|
|
|
|
|
|
Duyurular |
AKIL IÇIN YOL BIRDIR
(THERE IS but ONE WAY for REASON) (linkleri SAG TIKLAYIN lütfen)
Sn.Soner YALÇIN'dan dikkate deÄŸer bir yazı: Edebiyatla AhmaklaÅŸtırma https://www.sozcu.com.tr/ 2021/yazarlar/soner-yalcin /edebiyatla-ahmaklastirma -6335565/
Önerdigimiz sayfalar: M. SAID ÇEKMEG?L anisina
|
|
|
|
Anasayfa
|
Yazar Necmettin EVCÄ°
|
29-07-2006 |
BEYAZ YÜRÜYÜÅž
Kar denizinin tam ortasındaydılar.
Hava soÄŸuk mu soÄŸuk.
Diz boyu gömüle gömüle yürüyorlardı. Belli belirsiz keçi yollarından.
Ä°çlerinden biri durdu. Avuçlarını aÄŸzına götürdü, hohladı
sıcak nefesiyle. Cebinden çıkardığı tütünden aldı biraz. Sakız
yaptı. Diğeri bir elini koynuna, diğer elini paltosunun cebine sokup
ÅŸeker çıkardı aÄŸzına attı. Arkadaşı ‘Dayanamıyorum, geri
dönelim’ der gibi ritmik bir düzenle kaldırıp indirmeye baÅŸladı
ayaklarını. Kasılarak yerinde sayıyordu tek tek.
SoÄŸuk, tepelerine inen bir demir çubuk. En önde yün kasketli, kaÅŸkolüyle
yüzünü sarmalamış adam, tüfeÄŸini sırtına atıp yürüdü. Fıldır
fıldır dönen gözleri belliydi yalnızca. Dikkatle süzdü uzakları.
Bakışlarını uçsuz bucaksız beyazlıklar götürdü adamın. Parlak
yansımalar gözünü alıyordu. Yürüdü az ötedeki tümseÄŸe doÄŸru.
Kayayı kelepçelemiÅŸ buzları kırdı ökçeleriyle. Ä°çinden, ‘Geri
dönmek yok’ diyerek elini gözüne siper edip kaÅŸlarının hizasına
götürdü. Ümidi en uzak noktalarda arıyordu bakışları.
Bir ÅŸey bulamamışlık hali, ama kararlı adımlarla ötekilere yanaşıp
çömeldi.
“Görünürde tehlike yok. Vadiye ineceÄŸiz. Bir ÅŸeker de bana ver,
hadi kalkın.”
“Ama dayanamıyoruz. Reis. Bittik tükendik. Biraz daha dinlensek
iyi olur.”
“Ä°yi olur. Ama her an bir tehlike çıkabilir karşınıza. Dinlenecek
zaman deÄŸil. DinleneceÄŸimiz vakitler de gelecek arkadaÅŸlar. Yoksa
biz niçin yollardayız, niçin bu zahmetlere katlanıyoruz? Dayanmalısınız.
Zorlukları göÄŸüslemek zorundayız.”
ÇömelmiÅŸ, karlara gömülmüÅŸ, kayalara yaslanmış, tüfeklerine
dayanmış olarak çember oluÅŸturmuÅŸlardı. Acısını emdiÄŸi tütünü
aÄŸzından tüküren adam, çantasından bir parça peksimet çıkarmaya
koyulurken gönüllü gönülsüz:
“Vadiye inmek neyi deÄŸiÅŸtirir ki, Reis? Yollar bize küsmüÅŸ görmüyor
musun? Parmak uçlarımızdan baÅŸlayan sızı ellerimizi uyuÅŸturuyor.”
Adamın cümleleri boÄŸazından soÄŸuyarak çıkıyor, son sözcükleri
dudağında donuyor sanki. Kırık ve titrek soruları, yanıtladı
Reis. Sözcüklerin üzerine basa basa.
“Siz çöl yorgunluÄŸunu bilmiyorsunuz anlaşılan. Ä°nsanın tepesinde
güneÅŸin patlaması daha zordur. Bastığınız yer deÄŸil de kor ateÅŸtir
sanki. O şiddetle beyniniz fokurdar, anlıyor musunuz? Başınıza
güneÅŸ ateÅŸinin abanması, kızgın kumların ayak altında iÄŸne
olması daha zor. O sıcak yolculukta sabun köpüÄŸü gibi erir insan.
Üstelik arkalarında ölümleri üzerine ant içenlerin amansız takipleri.
O öyle bir yürüyüÅŸ yaptı. Ama içinde öyle bir ateÅŸ yanıyordu
ki, güneÅŸten sıcaklığı serinlik olup yağıyordu üzerine. Bizimki
O’nunkinin yanında ne ki. Vakit kaybetmeyelim. Kalkın gidiyoruz.”
Onca olumsuzluÄŸa karşın yüzünde ümitlerin yumuÅŸak çizgileri
vardı Reis’in.
Karanlık bastırmadan ulaÅŸmalıydılar öteye. Böylesi daha uygun
olurdu kuşkusuz. İvedi davranmak zorundaydılar.
“Åžu istikametten gideceÄŸiz. Biliyorsunuz münferit hareket etmek
yok. EÅŸ yükseklik eÄŸrilerini izliyoruz. DeÄŸilse çok meÅŸakkatli
olur intikalimiz. Birbirinize fazla yaklaşmıyorsunuz. Birimiz sağ,
diÄŸerimiz sol yanı gözetleyecek ve dinleyecek. Hiç ses etmeyeceÄŸiz,
arazide gölge gibi süzüleceÄŸiz. Hava kararınca ışık ve ses disiplinine
daha da dikkat etmek gerekecek. Gereksiz yere konuÅŸmuyor, iÅŸaretlerle
anlaşıyorsunuz. Hangi durumlarda ne yapacağımızı zaten biliyoruz.
Bir ÅŸey daha, su ve ÅŸekerlerimiz azaldı. Biraz daha idareli kullanın”
‘Tamam’ anlamında baÅŸlarını salladılar.
Kalktılar.
Sırt çantalarını attılar omuzlarına.
Taktılar kemerlerine su mataralarını.
Atkılarına bürünüp, kuÅŸandılar silahlarını.
YavaÅŸ adımlarla iniyorlardı yamaçları. Ayaklarını saÄŸlam basarak.
Kar beyazlığında gölgeler gibi kıpırdıyorlardı. Devinim halinde
siyah hayâletleri andırıyordu kıpırdanmaları. Kaygan karlar kütürdüyordu
ökçeleri altında. Buzlar kemik gibi çatlıyordu.
Bu kaçıncı gündü?
Geride ne amansız daÄŸlar bıraktılar. Åžimdi dönüp geriye bakıldığında
o daÄŸlar canlı, zorlu bir düÅŸ olup uzanmakta.
Tepeler devrildi bir bir.
Karlara bata çıka, dere tepe derken indiler düzlüÄŸe. Vadideydiler.
YürüyüÅŸ düzenini bozmuyorlardı. Nehir. Nehrin buz tutmuÅŸ kıyıları
boyunca ilerlediler. SoÄŸuk gittikçe artmaya baÅŸladı. SertleÅŸen
esinti her yanı kavurdu. Aralarındaki mesafeyi kısaltmayı işaret
eden Reis’e uydular. Tipi havanın kararmasıyla daha da hızlandı.
Savrulan kar tozları, zımpara gibi kazıyordu yüzlerini. Ä°liklerine
kadar, ruhlarına kadar üÅŸüdüler. Yüzlerini korumaya özen göstererek
arkalarını tipiye döndüler.
Bir mağaraya sığındılar sonra. Nefeslerini derinden alıp veriyorlar,
fazla konuÅŸmuyorlardı. Bir ÅŸeyler tasarladıkları, düÅŸündükleri
belki sorguladıkları belliydi.
“Bu geçit hep böyle soÄŸuk olur.”
“……….”
“En zorlu yer burasıydı. Bu boÄŸazı geçtik mi tamam sayılır.”
Acaba doÄŸrusunu mu yapıyorlardı? Ama ÅŸimdi asıl önemli olan doÄŸru
yolda olup olmadıklarıydı? Çıkmışlardı yola bir kez. Ayrılığın,
yürüyüÅŸün kaçıncı günüydü? KavuÅŸmaya ne kadar vardı? Reis
tecrübeli olduÄŸunu söylüyordu, doÄŸrusu bu belli bir ÅŸeydi ama
yola çıkarkenki umut heyecan azalıyordu. ‘Ä°yi gidiyor’ ‘BaÅŸaracağız’
‘ÇoÄŸu gitti azı kaldı’ ‘En zoru burasıydı’ Aşılan bu
kaçıncı en zordu. Ne hikmetse azaldıkça çoÄŸalıyordu mesafeler.
Onlarınki tam manasıyla umuda yolculuktu. Uzun beyaz bir yürüyüÅŸ.
Bir bakıma bu yolculuÄŸu seçmek zorundaydılar. Yoksa… Ä°ÅŸte burasını
kimse düÅŸünmek istemiyor. Ne kadar katlanılmaz olsa da o ‘yoksa’
ile baÅŸlayacak korkunç ihtimalleri kimse düÅŸünemiyor bile. Bu kavuÅŸma
bu ayrılığa deÄŸecek mi? Ah yolun sonu bir gözükse.
TüfeÄŸini duvara yaslayan adam, iç cebinden çıkardığı küçük
fotoÄŸrafı avucunun içine alıp uzun uzun baktı. O fotoÄŸraftaki
kimdi? Belki kavuşacağı, belki terk etmek zorunda kaldığı; yari,
yakını.. Kim bilir belki geçmiÅŸi, belki geleceÄŸi. Nerden bilinecek.
Ancak kendi rızalığıyla bir sohbette anlatırsa öÄŸrenecekler.
O fotoÄŸraftan kanını ısıtan nice düÅŸler topladı. Adam fotoÄŸrafa
baktıkça geniÅŸ alnı geriliyor, içine huzur yayılıyordu. Bir diÄŸeri
de sigarasını dumanladıktan sonra,
“AteÅŸ yakmalı” deyip ayaÄŸa kaktı. MaÄŸara dışında çevreyi
tarayan Reis kükredi birden:
“Hayır. AteÅŸ yakmak yok.” “Uyku” dedi, “ Don var…GevÅŸersiniz.
Daha da önemlisi fark edilirsiniz, devam edeceÄŸiz.
Kalkmaya hiç de istekli olmayan bakışlar ‘Bu gidiÅŸ nereye varacak?’
diye sorarcasına Reis’e yöneldi.
“Bırakmayın kendinizi. Haydi gidiyoruz. Çok az kaldı. Biraz daha
gayret kalkın aslanlarım. Hava da kararıyor zaten baksanıza. Çözülürsünüz
sonra.”
MaÄŸaradan çıktılar bir bir. Yürüdüler yine vadiden. Karşılarında
Çin Seddi gibi yükselen tepeye baktı Reis.
‘Doruklar tepemize yıkılmak için yükselmiÅŸler. Fırsat kolluyorlar
sanki ölümün beyaz kucağına sarmak için bedenlerimizi’ diye
geçirdi.
“Sessiz olun. Çok sessiz. Buralarda çığ tehlikesi var.” Fısıldar
gibi konuÅŸuyordu.
En arkadaki, başını kaldırıp yüksekliklere baktı. Kendine döndü
yine gözleri. Bembeyazlık içinde bulanıktı evren. Her ÅŸeye buÄŸulu
camın ardından bakıyordu sanki. AkÅŸamın alacası beyazın tüm
tonlarına karışıyor görüngüleri hayâl belirsizliÄŸine dönüÅŸtürüyordu.
Çok geçmeden her ÅŸey iyiden iyiye karışıyor. Sınırlar kalkıyor,
renksizlik baÅŸlıyor. Dizlerinin bağı çözülüyor. Ne varsa iç
içe. En son alacakaranlık içinden yansıyan son ışıklar, günlerdir
hiç böylesine kanıksamadığı beyazlığı kıpır kıpır kuÅŸatan
karaltı da yok oluyor. Yokluğa kendisi de mi katılıyor? Şimdi ne
durumda, ne oluyor; var mı ne kadar var, yok mu ne kadar yok bilemiyor.
Tam ayrımında deÄŸil bütün bunların. Varlık ve yokluk arası bir
yerde dayanamadığını, mecalsiz kaldığını biliyor o kadar. Durdu
mu yürüyor mu bilmiyor. Kendini bir gölgenin peÅŸi sıra bırakıyor.
Gerçek mi hayâl mi? Åžimdi bilmediÄŸi bir yerde kendini izliyor. Sadece
izliyor. Gölgeler duruyor. Tuhaf, dayanılmaz bir badireden geçtiÄŸini
zayıf bilinciyle fark ediyor.
Yokluk düÅŸüncesi geçiyor içinden.
DüÅŸünmesi bile ürkünç olanı ÅŸimdi yaşıyor galiba.
ÜÅŸüyen ruhunu sonsuz ayrışmanın hoÅŸluÄŸu kaplarken,
‘Zor deÄŸilmiÅŸ meÄŸer’ diye geçiriyor.
Artık üÅŸümüyor.
Beyaz bir yükseliÅŸ, bir uçuÅŸ yaşıyor.
Bütün hayâllerini geride bırakan,
hayâllerini bile sığdıramadığı gerçeÄŸin tam içine, üstüne
düÅŸüyor.
“Reis, Emin çok fena!”
“Bırakma kendini”
“Aç gözlerini”
“Uyan”
“Bırakma kendini”
“Az kaldı dayan. Kendine gel”
“KardeÅŸim bırakma bizi”
Gölgeler tekrar devinim kazandı. Kıpırtılarla birlikte beynindeki
sızıyı fark etti. Başı zonkluyor, ruhu sancıyordu. Her şey o
zonklamanın ritmiyle hızla dönmeye baÅŸladı. O döngüyle beyni
de hallaç pamuÄŸu gibi savruluyordu. Silahının dipçiÄŸini yere indirdi.
Namluya dayanarak diz çöktü. Bıraktı kendini. BitiÅŸti bu. TükeniÅŸ.
Gözleri tekrar yumuldu. Başı öne düÅŸtü. Namluyu kavrayan eli
gevşedi, usulca aşağıya kaydı. Bir ara başını sıkmayı denedi
avuçlarıyla. Yapamadı. DipçiÄŸi kara gömülü tüfeÄŸi kurumuÅŸ
bir aÄŸaç gibi öylece kaldı.
Durdular. Çaresizlik içinde kendini bırakan kardeÅŸlerine yanaÅŸtılar.
Reis tüfeÄŸini sırtına asıp soydu Emin’i. GöÄŸüslerinden bacaklarına
kadar tenini karla oÄŸdu. Bıçağıyla bir iki parmağında yaralar
açtı. Sızan kan koyu, çamur gibiydi. Emin hafiften araladı gözlerini.
“Åžimdilik atlattı” dedi Reis. Ardı ardına tokatlar patlattı
adamın suratına. Adam derin bir uykudan uyanırcasına yavaÅŸça açtı
gözlerini. Bakışları ölgündü. Ardından bir tokat daha bir daha.
Öncekileri suratında zor duyan Emin kendine geldi. Tekrar giydirdiler.
“Åžu hapı at bakalım. Damarları açar. Åžunu da yuvarla, bu da
kanı inceltir. Al sana bir avuç ta ÅŸeker. At aÄŸzına hepsini. Hah
ÅŸöyle bak canlandın. Bırakma kendini.”
Ä°ÅŸaret parmağını gösterip
“Bu kaç?”
diye sordu Reis.
“………”
Sadece baygın baygın baktı adam.
“Bu kaç Emin bu, görüyor musun, kaç bu?”
“Bir”
Orta parmağını ilave ederek sordu bu kez.
“Peki bu kaç?”
“Ä°ki”
“Güzel. Ben kimim, bu kim?”
“Sen Reissin bu da Muhammet”
“Tamam hadi kalkın gidiyoruz. Son ÅŸekerlerinizi yiyebilirsiniz.”
Reis, adamın kolunu omzuna aldı, diğer eliyle belini sardı. Yine
düÅŸtüler buzlu bozuk yollara. Meçhulle aralarında ne kadar mesafe
kalmıştı?
“Daha çok gidecek miyiz Reis?”
Emin’in ilk sorusu bu oldu. Adımları umutsuzdu.
“Çok az kaldı. Åžekerlerinizin hepsini yiyebilirsiniz dedim ya.”
“Bu kaçıncı ‘çok az’”
“Sonuncu”
“Gerçekten mi?”
“Gerçekten”
Bata gömüle yürüdüler. Vadinin soluÄŸu karlar üzerinden kayıyor,
acımasız kırbacını tüm bedenlerine indiriyordu. Ä°liklerine kadar
ölümcül bir soÄŸuk akıyordu.
Neden sonra fırtına kaybetmişti ilk şiddetini.
Ölümle burun buruna getiren tipi hafiflemiÅŸti.
Karanlık iyice çöktü.
Gece yine de beyaz.
Göz kenarları, elleri, yüzleri morardı. Yanakları, dudakları,
kulakları soğuktan iyice yanmış.
Yaraları soğuk kanıyor.
Sendeliyorlardı. Güçleri iyiden iyiye azaldı, bunu Reis’de biliyor.
O’nun da önceki dinçliÄŸi, direngenliÄŸi kalmadı.
Hepsinin gözleri, göz kapakları iyice ağırlaÅŸtı.
Kim bilir belki çok geçmeden gözleri yaÅŸanmış bütün gerçekliklere
kapanıp ebedi düÅŸlerine açılacaklar.
DiÄŸerlerinin yaÅŸamdan kopardıkları son güçleriyle iniltiyi andıran
serzeniÅŸlerini Reis’in artık hiçbir mana ifade etmeyen cevapları
bastırıyordu.
“Tükendik, öldük Reis. Hiç olmazsa sığınacak bir maÄŸara bulalım.”
“Dayanın ve yürüyün. Korkmayın”
Yoksa O’da mı korkmaya baÅŸladı?
Ölümcül korkulardan çaldığı cesaretle yaÅŸamın son uçlarına
mı tutunuyor? Kahramanlık dayanmanın son anındadır.
Ama arkadaÅŸlarının iÅŸte o son an’a takatlerinin yetebileceÄŸinden
kuÅŸkulu. Bunu biliyor, hissettirmemeye çabalıyor.
“SoÄŸuk. Çok soÄŸuk.” Diyen adamın son sözleri boÄŸazında tıkandı
kaldı.
Durdu Reis. DiÄŸerleri de mıhladılar yerlerinde. Yüzünü arkadaÅŸlarına
döndü. Yüzü çizgi çizgi çatlayacaktı nerdeyse. Gülmeyen ve
üzülmeyen bir tavırla
“Sizi mahvoluÅŸa terk edemem. Davamızı, o yüksek amacımızı düÅŸünün.
Karar verdik bir kere. Her adım bir umut bize. Her adım bir kurtuluş.
Her adım bir yurt. Yolculuk durmamalı. Gitmeliyiz çarçabuk. Uyuyakalırsınız.
Uyuşursunuz. Don var diyorum anlamıyor musunuz. Donmak var işin ucunda.
Yumulmasın gözleriniz. Ä°yice bürünün. Dolayın başınızı yüzünüzü.
Geç olmadan tez gidelim. Gerçekten çok az kaldı. Allah’a güvenin.”
Son cümlesi tizdi. Bir güç kaynağı oldu diÄŸerlerine. Yürümeye
koyuldular yine.
UyuÅŸan kasılıp açılmayan parmakları, damarlarından kanın çekildiÄŸinin
belirtisiydi.
Tam bu sırada sessiz, beyaz yürüyüÅŸ durdu ansızın.
Kulakları uzaktan gelen bir ses okşamaya başladı.
Karanlığın soÄŸuk perdesini bir ılık rüzgâr gibi eriterek geliyor,
içlerini ısıtmaya baÅŸlıyordu. Arada rüzgârın kestiÄŸi, titreÅŸtirdiÄŸi
ses müjde müjde ulaşıyordu bu yana. Olsun. Varsın rüzgârlar bu
sesi bölsün. Bir insan sesleniyordu nasıl olsa.
Sadece ses deÄŸil, sesten farklı, sesten çok fazla bir ÅŸeydi bu.
Masif, umutsuz gecenin ortasında aÄŸustos parlaklığıyla güneÅŸ
doÄŸmuÅŸtu sanki. Sibirya kışını aratmayan mevsim birden yaza dönüÅŸüvermiÅŸti.
Umutsuzluk dalga dalga erimiÅŸ, umut yaÅŸamın tüm diriliÄŸiyle ayaÄŸa
kalkmıştı.
Can suyu yürümüÅŸtü tenlerine. Kendilerinden geçercesine ilkin
dinlemeye koyuldular. Bu kendinden geçiÅŸ kendine geliÅŸti aynı zamanda.
DeÄŸiÅŸiverdiler.
Çocuksu sevecenlikle, coÅŸkuyla bakıştılar. Kıvılcım kıvılcım
parıldıyordu gözleri.
Birbirlerine söyleyecek söz bulamadılar.
Biri derin mi derin bir oh çekerek
“Çok ÅŸükür kurtulduk” dedi.
“Kurtulduk” diye tekrarladılar.
“Ezan” dedi Reis, “Yatsı ezanı”
Uzaktan ezanın yükseldiÄŸi kasabanın sarı soluk ışıkları seçiliyordu.
“Ezan. Yatsı ezanı”
YürüyüÅŸe yeni baÅŸlıyorlarmış gibi o tarafa yöneldiler.Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriÅŸ yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |
Son Güncelleme ( 29-07-2006 )
|
|
|
|
|
|
Kullanıcı Girişi |
L O G I N | |
---|
|
Ziyaretçi Sayısı |
123917105 Ziyaretçi
|
|
|
|