05-12-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa
E V E D Ö N Ü Ş PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 17
KötüÇok iyi 
Yazar Ebu Welid bin Abba Vite   
25-04-2007
Ebu Welid bin Abba Vite'den     

Çağımızın Bilim Kurgu Romanı     

ANA BÖLÜM V:   

Gezi Notlarına Devam:

    E V E   D Ö N Ü Åž  

    Türkçe'ye Uyarlayan: Prof. Dr. Mustafa ErdoÄŸan Sürat       

I. KISIM:  B Ä° R  K A Y I P 

          Image  KurbaÄŸa Alfred, Anti-dünyadaki Tuhafistan vatandaşı kimliÄŸi ile Bay Öztürk, sadece Miraç istikametine dönme hak ve ÅŸerefini elde edebilen her fani gibi belleÄŸini yitirmiÅŸ, dünyaya döndükten sonraysa, Anti-dünyada kendisine söylendiÄŸi üzere, yeni bir kimlikle, sanki bıraktığı yerden devam ediyormuÅŸçasına hayatını sürdürmeye baÅŸlamıştı: Çalışkan, terbiyeli öÄŸrenci Uryel'di o ve de yalnızca bu kimlikteki belleÄŸine yazılı olan geçmiÅŸ bir yaÅŸama sahipti.

                   Çalışkan öÄŸrenci Uryel, saatler bir “Bayram Arifesi”nin akÅŸamını gösterirken, okuldan çıktı; evinin yolunu tuttu. Onu herkes, oÄŸul Uryel olarak tanırdı. Politeknik okulunun bu en yetenekli, en çalışkan öÄŸrencisi, kumaÅŸ tüccarı Uryel bey'in oÄŸluydu çünkü. Babasıyla aynı adı taşıyor olması  yüzünden insanlar ona Genç  yahut OÄŸul Uryel demeye alışmışlardı.

                 Bu bilgilerin daha sonra anlatılacaklarla ilgisinin ne olduÄŸu sorulabilir; ancak, unutmamalıyız ki, bildiÄŸimiz her ÅŸey yaÅŸam hikayemizi doÄŸrudan ilgilendirmez. Sözgelimi, tren kazasında gözlerini yitirmiÅŸ bir bahtsız, ilk anda, seçmeli resim dersleri aldığı mektep hayatına lanetler yaÄŸdırabilir. Hatta kendi bedenini algılamak bile, henüz bilgi düzeyine ulaÅŸmış bir kavram olmasa  da, ona acı verebilir. Zor zamanlarda yüreksiz kiÅŸiler, her anlamda var olmak, fakat kendi kendilerini asla farketmemek isterler. Sonra da düÅŸer bayılırlar.  Peki, insanoÄŸlu, intihar etmeden, tamamen acısız bir ÅŸekilde kendisini öldürmek istemiyor mu? Tabii ki istiyor... Ancak, görev bellediÄŸi iÅŸleri sonuçlandırmadan ölmek de, ÅŸüphesiz, hiç kimseyi acısız, kestirme bir yoldan bu hedefe ulaÅŸtıramaz. Fakat Tanrının iyi kulları, insanlık tarihi boyunca mutluluÄŸu ve düzeni esas almışlardır.
             Eski Hazar topraklarının en iÅŸlek kenti Orzburg'da da hayat öylesine düzenliydi ve öyle planlıydı ki, oÄŸul Uryel'in okuldan çıkmasıyla eve ulaÅŸması bir olurdu.Son dersten eve dönme süresi neredeyse bir simit yiyimi kadar kısaydı. Genç Uryel, günlük hayatın içgüdüsüyle evlerinin önüne geldiÄŸini bilir, zili hep aynı elinin yüzük parmağıyla çalardı. Çocukcağız adeta hayatı bir makinaya baÄŸlanmışcasına, sadece parmağını uzatır, düÄŸmede bir süre basılı tutardı.

      Bayram Arifesi akÅŸamında yine, kapının zilini çalmak için elini uzattı oÄŸul Uryel. Ve uzatmasıyla çekmesi bir oldu doÄŸrusu... Çünkü parmakları, akkor hale gelmiÅŸ çelik bir levhaya  tam dokunmak üzereyken bir alev topunun nefesini yüzünde hissedip, hızla geriye atmıştı kendini. Aklına önce kötü ÅŸeyler gelmiÅŸ, evlerinin yandığını zannetmiÅŸti. Ama karşısında alev  alev yanan nesne her akÅŸam ziline bastığı dış kapılarına hiç mi hiç benzemiyordu. Hatta görünürde evlerine benzer bir yapı bile yoktu.

         Ä°nanılması güçtür ama genç çocuk, nasıl geldi bilinmez, Orzburg'un üç-beÅŸ mil dışındaki iÅŸ-ocağına kadar gelmiÅŸti. Aslında doÄŸru  yere geldiÄŸini, yanlış yere -futbolcu deyimiyle- ÅŸutlanan varlığın mahalleleri olduÄŸunu sonradan anlayacaktı. Åžehir uzaklarda kalmıştı ve karanlık hızla inmekteydi. Karşısında dikilip durduÄŸu kıpkırmızı ısıtılmış çelik bir plaka bir kaç iÅŸçi tarafından çekiçlenmeye baÅŸlanmıştı ÅŸimdi. DehÅŸetli sıcaklığa eklenen gürültü de dayanılır gibi deÄŸildi doÄŸrusu. Bu iÅŸlerden az çok anlayan Politeknik öÄŸrencisi Uryel, batı lehçesiyle iÅŸçilere kolaylıklar diledi ve biraz ÅŸaka biraz sitem yüklediÄŸi masum sözcüklerle, çelik çekiçlemek için, niçin böyle tuhaf bir yer seçtiklerini sordu. Öyle ya burası onların evlerinin önüydü.

      Fakat hayret! Bu maden iÅŸçileri sanki onunla aynı dili konuÅŸmuyorlarmışçasına, dik dik çocuÄŸun yüzüne bakıyorlardı. Sonra beklenmedik bir ÅŸey oldu. Ä°ÅŸçilerin başı, Özbekçeyi andıran takır tukur bir lisanla Uryel'e hitap etti. Adamın beklenmedik bir itiÅŸiyle çocukcağız tökezledi. Bir yandan da, düÅŸmemek için bir zıplayışta, dükkanı yahut tamirhaneyi, her neyse, çevreleyen yirmibeÅŸ otuz santim yüksekliÄŸindeki beton çevrintinin üstüne çıkmıştı. Bu mertebeden bakınca, Uryel, korkunç gerçeÄŸi kavradı. Burası Orzburg'un sanayi semti de deÄŸildi. Zavallı çocuk, ayrı bir ülkede, apayrı bir kentin bilinmedik bir sanayi sitesindeydi.

