Buna raÄŸmen
basın ve yayın organlarının pek çoÄŸu artık esamesine bile rastlamadığımız,
halkın normale davet edici arka dönüÅŸlerini -yer yer-
“
Mahalle Baskısı”
yaftasıyla boÄŸmaya çalışmakta, arzuladıkları aşırılıklara daha da geniÅŸ kapılar aramakta... Yasaya göre dahi “
ar ve hayayı zedeleyen”
eylemler kınanamazken, kamusal görevlilerin muhtemelen cesaret edebilecekleri görevsel müdahalelerinin muhtemel tezahürleri ihtimal dışına atılmak istenmekte.
Ünlü Åžair Necip Fazıl’ın deyimiyle “Elmas Mahcup, Zift MaÄŸrur” toplumsal hayatımız daha da çirkinleÅŸtirilmek istenmekte; -artık kalmadığı halde- iyilikleri telkin etmesi muhtemel “Mahalle Baskısı” yerine bilfiil yaÅŸamakta olduÄŸumuz “Medya baskısı” ikame edilmekte…
Bu geliÅŸmenin ön haberini yaklaşık 19 yıl kadar önce yazdığım Tilki Tuzağı kitabımla vermiÅŸ ve özellikle de Türk Yurdu Dergisinde yayınlanan “KaybettiÄŸimiz” baÅŸlıklı makalemle cari politikaların bizi götüreceÄŸi nokta olarak iÅŸaret etmiÅŸtim. Yazım ÅŸu minval üzere idi:
***
80’li yıllarda Türkiye’de gerçekten de çok önemli geliÅŸmeler ve deÄŸiÅŸmeler olmuÅŸtu. 12 Eylül 1980 öncesi “bir sente muhtaç” Türkiye -borçlanarak da olsa- döviz rezervini önemli ölçüde artırmış, Ülke’yi iflasın eÅŸiÄŸine getiren bir politikanın güdümündeki ‘karma ekonomi’den ÅŸahısların özel giriÅŸimlerinin ve rekabetin önünü açan liberal modele kapı aralanmış; desteksiz ve sadece elit bürokrat kesime yarayan sosyal himaye tedbirleri yerine, üretken insan tipine alkış tutan bir zihniyete de söz hakkı verilmiÅŸti...
Bu platformda kalitesiz ürünleri halka yüksek bedelle satan az sayıdaki büyük sermayedarın hayatiyetini ve kazancını garanti altına alan ekonomik korumacılık politikasının terk edilmesine yönelik giriÅŸimleri alkışlamamak, cebinde bir dolar bulundurduÄŸu için ceza mahkemelerinde süründürülen bireyleri bu anlamsız tehditten kurtaran yasal düzenlemeleri tasvip etmemek, doÄŸuda ve batıda kendi dar dünyalarına sıkıştırılmış toplumumuza, dışarda geniÅŸ bir çevrenin farklı standartlarını göstererek, ufuklarını açan kitlesel yayınları onaylamamak zordur. Hele de tabuları yok etmeyi hedef alan tavırları -ÅŸimdi bile- duyguyla kutsuyorum!..
Ama bütün bunların ötesinde Türkiye’de düÅŸüneni, milletin geleceÄŸinden endiÅŸe edeni, gök kubbenin ülkenin üzerine çökmesinden korkutan büyük bir deÄŸiÅŸim olmuÅŸtu ki, buna iÅŸaret etmemek ve üzerinde aydınları tefekküre davet etmemek mümkün görünmüyor...
Bu dehÅŸet verici deÄŸiÅŸim, saygı duyulan, (çok kere saçma) toplumsal kutsalların yıkılması; evinde çocuÄŸuna ekmek alamayan babanın artan dramı, geçim darlığının zorladığı aile yuvalarındaki zavallı kadınların yürekler sızlatan ıstırabı, boÅŸanan ailelerin ortada sahipsiz bıraktığı çocukların sayısı deÄŸildi. Hatta ekmeÄŸini alamayan iÅŸsiz babanın harcamalarından KDV ve benzeri vergiler almayı salık veren bir parti siyasetinin zihniyetindeki gaddarlık bile deÄŸildi.
Bizi; düÅŸünenleri, gelecekten endiÅŸe edenleri, “millet” bilincinin yıkılmasına üzülenleri dehÅŸete sürükleyen bu deÄŸiÅŸim, toplumumuzdan ve bireylerinden haya duygusunun artık uzaklaÅŸması idi.
Kastımız, dünün ‘kötü kadın’ imajıyla tard edilen cinsellik anlayışının o günlerde televizyon ve basında övülerek özendirilmesinin, toplumun itibarlı mevkilerini iÅŸgal edenlerin özel hayatları sergilenerek ikbal ve istikbalin bu tarz hayatta olduÄŸu fikrinin iÅŸlenmesinin çok ötesinde idi. O gün müÅŸahedemiz oydu ki, toplumda artık kötülük yapmaktan utanma duygusu yok edilmek, kötülükleri ayıplama duygusu iptal edilmek istenmiÅŸti. RüÅŸvet, büyük çaplı vurgun, insanlık ve kadın onurunu satarak kazanç, mevki ve mansıp (makam) kapmak için yetki sahiplerine tabasbus (yaltaklanma) artık normal ve hatta hüner, beceri addedilmeye baÅŸlanmıştı
Elli yıllık ömrünün (ÅŸimdi yaklaşık 70) otuz yılını sosyal aktivite ve devlet umurunda geçirmiÅŸ bir kiÅŸi olarak o yıllarda, bu yolda kat etmiÅŸ olduÄŸumuz mesafeden başımın döndüÄŸünü esefle itiraf etmiÅŸtim.
Ve daha o yıllarda, vaki Erzincan felaketinde ortaya atılan, yardım malzemelerinin yaÄŸmalanması iddialarıyla yüzümüze ÅŸamar gibi çarpan toplumsal haya durumumuzun vardığı noktaya önemle dikkat çekmiÅŸtim.
Yine o zaman, bir Bakanlar Kurulu toplantısında
görüÅŸ ve tespitlerini açıklayan zamanın Şırnak Valisi Sayın Mustafa Malay’ı terbiye sınırlarını aÅŸmakla suçlayan o günün sosyal demokrat iktidarının nisbeten
nitelikli gözüken Bakanı Sayın Onur Kumbaracıbaşı’
nın -
depremde çok fazla sayıda resmi binanın çökmesi üzerine- "
yıkılan binaların sadece resmi binalar olmadığı" yolundaki beyanatı, daha evvel vuku bulmuÅŸ olan “Civan olayı”nda olduÄŸu gibi
bana bunları hatırlatmıştı… Sayın bakanın bu beyanatının ÅŸu önemli konuyu göz önüne getirmesini temenni etmiÅŸ; demek ki bütün binalarımız aynı tehdide maruz demiÅŸtim...
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.