hakkında evvelkilere nazaran daha açık bir fikir verdi.

Bir sabah, kasabanın diÄŸer köÅŸesindeki bir karakoldan bir müfettiÅŸ telefonla beni aradı. Ve bir filin pazarın altını üstüne getirdiÄŸini haber verdi; lütfen gidip herhangi bir ÅŸey yapıp yapmayacağımı sordu.  Ne yapabileceÄŸimi kestiremedim ama yine de neler olup bittiÄŸini görmek istedim. Bodur bir atla yola koyuldum, eski Winthcester 0.44 tüfeÄŸimi aldım.Bu bir fili öldürmek için çok küçüktü; ama gürültüsünün korkutmak için yararlı olacağını düÅŸünmüÅŸtüm. Pekçok Burmalı yolda beni durdurdu ve filin marifetlerinden bahsetti. Gerçi vahÅŸi bir fil deÄŸilmiÅŸ ama herhalde kızgınlık nöbeti gelmiÅŸ ehil bir fil olsa gerekti. Tabii kızgınlık zamanlarına yakın zincire vurulan filler gibi bu da zincirlenmiÅŸti. Ama önceki akÅŸam zincirleri kırmış ve kaçmış. Bu gibi durumlarda ona hakim olabilecek yegane kimse olan bakıcısı takibe çıkmışsa da yanlış bir yöne saptığından ÅŸimdi 12 saatlik bir mesafede bulunmakta imiÅŸ ve fil sabahleyin ansızın kasabada tekrar belirivermiÅŸ. Burmalılar silahsız ve tamamen çaresizdi.Daha ÅŸimdiden birinin bambu kulübesini yıkmış, bir ineÄŸi öldürmüÅŸ, bazı manavlara saldırmış ve meyveleri yutmuÅŸ, mahalli çöp arabasıyla karşılaÅŸtığında sürücünün tabana kuvvet kaçması üzerine arabayı ters çevirmiÅŸ, tahrip etmiÅŸti.

Burmalı müfettiÅŸ ve bazı Hintli polisler beni filin görülmüÅŸ olduÄŸu semtte bekliyorlardı. Burası dik bir yamacı çevreleyen, bakımsız, üzeri palmiye yapraklarıyla kapatılmış bambu kulübelerinden oluÅŸan, labirente benzer, çok fakir bir mahalle idi.Yağış baÅŸlangıcında ağır, bulutlu bir sabahtı, hatırladığım.Filin nereye gitmiÅŸ olabileceÄŸine dair halka sorularla baÅŸladık ve her zaman olduÄŸu gibi net bir bilgi edinemedik. Bu DoÄŸu’da deÄŸiÅŸmez bir durumdur. Hikaye uzaktan yeter derecede açık duyulur fakat siz olayların cereyan ettiÄŸi sahneye yaklaÅŸtıkça, o müphemleÅŸir(belirsizleÅŸir) Halktan bazıları filin ÅŸu tarafa gitmiÅŸ olduÄŸunu, bazıları ise bir baÅŸka tarafa gittiÄŸini söyledi. Hatta bazıları filden herhangi bir bilgileri olmadığını itiraf etti. Neredeyse hikayenin baÅŸtan sona bir yalan olduÄŸuna hükmedecektim ki, biraz uzaktan acı feryatlar duyduk 'kaç oÄŸlum kaç, hemen kaç!..' diye yüksek ve ÅŸaşırtıcı bir bağırma oldu.YaÅŸlı bir kadın elinde bir çubukla bir kulübenin köÅŸesinden, bir grup çıplak çocuÄŸu kovalayarak dönüp geldi. AÄŸzında laf geveleyen ve bağırıp çağıran bir grup kadın daha geldi. Açıkça, çocukların görmemesi gereken bir ÅŸeyler vardı. Kulübeye döndüm ve çamurda yatan bir adamın cesedini gördüm. Bu hemen hemen çıplak ve henüz ölmüÅŸ bir Hindistan’lı, esmer bir amele idi. Ahali filin ansızın kulübenin arkasından adamın üzerine geldiÄŸini hortumu ile yakalayıp, ayağı ile sırtına basarak yere yapıştırdığını söyledi. YaÄŸmur mevsimiydi  ve yer yumuÅŸaktı. Adamın yüzü, yerde bir ayak derinliÄŸinde ve bir iki metre uzunluÄŸunda bir iz açmıştı. Yüzüstü, kolları çapraz ve başı bir tarafa sert bir ÅŸekilde burulmuÅŸ halde yatıyordu. Yüz çamurla kaplanmış, gözler sonuna kadar açılmış, diÅŸler dayanılmaz bir acı ifadesi içinde sıkılmış ve açığa çıkmıştı. Koca hayvanın ayağının sürtmesi ile adamın sırt derisi, sanki biri tavÅŸan derisi yüzülmüÅŸçesine, intizamla soyulmuÅŸtu. Ölüyü görür görmez emir erini civarda bir arkadaşın evine fil tüfeÄŸi getirmek için gönderdim. Zaten atımı korkudan parlamaması ve filin kokusunu alınca beni fırlatmaması düÅŸüncesi ile geriye yollamıştım.

Emirber  birkaç dakika sonra tüfekve beÅŸ fiÅŸekle geri döndü. Bu arada bazı Burmalılar gelerek filin aÅŸağıda birkaç yüz metre ileride pirinç tarlaları içinde olduÄŸunu haber verdiler. Fiilen harekete geçince, semtin bütün sakinleri sürüler halinde evlerinden çıktılar ve beni takip ettiler. TüfeÄŸi görmüÅŸlerdi ve hepsi heyecanla fili vuracağımı bağırıyorlardı. File sırf evlerini tahrip ederken, fazla ilgi göstermemiÅŸlerdi. Fakat ÅŸimdi baÅŸka idi; vurulacaktı... Bu. Ä°ngiliz kalabalıklarına olduÄŸu gibi onlara da ufak bir eÄŸlence konusu idi. Ayrıca etini de isterlerdi. Bu bana belirsiz bir huzursuzluk verdi.; ben fili vurmak istememiÅŸtim. TüfeÄŸi sırf gerekirse kendimi savunmak için istemiÅŸtim. Kaldıki arkanızda bir kalabalık olması her zaman sinir bozucudur. AptallaÅŸmış bir halde tüfek omuzumda, devamlı büyüyen ve itiÅŸip kakışan insan topluluÄŸu topuklarımda tepe aÅŸağı yürüdüm. Kulübelerden uzaklaÅŸtığımız zaman, dipte, taÅŸla döÅŸenmiÅŸ bir yol ve onun da ötesinde henüz sürülmemiÅŸ, ilk yaÄŸmurla iyice ıslanmış ve yer yer uzun çayırların görüldüÄŸü binlerce dönümlük boÅŸ pirinç tarlaları vardı. Fil yoldan sekiz metre uzakta, sol yanı bize dönük halde ayakta idi.YaklaÅŸan kalabalığa dönüp bakmadı bile... Çayır demetlerini parçalıyor, temizlemek için dizlerine çarpıyor ve aÄŸzına dolduruyordu.

Yolda durmuÅŸtum. Fili görür görmez öldürmemem gerektiÄŸine katiyetle hükmettim. Ä°ÅŸ gören bir fili öldürmek ciddi bir mesele idi. Devasa ve pahalı bir makinayı tahrip etmek gibiydi ve mümkün oldukça insan bundan kaçınmalıydı. Bu mesafede, sükunetle yemini yiyen bir fil bir inekten daha tehlikeli deÄŸildi. O zaman kızgınlık döneminin hemen hemen geçmek üzere olduÄŸunu ve bu durumda bakıcısı gelip yakalayıncaya kadar, sadece, zararsız bir ÅŸekilde ortalarda dolaÅŸacağını düÅŸünmüÅŸtüm. Åžimdi de öyle düÅŸünüyorum, kaldı ki onu vurmayı hiç istemiyordum. Onu bir süre, tekrar vahÅŸileÅŸmeyeceÄŸine emin olacağım bir süre, gözetleyip eve dönmeye karar verdim.

Fakat o anda beni takip eden etrafımdaki kalabalığa bir göz attım. En azından ikibin kiÅŸilik ve her an büyüyen dev bir kalabalıktı. Yolu her iki tarafta, uzun mesafeler için bloke etmiÅŸti. Cafcaflı elbiseler üzerindeki sarı yüzler denizine baktım. Hepsi filin öldürüleceÄŸinden emin, bu eÄŸlenceden memnun ve heyecanlı idi. Bunlar beni, herhangi bir oyun yapmak üzere olan bir büyücü gibi seyrediyorlardı. Benden hoÅŸlanmamışlardı. Ama; elimde o sihirli tüfekle geçici olarak seyre deÄŸerdim. Aniden, herÅŸeye raÄŸmen fili vurmam gerektiÄŸini farkettim. Halk benden bunu bekliyordu ve ben bunu yapmaya mecburdum. Ä°kibin kiÅŸinin arzusunun beni mukavemet (dayanılmaz) edilmez ÅŸekilde ileri sürdüÄŸünü hissedebiliyordum. Ä°ÅŸte o anda, elimde tüfek orada beklerken, beyaz adamın DoÄŸu'daki hakimiyetinin boÅŸluÄŸunu ve faidesizliÄŸini idrak ettim. Ä°ÅŸte ben, elinde silahı ile beyaz adam, silahsız yerli ahali önünde ayakta; ve görünürde baÅŸ aktör idim.Ama, realitede ben, sadece arkadaki bu sarı yüzlerin iradesiyle oraya buraya sürüklenen manasız bir kuklaydım. O anda beyaz adamın zulme yönelmesi halinde kendi öz hürriyetlerini yok etmiÅŸ olacağını da sezdim. Bu durumda o, bir nevi boÅŸ bostankorkuluÄŸu, klasik bir avrupa efendisi tipi kazanır...

Çünkü yönetiminin bir gereÄŸi hayatını 'yerlileri' etkilemeye çalışmakla geçirir ve böylece her buhranda 'yerliler'kendinden ne bekliyorlarsa onu yapmaya mecbur kalır, maske takar ve yüzü bu maskeye uymak için büyür. Fili öldürmeye mecburdum. Ben buna kendimi, tüfeÄŸi getirdiÄŸim zaman mahkum etmiÅŸtim. Bir efendi, efendi gibi hareket etmeye mecburdur. Kararlı  gözükmeye, ne yapacağını bilmeye ve belirli ÅŸeyleri yapmaya mecburdur. Tüfek elde, arkada 2000 insanla bütün yolu gelmek ve sonra da hiçbirÅŸey yapmaksızın zayıf bir halde geri çekilmek: Hayır iÅŸte bu mümkün deÄŸildi. Kalabalık gülerdi bana. Oysa ki benim bütün hayatımı tıpkı DoÄŸu'da ki bütün beyaz adamların hayatı gibi, gülünç olmamaya matuf (yöneltilmiÅŸ) uzun bir mücadele idi...

Fakat fili öldürmek istemedim. Onun, fillerin o düÅŸünceli büyük anne havası içinde çayır demetini dizine çarpışını seyrettim. Bana onu vurmak bir cinayet olacakmış gibi gözüktü. O yaÅŸta hayvanları öldürmek hususunda fazla hassas deÄŸildim, fakat o zamana kadarhiç fil vurmamıştım ve vurmak istememiÅŸtim.(nedense büyük hayvan öldürmek her zaman daha kötü gözükür.)

Bunun yanında filin dikkate alınması gereken bir de sahibi vardı. Canlı iken bir fil en azından  50.000 sterlin ederken, ölü olarak o, ancak diÅŸlerinin deÄŸeri kadar, muhtemelen 2.500 sterlin ederdi. Fakat süratli hareket etmeliydim. Vardığımızda, orada olan bazı tecrübeli görünümlü Burmalılar’a döndüm ve filin ne kadar zamandan beri böyle davrandığını sordum, hepsi aynı ÅŸeyi söyledi:  EÄŸer kendi haline bırakırsanız size aldırmaz, ama çok yaklaşırsanız saldırabilir dediler.

Ne yapmam gerektiÄŸini tam manasıyla açıktı. File 25 metre kadar mesafe içinde yaklaÅŸmalı ve davranışlarını kontrol etmeli idim. EÄŸer saldırırsa vurabilirdim, yok eÄŸer aldırmazsa, bakıcısı gelinceye kadar onu kendi haline bırakmakta mahzur olamazdı. Fakat aynı zamanda böyle bir ÅŸey yapmayacağımı da biliyordum.Tüfek atıcılığım zayıf; yer, insanın her adımda batacağı kadar yumuÅŸak ve çamurdu. EÄŸer fil saldırır ve ben isabet kaydetmezsem ancak buharlı silindir altında kalan bir kurbaÄŸa kadar ÅŸansım olurdu. Fakat o zaman bile özellikle düÅŸündüÄŸüm kendi postum deÄŸildi, sadece arkamda tetikte bekleyen sarı yüzlerdi. Zira o anda beni seyreden kalabalıkla yalnız olduÄŸum zaman duyabileceÄŸim cinsten normal anlamda bir korkum yoktu. Bir beyaz adam 'yerlilerin' önünde korkmamalıdır. Ve bu sebepten, genel olarak, korkmaz. Zihnimdeki tek düÅŸünce, herhangi bir yanlışlık halinde bu ikibin Burmalı'nın benim kovalanmamı, yakalanmamı, ayak altında çiÄŸnenmemi ve tepedeki Hindistanlı gibi sırıtan bir ceset haline getiriliÅŸimi görmesi idi. EÄŸer böyle bir ÅŸey olmazsa onlardan bazılarının bana güleceÄŸi kuvvetle muhtemeldi. Bu asla olmazdı. Bir tek seçeneÄŸim vardı. FiÅŸekleri hazneye sürdüm ve daha iyi destek almak için yola uzandım.

Kalabalık sustu; sayısız boÄŸaz sanki tiyatro perdesinin nihayet açılışını gören insanlarınki gibi derin, sessiz ve mutlu bir ohhh nefesi aldı. Nihayet, o birazcık zevki tadacaklardı. Tüfek, dürbünlü iyi cins Alman tüfeÄŸi idi. O zaman bir fil vurmak için kulak deliÄŸinden girip diÄŸerinden çıkan hayali bir çubuÄŸu kesmek üzere ateÅŸ edilmesi gerektiÄŸini bilmiyordum. Bu sebepten fil yan durduÄŸuna göre tam kulak deliÄŸine niÅŸan almam gerekirken, fiilen beynin orada olacağını düÅŸünerek deliÄŸin birkaç santim önüne niÅŸan aldım.

TetiÄŸ içektiÄŸimde, patlamayı duymadım ve tüfeÄŸin tepmesini hissetmedim. Fakat kalabalıktan yükselen ÅŸeytani neÅŸe gürültüsünü duydum. O anda, bir kimsenin ancak düÅŸünebileceÄŸi kadar kısa bir zamanda filin üzerinde esrarengiz ve müthiÅŸ bir deÄŸiÅŸme oldu: Ne kımıldadı, ne düÅŸtü fakat vücudundaki her çizgi deÄŸiÅŸmiÅŸti. Ansızın hastalanmış büzülmüÅŸ, oldukça yaÅŸlanmış bir görünüme girdi. Sanki mevsimin korkunç etkisi onu yere devirmeksizin felce uÄŸratmıştı. Nihayet, uzunca görünen bir süre sonra (ki 5 saniye olduÄŸnu söyleyebilirm) iradesiz bir ÅŸekilde dizleri üzerine çöküverdi. Ağız salyalandı. Üzerine korkunç bir zaafiyet çökmüÅŸ gözüktü. Ä°nsan onu binlerce yıl yaÅŸlanmış zannedebilirdi. Aynı noktaya tekrar ateÅŸ ettim. Ä°kinci atışta da yıkılmadı ama, ümitsiz bir yavaÅŸlık içinde dizleri üzerine tırmandı; bükülen bacakları ve düÅŸen başı ile zayıf bir tarzda doÄŸruldu. Üçüncü kez ateÅŸledim. Bu onun iÅŸini bitiren ateÅŸ oldu. Onun verdiÄŸi acının bütün vücudunu sarstığını ve bacaklarındaki son takati de aldığını görebilirdiniz. Fakat düÅŸerken biran için arka bacaklarının altında katlanması nedeniyle kalkar gibi oldu. Sanki yuvarlanan dev bir kaya gibi dikeldi; hotumu, aÄŸaç gibi göÄŸe doÄŸru yüceldi. Ä°lk ve son defa boru gibi gürledi ve sonra karnı bana dönük ÅŸekilde uzandığım yeri bile sarsan bir çöküÅŸle düÅŸtü.

Kalktım... Burmalılar önümden çamur ortasında yarışa çıkmışlardı bile.  Filin bir daha kalkamayacağı açıktı, ama ölmemiÅŸti. Uzun hırıltılı solumalarla ritmik nefesler alıyor, büyük tepeyi andıran karnı acı ile kalkıp kalkıp iniyordu. AÄŸzı sonuna kadar açıktı. Pembe boÄŸazının derinliklerindeki maÄŸaraları görebiliyordum. Ölmesi için uzun süre bekledim. Fakat soluması zayıflamadı. Nihayet geriye kalan iki atışımıda kalbinin bulunması gereken noktaya boÅŸaltıverdim. Kırmızı bir kadifeyi andıran yoÄŸun kanı fışkırdı. ,ama yine ölmedi. Bu atışlarda vücudu sarsılmadı bile, iÅŸkenceli soluma durmaksızın devam etti, çok yavaÅŸ ve büyük bir acıyla, ama benden çok uzak bir dünyada ölüyordu. Orada artık bir mermi bile ona daha fazla bir ÅŸey yapamazdı. Bu korkunç gürültüye bir son vermek gerektiÄŸini hissettim. Bu büyük hayvanı, orada hareket edemez ve ölemez güçsüzlükte kendini bitirmeye bile muktedir olmaz halde yatar görmek bana korkunç gözüktü. Küçük tüfeÄŸimi getirttim. Kalbine ve boÄŸazına bütün mermileri boÅŸalttım. Bunlar da hiçbir etki yapmamış gözüktü. Azaplı solumalar bir saat tıkırtısı kadar intizamla devam etti.

Sonunda daha fazla dayanamadım ve uzaklaÅŸtım. Daha sonra yarım saat kadar can çekiÅŸtiÄŸini öÄŸrendim. Burmalılar heybe ve sepetlerini daha ben ayrılmadan getiriyorlardı bile. Ä°kindiye varmadan hayvanın kemiklerine kadar soyulduÄŸunu duydum.
***

Sonraları tabii filin öldürülmesi hakkında, bitmez müzakereler oldu. Sahibi deliye dönmüÅŸtü, ama nihayet bir hintli idi ve hiçbir ÅŸey yapamazdı. Kaldı ki ben kanunen doÄŸru olanı yapmıştım. Zira kudurmuÅŸ bir fili de kudurmuÅŸ bir köpek gibi eÄŸer sahibi kontrolünü kaçırmışsa öldürmek gerekirdi. Avrupalılar arasında fikirler farklı idi. YaÅŸlılar doÄŸru yaptığımı söylediler, gençlerse bir ameleyi ezdiÄŸi için bir file kıymanın lanetlenecek bir ayıp olduÄŸunu ifade ettiler. Çünkü bir fil herhangi bir ameleden daha çok deÄŸer ifade ederdi. Ama sonradan ben amelenin öldürülmüÅŸ olmasından çok memnun oldum. Bu beni hukuken haklı kıldı ve bana fili vurmam için yeterli bahaneyi saÄŸlamış oldu.

Ama sık sık merak ederim. Acaba bir kimse benim bu iÅŸi sadece, aptal gözükmekten kaçınmak için yaptığımı anladı mı diye...  

                                                         Çeviren M. Selami Çekmegil

Yorum
2 farklı örnek
Yazar Fahri açık 2008-07-09 02:14:01
"O'na Karşıyaka'da bir ev hazırlanmıştı ki, bu evde iÅŸgal sırasında Yunan Komutanı Konstantin de kalmıştı. Evin sahibinin oÄŸlu ile, hizmetli olarak çalışanların bazı yakın akrabaları da Yunanistan'da esir bulunuyordu. Ä°ÅŸgal günlerinde bütün Türkler gibi, çok ızdırap çekmiÅŸlerdi. Yürekten yaralıydılar ve intikam ateÅŸiyle yanıp tutuÅŸuyorlardı. Bu duyguların etkisi altında, evin merdivenlerinin üzerine, muzaffer baÅŸkomutanın basıp geçmesi için, bir düşman bayrağı sermiÅŸlerdi. 
Atatürk, yere serili bayrağı görünce durdu. Etrafını sarmış çoÅŸkun kalabalık, kadınlı erkekli Ä°zmirliler tempo tutuyor, kendisini yürümeye davet ediyor ve gözleri yaÅŸlı, "Basınız, buyurunuz geçiniz, giriniz. Bizim öcümüzü yerine getiriniz" dileÄŸinde bulunuyorlardı. O'nun duraklamasını fark edenler, "Yunan Kralıda bu eve, bayrağımızın üzerine basarak girmiÅŸti paÅŸam.." diyerek, gayretlendirmeye çalıştılar. "Lütfedin, ne olur, bu karşılıkla öcümüzü alın, bu lekeyi silin. Bu haktır, sizindir" ÅŸeklinde neredeyse yalvarmaya dönüştürdüler. 
Böylesi durumlarda, benliÄŸini ve saÄŸduyusunu kaybetmeyen civanmert insan; çoÅŸkulu, yalvarmaklı, aÄŸlamaklı ahaliye, en tatlı bakış ve sesi ile; " O hata etmiÅŸ. Bir milletin istiklalinin timsali olan bayrak çiÄŸnenmez. Ben onun hatasını tekrar edemem" diye seslenerek, yere serili bayrağın kaldırılmasını iÅŸaret etmiÅŸ ve öyle içeri girmiÅŸti. Bu sözler, bu asil davranış üzerine, kalabalık bir daha çoÅŸmuÅŸ ve alkış tufanı kopmuÅŸtu."  

Hz. Ali, kılıcını kaldırır, boynunu vuracaktır. Esiri, tam bu esnada yüzüne tükürür. Hz. Ali, duraklar. Herkes bekler ki, daha bir hınçla kılıcını indirsin. Oysa, O tam tersine bir an öyle kalır ve silahını düşürür. "Åžimdi senin canını alırsam, kendi nefsim için mi yaptım acaba diye hep şüphe taşıyacağım."  
IMHO this
Yazar Dianaladys açık 2013-04-19 09:39:41
music well

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 21-06-2013 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111693956 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net