      Çocuk, dünyadaki hızlı deÄŸiÅŸimin olaÄŸanüstü bir kopuÅŸ çizgisine ayak bastığını anlamıştı. Fakat bu kadarı da fazlaydı, bu olanların muhakkak bir açıklaması bulunmalıydı. Anlaşılan genç Uryel dershanedeyken, o kapkalın gözlüklü, titiz hesap hocasını pür dikkat dinlerken, yaÅŸadığı kentin, hatta yaÅŸadığı ülkenin tüm düzeni deÄŸiÅŸmiÅŸti. Eski evleri, sokakları, mahalleleri yıkılmış, yerine koca koca bloklar yükseltilmiÅŸti, hem de bir kaç saat içerisinde... Evet sadece üç-beÅŸ saat içerisinde, oÄŸul Uryel'in okuldan dönüÅŸ yolu da dahil, tüm hayat yıkılmış, yad yabancı çizgilerle yeni baÅŸtan kurulmuÅŸtu!

      Genç Uryel'in acıklı hikayesi ÅŸuydu: O, okulda dersleriyle meÅŸgulken, yaÅŸadığı ülke, dünyanın topyekun deÄŸiÅŸimine maruz kalmış ve ÅŸehirlerin mimarisinden iÅŸ, öÄŸretim, sanat, din kurumlarına kadar herÅŸey, bir ikindide altüst olmuÅŸtu. Çocukcağız bu yüzden mektep dönüÅŸü evlerinin yerinde yeller estiÄŸini, çarşıda pazarda konuÅŸulan dilin bile belki yer yer belki de bütünüyle deÄŸiÅŸtiÄŸini, üzüntü ve ÅŸaÅŸkınlıktan kahrolarak kavramıştı. Gerçi henüz olanları tam anlamıyla kavradığı söylenemezdi. YaÅŸadığı iÅŸin bir düÅŸ olmadığını ise kumar tutkunlarının sık sık mırıldandıkları ÅŸu sözlerinden anlıyordu: “Hayır bu bir rüya deÄŸil, kendi gerçeÄŸini kaybetme gerçeÄŸi sadece...ama deÄŸiÅŸen gerçeÄŸi kabule hazır olacak kadar da kendimdeyim!” AÄŸzından dökülen bilinç ve uyanıklık tümceleri bunlardı; o, uykuda deÄŸildi, bilinci ise yerliyerinde.

      Bunlar yadsınmaz gerçeklerdi; ama, annesi, babası, kardeÅŸleri, hısım akrabaları durup dururken yok olmamışlardı ya? Neredeydi dünyasını oluÅŸturan bunca can? Dünya ne kadar deÄŸiÅŸirse deÄŸiÅŸsin, muhakkak o insanların bulunduÄŸu bir semt olmalıydı. Mahalleleri topyekun bir deÄŸiÅŸimde yok olmuÅŸtu, bu belli. Ancak bir baÅŸka yerde canları yaÅŸamaya devam ediyorlardı ÅŸüphesiz, yepyeni, belki de eskisinden daha ÅŸirin bir semtte, yakınları, komÅŸuları, dostlarıyla hep birlikte...

     Muhakkak ki bu deÄŸiÅŸen dünyada, iyi kötü, yine de bir evleri vardı. Åžehre dönüp, babasının ya da annesinin üstüne kayıtlı yeni yuvalarını bulabilecekti elbet, en azından yeni evin telefonunu! Aksini düÅŸünmek cinnet sayılmaz mıydı? Hemen toparlandı ve deÄŸiÅŸen -daha doÄŸrusu deÄŸiÅŸtiÄŸi anlaşılan- kent merkezine dönmek için bir taksi aramaya karar verdi. Fakat o an, üzerinde hiç para bulunmadığını anımsadı. Ä°ÅŸin fena yanı, öÄŸrenci kimliÄŸini de, sabahleyin temiz okul gömleÄŸini giyerken, diÄŸerinde unutmuÅŸtu. Hay Allah! Ne kötü bir durumdu bu....O, okulda bir kaç saat harcarken, dışarda sanki yüzyıl geçmiÅŸ, bir çaÄŸ kapanıp yeni bir çaÄŸ açılmıştı. Åžimdi kalkıp, sınırları  içinde bulunduÄŸu bu sanayi sitesinin karakoluna baÅŸvursa, belki de görevliler dilini anlamayacaklar ve büyük bir olasılıkla ona kaçak muamelesi yapacaklardı! 

   II.KISIM: GÜNDÜZÜN HAYALÄ° VE GECENÄ°N GERÇEĞİ 

     Anlaşılan genç Uryel, gerçek bir hayalci olamadığı için elindeki gerçeÄŸi kaybetmiÅŸti: evini, aile büyüklerini vesaire...Neler yoktu ki yitirdiÄŸi gerçekler arasında: Tüm yakınları, alışkanlıkları ve kendine güveni... Hatta baÅŸkalarına duyduÄŸu o sonsuz güven, ister olumlu ister olumsuz yönden hepimizin baÅŸkalarından çekinmemize neden olan müthiÅŸ, sarsılmaz güven; iÅŸte onu da kaybetmiÅŸti. Ne kendisi ne de baÅŸkaları, bu deÄŸiÅŸken dünyada, ister iyi ister kötü herhangi bir ÅŸey yapacak gücü bulamazdı, asla! BaÅŸvuracağı karakolda polislerin ona karşı olumlu yahut olumsuz bir davranış göstermesi mümkün müydü? Cevap evetse bu hiçliktir ve hiçlik hiç çözülmez. Ya bu yoÄŸalmanın sonunda tüm kötü olasılıklar da  bitip tükenirse ne olacaktı? Åžimdi tehlike buradaydı. Ya gecenin ayazı onu üÅŸütmezse, ya acıkmazsa, ya uykusuzluktan bitap düÅŸmezse, ya üzülme yeteneÄŸini yitirirse? Gücünü yitirmiÅŸ bir varlık, onu yeniden kazanma umuduna sahiptir az ya da çok. Peki sorunlarından uzak düÅŸmüÅŸ biri ne yapsındı? Kendi kendine sorun mu icat etsin ve bu inandırıcı olabilir mi? Cehennem sakın sorunsuz kalmak olmasındı?

