OKUMAYI NASIL ANLAMALI?
Okumak nedir?
Niçin okumalıdır?
Okumak yorumlamak ve anlam çoÄŸaltmak mıdır?
Biz kitabı okurken kitapta bizi mi okur?
“Oku” emriyle baÅŸlayan bir vahye muhatap olmuÅŸ toplumun (ümmet) ÅŸimdilerde pek az okuyor olmasının sebebi, sadece ‘yasaklar’ ve ‘kapalı siyasal yapı’ ile açıklanınca tutarlı bir izah olur mu?
Okumayı, alışkanlığa, yaÅŸam biçimine dönüÅŸtüremeyiÅŸimizin sebebini sadece bize tahakküm eden rejime indirgemek yanlış deÄŸil belki ama eksik bir tespit olmalıdır. Olayı esasen kültürel boyutuyla, geleneksel yapıyla açıklığa kavuÅŸturmak bizi daha tutarlı sonuçlara götürebilir. Bir olgu olarak okumanın bizatihi yapısal anlamına uygun ÅŸekilde hangi dünya ulusunun neyi, nasıl okuduÄŸu da ayrı bir tartışma konusudur. Kendi kültür kaynaklarımız geleneksel olarak daha çok ÅŸifahi yolla canlı tutulmakta, yaÅŸanılır kılınmakta, çoÄŸaltılmakta, kuÅŸaklara aktarılmaktadır.(1) Bu noktayı öncelikle belirlemek gerekiyordu. O nedenle okumak, okuma eylemini ilim edinmenin, bilgilenmenin düÅŸünmenin vazgeçilmez gerekliliÄŸi saymak, Kur-an’daki “oku” ayetini de bu baÄŸlamda algılamak daha çok toplumsal üst yapının ana elemanları olan elit kesimi (havas, ilmiye) ilgilendirmiÅŸtir. Burada Volter, J. Ong’un ‘sözlü’, ‘sözel’ kavramları arasında yaptığı ayrımı göz önünde tutmalıdır. Ä°lim çevreleri için belki sözlü (yazılı olmayan anlamıyla) tarzdan ziyade, sözel (düÅŸünsel/ ilmi) tarzdan bahsetmek daha uygun düÅŸecektir.
(2) Bu arada hemen belirtmeli ki ilmiye çevresi kitabi düÅŸündüÄŸünden daha Kur-ani daha Ä°slami bir kültürün sahibi olmuÅŸken, halk kesiminin ciddi manada düÅŸünmek gibi bir derdi olmamıştır. Bu realite hemen her dönem ve toplum için geçerli olmuÅŸtur denebilir. Hatta sözlü kanalla eski kültür unsurları, eski kültür motifleri gerekli ayıklamaya tabi tutulmaksızın, gündelik yaÅŸama rahatlıkla girebilmiÅŸtir. Kültürün, geleneÄŸin doÄŸasında olan bu hareketin Ä°slami bir görünüm, Ä°slami bir coÅŸkuyla gerçeklemesi çokları için ilginç ve enteresan gelebilir. DoÄŸrusunu söylemek gerekirse bu anlamda halk Ä°slam kültürüyle hemen hiçbir zaman kitabi kanalla kaynaÅŸmamıştır. Bir adım ileri giderek avamın inancının kitabi yani Kur-an’a dayalı olmadığı söylenebilir. Yüzyıllardır, sözlü gelenek yoluyla günümüze kadar intikal eden dini tasavvurun tabanına inildiÄŸinde Ä°slami formlara sokulmaya çalışılmış eski inanışlarla karşılaşılacaktır. Bu toplumun