05-12-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa
BEYAZ YÜRÜYÜŞ PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 16
KötüÇok iyi 
Yazar Necmettin EVCÄ°   
29-07-2006
BEYAZ YÜRÜYÜÅž  
 
ImageKar denizinin tam ortasındaydılar. 
Hava soÄŸuk mu soÄŸuk. 
Diz boyu gömüle gömüle yürüyorlardı. Belli belirsiz keçi yollarından. 
 
Ä°çlerinden biri durdu. Avuçlarını aÄŸzına götürdü, hohladı sıcak nefesiyle. Cebinden çıkardığı tütünden aldı biraz. Sakız yaptı. DiÄŸeri bir elini koynuna,  diÄŸer elini paltosunun cebine sokup ÅŸeker çıkardı aÄŸzına attı. Arkadaşı ‘Dayanamıyorum, geri dönelim’ der gibi ritmik bir düzenle kaldırıp indirmeye baÅŸladı ayaklarını. Kasılarak yerinde sayıyordu tek tek. 
 

    SoÄŸuk, tepelerine inen bir demir çubuk. En önde yün kasketli, kaÅŸkolüyle yüzünü sarmalamış adam, tüfeÄŸini sırtına atıp yürüdü. Fıldır fıldır dönen gözleri belliydi yalnızca. Dikkatle süzdü uzakları. Bakışlarını uçsuz bucaksız  beyazlıklar götürdü adamın. Parlak yansımalar gözünü alıyordu.  Yürüdü az ötedeki tümseÄŸe doÄŸru. Kayayı kelepçelemiÅŸ buzları kırdı ökçeleriyle. Ä°çinden, ‘Geri dönmek yok’ diyerek elini gözüne siper edip kaÅŸlarının hizasına götürdü. Ümidi en uzak  noktalarda arıyordu bakışları. 
Bir ÅŸey bulamamışlık hali, ama kararlı adımlarla ötekilere yanaşıp çömeldi. 
“Görünürde tehlike yok. Vadiye ineceÄŸiz. Bir ÅŸeker de bana ver, hadi kalkın.” 
“Ama dayanamıyoruz. Reis. Bittik tükendik. Biraz daha dinlensek iyi olur.” 
“Ä°yi olur. Ama her an bir tehlike çıkabilir karşınıza. Dinlenecek zaman deÄŸil. DinleneceÄŸimiz vakitler de gelecek arkadaÅŸlar. Yoksa biz niçin yollardayız, niçin bu zahmetlere katlanıyoruz? Dayanmalısınız.  Zorlukları göÄŸüslemek zorundayız.” 
ÇömelmiÅŸ, karlara gömülmüÅŸ, kayalara yaslanmış, tüfeklerine dayanmış olarak çember oluÅŸturmuÅŸlardı. Acısını emdiÄŸi tütünü aÄŸzından tüküren adam, çantasından bir parça peksimet çıkarmaya koyulurken gönüllü gönülsüz: 
“Vadiye inmek neyi deÄŸiÅŸtirir ki, Reis? Yollar bize küsmüÅŸ görmüyor musun? Parmak uçlarımızdan baÅŸlayan sızı ellerimizi uyuÅŸturuyor.” 
Adamın cümleleri boÄŸazından soÄŸuyarak çıkıyor, son sözcükleri dudağında donuyor sanki. Kırık ve titrek soruları, yanıtladı Reis. Sözcüklerin üzerine basa basa. 
“Siz çöl yorgunluÄŸunu bilmiyorsunuz anlaşılan. Ä°nsanın tepesinde güneÅŸin patlaması daha zordur. Bastığınız yer deÄŸil de kor ateÅŸtir sanki. O ÅŸiddetle beyniniz fokurdar, anlıyor musunuz? Başınıza güneÅŸ ateÅŸinin abanması, kızgın kumların ayak altında iÄŸne olması  daha zor. O sıcak yolculukta sabun köpüÄŸü gibi erir insan. Üstelik arkalarında ölümleri üzerine ant içenlerin amansız takipleri. O öyle bir yürüyüÅŸ yaptı. Ama içinde öyle bir ateÅŸ yanıyordu ki, güneÅŸten sıcaklığı serinlik olup yağıyordu üzerine. Bizimki O’nunkinin  yanında ne ki. Vakit kaybetmeyelim. Kalkın gidiyoruz.” 
Onca olumsuzluÄŸa karşın yüzünde ümitlerin yumuÅŸak çizgileri vardı Reis’in. 
 
