|
|
|
|
|
|
Duyurular |
AKIL IÇIN YOL BIRDIR
(THERE IS but ONE WAY for REASON) (linkleri SAG TIKLAYIN lütfen)
Sn.Soner YALÇIN'dan dikkate deÄŸer bir yazı: Edebiyatla AhmaklaÅŸtırma https://www.sozcu.com.tr/ 2021/yazarlar/soner-yalcin /edebiyatla-ahmaklastirma -6335565/
Önerdigimiz sayfalar: M. SAID ÇEKMEG?L anisina
|
|
|
|
Anasayfa
|
Yazar Necmettin EVCÄ°
|
30-11-2006 |
NAYLONDAN KÄ°MLÄ°KLER Necmettin EVCÄ° Ä°zah edilebilir, sahici kimliklerin mi sahibiyiz? Yoksa; siyasi hesaplar, hesaplaÅŸmalar içinde kimlik yanılsaması mı yaÅŸandı, yaÅŸanıyor? KimliÄŸimizi korumak, deÄŸiÅŸime kapalı olmayı mı gerekli kılar? YaÅŸanan geliÅŸmeler bu ve benzer soruları düÅŸünce gündeminin tam orta yerine getirip bırakınca kimlik üzerine genel bir ayrıştırma yapmak kaçınılmaz oldu. 28 Åžubat’ın soÄŸuk, sıkıntılı, sarsıntılı günlerini yaşıyorduk. AraÅŸtırma görevlisi ve akademisyenlerden oluÅŸan bir grubun periyodik sohbet toplantılarına konuÅŸmacı olarak davet edilmiÅŸtim. Bu dostlara ne anlatabilirim diye düÅŸündüm. DoÄŸrusu her darbeden sonra insanımızda ciddi kimlik kayması, çatlaması, olmuÅŸtur. Ödenen bedeller yanında içe kritik bakışlarla kendimizi gözden geçirmek bakımından bu kimlik tartışmaları, aidiyet ve istikametimizi yeniden sorgulamayı baÅŸlatması yönüyle faydasız olmuÅŸ da deÄŸildir. Son tahlilde kendimizi kaygan, kırılgan hatta savunduÄŸumuzu sandığımız deÄŸerlere çeliÅŸik zeminlerde inÅŸa etmeye çalıştığımızı anlamışızdır örneÄŸin. Darbe ortamları bir yanıyla rahat düÅŸünme alanlarımızı daraltırken diÄŸer yanıyla da düÅŸünsel arayışları hızlandırmış, çeÅŸitlendirmiÅŸtir. Bu dar alanın eleÅŸtirel tecrübesiyle bile ulusal kimliÄŸimizi bulmaya çalışırken; yapay ideolojik ayırımların, yapay yapılanmanın ölümcül anaforu dışında kalma gerekliliÄŸi gün gibi ortaya çıkmıştır. Bunlara ilaveten beni konuk eden araÅŸtırmacı dostlarla ‘ulusal kimliÄŸimiz’ üzerine düÅŸüncelerimi paylaÅŸmayı tasarlamıştım
. ‘Gün Uzar Yüzyıl Olur’ romanında Aytmatov’un Colaman’ın yitik bilincinden hareketle, kimliÄŸimizi bulacaksak mutlaka tarihten gelen ortak bilgi, bilinç ve deÄŸerler dizgemizi yeni zamanların gerçekliÄŸi ile sentezlememiz gerektiÄŸine vurgu yaptım. Ulusal kimlik, üyesi olduÄŸumuz sosyal grup, mensubu bulunduÄŸumuz düÅŸünce sistemi ne kadar farklı olursa olsun her toplumsal katmanı kuÅŸatan, kucaklayan, içine alan ortak niteliklerimizi içerir. Bu nitelikler her bireyi daha doÄŸar doÄŸmaz etki sürecine alarak kültür kodları ve motifleriyle toplumsal benliÄŸimizin genetiÄŸini oluÅŸturur. Yani çokluk kendi özel çabamız, tecrübemiz sonunda elde edilmezler. Ulusal kimliklerle birlikte ortak ulusal deÄŸer, simge ve idealler de kendiliÄŸinden oluÅŸuverir. Bağımsızlık, vatan, bayrak hatta devlet gibi bu ortak unsurlar herkesindir. Bilinçli bir aidiyet olarak tercih edilmedikleri takdirde, ayırıcı unsur olarak kimsenin deÄŸildir ya da. Öyleyse aynı ulusun üyeleri olarak bu deÄŸer ve sembollere baÄŸlılıklarımızı öne çıkararak ayrıca bir kimlik tanımı yapılamaz, yapılmamalı. Milletin (toplumun, klanın veya aÅŸiretin) ortak paydası olan deÄŸer veya simgelerin ayırıcı vasıf olarak öne çıkarılmasının sebeplerinden biri de ne yazık ki ÅŸahsi çabalar sonucu belli, özgün bir deÄŸer üretilememesidir. Hiç kimsenin reddedemeyeceÄŸi ÅŸekilde ve ÅŸekilcilikle, sığlığı belirgin olan içerik derinleÅŸtirilemez. Dahası samimi düÅŸünsel çabalarla içinde bulunduÄŸumuz toplumsal çöküntüye çözüm ve çıkış arama çabalarının önü toplumun kimi kutsallarına dayanarak kesilmek isteniyorsa orada art niyetli hesaplar kutsal olanlarla perdeleniyor demektir. Kutsal; cehaletin, vandallığın, geri kalmışlığın sığınağı oluyorsa orada din de dâhil olmak üzere kutsalın istismarı var demektir. Orada kutsal, ekonomik ve siyasal rant hesaplarının basit malzemesi durumuna düÅŸmüÅŸtür/ düÅŸürülmüÅŸtür. Tenvir olmuÅŸ ve kendi varoluÅŸ güzergâhından sapmayan hiçbir toplum böyle bayağı ÅŸeylere ne tevessül eder ne ihtiyaç duyar. Buna ihtiyaç duyanlar kutsalın anlam ağırlığını hafifletenler sıradanlaÅŸtıranlardır. Çünkü uÄŸrunda ölünecek olanla olur olmaz yerde olur olmaz zamanda gevezelik konusu yapılanlar birbirine karıştırılmamalıdır. Karışıklığın ve karıştırmanın ayrımında olmamak toplumsal çözülmenin hatta çürümenin alameti sayılabilir. Bu negatif tutum ortak deÄŸerlerimizi ideolojikleÅŸtirerek birbirimizi ‘öteki’leÅŸtirme sakıncasını içermekle kalmaz, reaksiyoner davranışlar sonucu tehlikeli çatışmalara da zemin hazırlar. Hayır, saÄŸcısı da solcusu da bu memleketin evlatlarıdır. Hepimiz ortak bir kaderi yaÅŸamaktayız. Bir baÅŸka söyleyiÅŸle tüm ayrılıklarımıza karşın kaderimiz hepimizi aynı mecburiyetlere zorlamakta, sürüklemektedir. Biri diÄŸerinden az ya da çok vatanperver deÄŸildir. Kaldı ki bu kimliklerin pratikte birbirlerinden çok da farkları yoktur. Auguste Comte pozitivizmiyle tanımlanan ulusal kimlik bir Cumhuriyet projesi olarak tepeden inmecilikle, zorlamalarla (topluma tek tip deli gömleÄŸi gibi giydirilerek) uygulanmaya çalışıldı. Merkeze baÄŸlı saÄŸ, merkeze baÄŸlı sol hatta Ä°slamcı kimlikler, esasen tek rengin deÄŸiÅŸik tonları gibiydiler. Tedip süresince devletten topluma yayılan tahammülsüzlük giderek toplumun kendi arasında birbirlerinin farklılığına duyulan nefrete dönüÅŸtü. DeÄŸil mi ki, bizi bulan bir felaket saÄŸcımızı solcumuzu ayırmıyordu. Tepemizde patlayan bir bomba saÄŸcıya ayrı solcuya ayrı tahribat yapmayacaktı. Ya da enflasyonun etkisi ÅŸu kesim için farklı bu kesim için daha farklı oranlarda olmayacaktı. Yani aynı dili konuÅŸan, aynı sokakları yürüyen, aynı otobüslere binen, alışveriÅŸ yaptıkları marketleri aynı olan, kısacası hayatın pratik realitelerini birlikte yaÅŸayan; esasen gerçek sevinçleri gerçek hüzünleri birlikte paylaÅŸan insanlar nasıl olup da politik farklılıklarla kamplaşıyor, cepheleÅŸiyor (bu askeri terim bir dönem maalesef siyasi, kültürel bir terim olarak da kullanılmıştır) dahası düÅŸman kardeÅŸler oluyordu? 60’lardan 80’e kadar bu kanlı oyunda binlerce çiçek ömrünün baharında soldu, kurudu. Bu talihsiz geçen yılların tarihi, bir neslin absürd kamplaÅŸmalarla yitirildiÄŸinin anaların gözyaşının, dul kalan kadınların, öksüz kalan çocukların tarihidir. Vatan kurtarılacaktı! Bunun için kahraman vatan evlatları ‘öteki’ taraftaki düÅŸman (olan) vatan evlatlarını göz kırpmadan öldürmeliydi. YaÄŸmurlar yaÄŸmasa da sokaklar ıslaktı. KonuÅŸmamda bu tarz ayrımların tehlikeli, yapay ayrımlar olduÄŸu, kimliÄŸimizi ifade edecek tarihsel kökleri, sosyal hatta kiÅŸisel nitelikleri bulunmadığı ekseninde yoÄŸunlaÅŸtım. Hemen söyleyeyim pek memnun kalmadılar, hatta