       HiçbirÅŸey'in vukua gelmemesi ihtimaliyle irkilmiÅŸti. Sitenin üstten, dış saÄŸa doÄŸru açılan “GÄ°RÄ°Åž”ine doÄŸru koÅŸmaya baÅŸladı. Sadece edebiyatta varolan bu yön tabiatıyla hiç bir yere varamaz. Fakat genç Uryel yine de, bir polis kulübesine rastlamakta gecikmedi.

   

       Kalın plastikten oyuncak bir eve benziyordu güvenlik noktası. Yanı başındaki bir aydınlatma direÄŸinin lambasından vuran ışık olmasa, eflatun renkli minik çatısı bu karanlıkta fark edilemezdi. Sarı, yorgun sokak ışıklarının ince mızrakları üstünden kayan sulu bir kar yağışının sürüp gittiÄŸini gözlemleyip, eflatun çatının neden hep ıslak durduÄŸunu anlayabilirdiniz böylece.

      Uryel, eskiden olsa içini ürpertecek böyle bir gece baÅŸlangıcını tahammül edilir  buldu yine de, lahavle çekip, polis kulübesinden içeri daldı. Genç çocuk kendisini en az altmış yaşında hissediyordu. Onun bu havası, nöbetçi polisi de etkilemiÅŸ olmalıydı ki, Uryel'in odaya girmesiyle adamcağız ayaÄŸa kalktı.

     Genç çocuk, ne tam delikanlı ne de gerçek manada çocuk olmamanın verdiÄŸi ayrıcalıkla meseleyi, sözünün kesilmesine hiç fırsat vermeden, baÅŸtan sona nakletti polise. Bu tecrübeli güvenlik abidesi de, bir solukta anlatılan bu soruna sahip çıkarak ÅŸunları söyledi Uryel'e:   

    -“Üzülme evlat! Bugün tüm birimlerimize ulaÅŸan binlerce kayıp öÄŸrenciden birisin. Siz aslında kaybolmadınız. Okullarda geçirdiÄŸiniz öÄŸlen sonu ders saatleri içerisinde ülkeniz yeniden yapılandı. Ülkeniz baÅŸtanbaÅŸa deÄŸiÅŸmediyse bile, yaÅŸadığınız ÅŸehir baÅŸkalaşıverdi. Tanınamaz derecede deÄŸiÅŸime uÄŸradı. Hem uzaktan kumandalı radyo, hem de radyo-kaset çalar iÅŸlevi yapan ev eÅŸyalarının ucuz semt pazarlarına kadar düÅŸtüÄŸü bir ülkede kentler, deÄŸiÅŸim depremine uÄŸramaz da ne olur? DeÄŸiÅŸim geldi ve sizler evlerinizi bıraktığınız yerde bulamadınız, hepsi bu...” Sonra da çocuÄŸun gönlünü almak istercesine ekleyiverdi, ”Ne  var ki, telaÅŸlanmazsan, birkaç yıl içerisinde, yeniden ailene kavuÅŸabilirsin.”

    -“Ne, birkaç yıl mı dediniz?” diye avazı çıktığınca bağırdı Uryel.

    -“Ee, bu doÄŸal deÄŸil mi sevgili...ÅŸey..?”

    -“Adım Uryel'dir efendim.”

    Deneyimli polis, genç çocuÄŸu üzmemeye azami dikkat ederek ÅŸunları belirtti;

    -“Senin gibi,  okuldan döndüÄŸünde evini, mahallesini yerinde bulamayan onbinlerce çocuk var bu ÅŸehirde. Üstelik bu durum, doÄŸal bir afet sonucunda ortaya çıkmadı. Deprem ya da sel evinizi, barkınızı, semtinizi yıkıp tahrip edebilir ama onların enkazını olsun, bıraktığınız yerde bulabilirsiniz. Ve aileleriniz o enkazın doÄŸal bir parçası halinde, yolunuzu beklemeye devam edecektir. Evet, afet ne denli korkunç olursa olsun herÅŸey  bittikten sonra bir buluÅŸma, kucaklaÅŸma nimeti bekler geride kalanları. Åžimdi öyle mi peki? Her akÅŸam çaldığın kapının yerinde yeller esiyor ve sen, dilinden bile anlamayan Gaskon iÅŸçilerle yüzyüze geliyorsun. Kucaklaşıp teselli aramak için insan soyunun deÄŸerlendirebileceÄŸi en son adamlar... pöh!

   Uryel, polisin bu son sözlerinden sonra, ÅŸaÅŸkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı,” Siz, siz karşılaÅŸtığım iÅŸçileri nereden biliyorsunuz, yoksa..?”

   -“Evet doÄŸru düÅŸündün”dedi tecrübeli polis,”her iyi aile evladının karşılaÅŸacağı uyumsuz adamlar, deÄŸiÅŸimin kaderinde belirlenmiÅŸtir!” Bu gerçeküstü saptamadan sonra iki taraf da uzunca bir süre konuÅŸmaya cesaret edemedi. Tahmin edilebileceÄŸi gibi, kelimelerden daha ziyade rahatsızlık veren bir suskunluktu bu. Sonra yine güvenlikçi emektar adam sürdürdü açıklamasını:

    -“Sizin felaketinizde insana uymayan bir yan var. Çünkü onun kaynağı içten pazarlık nedir bilmeyen masum  doÄŸa deÄŸil. Gepegenç çocukları çarpan felaketimizin nedeni felaketlere savaÅŸ açtığını yakından bildiÄŸimiz medeniyet ve onun deÄŸiÅŸimleridir.” KonuÅŸmanın bu bölümünde güvenlikçi, Uryel'le hemdert bir kiÅŸiliÄŸi paylaÅŸma lütfunda bulunuyordu ki, böylece çocukcağız hayli duygulanmış, insanlığını anımsamıştı! Tüm dikkatiyle dinlediÄŸi bu adam, iddialı ÅŸeyler söylüyordu:

   -“Her türlü mülkünüz, maddi manevi tüm mal varlığınız yarım günde yıkıldı ve yeni biçimiyle, eskisinden yüzde yüz farklı bir tarzda yeniden inÅŸa edildi. GeçmiÅŸte DoÄŸumevi'nin yer aldığı cadde ÅŸu anda bir kayak pisti, ya! Döndünüz ve evinizi yurdunuzu yerinde bulamadınız; tıpkı ÅŸiirde olduÄŸu gibi:

               “Vardım ki yurdundan ayak göçürmüÅŸ,

               “Yavru gitmiÅŸ ıssız kalmış otağı...”

     Bu kez yurdunu bıraktığı yerde bulamayan sizler oldunuz, evlat. Üstelik sen, bu durumdaki çocukların ÅŸanslılarından birisin; delikanlılığın eÅŸiÄŸindesin en azından. Başının çaresine bakabilirsin. Okul dönüÅŸü evini bulamayan Topyekun DeÄŸiÅŸim kurbanları arasında ana sınıf bebeleri'nin bile bulunduÄŸunu biliyor muydun?”

    Uryel aÄŸlamaya baÅŸladı. Kendisine usul usul olanı biteni açıklamaya çalışan görevli de duygulanmıştı. Sesi titreyerek çocukcağızdan oturmasını rica etti. 

             Ä°KÄ° AYRI YAÅžAM 

    Uryel, polisin çağırdığı özel bir kurtarma arabasıyla ÅŸehrin yeni merkezine gitti. Kayıplar istasyonu, eski evlerine yaklaşık kırkbeÅŸ dakikalık, uzak sayılabilecek bir mesafedeydi. Binanın önü ana baba günüydü. Kimi ÅŸanslı çocuklar kendilerini arayan velileriyle karşılaşıyorlar, ana babaların yavrularına kavuÅŸma anında yükselen sesler kulakları sağır ediyordu. Bu durumu ailesiyle buluÅŸabileceÄŸine dair bir ipucu kabul etti Uryel. Ancak, ÅŸehirde en az üçbin buluÅŸma noktası kurulduÄŸunu duyunca tüm umutlarını yitirdi. Merkezin yetkilileri de onunla aynı karamsarlığı paylaşıyor olmalıydılar. Çünkü, ailesinden yahut yakınlarından birisinin kayıp çocukcağız için herhangi bir müracaat yapmadıkları anlaşılınca, kendisini hemen BSEV'e sevkettiler. Bu kısaltma, “Boyutlu Sanal Ev” için kullanılıyordu. Sevk evrakları hazırlanıp, bir güvenlikçi eÅŸliÄŸinde dışarı çıkarılan Uryel, burada BSEV'e gitmek için bekleyen ikili üçlü kümeler gördü. Saat akÅŸamın sekizi gibiydi. Yağış olmasa bile bu saatlerde parlak renkli, ıslak otobüsler çevreye hafifçe zifos saçarlar. Daha doÄŸrusu günün yorgunluÄŸu, özellikle kırmızı ve hardal rengindeki metalleri yoÄŸunca kirletmiÅŸtir. Böylece yapışkan toz, insan gözünü, çamur sıçraması yanılgısına götürür. Gerçi bu akÅŸam yaÄŸmur da inceden yağıyor, ÅŸarküterilerin camekanlarından yayılan güçlü fakat pelteleÅŸmiÅŸ ampül ışıkları, küçük gölcüklerden ve çamur birikintilerinden yansıyordu. Uryel ÅŸimdi, büyükbabalarla yan yana oturdukları çocukluk mahallesinde, yer sofrasında olsa, ailenin en deneyimli aÄŸzından, büyükbabadan bir yaÅŸam güvencesi alır, tüm umutlarını besler, geliÅŸtirirdi. Öyle ya, Tanrı'nın evrende yarattığı kaza ve hastalık olasılıkları sonsuzdu. Ä°nsanın, yaÅŸama güvencesi kazanmak için, deneyimli, mavi gözlü, yüzü deney kırışıklıklarıyla dolu genç bir dedeye ihtiyacı vardı. O, Uryel'e derdi ki,

      -“Rabbin cömertliÄŸi, gazabına ağır basmıştır. Ä°yilikler, kötü olan herÅŸeyden daima bir fazladır.”

      Korkusuz ve iyi niyet dolusunuz; güvenli ama biraz çekingen bir yürekle, gecenin eÅŸiÄŸine dek  harcanan ve fakat, aynı zamanda kazanımlarla dolu bir ömür kesitindesiniz. O, nurtopu günler, geceler, ne yazık ki, tek tek hatırlanamıyorlar. Üstüste atılmış yüzbin kitap gibi... Orada belleÄŸinde olduklarını biliyorsun, ama birer birer çıkarıp okuyamıyorsun. Hepsi, geçmiÅŸteki oturma odasında istiflenmiÅŸ.

      Oturma Odası! Bazen orada yalnız oturur mutlu olurdu, küçük küçük notlar alırdı. Ä°ÅŸte onlardan birkaç satır:

      “Annemi, küçük teyzemi ve partilerinin başına bela olmuÅŸ eski önderleri dipdiri görmek, beni mutlu ediyor. Bu mutluluÄŸun temelinde bencillik yok; rabbe güvenmemizin rabbimiz tarafından ÅŸiddetle arzulanmış olması gerçeÄŸi var. Zaten masum ve tarihi oturma odalarını da o koruyor.

      Uryel ve korumasının bekledikleri minibüs konvoyu gelmiÅŸti. Genç çocuk, daldığı düÅŸüncelerden hiç kopmadan arabalardan birine yerleÅŸti

     Bıraktığı yerden, evdeki kurulu düzenlerinin ona iyi-kötü, tüm yönleriyle ona nasıl, tadına doyulmaz, mücadele dolu, endiÅŸelerle bezenmiÅŸ, baÅŸarılarla süslenmiÅŸ bir dünya armaÄŸan ettiÄŸini düÅŸünmeye aynen devam etti. Kendi kendine diyordu ki, “Benim evim, ailem, hayatı sevimli kılacak herÅŸeye sahipti. Hem üzüntü ve korku dolu kaynaklara, hem de inanç, güzellik ve güven dolu pınarlara...Bunlar birarada bulunmazsa zaten, insanlar yaÅŸamanın eÅŸsiz tadına ulaÅŸamazlar. Bırakın mutluluÄŸu, eÅŸek deyimiyle, keyif bile alamazlar hayattan...

      Herhalde mırıldanması biraz gürültülü yankılanmıştı ki, birdenbire arabanın içerisinde sessizlik çoÄŸaldı. Gerçi kimseden çıt çıkmıyordu ama, neredeyse soluklar bile tutulmuÅŸtu birden. GüvenliÄŸinden sorumlu koruma genç çocuÄŸa dönerek yüksek sesle ÅŸunları söyledi:

      -“Sevgili Uryel; gitmekte olduÄŸumuz evde, senin asla anlayamıyacağın bir fark yüzünden gerçek denemeyecek, topyekun eski yaÅŸamınla buluÅŸacaksın. Annen, baban, kardeÅŸlerin ve tüm yakın bildiklerinle birlikte olacaksın!”