Karanlık bastırmadan ulaÅŸmalıydılar öteye. Böylesi daha uygun olurdu kuÅŸkusuz. Ä°vedi davranmak zorundaydılar. 
“Åžu istikametten gideceÄŸiz. Biliyorsunuz münferit hareket etmek yok. EÅŸ yükseklik eÄŸrilerini izliyoruz. DeÄŸilse çok meÅŸakkatli olur intikalimiz. Birbirinize fazla yaklaÅŸmıyorsunuz. Birimiz saÄŸ, diÄŸerimiz sol yanı gözetleyecek ve dinleyecek. Hiç ses etmeyeceÄŸiz, arazide gölge gibi süzüleceÄŸiz. Hava kararınca ışık ve ses disiplinine daha da dikkat etmek gerekecek. Gereksiz yere konuÅŸmuyor, iÅŸaretlerle anlaşıyorsunuz.  Hangi durumlarda ne yapacağımızı zaten biliyoruz. Bir ÅŸey daha, su ve ÅŸekerlerimiz azaldı. Biraz daha idareli kullanın” 
‘Tamam’ anlamında baÅŸlarını salladılar. 
 
Kalktılar. 
Sırt çantalarını attılar omuzlarına. 
Taktılar kemerlerine su mataralarını. 
Atkılarına bürünüp, kuÅŸandılar silahlarını. 
YavaÅŸ adımlarla iniyorlardı yamaçları. Ayaklarını saÄŸlam basarak. Kar beyazlığında gölgeler gibi kıpırdıyorlardı. Devinim halinde siyah hayâletleri andırıyordu kıpırdanmaları. Kaygan karlar kütürdüyordu ökçeleri altında. Buzlar kemik gibi çatlıyordu. 
 
Bu kaçıncı gündü? 
Geride ne amansız daÄŸlar bıraktılar. Åžimdi dönüp geriye bakıldığında o daÄŸlar canlı, zorlu bir düÅŸ olup uzanmakta. 
Tepeler devrildi bir bir. 
Karlara bata çıka, dere tepe derken indiler düzlüÄŸe. Vadideydiler. 
YürüyüÅŸ düzenini bozmuyorlardı. Nehir. Nehrin buz tutmuÅŸ kıyıları boyunca ilerlediler. SoÄŸuk gittikçe artmaya baÅŸladı. SertleÅŸen esinti her yanı kavurdu. Aralarındaki mesafeyi kısaltmayı iÅŸaret eden Reis’e uydular. Tipi havanın kararmasıyla daha da hızlandı. Savrulan kar tozları, zımpara gibi kazıyordu yüzlerini. Ä°liklerine kadar, ruhlarına kadar üÅŸüdüler. Yüzlerini korumaya özen göstererek arkalarını tipiye döndüler. 
Bir maÄŸaraya sığındılar sonra. Nefeslerini derinden alıp veriyorlar, fazla konuÅŸmuyorlardı. Bir ÅŸeyler tasarladıkları, düÅŸündükleri belki sorguladıkları belliydi. 
 
“Bu geçit hep böyle soÄŸuk olur.” 
“……….” 
“En zorlu yer burasıydı. Bu boÄŸazı geçtik mi tamam sayılır.” 
 
Acaba doÄŸrusunu mu yapıyorlardı? Ama ÅŸimdi asıl önemli olan doÄŸru yolda olup olmadıklarıydı? Çıkmışlardı yola bir kez. Ayrılığın, yürüyüÅŸün kaçıncı günüydü? KavuÅŸmaya ne kadar vardı? Reis tecrübeli olduÄŸunu söylüyordu, doÄŸrusu bu belli bir ÅŸeydi ama yola çıkarkenki umut heyecan azalıyordu. ‘Ä°yi gidiyor’ ‘BaÅŸaracağız’ ‘ÇoÄŸu gitti azı kaldı’ ‘En zoru burasıydı’ Aşılan bu kaçıncı en zordu. Ne hikmetse azaldıkça çoÄŸalıyordu mesafeler. Onlarınki tam manasıyla umuda yolculuktu. Uzun beyaz bir yürüyüÅŸ. Bir bakıma bu yolculuÄŸu seçmek zorundaydılar. Yoksa… Ä°ÅŸte burasını kimse düÅŸünmek istemiyor. Ne kadar katlanılmaz olsa da o ‘yoksa’ ile baÅŸlayacak korkunç ihtimalleri kimse düÅŸünemiyor bile. Bu kavuÅŸma bu ayrılığa deÄŸecek mi? Ah yolun sonu bir gözükse. 
 
TüfeÄŸini duvara yaslayan adam, iç cebinden çıkardığı küçük fotoÄŸrafı avucunun içine alıp uzun uzun baktı. O fotoÄŸraftaki kimdi? Belki kavuÅŸacağı, belki terk etmek zorunda kaldığı; yari, yakını.. Kim bilir belki geçmiÅŸi, belki geleceÄŸi. Nerden bilinecek. Ancak kendi rızalığıyla bir sohbette anlatırsa öÄŸrenecekler. O fotoÄŸraftan kanını ısıtan nice düÅŸler topladı. Adam fotoÄŸrafa baktıkça geniÅŸ alnı geriliyor, içine huzur yayılıyordu. Bir diÄŸeri de sigarasını dumanladıktan sonra, 
“AteÅŸ yakmalı” deyip ayaÄŸa kaktı. MaÄŸara dışında çevreyi tarayan Reis kükredi birden: 
“Hayır. AteÅŸ yakmak yok.” “Uyku” dedi, “ Don var…GevÅŸersiniz. Daha da önemlisi fark edilirsiniz, devam edeceÄŸiz. 
Kalkmaya hiç de istekli olmayan bakışlar ‘Bu gidiÅŸ nereye varacak?’ diye sorarcasına Reis’e yöneldi. 
“Bırakmayın kendinizi. Haydi gidiyoruz. Çok az kaldı. Biraz daha gayret kalkın aslanlarım. Hava da kararıyor zaten baksanıza. Çözülürsünüz sonra.” 
MaÄŸaradan çıktılar bir bir. Yürüdüler yine vadiden. Karşılarında Çin Seddi gibi yükselen tepeye baktı Reis. 
‘Doruklar tepemize yıkılmak için yükselmiÅŸler. Fırsat kolluyorlar sanki ölümün beyaz kucağına sarmak için bedenlerimizi’ diye geçirdi. 
“Sessiz olun. Çok sessiz. Buralarda çığ tehlikesi var.” Fısıldar gibi konuÅŸuyordu. 
 
En arkadaki, başını kaldırıp yüksekliklere baktı. Kendine döndü yine gözleri. Bembeyazlık içinde bulanıktı evren. Her ÅŸeye buÄŸulu camın ardından bakıyordu sanki. AkÅŸamın alacası beyazın tüm tonlarına karışıyor görüngüleri hayâl belirsizliÄŸine dönüÅŸtürüyordu. Çok geçmeden her ÅŸey iyiden iyiye karışıyor. Sınırlar kalkıyor, renksizlik baÅŸlıyor. Dizlerinin bağı çözülüyor. Ne varsa iç içe. En son alacakaranlık içinden yansıyan son ışıklar, günlerdir hiç böylesine kanıksamadığı beyazlığı kıpır kıpır kuÅŸatan karaltı da yok oluyor. YokluÄŸa kendisi de mi katılıyor? Åžimdi ne durumda, ne oluyor; var mı ne kadar var, yok mu ne kadar yok bilemiyor. Tam ayrımında deÄŸil bütün bunların. Varlık ve yokluk arası bir yerde dayanamadığını, mecalsiz kaldığını biliyor o kadar. Durdu mu yürüyor mu bilmiyor.  Kendini bir gölgenin peÅŸi sıra bırakıyor. Gerçek mi hayâl mi?  Åžimdi bilmediÄŸi bir yerde kendini izliyor. Sadece izliyor. Gölgeler duruyor. Tuhaf, dayanılmaz bir badireden geçtiÄŸini zayıf bilinciyle fark ediyor. 
Yokluk düÅŸüncesi geçiyor içinden. 
DüÅŸünmesi bile ürkünç olanı ÅŸimdi yaşıyor galiba. 
ÜÅŸüyen ruhunu sonsuz ayrışmanın hoÅŸluÄŸu kaplarken, 
‘Zor deÄŸilmiÅŸ meÄŸer’ diye geçiriyor. 
Artık üÅŸümüyor. 
Beyaz bir yükseliÅŸ, bir uçuÅŸ yaşıyor. 
Bütün hayâllerini geride bırakan, 
hayâllerini bile sığdıramadığı gerçeÄŸin tam içine, üstüne düÅŸüyor. 
 