baÅŸkan konumundaki kiÅŸi ne dediÄŸimin belli olmadığı ÅŸeklinde banal bir tepki verdi. Ona göre net deÄŸildim. Çizgim, duruÅŸum belli deÄŸildi. Kafam çok karışıktı. MeÄŸer benden milliyetçi söylemi (nasıl bir söylemse) baskın olan bir konuÅŸma bekleniyormuÅŸ. Üstat Cemil Meriç yalnızlığıyla oradan ayrılmıştım. Mealen ‘Milli deÄŸerlerimiz üzerine konuÅŸtuÄŸumda sen saÄŸcısın, diyalektik çözümleme yaptığımda solcusun diye dışlanıyorum. Kimseye yaranamadım’ diye bir sözü kalmış aklımda. Payıma oradaki sözde aydın insanlar adına yazıklanma dolu üzüntüler düÅŸtü. Kendi ironik trajedimiz kuÅŸatıyor yine her yanımı. On yılda her savaÅŸtan açık alınla çıkıp, on yılda her yaÅŸtan onbeÅŸ milyon genç yaratan bu ulusun seçkin, elit olması beklenen münevver evlatları bile duracakları yeri düÅŸünerek belirleyemiyorlar. Var olacağımız yeri düÅŸünerek belirleme yerine, bizim için belirlenmiÅŸ yerde düÅŸünmeye çalışıyoruz. Orada bizden baÅŸkalarını da buluyoruz, kendimizi bir takım içinde buluyoruz. Böylece düÅŸünsel arayış ve duruÅŸumuzda akımların deÄŸil takımların etkisi oluyor. DüÅŸünsel konumum itibariyle tapulu bir yerim olmadı. Aklımın karışık olması belki de bilinen anlamıyla yerimin neresi olduÄŸunu aramamdan da kaynaklanıyor. Bana gösterilen yer, benim için hazırlanmış, düzenlenmiÅŸ yer gerçek anlamda benim olan, benim durmam gereken yer midir? AB Müzakerelerinin resmen baÅŸladığı üç Ekim’le birlikte öteden beri zaman zaman yoÄŸunlaÅŸarak sürdürülen ‘kimlik’ eksenli tartışma bundan böyle daha yoÄŸun yapılacaÄŸa benziyor. Ben asıl bu ve benzer vesilelerle gündeme gelen/getirilen tartışmaların ne ölçüde samimi ne ölçüde politik veya iktidar hesaplarıyla yapıldığını merak ediyorum doÄŸrusu. Merak ediyorum çünkü hadiseler karşısında konumlarını tekrar belirleyenler (mevzilenenler mi demeliydim?) yıllardır piyasada tamamen tersi söylemlerin yılmaz savunucuları rolüyle göründüler. Dün kanlı bıçaklı olanlar bugün can ciÄŸer kuzu sarması olup sözde Kuvay-ı Milliye hareketi oluÅŸturuyorlar. Ä°nsan sormadan edemiyor; yıllardır saÄŸda ve solda vuruÅŸanların ne oldu da bir anda söylemleri, eylemleri deÄŸiÅŸiverdi? DoÄŸrusunu isterseniz bana tuhaf gelen bu tarz oluÅŸumların bir ÅŸekilde Müslüman ve mütedeyyin toplumsal vasatı hedef almasıdır. Kimi odaklar birbirinden ne kadar farklı ve ayrı da görünseler kitlesel Ä°slami hassasiyetin siyasal, sosyal güce dönüÅŸerek ülke yönetiminde söz sahibi olması karşısında birlikte tutum alıyor ya da aldırılıyorlar demek ki. Ä°çinde birçok kuÅŸku barındıran bu son kanaatimiz önceki sözlerimizle çeliÅŸki arz etmiyor mu? Ä°lk bakışta öyle sanılabilir. DoÄŸrudur, ben yapay yapılanma ve ayrımlardan yana olmadığımı ifade ettim. Hatta ulusal kimliklerle bireysel kimlik alanlarının birbirine karışmaması gerektiÄŸini savunuyorum. Yani ulusal kimlik gerekçeleriyle bireysel bakış ve duruÅŸumuz bozulamaz. Biri diÄŸerinin yerine ikame edilemez. Kategorileri, mahiyetleri, kapsama ve ifade alanları farklıdır. Ulusal kimlik farklı yanlarımızı deÄŸil ortak yanlarımızı ifade eder. Bu baÄŸlamda gerektiÄŸinde bireysel kimliÄŸimizden ödün verilebilir. Bireysel kimlik ise ortak yanlarımızdan daha çok ve daha önce ayrı yanlarımızla, özellikle de farklı düÅŸünsel yanlarımızla elde edilir. Ulusal kimlik bireysel farklılıkları yok etme enstrümanı deÄŸildir. Olamaz. En büyük yanılsama ve yanlışlık burada baÅŸlıyor. Ulusal kimlik motiflerine yaslanarak ve gerekçe gösterilerek ÅŸahsi tutumlar, ÅŸahsi kimlikler bastırılmak, sindirilmek istenmiÅŸtir. Sonuçta kiÅŸiliÄŸi sindirilmiÅŸ, silikleÅŸtirilmiÅŸ insan kalabalığı ortaya çıkıyor. Bu kalabalık anlaşılabilir bir üst kimlik bilinci ve ideali inÅŸa etmede de yetersiz kalacaktır. O nedene ‘birlik’ düÅŸüncesi yerine ‘bütünlük’ kavramı etrafında duyarlığımı geliÅŸtiriyorum. Birlik kavramı ile biz herkesin tek tipleÅŸme modelini hayata geçirmiÅŸizdir. Bu yaklaşım herkesi aynı kalıba dökmek isteyen resmi otoritenin de iÅŸine gelmiÅŸtir. Ulusu hayatın her alanında homojen yapı arz eden monotik bir kütle olarak düÅŸünenler birlik düÅŸüncesinin savunucusu olmuÅŸlardır. Farklı sesler ve farklı düÅŸünceler milletin birliÄŸi esasına dayanarak her defasında boÄŸulmuÅŸtur. O nedenle de bu toplum düÅŸünsel geliÅŸimini tamamlayamamakla kalmamış ayrıca dengesiz düÅŸünme ve tepki biçimlerinin sahibi olmuÅŸtur. Bu toplum hasta edilmiÅŸtir. SaÄŸlıksız bir süreç içinde ayrışanlar hastalıklı bir yapıyla birleÅŸemezler. Bu benim itibar edeceÄŸim bir deÄŸiÅŸim deÄŸildir. Önce kalplerin deÄŸiÅŸmesi gerekir. DeÄŸiÅŸen kalplerin buluÅŸmasını düÅŸünmek bile bana heyecan veriyor. O zaman bize tayin edilen yerde baÅŸkalarıyla birlikte olma mecburiyetinde kalmayacağız ama kalbimizin götürdüÄŸü yerde baÅŸkalarını da bulacağız. YüreÄŸimiz ülkemiz kadar geniÅŸ. DeÄŸiÅŸim hayatın ve var olmanın dinamiÄŸidir. Diri kalmak için sürekli deÄŸiÅŸen dünyanın yeni unsurlarını kavramak ve ona göre tutum almak gerektiÄŸine inanıyorum. Yeni olay ve oluÅŸlarla kendimizi birdenbire tam içinde bulduÄŸumuz deÄŸiÅŸim süreçlerinin gerektirdiÄŸi ölçüde duruÅŸ belirlememiz sadece doÄŸal deÄŸil elzem bir davranıştır. ‘Kimlikler statik deÄŸil, dinamik bir yapıya sahiptirler.’ (1) Kimlik sahibi olmak deÄŸiÅŸime direnmeyi gerektirmez. Bu fiiliyatta zaten mümkün olmamıştır. Hadiseyi doÄŸru anlamalı, ortaya doÄŸru koymalıdır. Bu konuda da müthiÅŸ yanılsamalar gözlenmektedir. Derinlemesine irdelenmediÄŸi zaman ortada bir kavramdır deÄŸiÅŸim. Köklü deÄŸiÅŸimler iç evrenimizin yeniden yapılanmasıyla mümkün olur. O nedenle kalplerin dönüÅŸümüne önemseyen vurgular yaptım. Algı tarzı ve deÄŸerlendirme ölçüsü deÄŸiÅŸmedikten sonra her türlü deÄŸiÅŸim ÅŸekilde ve yüzeysel kalmak durumundadır. Günlük hayatta sözünü ettiÄŸimiz deÄŸiÅŸim daha çok bu türden olanlardır. Bu anlamda zaten her ÅŸey deÄŸiÅŸmektedir. Aynı kalan öz her geçen gün farklı görünümlerle karşımıza çıkar. Bu çeÅŸitlilik, bu evrim hayatın, dünyanın doÄŸasında vardır. Tüm deÄŸiÅŸkenlerin arkasında ve gerisinde deÄŸiÅŸmez cevher nedir, hangisidir? Ä°ÅŸte bu da ayrı bir konu. Bir realite olarak insanı çevreleyen hayatın yeni icaplarına karşı koymak imkânsız ölçüde zorlaÅŸmaktadır. DeÄŸiÅŸmemek, deÄŸiÅŸime direnmek yozlaÅŸmayı, akıl ve algı körlüÄŸüyle sonuçlanacak anakroniki getirir. DeÄŸiÅŸtirme gücü ve imkânı olanlar deÄŸiÅŸme kabiliyeti olanlardır diye düÅŸünüyorum. Tarih bir anlamda deÄŸiÅŸimler silsilesi deÄŸil midir? Yıllar boyu deÄŸiÅŸime direnen üstelik toplumun deÄŸiÅŸmesini de engelleyen statik ve statükocu kafaların yeni durumu tartışacak donanım ve yetkinlikte olmadıklarını düÅŸünüyorum. Onların ÅŸimdiye kadar ne sahih kimlikleri oldu ne de kim olduklarına dair ciddi kaygıları. Bir ÅŸekilde iktidar erkine sahip olarak ya da stratejik hesaplarla kendileri için öngörülen aidiyetleri ölümüne üstlenerek bir yandan uzun sürmüÅŸ erginliklerinin şımarık benliklerini doyurdular bir yandan da görevlerini ifa etmenin kahramansı rahatlayışının tadını çıkardılar. Hiçbir zaman özgün bakış ve duruÅŸ sahibi olamayanların sentetik kimlikleriyle topluma verecekleri bir ÅŸey kalmamıştır. Evhamlar büyüterek, korku tacirliÄŸi yaparak sürdürdükleri tehlikeli ‘var kalma’ oyununa son verip çok sevdiÄŸi ülkeleri için düÅŸünmeye, yeni açılımlar için biraz da akıl teri akıtmaya baÅŸlamak gerekmektedir. Bu tiplerin geçmiÅŸte ülkenin kurtuluÅŸu için birbirlerini karşılıklı göz kırpmadan öldürdükleri hatırlanırsa bizim önerimizin önemsiz kolaylıkta olduÄŸu anlaşılacaktır: DüÅŸünme ve bilgilenme hamlesi baÅŸlatmak!.. Böylelikle var kalma mücadelesi var olma amacına dönüÅŸecektir. Tarihsel, kültürel geliÅŸmeler her türlü siyasal ve stratejik kurgulardan daha güçlüdür. Esasen geliÅŸmeler karşısındaki umarsız ya da panik ölçüsüne varan reaksiyonlarımızın nedensel arka planında yeterli tarih bilincine ve bilgisine sahip olmadığımız hemen açığa çıkmaktadır. Tarihsel seyrin hangi istikamette olacağı ancak önceden kestirmeyle tahmin edilebilir. Sadece tahmin. Ama ÅŸu da bilinmelidir ki esasen tarihte gerçek anlamda tamamlanmış süreçler yoktur. Biz dünü bu günün bakış açısıyla görüp deÄŸerlendirmekteyiz. Ayrıca bu gün esasen dünün bir uzantısı ve sonucu olarak yaÅŸanmaktadır. Yalnızca düne ve Henri Lefebure’ın dediÄŸi gibi yalnızca ÅŸimdiki zamana tutunmaktan daha kötü bir soyutlama olamaz. Tarih tüm gayret ve önlemlere raÄŸmen müthiÅŸ sürprizler, müthiÅŸ talihsizlikler veya ÅŸanslar sunma ustasıdır. Elbette uzun uzadıya tarih felsefesi yapmayacağım ama eÄŸer ÅŸu saptamayı göz ardı edersek zamanın akışı içinde ana istikametimizi belirleyen en önemli unsur olarak algılanabilecek kimlik sorunumuza da saÄŸlıklı olarak yaklaÅŸamayız kanaatindeyim. Çünkü kimlikler dünden koparılmış bir ÅŸimdiki zaman içinde bireysel, sosyal iliÅŸkiler toplamı ile kazanılmaz sadece. Her türlü insan iliÅŸkilerinin kimliÄŸin oluÅŸumuna etki eden unsurlar olması yanında tarihsel, kültürel baÄŸlantılar çok önemlidir. Uzun zamanlar içinde edinilen kültürel mahiyet toplumsal kimliÄŸin düzlemini oluÅŸturur. Bireysel anlamda kimlik ve kiÅŸiliÄŸimiz (bunlara baÄŸlı olarak reflekslerimiz) oluÅŸurken hep bu baÄŸlamdan hareket ederiz. Ama bir yandan da kimliÄŸini bulan insan yönünü geleceÄŸe dönmek durumundadır. Çünkü yaÅŸam içinde coÅŸkusunu yitirmeden var olma ve yarınlara yürüme iddiasında olanlar için kimlik çok önemlidir. Bir bakıma insanın kendisine saygısı, toplumun ona izafe edeceÄŸi karakter özellikler, topluma katılırken doÄŸallıkla öne çıkacak bireysel nitelikler, haysiyet, ÅŸeref, göreceÄŸi itibar ya da kınanma hep kimliÄŸi sebebiyle olacaktır. Tam da bu noktada kimileri tarihi; kurdukları gelecek tasavvuru önünde bir engel gördüklerinden onu yok saymakla sorunu çözeceklerini sanmaktadır. Ortaya toplumun gerçekliÄŸinden yoksun, çoÄŸu zaman savruk, deÄŸerleri hafifseyen, ütopik, ideolojik söylemler çıkmaktadır. Bu yaklaşıma göre toplum tepeden tırnaÄŸa deÄŸiÅŸmelidir. Bu deÄŸiÅŸim talebi ya da dayatmasının arkasında ideolojik öç alma duygusu ve tutumu vardır. Esasen ortak tarihsel tecrübe onların ideolojik amaçlarına uygun imkân vermediÄŸinden bu yol seçilmektedir. Ne çare ki burada, bu ülkede yaÅŸamakta ve buranın dilini konuÅŸmaktadırlar. Yani reddettikleri tarihin kucağında yaÅŸamakta fakat zorunlu bir gereksinim olarak (hadi diyalektik zorunluluk olarak diyelim) baÅŸka tarihlere, yabancı kiÅŸiliklere dayanmakta bir özdeÅŸleÅŸmeye gitmektedirler. Bu tipler ne kadar sahici kimlik sahibi olabilir? Kök paradigmalarını hep dışarıda arayan hareketler ruhsal ve zihinsel zafiyetin göstergesi olmalıdır. Ä°ttihat ve Terakkinin ardından Cumhuriyetle keskin resmi politikaya dönüÅŸen batılılaÅŸma (daha doÄŸrusu batılılaÅŸtırma) hareketiyle yeni bir ulus yeni bir kimlik inÅŸa etme çabasıyla yapılan ölümcül yanlışlık da buydu. Sanıldı ki yasal yasaklamalarla yeni bir kimlik oluÅŸacak. Oysa yasalar toplumsal meÅŸruiyetleri ölçüsünde iÅŸlerlik kazanırlar. Halkın tarihinden, kültüründen kopuk resmi ideolojinin seçkinci, militarist programları tüm çabalara raÄŸmen tutmadı. Batılı deÄŸerleri öncelikle aydınımız içselleÅŸtirmiÅŸ deÄŸildi. BatılılaÅŸma hareketiyle onlar için önemli olan Anadolu insanının dinine, manevi deÄŸerlerine saldırmaktı. Üstelik halkçıydılar. Halk adına ve halk için halkın deÄŸerlerini ortadan kaldırmak!.. Ne trajikomik bir fenomen. (2) Ä°deolojiler kültürle ve halkla barışık olamıyorlarsa bu onların inançlar ve yüzyıllar boyu damıtıla damıtıla oluÅŸan tarih bilincine, birikimine dayanmadıkları sebebiyledir. Ä°deolojik zorlamalarla dayatılmak istenen kimlikler deÄŸiÅŸmeyi deÄŸil deÄŸiÅŸtirmeyi amaçladıklarından içselleÅŸtirilemeyen, mecburiyetten ve emaneten taşınan kimlikler ortaya çıktı. Emanet ve ödünçtü. Bravdel, her kültür devriminin kendinden öncekini yıktığı bilinen gerçeÄŸini ifade ettikten hemen sonra ekler; ‘Ancak yıkacağı ÅŸey vitrindir, toplum aynı kalır, direnir.’ (3) Sürekli deÄŸiÅŸen yaÅŸam statükocu düÅŸünceyi fazlasıyla rahatsız eder. Varlığını mevcut yapının iÅŸleyiÅŸiyle sürdürenler için her bir deÄŸiÅŸim yaÅŸamsal ölçüde ve önemde baÄŸlandıkları yapının yok olacağı anlamına gelir. O yapıyla kendileri de yok olacaklarından güçlü bir bencillikle direniÅŸe geçerler. Yeni olan her ÅŸeye tahammül edemeyiÅŸleri refleks olarak onları tarihsel tutuculuÄŸa iter. Yeniye direnmelerinin en meÅŸru dayanağı tarihe sığınmaktır. Tarih onlar için yeniliklere imkân vermeyen bir süreçtir ve tarih sadece onlarındır, onların anladığı gibidir. Bu yaklaşım tarihsel akışı kendi mantıksal kapalılığı içinde dondurmakta, durdurmaktadır. Tarih bitmiÅŸ bir süreç olarak algılanır. Tarih tarihle tıkanmaya çalışılır bir bakıma. Gündelik realitelere direnmek adına tarihi zapturapt altına alma çabası da bir koÅŸullanmayı beraberinde getirdiÄŸinden ideolojik karakter içerir. Dikkat edilirse bu fenomende günü anlamak, anlamlı kılmak için bir çaba gözlenmez. Åžimdinin zorlu koÅŸullarında kendimizi tanımak ve tanımlamak yerine geçmiÅŸin yaldızlı hayaliyle avunma yolu seçilmektedir. Tarihe yönelen herkes ve her durum için geçerli deÄŸildir elbette bu söylenenler. Sonuç itibariyle gelecek tasavvurundan koparılmış tarih algısı ile gerçek tarihi süreçten yoksun gelecek düÅŸüncesi arasına sıkışıp kalarak elde edeceÄŸimiz sahici, tutarlı bir kimlik yoktur. Bu kimlikler bizi tam manasıyla izah edemediklerinden, içselleÅŸtirilemezler. En ufak toplumsal kırılmalarla çarçabuk deÄŸiÅŸiverirler. Bu tip kazanılmamış, gerçeklikten yoksun kimlikler her türlü yönlendirmelere açık kimliklerdir. Pratikte hiçbir hükmü yoktur. Bu tür kimlikler sıklıkla kaybolan, kaybedilen kimliklerdir. Çünkü akli, ilmi, düÅŸünsel temelleri yoktur ya da çok zayıftır. Bu kimlikler yakaya rozet gibi, kokart gibi takılabilir. Belli bir grup ya da düzen içinde size verilen görevleri, statüyü, rolü de içerebilir. Ama kendi düÅŸünsel gücünüzle yaÅŸama ve dünyaya bakışınızı ifade eden ayırıcı niteliklerinizi belirtme açısından hükümsüzdür. Hani gazetelerde “KimliÄŸimi kaybettim. Hükümsüzdür.” Åžeklinde ilanlar vardır. Böyle bir ilan vermek için kaybetmek gerekmez. Gerçek anlamda zaten hükmü yoktur!.. Kimlik üzerine sürdürülen tartışmaların artması sosyal, siyasal, kültürel alanda bir kimlik arayışı yaÅŸadığımız sebebiyledir de. Bireysel ve toplumsal anlamda varoluÅŸumuzun ehemmiyetini ciddi manada keÅŸfetmeye baÅŸlamamızın ardından kendimizi bilme, kurma çabamız kimlik sahibi olmamızın yaÅŸamsal gerekliliÄŸini ortaya çıkardı. Biz kimiz sorusuna vereceÄŸimiz cevap; dünya görüÅŸümüzü, yaÅŸama bakışımızı içerecek tarzda duruÅŸumuzu diÄŸer kimliklerden ayırt edici özellikleriyle izahtan yoksunsa sahici kimliklerimiz kâmil manada oluÅŸmamış, oturuÅŸmamış demektir. EÄŸer ayırt edici niteliklerimizle kimlik kazanmışsak birey olarak benliÄŸimizi de inÅŸa etmiÅŸizdir. Birey olarak bizi farklı kılan özelliklerimiz ve aidiyetlerimizi kendi çabamızla mı kazandık, yoksa onları sosyal ortamımızda hazır kalıplar olarak mı bulduk? EÄŸer gerçek bireyler olarak benliÄŸimizi ve kiÅŸiliÄŸimizi inÅŸa etmiÅŸsek kazanılmış ve açıklanabilir kimliklerin sahibiyiz demektir. DoÄŸallıkla kimliÄŸimiz üzerine bir yanılsama yaÅŸama ihtimalimiz zayıftır. Oysa çoÄŸumuz varoluÅŸ iddiamızı bizim için önceden tasarlanmış ideolojik kimliklerle sürdürmekteyiz. Bir yandan birikim olarak yetersizliÄŸimiz önümüze konulan kimliklerin baÄŸlam ve ortamına düÅŸünce ve deÄŸer bazında boyut katma imkânımızı azaltırken diÄŸer yandan bizi ayrıcalıklı ve özellikli yaptığını sandığımız mevcut kültür kodlarımız ya da bireyselleÅŸtirdiÄŸimiz toplumsal reflekslerimizin hiçbir özel çaba gerektirmeyen kolaylığı iÅŸimize gelmiyor deÄŸildir. Siyasal, sosyal gündemi oluÅŸturan kimi çevreler sözüm ona ulusal kimlik, ulusal bakış ve ulusal duruÅŸumuzun kavgası adına kitlelerin heyecanını artırıcı söylemler üreterek politik kazanım elde etme hesabı içine girmiÅŸlerdir. DüÅŸünce, kültür ve siyaset alanımız insanımızın sinir uçlarına sorumsuzca dokunarak refleksleri kışkırtılmak suretiyle var olacaksa kendimizi yani kimliÄŸimizi bulma çabamız sekteye uÄŸrayacak demektir. Bu karmaÅŸayı yaklaşık iki yüz yıldır yaÅŸamaktayız. Yolunu düÅŸünerek, bilgi ve çözüm üreterek bulmak yerine heyecan dalgalarını azgınlaÅŸtırarak ortak aklın yolunu kesmeyi seçenler vahim yanlışlıklarını ‘vatan’, ‘millet’, ‘bayrak’ gibi ulusal ve hepimize ait olan deÄŸerleri hoyratça kullanarak gizleyemezler. Acaba yakın geçmiÅŸimizdeki siyasi hesaplarla yapılan yapay ayrışmanın tersten baÅŸka bir versiyonu mu sahneleniyor? Bu millete olmadık fenalığı yaptıkları gün gibi ortaya çıkanlar dünkü düÅŸmanca tavırların mı, bugünkü dostane birlikteliÄŸin mi yalan olduÄŸunu açıklamalıdırlar. ‘Birbirimizi öcü göstererek binlerce vatan evladının oluk oluk kanlarının akmasına vesile olurken ÅŸaka yapmıştık, meÄŸer bizler dostmuÅŸuz’ deme hakları ve ÅŸansları tabii ki vardır. ‘Biz bu memleketi çok sevdiÄŸimiz için geçmiÅŸte onları bir kuru ekmeÄŸe, en temel ihtiyaç maddelerine muhtaç ettik, Kuvay-ı Milliye ruhuyla bankaların hortumlanmasına ses çıkarmadık, ekonomik krizi ülkemizi çok sevdiÄŸimiz için çıkardık, bayrağımız özgürce dalgalansın diye ekonomiyi küçülttük’ deme hakları ve ÅŸansları tabii ki vardır. Ama onlar hakkındaki kanaatini ibraz etme veya muayyen bir zaman mahfuz tutma hakkı asıl bu asude milletindir. Ortak akıl, ortak duygulanım, ortak amaçlar için ulusal kimliÄŸimizi her türlü politik, palyatif çıkar hesaplarının üstünde ve dışında yeniden tartışabiliriz, tartışmalıyız. Yazı başında andığım anekdotta sözünü ettiÄŸim toplantıda öne çıkarmaya çalıştığımda memnuniyetsiz tepkilerle karşılaÅŸtığım da bu düÅŸüncelerdi. Unutmadım ve yalnız kalmıştım. Belki o arkadaÅŸlar çoktan unutmuÅŸlardır. Kim bilir belki yeni Kuvay-ı Milliyeci dava arkadaÅŸlarıyla ne kadar mutludurlar. Ne için, kime karşı? Bu yeni kimliklerinin, daha doÄŸrusu kimliklerinin bu yeni renginin de bir yalana, yanılgıya taht kurmak olduÄŸu çevresinde bir konuÅŸma yapsam o çevreler bu kez de manasız ÅŸeyler söylediÄŸim yargısına varırlar mı acaba? Yoksa yine yalnızlık mı düÅŸecek payıma? Hiç deÄŸilse kendimi yetmiÅŸ milyon kere, yetmiÅŸ milyon kadar yalnız hissediyorum. Ne kalabalık bir yalnızlık deÄŸil mi? _______________________________ (1) -Ä°lker ÇaÄŸla, “Kamusal Bir din Yaratmak/ Milliyetçilik: Simgeleri ve Törenleri”, Resmi Tarih Tartışmaları -1-, Editör: Fikret BaÅŸkaya, s.90, Özgür Üniversite Kitaplığı 53, Ankara 2005. (2) -ayrıntılı bilgi için bkz. D. Mehmet DoÄŸan, BatılılaÅŸma Ä°haneti, Beyan Yay. Ä°st.1986 (3) -Fernand Bravdel, Cumhuriyet Gazetesi, Kitap Eki, sayı 6, Kasım 1985. |
Yazar Misafir açık 2006-12-13 15:44:11 Süleyman gene her konuya maydonoz olmaya başlamış. Allah sitedekilere sabır versin! | NAYLON KİMLİKLER Mİ, GERÇEK KİMLİKLER Mİ Yazar samigoren açık 2006-12-28 17:58:59 Necmettin Evci Kardeşimizin "Naylom Kimlikler" başlıklı yazısını okudum. Tespit ve değerlendirmelerine katılıyorum. İnsanlığın (fert, toplum ve dünya insanlığı olarak) yaşadığı ana problem "kimlik bunalımı"dır. Bu sorun diğer pek çok sorunun da kaynağıdır. Pek çokları, pekçok kimlik taşıyor. Kimi zaman o kimliği, kimi zaman öbür kimliği kullanıyor. Böylelerine (Allah korusun) riyakar, yalancı, müfteri gibi sıfatlar verilir. Halbuki insan olmanın ön şartı; olduğu gibi görünmek/göründüğü gibi olmaktır. Heleki "müslüman, diğer insanların güvendiği-emin insandır; dosdoğru insandır..." Dolayısı ile Müslümanın tek bir kimliği vardır, birden fazla kimliği değil....Okuduğumuz Fatiha'da "Allahım Bizi dosdoğru yoluna (sırat-ı müstakim) eriştir" deriz. Nefsimizde muhasebe edelim; "hangi yoldayız, hangi kimliği taşıyoruz"... |
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |
Son Güncelleme ( 02-12-2006 )
|
|
|
|
|
|
Kullanıcı Girişi |
L O G I N | |
---|
|
Ziyaretçi Sayısı |
123917315 Ziyaretçi
|
|
|
|