SEVDAMIZ DAVAMIZDI Metin Önal MengüÅŸoÄŸlu VIII Ä°SLÂMIN ESPRÄ°SÄ°NÄ° KAZANMAK
Sahici bir münevver nasıl olur? Herhalde uluorta yargılardan kaçınmakla baÅŸlar ![](http://tbn0.google.com/images?q=tbn:1aYT_c8uIrwqyM:http://kapak2.netkitap.com/075bk/K/kur_an_a_muhatap_olmak_1003.jpg) münevverlik. Hayatında malayaniye yer vermemekle belki de. Sahici münevver bilgi sahibi olmadan fikir sahipliÄŸine soyunmaz. Hasımlarının bile eÄŸer bir deÄŸeri varsa o deÄŸere “var” demeyi bilmek de bir baÅŸka vasfıdır münevverin; tıpkı Mehmed Akif gibi. Bir yazısında Necip Fazıl, Cemil Meriç için “sahici münevver” sıfatını kullanmıştı. Çekmegil bundan hayli rahatsız oldu ve Cemil Meriç’in yeni yayınlanmış Bu Ülke adlı eserinden bir takım zihin karışıklıklarını bize gösterdi. Cemil Meriç’in bu sıfatı hak etmediÄŸini söyledi. Aklımda kaldığı kadarıyla Cemil Meriç ÅŸöyle bir ÅŸeyler yazmıştı: “havarilerini dahi kurtaramayan Ä°sa’nın yeri cennet deÄŸil tımarhanedir” diye. Aklı sıra Müslümanlara ÅŸirin gözükmeye çabalayan Meriç, güya aynı zamanda da Hıristiyanları eleÅŸtiriyordu.
Çekmegil’in müthiÅŸ bir pratik zekâsı vardı. Çözümlerinde, yorumlarında ve tahlillerinde çok kere tam isabet saÄŸlıyordu. Elbet yanıldığı da olmuÅŸtur. Ancak onun bir deÄŸerlendirme kıstası vardı ki ona doÄŸrusu hayrandım. Åžöhreti ayyuka çıkmış, üstelik insanları yazı ve konuÅŸmalarıyla arkalarından sürükleyen bir takım kanaat önderleri hakkında, sui zan veya dedikoduya düÅŸmeksizin öyle isabetli ve yönlendirici, uyarıcı deÄŸerlendirmeler yapardı ki ÅŸaşırırdınız. Mesela herkesin çok itibar ettiÄŸi, alanında eserler vermiÅŸ ve hatta Müslüman âlim gibi sıfatlarla tanınan bazı kimseler hakkında “o, Ä°slâm’ın esprisini bilmiyor” diye bir deÄŸerlendirme yapardı. Hemen arkasından o kiÅŸinin ya bir eserinden, yahut bir yazı veya ÅŸiirinden delil getirirdi. O delile bakarak siz de kendisine ossaat hak verirdiniz. Ä°slâm hakkında yığınla malumat sahibi olmakla, Ä°slâm’ın esprisine vukûfiyeti birbirine karıştırmamak gerektiÄŸini anlardınız. Ä°slâm âlimi sıfatıyla anılan bir kimsenin yapmaması gereken bir takım galiz bilgi ve fikir yanlışları, onun sözü edilen espriyi anlamadığını gösterirdi. Söz gelimi “din-iman iÅŸi akılla olmaz” diyen kiÅŸi her kimse, o asla bu espriyi kavramamış demektir. Yine sünnet ile hadisi birbirine karıştıran, tevhid ile ÅŸirki, helal ile haramı, farz ile nafileyi eÅŸ deÄŸerde gören yahut birbirine karıştıran kiÅŸi de aynı hataya düÅŸmekteydi. Yani nafile bir ibadetin terk edilemeyeceÄŸini savunmak, iÅŸte size bir âlimin yapmaması gereken ciddi bir hata. Haramları yalnız Allah belirlerken, baÅŸkalarının, mesela resullerin de kendiliklerinden haram koyma yetkisi bulunduÄŸunu savunmak da öyle. Hele Allah ve resulünü konuÅŸtururken kaynakları zikretmeden anlatanlar, gerçekten Ä°slâm’ın esprisini anlayamamış olanlardı. Çünkü Hak Din hakkında konuÅŸan, Allah’ı veya elçisini konuÅŸturan birisi, delil veremediÄŸi zaman, Allah ve elçisine iftira etmiÅŸ olma konumuna düÅŸebilir. Allah ve elçisinin demediÄŸini dedirtenden daha zalim kim olabilirdi?