“Reis, Emin çok fena!” 
“Bırakma kendini” 
“Aç gözlerini” 
“Uyan” 
“Bırakma kendini” 
“Az kaldı dayan. Kendine gel” 
“KardeÅŸim bırakma bizi” 
 
Gölgeler tekrar devinim kazandı. Kıpırtılarla birlikte beynindeki sızıyı fark etti. Başı zonkluyor, ruhu sancıyordu. Her ÅŸey o zonklamanın ritmiyle hızla dönmeye baÅŸladı. O döngüyle beyni de hallaç pamuÄŸu gibi savruluyordu. Silahının dipçiÄŸini yere indirdi. Namluya dayanarak diz çöktü. Bıraktı kendini. BitiÅŸti bu. TükeniÅŸ. Gözleri tekrar yumuldu. Başı öne düÅŸtü. Namluyu kavrayan eli gevÅŸedi, usulca aÅŸağıya kaydı. Bir ara başını sıkmayı denedi avuçlarıyla. Yapamadı. DipçiÄŸi kara gömülü tüfeÄŸi kurumuÅŸ bir aÄŸaç gibi öylece kaldı. 
 
Durdular. Çaresizlik içinde kendini bırakan kardeÅŸlerine yanaÅŸtılar. Reis tüfeÄŸini sırtına asıp soydu Emin’i. GöÄŸüslerinden bacaklarına kadar tenini karla oÄŸdu. Bıçağıyla bir iki parmağında yaralar açtı. Sızan kan koyu, çamur gibiydi. Emin hafiften araladı gözlerini. 
“Åžimdilik atlattı” dedi Reis. Ardı ardına tokatlar patlattı adamın suratına. Adam derin bir uykudan uyanırcasına yavaÅŸça açtı gözlerini. Bakışları ölgündü. Ardından bir tokat daha bir daha. Öncekileri suratında zor duyan Emin kendine geldi. Tekrar giydirdiler. 
“Åžu hapı at bakalım. Damarları açar. Åžunu da yuvarla, bu da kanı inceltir. Al sana bir avuç ta ÅŸeker. At aÄŸzına hepsini. Hah ÅŸöyle bak canlandın. Bırakma kendini.” 
Ä°ÅŸaret parmağını gösterip 
“Bu kaç?” 
diye sordu Reis. 
“………” 
Sadece baygın baygın baktı adam. 
“Bu kaç Emin bu, görüyor musun, kaç bu?” 
“Bir” 
Orta parmağını ilave ederek sordu bu kez. 
“Peki bu kaç?” 
“Ä°ki” 
“Güzel. Ben kimim, bu kim?” 
“Sen Reissin bu da Muhammet” 
“Tamam hadi kalkın gidiyoruz. Son ÅŸekerlerinizi yiyebilirsiniz.” 
Reis, adamın kolunu omzuna aldı, diÄŸer eliyle belini sardı. Yine düÅŸtüler buzlu bozuk yollara. Meçhulle aralarında ne kadar mesafe kalmıştı? 
“Daha çok gidecek miyiz Reis?” 
Emin’in ilk sorusu bu oldu. Adımları umutsuzdu. 
“Çok az kaldı. Åžekerlerinizin hepsini yiyebilirsiniz dedim ya.” 
“Bu kaçıncı ‘çok az’” 
“Sonuncu” 
“Gerçekten mi?” 
“Gerçekten” 
 
Bata gömüle yürüdüler. Vadinin soluÄŸu karlar üzerinden kayıyor, acımasız kırbacını tüm bedenlerine indiriyordu. Ä°liklerine kadar ölümcül bir soÄŸuk akıyordu. 
Neden sonra fırtına kaybetmiÅŸti ilk ÅŸiddetini. 
Ölümle burun buruna getiren tipi hafiflemiÅŸti. 
Karanlık iyice çöktü. 
Gece yine de beyaz. 
Göz kenarları, elleri, yüzleri morardı. Yanakları, dudakları, kulakları soÄŸuktan iyice yanmış. 
Yaraları soÄŸuk kanıyor. 
Sendeliyorlardı. Güçleri iyiden iyiye azaldı, bunu Reis’de biliyor. 
O’nun da önceki dinçliÄŸi, direngenliÄŸi kalmadı. 
Hepsinin gözleri, göz kapakları iyice ağırlaÅŸtı. 
Kim bilir belki çok geçmeden gözleri yaÅŸanmış bütün gerçekliklere kapanıp ebedi düÅŸlerine açılacaklar. 
DiÄŸerlerinin yaÅŸamdan kopardıkları son güçleriyle iniltiyi andıran serzeniÅŸlerini Reis’in artık hiçbir mana ifade etmeyen cevapları bastırıyordu. 
“Tükendik, öldük Reis. Hiç olmazsa sığınacak bir maÄŸara bulalım.” 
“Dayanın ve yürüyün. Korkmayın” 
Yoksa O’da mı korkmaya baÅŸladı? 
Ölümcül korkulardan çaldığı cesaretle yaÅŸamın son uçlarına mı tutunuyor? Kahramanlık dayanmanın son anındadır. 
Ama arkadaÅŸlarının iÅŸte o son an’a takatlerinin yetebileceÄŸinden kuÅŸkulu. Bunu biliyor, hissettirmemeye çabalıyor. 
“SoÄŸuk. Çok soÄŸuk.” Diyen adamın son sözleri boÄŸazında tıkandı kaldı. 
Durdu Reis. DiÄŸerleri de mıhladılar yerlerinde. Yüzünü arkadaÅŸlarına döndü. Yüzü çizgi çizgi çatlayacaktı nerdeyse. Gülmeyen ve üzülmeyen bir tavırla 
“Sizi mahvoluÅŸa terk edemem. Davamızı, o yüksek amacımızı düÅŸünün. Karar verdik bir kere. Her adım bir umut bize. Her adım bir kurtuluÅŸ. Her adım bir yurt. Yolculuk durmamalı. Gitmeliyiz çarçabuk. Uyuyakalırsınız. UyuÅŸursunuz. Don var diyorum anlamıyor musunuz. Donmak var iÅŸin ucunda. Yumulmasın gözleriniz. Ä°yice bürünün. Dolayın başınızı yüzünüzü. Geç olmadan tez gidelim. Gerçekten çok az kaldı. Allah’a güvenin.” 
Son cümlesi tizdi. Bir güç kaynağı oldu diÄŸerlerine. Yürümeye koyuldular yine. 
 
UyuÅŸan kasılıp açılmayan parmakları, damarlarından kanın çekildiÄŸinin belirtisiydi. 
Tam bu sırada sessiz, beyaz yürüyüÅŸ durdu ansızın. 
Kulakları uzaktan gelen bir ses okÅŸamaya baÅŸladı. 
Karanlığın soÄŸuk perdesini bir ılık rüzgâr gibi eriterek geliyor, içlerini ısıtmaya baÅŸlıyordu. Arada rüzgârın kestiÄŸi, titreÅŸtirdiÄŸi ses müjde müjde ulaşıyordu bu yana. Olsun. Varsın rüzgârlar bu sesi bölsün. Bir insan sesleniyordu nasıl olsa. 
Sadece ses deÄŸil, sesten farklı, sesten çok fazla bir ÅŸeydi bu. 
Masif, umutsuz gecenin ortasında aÄŸustos parlaklığıyla güneÅŸ doÄŸmuÅŸtu sanki. Sibirya kışını aratmayan mevsim birden yaza dönüÅŸüvermiÅŸti. 
Umutsuzluk dalga dalga erimiÅŸ, umut yaÅŸamın tüm diriliÄŸiyle ayaÄŸa kalkmıştı. 
Can suyu yürümüÅŸtü tenlerine. Kendilerinden geçercesine ilkin dinlemeye koyuldular. Bu kendinden geçiÅŸ kendine geliÅŸti aynı zamanda. 
DeÄŸiÅŸiverdiler. 
Çocuksu sevecenlikle, coÅŸkuyla bakıştılar. Kıvılcım kıvılcım parıldıyordu gözleri. 
Birbirlerine söyleyecek söz bulamadılar. 
Biri derin mi derin bir oh çekerek 
“Çok ÅŸükür kurtulduk” dedi. 
“Kurtulduk” diye tekrarladılar. 
“Ezan” dedi Reis, “Yatsı ezanı” 
Uzaktan ezanın yükseldiÄŸi kasabanın sarı soluk ışıkları seçiliyordu. 
“Ezan. Yatsı ezanı” 
YürüyüÅŸe yeni baÅŸlıyorlarmış gibi o tarafa yöneldiler.

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 29-07-2006 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
123917105 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net