ne kadar müslüman olup olmadığı elbette tartışma konumuz deÄŸil ÅŸimdi. Bunun ölçüsünü belirleme yetkinliÄŸinde ve konumunda olmadığımızdan böyle bir konuya girmek haddimize de deÄŸildir. Ne var ki, kaynaÄŸa yöneliÅŸ itibariyle kitabi olmayan bir yaÅŸamın acı sonuçlarını hepimiz yaÅŸamışızdır. Avam ile havas arasındaki kan uyuÅŸmazlığının örtüÅŸememenin öncelikli etkenleri arasında okumak, okumaya dayalı düÅŸünmek var olmalıdır. Bugün yaşını başını almış bir çok insanda bile okumak, bilgiye ulaÅŸmanın, ilmin düÅŸünmenin yolu olarak görülmemektedir. Tüm bu edinimler için bir yerlere baÄŸlanmak, kimi sohbetlere iÅŸtirak etmek yeterli sayılabilmektedir. Kimi kiÅŸiler, ilmin, bilginin, düÅŸünmenin kaynağıdır bu anlayışa göre. Fazla çabaya, zahmete gerek kalmaksızın, o kaynaÄŸa kendini bırakmak yeterlidir. Ä°lim de hikmet de oradan insanın içine su gibi akacaktır. Böyle bir baÄŸlılığın da kiÅŸiyi yücelten bir yanı olabilir kuÅŸkusuz. Ancak yöntem ve algılamadaki çarpıklık sonuç itibariyle sizi köreltebilir. Yeniden ‘baÄŸlanmak’ ile ‘birey olmak’, ‘okumak’, ile ‘dinlemek’, ‘muhabbet etmek’ kavramlarını iÅŸlev olarak birbirine karıştırmamak gerekiyor. KeÅŸke folklorik anlamda geleneksel kültür zenginliklerinin dışında ilim ve bilgi apayrı yöntemle yüzyıllar boyu geniÅŸ halk yığınlarına yaygınlaşırken, hem sözlü hem yazılı olarak tevarüs etseydi. Kültürümüzün (belki tüm kültürlerin) ÅŸifahi özelliÄŸi okuma uÄŸraşını dar bir çevre ile sınırlamıştır ne yazık ki. Bu sadece bir sebeptir. AraÅŸtırmak, eleÅŸtirmek, (tenkit) gibi soylu çabaların kesintiye uÄŸratılması kitaba gerek duymayan, ölgün, atıl zihnin çokluk kitap dışı kaynaklara yönelmesi buna baÄŸlı baÅŸka önemli bir sebep olarak söylenebilir hemen. Bence egemen rejimlerden önce kitabı yasaklayan asıl bu anlayışların öne geçmesiyle sonu fikri intiharla bitecek ölümcül tembellik süreci baÅŸladı.
Kitabı yasaklamak düÅŸünceyi yasaklamakla eÅŸ anlamladır. Bu demektir ki, düÅŸünce yasaklanmaksızın, köreltilmeksizin, kitabın da okumanın da dönemi kapatılamaz.
Kitaptan uzaklaÅŸtık. Kitabi bir yaÅŸamdan, düÅŸünceden koptuk. Åžimdi toplumun her kademesinde koyu bir letarji (derin uyku) ya da uyku sonrası mahmurluÄŸun ÅŸuursuz mutluluÄŸu yaÅŸanmaktadır.
Bir manayla meşgul olmayan, zorlanmayan, kafanın mutluluğudur bu. Kafa karıştıran zihni zorlamayan kelimelerden yoksun oluşun; boşlukta, zaman zaman da bayağılıkla eş anlamlı huzuru.
DüÅŸünmeksizin, kitapla, kitaplarla hem hal olmaksızın yaÅŸamayı kabullenmek bir vehamet içinde olmak demektir. Oysa ‘oku’ ayetine muhatap olanların, takatleri ölçüsünce her ÅŸeyi bilmek, düÅŸünmek gibi bir çabaları olmalıydı mutlaka. Okusaydık; berrak, serin pınarlarımız kurumazdı. Suyumuz bulanmaz, güneÅŸimiz tutulmazdı. Üstünden medeniyetler yükselmiÅŸ toprağımız kuraklaÅŸmaz, aklımız kısırlaÅŸmazdı. Yüzyıllar öncesinden saati durmuÅŸ bir zamanın demir alçısı içinde dondurulan zihin, elbette deÄŸiÅŸen koÅŸullar, yeni oluÅŸumlar karşısında kendini yenileyemedi, çoÄŸaltamadı. Dahası statik ve dural kalmayı kabullenen rehavetin mayışıl rahatlığı içinde var olmazdı. Olamadı da. Tarihsel, daha çok da adet (özellikle ‘örf’ deÄŸil) babından olan geleneksel klasik yapı içinde tabular çıkacaktı ortaya. Cahili, hissi coÅŸkularla kutsanan adamlar, merciler türetilecek, kültür ile düÅŸünce yaÅŸamına da onlar yön verecekti. Bunun böyle olması kaçınılmazdı. Çünkü fikri cehti, baÅŸka bir söyleyiÅŸle düÅŸünsel aktiviteyi zorlaÅŸtırıp pasifize edecek engeller yükselmiÅŸti her yandan.
Kadife ve ipek kılıflar içinde yatırlara, hasta yataklarına, mezarlıklara taşınan Kur-an anlam derinliÄŸine nüfuz edilmeksizin okunan bir kitap konumuna indirgendi. Oysa o kitap her ÅŸeyi açıklayandı. Daha doÄŸrusu onun açıkladığı her ÅŸeydi. Gerçek ve gerekli olan anlamında her ÅŸey. Anlamamız içindi. Hastalığımızı gidermek içindi. Ama her okuyuÅŸta daha da ilerliyordu hastalığımız. Hiç kuÅŸkusuz bu derin çeliÅŸki yanlış okumalardan kaynaklanıyordu. “Her evde kutsal kitaplar asılıydı” diyordu Sezai Karakoç, “okuyanı görmedim / okusa da anlayanı görmedim” okumak ve anlamak. Mesele bu. Belki de okumak büyük ölçüde anlamaktır; kitapla, yazarla iliÅŸki kurmaktır… hemen yeri gelmiÅŸken bir büyük eksiÄŸimize dokunmadan geçmeyeyim. O da ÅŸu: Kur-an’ı gereÄŸi üzere okuyup anlayamayan sadece avam diye sınflayacağımız insanlarımız deÄŸil kuÅŸkusuz. Evet insanlarımız derin bir aÅŸkla ama anlamadan okuyor. Ve fakat kendini aydın telakki eden elit kesim de anladığını sanıyor ancak onda da aÅŸk yok… yani Kur-andan bilgi ediniyoruz, okuyup belki daha bilgiç oluyoruz ama bu kitap aydınımızı neden titretmez. Bilgilerimiz neden aÅŸkla inkılap etmez. Halkımızın kendini Kur-an karşısında küçük görmesine karşılık aydınımız da kendisini onun karşısında büyük görmek gibi bir yanlışlık içinde. Aydınlanmacı Fransız ideolojistlerine imrenerek ve öykünerek kendi deÄŸerlerine arka çevirmeyi aydın olmanın ilk koÅŸulu sayan, doÄŸrusu bu acınası numarasından baÅŸka da bir marifeti olmayan talihsizleri bir yana bırakıyorum. Bunlara karşı Ä°slâm ve inanç cephesinde konumlanarak peÅŸinen bir deÄŸer ve haklılık elde ettiklerini her fırsatta ima ve ifÅŸa eden bir kesim de Kur-an’ı indirgemeci tembelliklerinin dayanağı haline getirmiÅŸlerdir. Zaten doÄŸruya yönelip yoÄŸunlaÅŸtıkları için doÄŸru düÅŸünmeyi pek önemsemeyenler ayetleri zihinsel derinliklerini besleyen, çeÅŸitlendiren malzemeler olarak görüyor olabilirler. Onu Dante’nin Komedia’sı, Goethe’nin Faust’u gibi okuma yanlışlığını terk edersek daha saÄŸlıklı, daha anlamlı okumalar gerçekleÅŸtireceÄŸiz.
Anlamadığınız, anlam derinliÄŸine inmediÄŸiniz ÅŸeyi okumuÅŸ olmazsınız. Anlamak ! Çok kuÅŸatıcı, köklü bir kavram. Terminolojimizde ‘fıkhetmek, fakih olmak’ karşılığında kullanılıyor. Allah kime hayır murad ederse onu dinde fakih yapar.(3) Fakih olanlar dini ancak gereÄŸi üzre anlayanlardır anlamı çıkar bundan.
Ankebut suresinin 48. ayeti, Resulullah’ın (s.) sonradan okuma bildiÄŸi ÅŸeklinde anlamaya uygun mu deÄŸil mi ÅŸimdilik bir yana ancak sahih kaynaklar peygamberimizin ümmi olduÄŸu yönünde. Öyleyse ‘oku’ emri okuma yazma bilmeyen bir insana geldiÄŸine göre bu emir nasıl anlaşılır, uygulanır?
“Ben okuma bilmem ki”
“Yaratan Rabbinin adıyla (adına) oku”
Peygamberin ilahi emrin hilafına hareket etmesi söz konusu edilemeyeceÄŸine göre Alak suresindeki okumanın bildiÄŸimiz anlamından farklı bir açılımı olmalıdır. Kuvvetli bir olasılıkla bu ayetle kastedilen maksat, ilmin hakikatin sırrına varmada yoÄŸunlaÅŸmaya yöneliktir. En geniÅŸ anlamda gerektiÄŸinde ayrıntılara inerek; varlığın eÅŸyanın hayatın ve ölümün künhüne varmak, anlamını kavramak ÅŸeklinde bir tanıma kavuÅŸuyor. Okumak sonuçta bu amaca matuf deÄŸil midir? Gizliyi ortaya çıkarmak, yalanın ipini kesmek, karanlığı aydınlatmak için deÄŸil mi? Kim cehaletini artırmak için okur? Kim zulmeti artırmak için? Esasen manayı sembolik ifadelerden baÅŸka bir ÅŸey olmayan kelimelerin yazılı kalıplarına yükleyip, semantik bütünlük içinde oluÅŸturulan metinler de sonuç itibariyle hakikati anlamayı ve tanıtmayı amaçlamakta deÄŸil midir? Demek ki, yazılı metinleri okumak, okumanın sadece göstergebilimsel, dilbilimsel denilebilecek ÅŸekli. Bu anlamdaki okumalar (ve yazımlar) ÅŸekilden ziyade bir öz arayışına yönelmezlerse cehaleti yok edecek iÅŸlevden yoksun olacaklardır. Ä°nsan cehaletten ilimle, düÅŸünmeyle kurtulur. Bilmeyle, bilinçle kurtulur. Ä°lim edinmenin, düÅŸünmenin tek yolu okumak deÄŸildir elbette. Ä°nsan; duymak, dinlemek, izlemek gibi yöntemlerle baÅŸka bilgi çeÅŸitleri, bilgilenme yolları bulabilir. Önemli olan insan aklının objeyle düÅŸünsel boyutlu konveks ve konkav iliÅŸkisidir. Ä°çli dışlı, çift yönlü bir iliÅŸkiyle mananın zihne, zihinden manaya intikalinden dilbilimsel okumalar sadece bir yoldur ancak. BaÅŸka yolların, tarzların varlığı da yadsınmamamladır. SaÄŸlıklı iÅŸlemeyen kavrama ve algılama gücü zayıf akıl, lingustik okumalardan da verimli sonuç çıkarmada yetersiz kalacaktır. Yolunu ÅŸaşırmış bilinç, kitap sayfalarında kelimeler cümleler arasında ne kadar gezinse de kendini, kendi yitiÄŸini bulamayacaktır. Zamanın ve mekânın ruhunu okuyamayanların okuyabilecekleri ne bir kitap, ne de anlayabilecekleri bir hakikat vardır. Ä°ÅŸte o nedenle cehaleti çoÄŸaltan okumalar olur. Ve iÅŸte onlar Kur-an’ın ifadesiyle ‘onları gördüÄŸün zaman kalıpları hoÅŸuna gider, konuÅŸtukları sözlerini dinlersin’(4) ve yine onlar ‘kitap yüklü eÅŸekler gibidir’(5). Evet gerçek bu. Aman Allahım!... herÅŸey tüm yalınkatlılığıyla ortada. Kitap vardır okunan ve anlatan, açıklayan her ÅŸeyi. Kitap vardır açıklar tüm kitapları. Önce o okunur, sonra diÄŸerleri okunabilir. Ve kitaplar vardır okunan ve gizleyen her ÅŸeyi ve O kitabı. Kitaplar, kitaplar, kitaplar… kitaptan habersiz kitaplar. Okundukça zihinler nurla yıkanmıyor. Okumanın mana ışığı zihinleri kirlerden temizlemiyor. Tam tersine bir zihin kirliliÄŸinden söz edilmekte çağımızda. Ne tuhaftır ki okundukça artmakta bu kirlilik. Okudukça kendinden uzaklaşıyor insan. Okudukça yolunu ÅŸaşırıyor, kayboluyor. Kendini, kalbini, belleÄŸini, sevgisini, zihnini kaybediyor. Kitaplar, kitaplar kendi hakikatini bulmak için okuyor. Okudukça daha çok kaybediyor insan deÄŸerini. Kitabı unutturan kitaplar… okumadan uzak okuyuÅŸlar. “Onlar kitap yüklü eÅŸekler gibidir”.
Okuma eyleminin saÄŸlıklı sonuçlar vermesinde kuÅŸkusuz en önemli unsur ‘okur’dur. Bu unsur, bilinen anlamıyla kitaptan daha önemli ve öncelikli sayılabilir. Anlamsal kıpırtının çoÄŸalımın, serpiliÅŸin oluÅŸması, olgunlaÅŸması, okurun zihin gücüne, algı ve manevra kabiliyetine baÄŸlıdır. Zekasının kıvraklığına, iliÅŸkilendirmesine, tikelleÅŸtirmesine, aÅŸkına, duyarlılığına, kısaca tüm öznel ve nesnel birikimine baÄŸlıdır. Bu okur için her ÅŸeyden önce mana çıkarmak yetisi ve yeteneÄŸi ile her bir ÅŸey kitap iÅŸlevi görür. Açar, açıklar. Kitabın da böyle bir iÅŸlevi yok mudur zaten? Kitabın özelliÄŸi açıklamasında deÄŸil midir? Kapalı, kilitli okur için en açık, en açıklayıcı kitap bile kapalı kalacaktır. Öyleyse açık okur için de en kapalı kitap bile açılabilir, açık anlamlara kavuÅŸabilir kolaylıkla. Gerçek okur, mikro kozmozdan, makro kozmoza kadar her ÅŸeyi bir kitap gibi okumasını bilir. Soyut olsun, somut olsun her fenomen açık bir kitap gibidir ona: bazen rüzgar, bazen yaÄŸmur, bir çocuÄŸun masum bakışı, bir aÄŸlayış, bir feveran… zaten en kuÅŸatıcı anlamıyla okumak olgulardaki oluÅŸ(um)lardaki hakikatin düÅŸüncesine götürmez mi insanı? Biz okumayı böyle bir anlayışa uygun düÅŸecek tarzda günlük dilde de kullanırız. ‘canına okurum’ deriz örneÄŸin. ‘gözlerinden okudum’ deriz. ‘ÅŸarkı okudu’deriz tüm bu ve benzer deyimlerdeki kasıt yazılı bir metni okumayı deÄŸil, düÅŸünmeyi anlamayı kavramayı, yorumlamayı, ilgi kurmayı hatta azmi, kastı bile içerir. Alak suresindeki okumanın da ilkin bu anlamıyla anlaşılması gerekir diye düÅŸünüyorum.
“Yaradan Rabbinin Adıyla Oku”
Adeta ÅŸöyle söyleniyor. “Yaradan Rabbinin adıyla düÅŸün. Onun adıyla kavra. Ona itaat ölçüsünde yorumla, ilgi kur, karşılaÅŸtır, baÄŸlantıları ortaya çıkar, deÅŸifre et… Ondan uzak kalma, Ondan ayrı düÅŸme. Ondan uzak düÅŸünme. DüÅŸünmen O’nun ilminden yararlanmaya yönelik olsun. Aynı zamanda bir ölçü, bir istikamet, bir disiplin, bir yöntem belirliyor gibidir bu ayetler. Tefekkür ve tezekkür yan yana iç içe. O zaman okumaktan korkma. Rabbinin gözetimi altında zihnini, kafanı, kalbini açarsan her ÅŸeyi okuyabilirsin bir kitap gibi.
Korkma okumaktan. Neyi okumaktan? Her ÅŸeyi. Artık hiçbir yalan seni aldatamayacak. Hiçbir perde zihnini kapatamayacak. Hiçbir tutulma ruhunu karartmayacak. Ne gündüzünde güneÅŸ tutulması, ne gecende ay tutulması. Zerreden küreye kadar, en küçük anlardan en geniÅŸ zamanlara kadar oku. Yani düÅŸün, kavra, analoji yap.
“Ä°nsanı bir kan pıhtısından yarattık” buradan baÅŸla istersen. Kendinden. Ä°nsandan. Onun oluÅŸundan. OlgunlaÅŸmasından, onu ve her ÅŸeyi kuÅŸatan zamandan baÅŸla. Kendini oku, insan kendini okunacak en büyük kitap görmelidir. (6) kendini okumayı bilmeyen neyi nasıl okuyacak? Neyi nasıl anlayacak? Kendini bilemeyen kendini bulamayan neyi nasıl bilecek? Neyi nasıl bulacak? Açık okurun. GeliÅŸkin okurun karakteristiÄŸi öncelikle budur, bu olmalıdır. BenliÄŸine vahiyle donatmış. Tezyin olmuÅŸ bir insan olarak Peygamberimiz. Elbette gerçek bir okurdu. GerçeÄŸi okuyordu. Ä°nsanı okuyordu. Tüm evreni… daha nesnel, daha somut bir pencereden bakarak her okumadan esasen kendimizi okuduÄŸumuz söylenebilir. Kitapla okur arasında düÅŸünsel, duyumsal bir iliÅŸkinin kurulması zorunludur. BaÄŸnaz olmayan açık samimi koÅŸullarda gerçekleÅŸen / gerçekleÅŸmesi gereken bu anlamsal iletiÅŸimde kitabın anlattıkları okur zihnindeki yansımalarla anlamlanır. Belki bu anlamak deÄŸil, anlam vermektir. Yani bir kitabı anlamakla ona anlamak vermek farklı ÅŸeyler midir? Evet. Anlamak daha çok kitabın ekseninde oluÅŸan anlama yönelir. Anlam vermede ise eksen okur dimağını merkez seçer. Kitap bu merkezin dışındadır. Buna merkezden çevreye, yani kitaba yönelir.
Biz kendi tahlillerimiz. Çözümlemelerimizle kitaba anlam verirken, kitap da bize anlam katar. SaÄŸlıklı, faydalı okumanın iki aÅŸamasından söz edilebilir. Birinci aÅŸama okurun kitabı okuma aÅŸamasıdır. Ä°kinci aÅŸama kitabın okuru okumasıyla gerçekleÅŸir. Bu iki aÅŸamanın tamamlanmasıyla olgun bütüncül okuma, olgunlaÅŸtıran okuma gerçekleÅŸmiÅŸ olur. Biz kitabı okur, mesajını anlamaya çalışırız. Ä°yi de kitabın bizi nasıl olur.
Ä°lk aÅŸamada kitabın sırrı çözülürse ikinci aÅŸamada da okurun sırrı çözülür. Cümle cümle kendi açmazının çözümünü bulur.
Kitaba kaba kuvveti andıran kaba bir zihinle abanırsan elbette anlam senin ağırlığın altından kalkamaz. Ama özgür, hatta biraz kitaba imtiyaz tanır bir konumda kitapla iliÅŸki kurarsan kitap elinden tutup kaldırır seni. O zaman kitap okuru, okur da kitabı açar, açıklar. DüÅŸünsel geniÅŸliÄŸin oranında kitabı anlar, anladığın oranında geniÅŸlersin. Bu karşılıklı zenginleÅŸme sürüp gider. Hemen söyleyeyim Kur-an okumalarında böyle bir karşılıklı iletiÅŸim, etkileÅŸim vardır. Daha çok biz mi Kur-an’ı okuruz, Kur-an mı bizi okur? DerinliÄŸiniz, kapasiteniz ölçüsünde Kur-an’ın anlamına vukuf olursunuz. Vukuf oldukça da derinliÄŸiniz doÄŸrudan doÄŸruya bizatihi mananız artar, çoÄŸalır. Ä°ncelir güzelleÅŸirsiniz. Kur-an’ı ilk okuduÄŸumda ona anlam vermeye çalıştım ve çok yararlandım. Ä°kinci okuyuÅŸumda ise aramızda bir yakınlık bir sıcaklık oluÅŸmuÅŸtu. Kendimi o kitabın anlam iklimine bıraktım. O zaman bilginin çok dışında aÅŸkın, yüce, anlatılmaz bir duyarlılık, bir incelik de kazandığımı hissettim. Siz onun iklimine koÅŸulsuz girerseniz, anlatılmaz nezahette, betül, naif, fevkalade güzellikler, haller de kazanacaksınız eminim.
Gelin bir de böyle okuyalım kitabımızı.
- GeniÅŸ bilgi için bkz. S. Hüseyin Nasr, Makaleler 1, “Ä°slâmi EÄŸitimde Åžifahi Gelenek ve Kitap”, s. 91-108., Ä°nsan yay. Ä°st. 1995. Nasr,bu makalede okumanın bir yazılı metni okumaktan çok mesaj algılamak olduÄŸunu belirttikten sonra Ä°slâm filozoflarının görüÅŸ ve eserlerinin sonraki nesillere ÅŸifahi yolla intikal ettiÄŸini söylemektedir.Bu usül yaklaşık bin yıl sürdürülmüÅŸtür. O’nun tespitiyle islami düÅŸünüÅŸ, sözlü kelâm ile canlı tutulmuÅŸtur.
- Åžifahi gelenek içinde sözlü ve sözel kavramlarını eÅŸanlamlı kullanmamalı. ‘sözlü’ terimiyle sadece konuÅŸarak ağızla dile getirilen söylemi; ‘sözel’ terimiyle sözle, kelimeyle ifade edilen her çeÅŸit bilgi, açıklama v.b. söz birim veya dizisini kastediyorum. Bkz.Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür-Sözün TeknolojileÅŸmesi- s.5, çev. Sema PostacıoÄŸlu, Metis yay. Ä°st. 1995.
- Sahih-i Buhari Tercemesi, C.1,İlim Kitabı, Hadis no:64,Diyanet yay.7. Bas. Ankara 1982.
- Münafikun:4.
- Cuma:5
- R. YörükoÄŸlu ÅŸu baÅŸlıkla bir kitap yayınlamıştı: Okunacak En Büyük Kitap Ä°nsandır.
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |