Yazar Etyen Mahçupyan -Taraf, 05.11.2008
|
05-11-2008 |
Mahkemenin zihniyeti (5)
Etyen Mahçupyan Anayasanın 10. ve 42. maddesinde yapılan eklemelerle, kamu hizmetlerinden ve özelde de yüksek öÄŸrenim hakkından yararlanmanın eÅŸitlik temelinde bir vatandaÅŸlık hakkı olduÄŸunu vurgulayan deÄŸiÅŸiklik talebi, bilindiÄŸi gibi bir süre önce Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiÅŸti. Bu kararın gerekçesi ise, sadece üç sayfalık bir bölüm olmasına raÄŸmen, aylarca bekletilerek AKP’nin kapatılmasına iliÅŸkin davanın gerekçesi ile birlikte kamuoyuna sunuldu. Bu durum aslında bizleri iyimserliÄŸe sevk edebilir... Çünkü anlaşılıyor ki, Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri yaptıkları iÅŸin
farkındalar. Yani söz konusu kararın hukuksal açıdan ne denli zayıf olduÄŸunu, hatta bizatihi hukukun ihlalini ima ettiÄŸini biliyorlar. Ancak öte yandan karamsarlık için de yeterince neden var: Ne de olsa bu hukuk dışı tutumu siyaseten savunma konusunda ısrarlı bir yüksek yargı ile karşı karşıyayız.
Soru, kendisini hukuka baÄŸlı hissetmeyen bir yüksek yargının nasıl var olabildiÄŸidir... Bunun mantığı çok açık bir biçimde söz konusu ‘baÅŸörtüsü kararında’ ortaya konmuÅŸ durumda. Anlaşıldığına göre Anayasa Mahkemesi kendisini hukukla deÄŸil, 12 Eylül darbesinin getirdiÄŸi rejimle iliÅŸkilendiriyor. Dolayısıyla darbenin ideolojisini ve buna dayanan siyasi algılamasını hukukun ‘altyapısı’ olarak kendi tasarruflarına temel alıyor. Bu durumda bir ‘evrenselleÅŸtirme’ kaygısı göstermekle birlikte, esas olarak 12 Eylül rejiminin ve kemalizmin ‘laiklik’ anlayışından hareket ediyor. Ne var ki bu otoriter zihniyeti yansıtan, dışlayıcı bir laiklik. O nedenle de eÅŸitlik temelinde deÄŸil, aksine ayrımcılık temelinde iÅŸlevsel. Görünen o ki Anayasa Mahkemesi söz konusu ayrımcılığı hiçbir gocunma duymadan Cumhuriyet’in temel ilkesi olarak kabullenmekte. Bu noktadan sonra mesele ayrımcılığı haklı çıkartacak delillerin bulunmasına kalıyor, ama ortada böyle bir malzeme de yok... Böylece ‘olasılıklar’ üzerinden giden bir akıl yürütme ile karşılaşıyoruz. Öyle ki baÅŸörtüsüne verilecek eÅŸitlik hakkının ilerde ‘bir ihtimal’ baÅŸkaları üzerinde baskı yaratması, Meclis’in ‘bir ihtimal’ bu baskıyı giderecek adımı atamaması ve en ilginci Meclis’e böyle bir tasarruf için baskı yapacak bir merciin olmaması nedeniyle ayrımcı bir toplumsal düzen savunulabiliyor...
Bu tavrın ideolojik bir bağımlılığı ima ettiÄŸi ve Anayasa Mahkemesi’nin tam anlamıyla otoriter zihniyeti benimsemiÅŸ olduÄŸu açık... Dolayısıyla darbe rejimine hukuksal meÅŸruiyet tanıması da bizi ÅŸaşırtmıyor. Hukuk adına hukukun ihlal edilmesi, anayasal olarak sadece ÅŸekil ÅŸartına bakma hakkına sahipken ‘içeriÄŸe’ bakılması, delil bulma uÄŸruna tamamen siyasi bir seçme yapılması da ÅŸaşırtıcı deÄŸil... Çünkü otoriter zihniyet ‘doÄŸrunun’ tek ve belli olduÄŸu, bu ‘doÄŸrunun’ evrensel bir gerçekliÄŸi ima ettiÄŸi ve ancak bu ‘doÄŸruya’ uygun davranıldığı takdirde doÄŸru bir siyasetin üretilebileceÄŸi aksiyomuna dayanır. Söz konusu ‘doÄŸru’ bilindiÄŸi andan itibaren ona ulaÅŸma yolu önemini yitirir. Her aracın amaç için mubah olduÄŸu bir algılama doÄŸar. Böylece hukuk da kendisi için var olan, siyasetin üzerinde bir toplumsal regülasyon çerçevesi olmaktan çıkar... Otoriter zihniyet altında hukuk, ‘doÄŸru’ toplumsal nizamın gerçekleÅŸmesi için kullanılacak ‘siyasi’ bir araçtır...
Nitekim göründüÄŸü kadarıyla Anayasa Mahkemesi de kendisini bu siyasetin öznesi olarak görmekte. Böylece anayasadaki ‘deÄŸiÅŸtirilmesi mümkün olmayan’ maddelerin sözcülüÄŸüne ve sahipliÄŸine soyunuyor. Çünkü hukukun ‘ruhuna’ aykırı olan bu ‘deÄŸiÅŸtirilemezlik’ kabulü, Anayasa Mahkemesi’ni de hukuktan ve bizzat anayasadan azade kılıyor. Bu Mahkeme’nin hareket alanını belirleyen ÅŸey anayasa deÄŸil... ‘DeÄŸiÅŸtirilmesi mümkün olmayan’ maddelerin varlığı... Mahkeme bu maddelerin ‘deÄŸiÅŸtirilemezliÄŸine’ dayanarak yasamanın tüm tasarruflarına ve toplumun tüm olası tercih ve taleplerine karşı çıkabileceÄŸini sanıyor. Çünkü ona göre temel ‘doÄŸru’ toplumdan deÄŸil, darbe rejiminden kaynaklanmakta...
Böylece gerekçedeki ÅŸu nihai yargıya varıyoruz: “...Yapılmak istenen düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de baÅŸkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine aykırı olduÄŸu sonucuna ulaşılmıştır.”
LaikliÄŸin çarpıtılmasını, ‘dini siyasete alet eden’ tek bir delilin bile bulunamamış olmasını bir yana koyalım... Gerekçede sözü edilen ‘yanlış’ yöntem yasa deÄŸiÅŸikliÄŸinin Meclis’te alınmış olması, ‘yanlış’ içerik ise yasa deÄŸiÅŸikliÄŸinin eÅŸitliÄŸi vurgulamasıdır.
Yani yasaları Meclis yapmasın, ayrımcılık sürsün diyen bir Anayasa Mahkemesi var... Rejim askerî vesayet olursa, yargı da ancak böyle oluyor... Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriÅŸ yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |
Son Güncelleme ( 05-11-2008 )
|