      Bunları söyledikten sonra, çocukcağızın elini üstten kavrayarak ekledi:

      -“BSEV'e gidiyoruz ve orada sanal olduÄŸunu asla farkedemeyeceÄŸin SEN'Ä°N HAYATIN devam edip gitmede...”

      Korumanın anlattıkları belli ki, arabadaki kayıpların hepsinin ortak bir sorusuna cevap oluÅŸturmuÅŸtu. Her taraftan ÅŸaÅŸkınlık, sevinç, hayret ifade eden seslsr yükseldi. Uryel'e eÅŸlik eden güvenlikçi, bu süper olumlu havadan cesaret alarak bağırdı:

      “Hepinizi orada SANAL DÜNYA'NIN taçsız imparatoru Kaplan karşılayacak ve size hitap edecektir.” CoÅŸkusu geçince, “ben ne yaptım”gibisinden mahzun, ürkek kalakalmıştı. Onun bu halinin tam tersine, herkes coÅŸku dolu, neÅŸe doluydu. Millet adeta ortalığı yıkıyordu...Uryel, bu sanal dünya imparatorunun icat ettiÄŸi bir kuruma, “Boyutlu Sanal Ev”'e gittiklerini, aileleriyle buluÅŸuncaya kadar orada yaÅŸamlarını sürdüreceklerini anlamakta gecikmedi. Tuhaf bir rahatlıkla, her an dinç uyanabileceÄŸi bir uykuya dalmakta gecikmedi.

      BSEV'e geldiklerinde kayıp çocukları sevinçten çılgına çeviren bir manzarayla karşılaÅŸtılar. Uryel, sevinç çığlıklarıyla uyandığında, servis taşıtı, merkezin dev bahçesinden içeriye girmiÅŸ bulunuyordu. Pencereden dışarı baktığında genç çocuÄŸu ilk neÅŸelendiren, sabah terkettiÄŸi mahallesini yeniden görmek oldu. Aslında her çocuk ayrı ayrı, kendi semtine geldiÄŸini görüyordu, öyle algılıyordu. BSEV, yalan olduÄŸu asla ispatlanamayacak, gerçek bir dünya sanısıydı. Doors 2005'in mucizesi buydu iÅŸte. Aynı hacim içerisinde sonsuz sayıda sanal manzaralı bir ortam oluÅŸuyor, orada herkes, görmek istediÄŸini görüyor, hatta ona dokunuyordu. Bu merkezde herkes hayatına bıraktığı yerden devam edecekti. Mutluluktan uçarak, onlara bu nimetleri sunan Kaplan'ı dinlemek üzere arabalardan indiler. 

   BÄ°R Ä°SMÄ°N HÄ°KAYESÄ°: ANLATAN, KAPLAN; DOORS 2005'Ä°N MUCÄ°DÄ° 

      Çocukların çılgın alkışları altında, mor pantolonlu mucit artık kürsüdeydi. Kahverengi yaldızlarla süslü tuhaf bir kürsüde, kahraman teknoloji kralı konuÅŸmaya baÅŸladı:

      -“Bugün herkesin gözdesi, dillerden düÅŸmeyen ÅŸöhretli ismimin bir takım yanlışlıklar sonunda benim üstümde kaldığını söylesem inanır mıydınız? Emin olun doÄŸrudur bu söylediÄŸim. Ä°lk yanlışlık, büyük bir kodamanın randevu defterine bakarak beni baÅŸkasıyla karıştıran özel kalem müdiresinin başının altından çıktı. Ben, gösteriÅŸli, süslü, oymalı makamsal masanın uzağında oturmuÅŸ barış içinde isteÄŸimin yerine getirilmesini beklerken bu müdire, önüne yanlışlıkla konduÄŸundan emin olduÄŸum notlardan başını hiddetle kaldırıp,

      -“Siz Kaplan kod adlı bey, kendinizi ne sanıyorsunuz. En yüce makamlara kafa tutmanın, bizleri yöneten yüksek kiÅŸiliklerle alay etmenin ne demek olduÄŸunu açıklayabilir misiniz?”

         Müdire tam üstüme yürüyecekken, özel kalem odasının yarı aralık dış kapısından başını uzatarak konuÅŸulanları dinleyen subay ÅŸapkalı bir herif, parmağını hiddetle müdireye doÄŸru sallayıp,

      -“Åžu anda ülkede devrim yapıldı ve devrim komitesi adına seni tutukluyorum “ diye bağırdı. OlduÄŸum yerde donmuÅŸ, bu inanılmaz olayı izlerken, subay ÅŸapkalı adamın serpuÅŸlu, silahlı adamları içeriye girip bizimkini kıskıvrak yakalayıverdiler. Ä°ÅŸte, adımla ilgili ikinci yanlışlık da burada

yapıldı. Müdire hanım gibi, onu tutuklayan darbeciler de benim efsanevi ve görünmez kahraman Kaplan olduÄŸumu sanmışlardı. Her kahraman, hatta her sıradan insan gibi benim yanlışlıkla üstümde kalan adım da, ismimi duyan her kiÅŸinin kafasında ayrı bir kiÅŸilik hayali uyandırıyordu. Bu olaydan sonra ÅŸahsımı tanıyan iki milyar insanda doÄŸal olarak iki milyon “ben”le yaÅŸamaya baÅŸladım. Kendimi algılayamaz olduÄŸum için, karşımdaki insanların uydurduÄŸu ortalama bir ÅŸahsın ben olduÄŸum zehabına kaptırıverdim kendimi. Åžöhret zavallı, küçük yeryüzünü gözümde daha da küçültmüÅŸtü. Eskiden huÅŸu içerisinde başımı kaldırdığım yaz gecesi semaları, haÅŸa, yüce yaratıcıyla dalga geçtiÄŸim acınası bir havai fiÅŸek gösterisi gibi midemi bulandırmaya baÅŸlamıştı. Hiçbir ÅŸeye tapmıyor, hiçbir ÅŸeyi sevmiyordum. Beni hayata baÄŸlayan yalnızca benden daha çok tanınmaya muvaffak olmuÅŸ birtakım barsak kurtlarının ÅŸöhretlerine duyduÄŸum kıskançlık ve unutulmak korkusuydu. AÅŸağılık milletlerin devlet hayatlarında karşımıza çıkan sürpriz bir darbe yüzünden hırsız Profesörler, Doktor Keresteci ve Doktor AlemoÄŸlanı gibi, hakkım olmayan bir toplumsal makama konmuÅŸ, bu yüzden sıradan bir yurttaÅŸ iken zevk aldığım, yüce Rabb'imizin küçük ama beÅŸer eliyle asla yaratılamayacak nimetlerini küçümser olmuÅŸtum. Ä°ÅŸin aslına bakılırsa bu iÅŸ, “küçümseme” deyimiyle izah edilemezdi. Yüce tanrı küçük fakat ihtiÅŸamlı rahmeti görmeme engel olacak ÅŸekilde gurur miyobu yapmıştı beni. Miyop bir babaanne için, “gazeteyi küçümsüyor” demek mümkün mü? O. Sadece “göremiyor”dur. Bunlar iÅŸin felsefesi...Pratik açıdan, benim baÅŸkalarında yaÅŸayan milyarlarca “ben”'im bir arada yaÅŸasalar da, aralarında sürtüÅŸme, çarpışma, çatışma yaÅŸanmıyordu. Kelimenin tam anlamıyla ilhamım da bu noktada yakaladı beni ve içime “Doors 2005”diye tanınan mucizevi keÅŸif doÄŸuverdi.

      Sonsuzluk programıma yani “Doors 2005”'e ulaÅŸacak ve gerçek yaÅŸamdan ayırt edilemeyecek, ilaveten bir arada varolabilecek sonsuz sayıda sanal fakat dokunulabilir dev yaÅŸam demetini müÅŸterilerimizin hizmetine sunacaktım. “

      Kaplan'ın müÅŸteri lafını duyan kayıp çocuklar, “Yuuh” diye baÄŸrıştılar. Mucit onları elleriyle susturdu. Bunu yaparken o ikna edici sözleri yineliyordu habire,

      -“Bi dakika, bi dakika lütfen...” Sükunet saÄŸlanmıştı ki, Kaplan'ın sesi duyuldu yeniden:

      -“ Ücretlerinizi hayır vakıfları ödeyecektir. Süit dairelerinize çıkın ve herÅŸeye bıraktığınız yerden devam edin!” 

                  YA ASILLAR ÖLÜRSE? 

     Bir an, ilahi bir nidayla komut verilmiÅŸçesine kayıp çocukların tümü, gördüklerinden emin oldukları, dokunulabilir, fakat aslında sanal yuvalarına doÄŸru koÅŸuÅŸmaya baÅŸladılar. Kayıp yuvaları onlar için ne ifade ediyordu? Yalnızca bir ev, odalar, kıblegahlar, mutfak, banyo, misafir odası, aile büyükleri, kardeÅŸler, akrabalardan mı oluÅŸuyordu yuvaları? Evlerinin bulunduÄŸu sokak ve komÅŸu ihtiyarların elli altmış yıllık evliliklerinin simgesi gibi eski konakların pencerelerinden ihtiÅŸam saçan ağır kadife perdelerden ne haber? Yuva kavramının içeriÄŸinde, bayram sabahı yaÅŸlı genç herkesin, ziyaretlerde ezbere izlediÄŸi komÅŸu kapılarına giden yollar yok muydu? Åžu köÅŸeye alçı badanayla bir yama yapılmış; iki yapının arasındaki arsaya atılmış otomobil lastiÄŸi ise en az yirmi yıllık... Mahallenin kız çocukları, dört beÅŸ yaÅŸlarında, bu siyah, yuvarlacık atığı havuz yapar, onun hayali sularında bebeklerine banyo yaptırırlardı. Kimisi buÄŸday baÅŸağından saçları, kimisi de zeytin çekirdeÄŸi gibi kesilmiÅŸ ve ayakkabı boyasıyla siyaha boyanmış budaktan gözleriyle ilgimizi çeken oyuncak bebekler mi, yoksa, onlarla oynayan kızlara kucak açmış küçük arsa mıydı yuvamızı tamamlayan? Åžüphesiz tüm bu tamamlayıcılar olmadan sırf evimiz var diye yuvasız kalmadığımızı iddia edemezdik. Kayıp çocuklara sunulan sanal dünyalarında, inanılması zordur ama, tüm bu gerçek zenginlikler, noksansız mevcuttu. Hepsi çığlık çığlığa, gerçeÄŸinden ayırt edilemeyecek sanal dünyalarına koÅŸtular, yitirdikleri yuvalarıyla  kucaklaÅŸtılar yeniden.

     Uryel, üç basamaklı giriÅŸ kapısından dalıp, zili çaldı; evdekilere bağırdı: -“Hey, ben geldim!” Oh be...Oh be, dünya vardı. Herkes karşısındaydı iÅŸte. Derinden soluklandı. Yanakları, vahÅŸi bir kır çiçeÄŸinin, hem gökyüzünü hem de çilekleri okÅŸayan tuhaf ışığını saçıyordu.

     Evdekiler, delice bir coÅŸkuyla koÅŸuÅŸturup, Uryel'in boynuna sarıldılar. Kayıp eve dönmüÅŸtü. Banyoya koÅŸtu Uryel, elini yüzünü yuyup, giysilerini çıkardı üstünden. Yatak odasındaki gri pijamalar, kavun-içi dikdörtgenlerle bezeli yaygıların üzerinde, boylu boyunca yayılmış, sahiplerini bekliyorlardı. Onları fazla üzmeden, bu emektar dinlenme giysilerini sırtına geçirdi. Herkesin sorusuna ayrı ayrı yanıt veremezdi; bu nedenle ev halkının tüm merakını gidermeyi yemek saatine erteledi.

     Yemek masasında sorular, sevgi gösterileri, ÅŸükürler, nasihatlar, ikramlar...Sofra toplanırken, Uryel'in aklına, koruma görevlisinin  eve girmeden önce eline tutuÅŸturduÄŸu tek sayfalık broÅŸür geldi. Onu katlayıp, yemekten sonra okumak için, fanilasının içine atıvermiÅŸti. Dokunulabilecek kadar gerçek, fakat, yine de sanal aile bireylerinin gözleri önünde, çıkarıp bu notu okuyabilirdi. Ama, nedense, banyoya girip, kağıdı orada inceledi. Ä°ki müthiÅŸ satırda, uyması gereken her ÅŸey özetlenmiÅŸti. Bu sanal alemin dışındaki gerçek ailesinden herhangi bir kiÅŸiye kötü bir ÅŸey olursa, BSEV'deki sanal varlıklar da, bu kötü durumu yansıtan arazlar göstereceklerdi. Hatta hatta, Allah korusun, dışarıdaki gerçek anne baba yahut yakınlarından birisi ölse, sanal ortamdaki de ölecekti. Uyarma notlarının verdiÄŸi bilgi, ona korkunç bir güvensizlik aşıladı. Banyodan ÅŸimÅŸek gibi fırlayıp çıkmıştı. Bir anda BSEV''n dışındaki gerçek ailesine ulaÅŸmak amacıyla, sanal evi terk etti. Sanal hane halkının "nereye gidiyorsun?” diye viyaklamalarına aldırmaksızın, dairenin dışına çıktı. Ä°yi ki çıkmıştı. Gerçek olduÄŸundan hiç ÅŸüphe etmediÄŸi gerçek babası, ÅŸu anda sanal evlerinin giriÅŸindeki  merdivenlerin altında, karanlık bir köÅŸeye büzülmüÅŸ, otomat ışığında ona bakıyordu. Aklına en küçük bir tereddüt düÅŸmeden babasına doÄŸru koÅŸtu, sarıldı ona. O anda ikisi de hıçkırıklara boÄŸulmuÅŸlardı. Uryel, bir an gözlerini silerek, “ baba burayı nasıl buldun, buraya kadar nasıl gelebildin?” diye sormuÅŸtu. Babasının cevabıyla yeniden aÄŸlamaya baÅŸladı.

     -“Seni kokundan buldum oÄŸlum” diyordu babası, gözlerini silmeye çalışarak. Adamcağız bunları söyledikten sonra Uryel'i elinden tutup sanal daireye soktu. Sanal ev halkı kaybolmuÅŸ, odaların duvarları da erimiÅŸti. Uryel ansızın, çıplak olduÄŸunu fark etti; üstündeki sanal pijamalar da yok olmuÅŸlardı çünkü. Üstünden çıkardığı elbiseleri kirli beton bir zemine atılmıştı. Uryel giysilerini sırtına geçirdi çabucak, babasına sarıldı; izbe yerden koÅŸar adım çıktılar. Dışarıda emektar arabaları duruyordu; atlayıp, yeni evlerinin yolunu tuttular. Uryel sıkılmasın diye babası yolda bir hikaye anlattı. Bir hayalet hikayesiydi bu; babası sadece hayalet öyküleri bilirdi çünkü. Genç Uryel hikayeyi yalnız dinlemiyordu, çünkü genç kiÅŸiliÄŸinin geniÅŸ hayallerini, Uryel kendisiymiÅŸ gibi paylaÅŸan KurbaÄŸa Alfred Öztürk de ikinci dinleyiciydi ve saÄŸ gözün görüÅŸünü birebir paylaÅŸan sol göz misali, babanın anlattığı hayalet öyküsünün ürkünç lezzetine ortaklık ediyordu.

                 YAÅžANMIÅž BÄ°R HAYALET ÖYKÜSÜ

                 (Uryel'in babasının anlattığı ÅŸekliyle..)

     Sermet bin Veli bir gün, Kızılay'dan binilip Ulus'ta inilen halk otobüslerinden birisiyle yolculuk ediyordu. Sermet bey, Türkiye'nin baÅŸkenti Ankara'da görevli bir diplomattı. Otosuna patlayıcı konur endiÅŸesiyle özel taşıt kullanmaz, toplu taşın araçlarına binerdi. Ä°yi bir siyasetçi olan üstad, aynı zamanda duyarlı bir dil severdi. Türkçe'yi bile sever, ama kimi zamanlar sevmeme kararı alırdı. TIRT adlı devlet radyo ve televizyonunun,  taşın aracı'na taşıt aracı diyenleri uyardığını, ama kendi suratsız spikerlerinin de hala aynı yanlışa düÅŸtüÄŸünü bilir, tiksintiye kapılırdı. Sözümüz bu deÄŸil; Sermet bin Veli'nin gözüne, bindiÄŸi halk otobüsünde, bir tabela iliÅŸti. Åžoförün tam saÄŸ-ön yamacına iliÅŸtirilmiÅŸ büyük ücüklü bir yazıda,

           -“ EÄŸer bir gün beni terk edersen,

              Ben de seninle gelebilir miyim?” diye kereste iÅŸi bir soru sorulmaktaydı. Sermet bey, burun kıvırıp, “idraksizler” diye düÅŸünecek oldu, fakat onun maÄŸrurluÄŸunu bağışlamayan ölüm meleÄŸi Azrail, rabbin izniyle, anında, diplomatın canını bedeninden ayırdı. Sermet bey ölmüÅŸ, ancak canı bedenini, ÅŸöyle ya da böyle izleme kararı vermiÅŸti, aynen kazma sürücünün arabasına astığı mısralarda olduÄŸu gibi. Bedeni, yaÅŸlı bir çam gibi gürüldeyerek otobüsün zeminine devrilmiÅŸti. Hanım yolcular dehÅŸetle baÄŸrıştılar. Sürücü acı bir fren yaptı; yardımcı ÅŸoför ve biletçi de koÅŸup, cansız bedeni yerden kaldırmaya azmettiler. Yardıma koÅŸan hayır sahiplerinin gayretiyle, ruhsuz beden, otobüsün en arkasındaki sedir gibi uzun oturaÄŸa taşındı. Beden yaşıyordu, yani kan dolaşımı ve solunum durmamıştı; ama, hareketsizdi, düÅŸüncesizdi, özetle ruhsuzdu. Bu beden gerçek bir ceset kadar uyarıcılara sağırdı. Bir anlamda vücut sıcaklığı bulunan bu ceset, canlı fakat ölü misali iÅŸlevsiz kalmıştı. Gözleri tavana çakılı, yüzünde çarpık bir tebessümle öylece yatıp kalmış... Bedeninde solunum ve sıcaklık mevcut bu varlığı kendi ruhu, Sermet bin Veli de seyrediyordu. Demek ki, Sermet bey de kendi cesedini seyredenler arasındaydı ve duyduÄŸu dehÅŸetten titriyor, manevi diÅŸleri takırdıyor, manevi kemikleri zangırdıyordu. Ancak husule getirdiÄŸi titreÅŸimi insanlar algılayamıyorlardı. Daha doÄŸrusu farklı algılıyorlardı diyelim. Bir ara, telaÅŸla ayağına bastığı bir hanım, Sermet bey'in ÅŸaÅŸkın bakışları altında, “ah göÄŸsüm” diye inledi, ta ki Sermet bey, ayağını kadıncağızın ayağının üstünden çekinceye dek. Sermet bey bu kez, etsiz ve kansız ruh parmağını, kadının gözüne soktu. O da ne? Kadın bu kez arkasını tutarak irkildi; sanki siyasetçi bir baÅŸ yahut bir kelle, onu elle taciz etmiÅŸ gibi....

     Sermet bin Veli'nin bedensiz ruhu bu kez, yeni bir denemeye giriÅŸti: Kalabalığı oluÅŸturan insan bedenlerini ve otobüsün demir oturaklarını delip geçerek sürücü bölümüne ulaÅŸtı. Kontakt anahtarını çevirerek, gaz verdi otobüse. Bu da nesi? Arabanın silecekleri çalışıp, kornası çalmaya baÅŸlamasın mı? Üstelik lanet korna takılı kalmış, habire ötüp duruyordu. Sürücü ile yamağı, sövgülerle otobüsten inip, takılan düdük sesini kestiler. Kahramanımızın ruhu böylece, kendi bedeninden ayrılmakla, kendine has etkileme biçimini kaybettiÄŸini, etkileme tarzının farklılaÅŸtığını anladı. Kafasından ÅŸunları geçirdi:

     Bir, ruhu bedeninden ayrılmıştı,

     Ä°ki, ruhu ve bedeni ayrı ayrı, yaÅŸamaya devam ediyorlardı.

     Ayrıca, ruhu, etki biçimini deÄŸiÅŸtirmiÅŸ, ama etkisizleÅŸmemiÅŸti. Bu durumda, araçtan inmesinin ve yaÅŸayan bedenini terk etmesinin isabetli olacağını düÅŸünmekte gecikmedi.

     Çünkü emindi ki, yolculardan birinin kulağına, “bana yardım et” diye fısıldasa, adamcağız koÅŸa koÅŸa gider, bir ÅŸiÅŸe maden suyu alıp, ani bastıran mide sancısını gidermeye çalışırdı. Sermet bey'in ruhu, otobüsten inip, ters yönde giden bir taksiye sızdı, arka koltuktaki üç müÅŸterinin arasına sıkıştı. MüÅŸterilerden birisi kadındı ve anında,”aaa, otomobil geniÅŸledi” diye haykırdı. Sermet, kadının babası olduÄŸunu tahmin ettiÄŸi, sağındaki yaÅŸlı adamın dizine kuruldu bu yüzden. YaÅŸlı adam da, anında rahatlayıp, uyuklamaya baÅŸlamıştı; üstünden bir yük kalkmışçasına...Yine de ortalıkta buz gibi bir hava esmeye  baÅŸlamıştı. Taşıttaki üç yolcu, oÄŸullarına kız istemeye giden yaÅŸlı insanlardı: OÄŸlanın anası, büyükbabası ve büyük dayısı. Ruh onların sağına soluna çarptıkça, kısa süreli ama yüksek horlama sesleriyle bezeli uykulara dalıp gidiyorlar, önde ÅŸoförün yanında oturan bir delikanlının ensesine ÅŸaplak atıyorlardı. Gencin hiddet ve utançtan yüzü kızarmıştı, ama aÄŸzını bile açamıyordu. Büyükleri de utanç içerisindeydiler, fakat aynı zamanda densizliklerine devam ederek... Ruhun bindiÄŸi takside bunlar cereyan ederken, otobüsteki canlı cesedin kimliÄŸi, cebinden çıkan tanıtım kartı sayesinde tespit edilmiÅŸti. Öldü kabul edilen bu kiÅŸi doÄŸal olarak polis marifetiyle, çoktan, elçiliÄŸe gönderilmiÅŸti bile. Ruh ise, kilometrelerce mesafeyi maneviyatıyla aÅŸarak, geride bıraktığı bedenin başına neler geldiÄŸini izleyebilmiÅŸti, hem de kendisinin bile ÅŸaşırdığı bir netlikle. Sermet bey'in ruhu tarafından terkedildikten sonra bile soÄŸumayan ve solmayan cansız beden, elçilikteki ÅŸarkvari sedirlerden birisine uzatılarak, dileyenlerin aÄŸlamasına ve ağıt yakmalara açılmıştı. Gözyaşı dökenlerin başında ÅŸüphesiz, aile bireyleri geliyordu Sermet bey'in. Yine de ondan arta kalan varlığı bir ölü saymak olanaksızdı. Kış uykusuna yattığı varsayılabilirdi belki....Ancak,”kış uykusu” deyimini insanlar çok cimri kullanırlar. Düpedüz kış uykusuna yatan ayı dayılarımızın bu özellikleri bilinse de, bilinmez gibi yapılmamış mıdır zaten? Sermet bey biyolojik terimlerle soyuna bir leke sürülmemesi ve ilerde torunlarına, “bu herifin dedesi kış uykusuna yatmıştı” diye hakaretler yaÄŸdırılmaması için hemen kendini toparlayıverdi. Ani bir atakla elçilikteki konutuna uçtu. Sonunda bedeniyle buluÅŸmuÅŸ ve gülerek yattığı yerden doÄŸrularak sevdiklerine sarılmıştı.

     BU MACERANIN SONU

     Hikayesinin son bölümünde babası -babasının sanal olmayan aslı- Uryel'i kucakladı:

     - “Velilerin bedenlerine dönüÅŸleri bizlerin kavuÅŸmasına benzemez ama sonuçta annen ve kardeÅŸlerin de seninle kucaklaşıp yeniden buluÅŸacaklar evladım”

     Uryel, sanal olmayan gerçek ailesiyle buluÅŸurken, ne yazık ki çocukluÄŸunun geçtiÄŸi evi kaybettiklerini kavradı. Üstelik sadece yarım güncük bir zaman zarfında. YaÅŸadığı acının tuhaflığını ancak evleri yananlar yahut büyük bir depremde kaybolanlar bilebilirdi. Tuhafistan'da mahallesi ilahi adalet yüzünden çöküp giden beÅŸ yaşındaki bir çocuÄŸu cuntacılar iÅŸkence odasına attırmamışlar mıydı?

     Babası habire anlatıyordu:

     -“Yeni evimizin salonunu pek seveceksin. Pazar günlerinin sabah çayında ufuk, Oklahoma'nın ince dumanlarıyla bezenecek. Işıklar ve gölgeler olanca ihtiÅŸamıyla pencerelerimizde olacak senin anlayacağın!..”

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 25-04-2007 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
123916568 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net