Çekmegil bir kiÅŸi için kolayca âlim demezdi. Kendisi içinse daima münasip gördüÄŸü sıfat “talebe” idi. Kendisine Âlim, hoca, hacı, üstat dedirtmezdi. “Ben talebeyim” demekten müthiÅŸ haz duyardı ve bunu sahici bir samimiyetle yapardı. Aynı metodu baÅŸkalarına da uygulardı. Kime âlim, kime mütefekkir diyeceÄŸini özenle seçerdi. Müslümanlar arasında yaÅŸayan ama kulluk hayatına pek fazla özen göstermeyen, lakin Müslüman kimliÄŸinden ve muhitinden de hiç ayrılmayan kimileri için harika bir adlandırması vardı: “Ä°slâm’ı seviyor” derdi. Bununla etrafındakilere de çok önemli bir mesaj verirdi; bunu özellikle yapardı. Artık hiç birimiz o kiÅŸi için “iyi bir Mümin” yahut buna benzer ulu orta bir sıfat yakıştırmazdık. Hurafeci çevrelerin kanaat önderlerini kıyasıya eleÅŸtirdiÄŸi zamanlarda bile, onlara “kardeÅŸimiz” demeyi ihmal etmezdi. Hiçbir zaman onun tekfirci bir mantığı olmadı. Ancak bol keseden iltifatlar yaÄŸdırma âdeti de yoktu. KiÅŸiyi sahici kimliÄŸi ile anmayı, ne ise o olarak görmeyi, göstermeyi çok severdi; ayrıca bunu nasıl da baÅŸarırdı, ÅŸaÅŸardınız. Fikir Yayınları sahibi merhum Nihat ArmaÄŸan’ı tanıdığımı ve sevdiÄŸimi söylemiÅŸtim. Nihat ArmaÄŸan için daha birkaç deÄŸerlendirme ifadesi kullanmaya kalkışamadan o, lafı adeta aÄŸzıma tıkayarak muhteÅŸem yargısını ortaya koymuÅŸtu. Onun için “riyasız bir Müslüman” deyip çıktı. Hayretler içerisinde kalmıştım. Gerçi Nihat beyi kendisi de tanıyordu. Yalnız onun tanıması üç beÅŸ görüÅŸmeden öteye gitmezken, ben fakülte yıllarımda, Fikir Yayınlarına neredeyse gün aşırı uÄŸrardım. Ve Nihat ArmaÄŸan’la çok sık bir araya gelirdik. Ama doÄŸrusu ben böylesine münasip, böylesine şık bir yakıştırmayı asla yapamazdım.
Salt bilgilenmek için bilgilenmek, sürekli lüzumlu lüzumsuz bilgi depolamak, bilgiçlik taslamak ona göre deÄŸildi. Bilgilenmek elbette gerekliydi. Lakin edinilen bilgilerle bilinçlenmek, bilgileri hayati fonksiyonlarıyla yaÅŸanır kılmak, asıl tercih edilmesi gereken davranış biçimiydi. SindirilmemiÅŸ bilgilerin kiÅŸinin sırtında bir yük olduÄŸunu söylerdi. Bütün bilgilerin de öznel bir muhakeme ve müfekkire süzgecinden geçmesinden yanaydı. Tıpkı eskilerin “müftü fetvayı verse de sen yine kalbine sor” ihtarına uyarak. Zaten bize sürekli bilgi aktaran bir metodu yoktu. Fikir kulübünün maksat ve gayesinin de “doÄŸru düÅŸünmenin metotlarını öÄŸrenmek” olduÄŸu yeniden hatırlanırsa demek istediÄŸim daha doÄŸru anlaşılır. Zira biz, dediÄŸim gibi, fikir kulübünde bazen öyle sıradan, öyle iÅŸe yaramaz sanılan mevzular konuÅŸurduk ki, iÅŸte o zaman, asıl iÅŸimize hayat boyu yarayacak olan konuÅŸma ve düÅŸünmeyi öÄŸrendiÄŸimizi anlardık. DoÄŸru düÅŸünmesini öÄŸrenen insanın yolu elbette daha aydınlık olmaktaydı.
Onun bulunduÄŸu meclislerde en fazla rahatsız olanlar, zamanı boÅŸa harcayan yahut malayani, boÅŸ uÄŸraÅŸlarla vakit öldüren, düÅŸünmeyi kendisi için bir zahmet telakki edenlerdi. Onun bazı tutumlarını, hayat hikâyesini okuduÄŸum Cemalettin Afgani’ye çok benzetirim. Malumdur ki Kur’an-ı Kerim Ä°nÅŸirah Suresinde “boÅŸ kaldın mı hemen yorul” buyurur. Bize sıkça bunu hatırlatır ve iki kiÅŸi bir araya geldiÄŸimizde derhal bir mevzu hakkında fikir jimnastiÄŸine baÅŸlatırdı. Hele buluÅŸan kiÅŸiler ikiden ziyade ise orada derhal bir fikir kulübü açılır ve konuÅŸmalar, tartışmalar, teatiler saatlerce sürerdi. Bunların bitmesi için illa ki ya yeni bir namazın vakti girmeli yahut bizzat üstadın bizi terk etmesini gerektirecek son derece ciddi bir iÅŸ veya meÅŸguliyeti çıkmalıydı. Yoksa elinden kurtulamazdınız. Onunla bu konuyu konuÅŸmak, tartışmak mecburiyetinde bırakırdı adeta. Elbette bu tür tartışmaları sevenler ve vakti olanlar için emsalsiz imkânlar hazırlardı bu ortam. Sanki eÄŸer onunla beraber iseniz düÅŸünmek, düÅŸünen bir insan gibi davranmak zorundaydınız. DüÅŸünmüyorsanız yaÅŸamıyorsunuz demektir. Ayrıca düÅŸünmüyorsanız yandığınızın resmidir. Zira maskara olmanız iÅŸten bile deÄŸildir. Åžimdi düÅŸünün ki karşınızdaki size göre nihayet bir terzidir ve ilk mektep mezunudur. Siz ise Erbakan kabinesinin meÅŸhur Bayındırlık bakanısınız. Hasbel kader yolunuz Malatya’ya düÅŸmüÅŸ, kazara veya müÅŸterek tanıdıkların sevki ile fikir kulübüne uÄŸramışsınız. Orada koltuÄŸunuzu öyle doldurarak oturmaktasınız ki etraftan herkesin size saygı göstermesini adeta üst üste attığınız ayaklarınız haykırmaktadır. Nihayet çocuk yaÅŸtaki bir genci o geceki oturumun baÅŸkanı seçtiler. Sıradan bir konuda fikirleriniz isteniyor. Oturum baÅŸladı. Herkes herkesi saygı ile dinlerken siz ikide bir ortadan söze müdahale etmeye kalkıştınız. Oturum baÅŸkanı sizi söz almadan konuÅŸtuÄŸunuz için sert bir biçimde susturdu. Diyelim onu yuttunuz, ses çıkarmadınız. Söz sırası size geldi. Parlamenter alışkanlığınızla sözü aldınız ve alakasız ÅŸeyleri peÅŸ peÅŸe ustalıkla sıralarken evvela konu dışına çıkmaktan ötürü baÅŸkan tarafından uyarılırsınız. Sözünüzün en ballı yerinde ise vaktinizin dolduÄŸu ikazı yapılır ve susturulursunuz. Bitmedi siz “lahavle” çekerken ikinci turda, oturumdaki bacak kadar çocuklar baÅŸlarlar sizin ilk turdaki konuÅŸmalarınızı kıyasıya eleÅŸtirmeye. Evet, artık sabrınız taÅŸsın. Ve taÅŸar. AyaÄŸa izinsiz kalkarsınız. Oturmanız emredilir baÅŸkan tarafından. Siz sövgü dolu ifadelerinizi ve sizi oraya taşıyan müÅŸterek tanıdığı da yedeÄŸinize alarak güya oturumu protesto edersiniz. Koskoca bakanın bacak kadar çocuklar tarafından eleÅŸtirilmesi Allah’tan reva mıdır? Evet, iÅŸte o terzinin dükkânında yaÅŸanan böylesine yığınla sahici sahneden bir tanesi. Bilge terzi laikliÄŸe yemin etmiÅŸ bir koca bakanı kendisi deÄŸil çırakları ile mat etmiÅŸtir.
|
bir takdir... Yazar admin açık 2008-08-03 20:52:59 Bilal Sürgeç kardeşimiz üye olarak giriş yapamadığı için aşağıdaki yorumu iletişimden bize yollamış. İsteği üzerine kaydediyorum. Teşekkürler... Metin Önal Mengüşoğlu ismini ilk kez Sait Abi'den duydum.Sait Abi, Metin Mengüşoğlu'ndan "Vefalı kardeş, Gelecek vaad eden büyük şair" diye bahsederdi. Metin Abi'nin Sait Abi ile ilgili yazdıklarını ilgi ile okuyorum.Sait Abi'nin vefalı kardeşi çok değerli edebiyatçımıza ait bu hatıraların bir an evvel kitaplaşmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Bilal Sürgeç
| Ne faydası oldu? Yazar Naci açık 2008-08-05 22:22:46 Aziz Metin Kardeşim Yazılarını zeevkle okuyorum. Said Agabeyi gerçekten anlatan en güzel yazıları yazıyorsun. Bu sonuncusunda bahsettiğin olayı hatırladım ve yıllar sonra aklıma gelen soruyu yöneltmek istiyorum. Yazında bahsi gecen bakan bu olaydan sonra nasıl davranmıştır? Bu olay onu yaptığından nedamet duymasına sebep olmuş mudur? Bu olayın gerçekleşmesinin ne gibi faydaları olmuştur? Peygamberimizin (SAV) uygulamaları ile uyum halinde midir? Said Agabeyimizin mekanı cennet olsun, Allah senden razı olsun. Ama bu yaklaşımda bana yanlışlıklar var gibi geliyor. Ne dersin? Rabbim bizi doğru yola iletsin. Naci Kırcı |
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |