Zaman ve mekân mukayyet varlıkların ana var oluÅŸ unsurlarıdır. Zaman ve hareket unsurunu ayrı tuttuÄŸunuzda tek başına mekân kavramının anlamı kalmaz. Mekânlar içlerinde, üzerlerinde süren yaÅŸamlarla mahiyet kazanır. Yani mekânlar ayrıntılı anlamıyla düÅŸünsel, kültürel, ekonomik, psikolojik, dinsel hâsılı tüm yönleriyle yaÅŸamsal alanlardır. Kültürel çeÅŸitlilikler büyük ölçüde mekânsal iliÅŸkilerle oluÅŸur. Genellikle mimarlık kavramı olarak bilinmesine karşın fizik’ten coÄŸrafyaya, sanata, antropolojiden tarihe, siyasete, edebiyata kadar farklı disiplinlerin ilgi alanı içindedir.(1) Bir coÄŸrafyacı için farklı lokasyonlardır,(2) bir romancı için kahramanın dünyasını, beÅŸeri iliÅŸkilerini belirleyen önemli bir unsur. Bizde Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ında yoÄŸun bir mekân betimlemesi söz konusudur mesela. Kafka’nın Åžato romanında insan mekân iliÅŸkisi daha az yoÄŸun deÄŸildir.(3) Ama mekân; hacim yaratma, çevre düzenleme gibi amacıyla dolaysız olarak mimarinin konusudur öncelikle. Ä°nsan gerçeÄŸiyle örtüÅŸmeyen yavan anlamıyla mekânı, ‘barınma ihtiyacını karşılayan yerler’ olarak tek boyutlu iÅŸlevselliÄŸe indirgemek doÄŸru bir yaklaşım deÄŸildir. Böyle bir algı kısır yaÅŸam ve insan anlayışının yansımasıdır. Bu anlayış var oluÅŸ amacını, derinliÄŸini; düÅŸünsel, kültürel, estetik deÄŸerini gereÄŸi gibi, gereÄŸi kadar önemsemeyen mekanik anlayıştır. Fonksiyonellik dar ve sınırlı ihtiyacı karşılayan önemsiz bir öÄŸe deÄŸildir, yaÅŸamı tüm niceliÄŸi ve niteliÄŸiyle karşılamayı amaçlamalıdır. Dört duvar bir tavanla mekân kurulmaz. YaÅŸam ve insanla köklü, sarıcı iliÅŸkileri, etkileÅŸimleri sebebiyle mekân sanılandan çok önemli bir kavramdır. Her kültürün, her uygarlığın özgün mekân tasavvurları olmuÅŸsa, özgü(n) yaÅŸam ve insan tasavvurları sebebiyledir. Ä°nsanı ait olduÄŸu mekândan, mekânı içinde yaÅŸayan insandan ayrı düÅŸünmenin imkânı yoktur.
Endüstri devrimiyle birlikte geliÅŸen anlayışa göre, insan üretime katıldığı ölçüde deÄŸer kazanır ve tükettiÄŸi ölçüde yaÅŸamının kalitesi artar. Daha çok tüketmek için daha çok üreten kitlenin dinlenme, eÄŸlenme, alışveriÅŸ ihtiyaçlarını karşılayan yerlere mekân denir. Sanayi devriminin baÅŸladığı yıllarda baÅŸta Londra olmak üzere birçok Avrupa kentlerinde fabrikalarda çalıştırılmak üzere çok sayıda iÅŸçiye ihtiyaç duyulmuÅŸtu. Feodalitenin geride bırakıldığı o dönemlerde milyonlarca toprak emekçileri kendilerini iÅŸsiz, evsiz, barksız, dilenmekten baÅŸka çaresi olmayan sefil kiÅŸiler olarak sokaklarda buldular. Bir yandan ÅŸehirler üretim ve ticaret faaliyetleri itibariyle yeni cazibe merkezleri olurken diÄŸer yanda sosyal çöküntü yaÅŸanıyordu. Ä°ÅŸte tam bu sırada biyolojik anlamda yaÅŸamlarını sürdürmekten baÅŸka hiç bir düÅŸüncesi olmayan, o kaotik yapısal dönüÅŸüm içinde olmasına da imkân bulunmayan dilenciler, fabrikaların emekçi ordusunu oluÅŸturdu.(4) Bu yeni kitle için hızla dört duvar bir çatı denebilecek sıralı, çok katlı konutlar inÅŸa edildi. Sanayi kapitalizminin ilk evresi denilebilecek bu süreçte piyasanın artan talebini karşılamak için günde 14-16 saat çalışmak zorunda bırakılan iÅŸçiler konutlarını ancak uyuyarak dinlenme ihtiyacı için kullanmak zorundaydı. Yani o konutlarda (daha doÄŸrusu deliklerde) insanın kültürel, ruhsal yaÅŸamını karşılayacak bir mekân anlayışına hiç mi hiç gerek duyulmamıştı. Sadece barınak olarak düÅŸünülmüÅŸtü. Aradan yüzyıldan fazla zaman geçmesine karşın ÅŸehirlerimizin modern ışıltılarla makyajlandığını, özde ise pek deÄŸiÅŸikliÄŸin olmadığı söylenebilir. Ä°çerdiÄŸi anlam itibariyle mekân çok daha farklı, çok daha fazla gerçekliklere denk düÅŸer. DeÄŸil mi ki insanın sadece barınma gibi maddi gereksinimlerinden çok manevi yaÅŸantısı vardır. Bir mekânın insana uygunluÄŸu, insana göreliÄŸi; baÅŸta maneviyat olmak üzere tüm bireysel, toplumsal öz yapıya ifade imkânı vermesiyledir. Önemsiz gibi gözüken tezyini motiflerden, sert, yumuÅŸak ya da keskin hatlara, aydınlatmadan kullanılan malzemelere kadar mekânın tüm dokusunda insandan bir çizgi bir ifade vardır. Adeta geçmiÅŸten yansıyan sessiz musikide hatıralar gizlidir. Sütunlarda, kavislerde belki renk renk motiflerde düÅŸler akar. Veya ajurlu pencere vitraylarından süzülen renkli ışıkları içeriyi düÅŸselleÅŸtirmekle kalmaz gündelik hayatın lekelediÄŸi ruhumuza zamanların derin ışık çağıltısını boÅŸaltır. Huzur bulursunuz.
‘Mekânet’ kelimesi ağırbaÅŸlılık, serin kanlılık, sükûnet anlamlarına gelir. Ä°nsan ve sükûnet!..Öz gerçekliÄŸiyle çatışma halindeki insan nasıl sakin, huzurlu olacak? O zaman sükûnet bulacağı bir yer bulmalı kendine. Orada benliÄŸiyle arasındaki mesafe ortadan kalkmalı veya olabildiÄŸince kısalmalı. Bedeni baÅŸka yerde ruhu baÅŸka yerde dolanmamalı ki sükûn bulsun. O nedenle yerleÅŸme faaliyetine iskan demiÅŸizdir. Ä°skân mahallinde yapılan evlere mesken deriz. Hepsi de aynı kökten türerler. Meskende oturanlar oranın sakinleridir. Ne kadar sarıcı, ifade gücü zengin bir kelime: Sakin.. Biz bu kelimeyi daha çok bir aidiyet ifadesi olarak ÅŸehirlileri tanımlamak için kullanırız. O insanlar evlerinde ruhlarıyla bedenleriyle birlikte otururlar. Åžehirleri onların ruhlarını bir yere bedenlerini baÅŸka yere savurup atmaz. Geçtikleri her sokakta kendileri olarak geçerler. Ne demek bu? Yani gittikleri her yere kendilerini de götürürler. DüÅŸleri, ruhları, gülüÅŸleri, hüzünleri geride, kendilerinden çok uzakta kalmaz. gerçekten sakindirler. Oraya ait olmaları ÅŸehri oluÅŸturan kültür iklimine, yaÅŸama biçimine ait olmaları demektir. Bilinirler. OturuÅŸmuÅŸ kiÅŸilikleri vardır. O yere aittirler. Mekân ‘yer’ olarak da kullanılsa, kültür ve yaÅŸam özellikleri asal unsurlar olarak yine öne çıkar. Åžimdilerde iskân mahallerine ‘yerleÅŸke’ diyorlar. Ä°ster ‘yerli’, ister ‘yerleÅŸik’ kelimeleri incelensin burada yer ile irtibatın sadece fizyolojik baÄŸları karşılamadığı görülecektir. Burada ‘kiÅŸilik’, ‘kimlik’, ‘kültür’ ve ‘yaÅŸam’ gibi esaslı aidiyetler belirleyicidir. Bir yerli olmak oranın yaÅŸam algısını, deÄŸerlerini, kültürünü benimsemektir.
Aslı Arapça isim olan mekân kelimesi köken olarak ‘kevn’den gelir. (Kuvvetli bir ihtimalle Arapçaya da Ä°branice dilini de etkileyen Aramice’den geçmiÅŸ olabilir. Tevrat’tın oluÅŸ ve yaradılışı konu eden ‘Tekvin’ bölümü isim olarak aynı yani ‘k-v-n’/ ‘kevn’ kökünden türemiÅŸ olmalıdır.) BilineceÄŸi üzre kevn ‘yer, yeryüzü, küre’ anlamları yanında ‘olma, var olma, varlık, vücut’ anlamlarına gelir, tüm cismani ve ruhani alanı kapsar. Kur’an’ın varlık ve kainatla ilgili ayetleri ‘kevni ayetler’ diye tabir edilir. (5)Fiil ÅŸekliyle (kâna) kullanımı olmak, husule gelmek anlamını verir. ‘kâin’, mevcut olan, bulunan, var olan, varlık anlamını karşılar. ‘kevn’den türetilen ‘kâinat’ tüm var olanlar (var edilmiÅŸler), yine aynı kökten türeyen ‘kevniyat’ ise evrenbilimi kozmozu ifade eder.(6) Burada düz, nesnel yaklaşımın çok ötesinde bir anlam söz konusudur. Yere, kevne yani mekâna baÄŸlı her türlü hareket ve oluÅŸ, aynı kökten türeyen kelimelerle de ifade edilir. Mesela ‘mukâvinat’ bir maddenin oluÅŸması anlamındadır. Farklı versiyonları daha aydınlatıcı düÅŸüncelerin önünü açabilir. ‘Mekâne’, ‘durum, ÅŸan, mevkii, tesir’ anlamlarında kullanılır. Aynı kökten baÅŸka bir versiyon olarak ‘Mekene’, ‘imkân vermek’ anlamını içerir. Yine Türkçe’de ‘olabilme, olabilirlik’ anlamıyla çokça kullandığımız ‘imkân’ve buna baÄŸlı olarak ‘mümkün’, ‘temkin’, ‘mekin’ ve türevleri kelimeler hep ‘Mekân’dan türerler.(7) ‘Olabilme, olabilirlik, iyi ÅŸart, elveriÅŸli vasat’ anlamlarında sıkça kullanılan imkân kelimesinin mekânla akrabalığı kavramın geniÅŸliÄŸini anlamaya yeter. Olma koÅŸullarının azlığı, çokluÄŸu ölçüsünde varlığın imkânları azalır ya da çoÄŸalır. Elbette tek başına imkân, mekân koÅŸuluna baÄŸlı deÄŸildir. Ancak diÄŸer koÅŸullar tamam olsa bile mekândan yana yoksunluk, imkânsızlık demektir. Mekânı olmayanın imkânı yetersizdir. ‘Dünyada mekân ahirette iman’ darb-ı meseline bu kritikle de bakmalıdır. Görünürde yaÅŸam alanı kısılmasına raÄŸmen ne yapıp edip imkân bulan, imkân çoÄŸaltanlar kendilerine gerçek iç mekânlar kurmuÅŸ olanlardır. Madem mekân kavramının oluÅŸla, doÄŸallıkla varoluÅŸla birebir iliÅŸkisi var, öyleyse bizi mutlu edecek, sükûna erdirecek gerçek mekânlar önce içimizde kurulanlardır. O yüzden içlerinde darlık olanların dışlarında bulacakları bir geniÅŸlik yoktur. Olanca geniÅŸliÄŸiyle yeryüzü daralmıştır onlar için. Ä°çi geniÅŸ olanları sıkacak fazlaca bir darlığın da olmadığı gibi. Bir mekânı anlamlı kılan da çoÄŸu zaman, belki bütünüyle iç bakış, iç yaÅŸantıdır. Dış mekânlar iç mekânlara uygun olmalıdır. Mekân yaratma sanatçıları olarak mimarlar insanın iç mimarisine önem verdikleri takdirde baÅŸarılı olurlar. Åžimdilerde iç mekân, iç mimari denildiÄŸinde; yitirdiÄŸimiz kentin yitirdiÄŸimiz sokaklarında, yitirmek üzere olduÄŸumuz evlerimizin kalan son öznel, son özgürlük alanlarını çeÅŸitli ödeme kolaylıkları sunarak, yeni tasarım eÅŸyaların tahakkümüyle daraltmayı anlıyorlar. Yoksa iç mekânlarımızı da mı yitirmek üzereyiz? Ä°ç mekân!.. Çehov’un ‘Bahis’ öyküsünde 15 yıl bir odada gönüllü olarak tutuklu kalan idealist genç avukatın orada kendisi için muazzam, dünyalar kadar geniÅŸ iç mekânlar kurduÄŸunu, yine orada herkesten daha özgür yaÅŸadığını bilenler bu konuya da farklı derinlikle ve ayrıca eÄŸilmek gerektiÄŸini de bilirler. Biz ÅŸimdilik mekânın ilk aÅŸamada sanılandan daha içerikli semantiÄŸiyle insanın tüm iç ve dış evrenini ifade ettiÄŸini söylemekle yetinelim. DoÄŸallıkla daha kapsamlı mekân semantiÄŸi yapmak gerektiÄŸini de.
Mekândan, zamandan münezzeh olan ancak Allah’tır. Âlemde her varlık zamana da mekâna da baÄŸlı, bağımlıdır. Demek oluyor ki mekân bizim en hayati varoluÅŸ boyutumuzdur. Hem fıtri hem kültürel mahiyetimiz yaÅŸadığımız mekâna göre biçimlenir. Yani mekânın dünyamızı deÄŸiÅŸtiren özelliÄŸi vardır. Dünya kavramını sadece bizi çevreleyen nesnel görüngüler, eÅŸyalar toplamı olarak düÅŸünmemek gerekir. Rabbimizin bahÅŸettiÄŸi her hususiyet ve yetenek bizim dünyamızı anlamlı kılar. Ä°nsani etki, etkinlik ve donanımlarımızla dünyamız daralır, geniÅŸler; zenginleÅŸir ya da yoksullaşır. Belki bu kavramlar da içeriÄŸi itibariyle görelidir. Bu noktada zaman rölativizminden söz edildiÄŸi gibi mekân rölativizminden de söz edilmektedir. Kuantum fiziÄŸinden, mimariye, coÄŸrafyaya kadar geniÅŸ mi geniÅŸ bir konunun içinde olduÄŸumuzu anlarız. Sözümüzün başında belirttiÄŸimiz gibi iki en önemli varoluÅŸ dinamiÄŸinden biri mekândır. Dinamik kelimesini ‘mekan/ik’ düÅŸünce ve disiplini hatırımda tutarak kullandım. ‘Dünya fani’ derken acaba görerek, dokunarak algıladıklarımızın rölatif olduklarını da mı söylemiÅŸ oluyoruz kültürel ÅŸuur altımızda? Bu pencereden bakarak bir iç mekândan söz etme gereÄŸini düÅŸünüyorum. GeniÅŸlikleri, darlıkları, kasvetleri, rahatlığı, sıkıcılığı veya coÅŸkusu, derinliÄŸiyle tüm dış mekânlar sanki önce içimizde oluÅŸuyor. Ä°ç mekânımıza uygun ve uyumlu dış mekânlar ararız. BulunduÄŸumuz mekânlar içimize ters düÅŸmüyorsa orada sükûnet, rahatlık, huzur buluruz. Ä°çimizin aydınlığına ya da karanlığına uygun dış mekânlar ararız.
Hakikat sonsuzluktur. Sonsuzluk sınırsızlığı gerektirir. Cennet sonsuzluk, sınırsızlık mekânı olarak selametin yurdudur. Ruhumuza sonsuzluktan üflenmiÅŸtir. Hayatiyetimizi, canlılığımızı, yaÅŸamımızı, insan deÄŸerimizi o sonsuz üfleyiÅŸten almışızdır. Ayrıca yaradılış formasyonunun tamamlanması sürecinde insana o sınırsızlık, o sonsuzluk yaÅŸatılmıştır. O nedenle içimizde hep bir cennet düÅŸü, cennet özlemi taşırız. Bu konuya dair muhtelif tartışmalara girmeyeceÄŸim. Ancak klasik yorumların çerçevesini ÅŸimdilik zorlamadan ilk insan olarak Âdem cennette yaratılmış olsa bile onun yeryüzünde bir halife olarak halk edildiÄŸi ayetle sabittir.(8) Ancak gerçek anlamda kul olmanın karşılığı, bir yönüyle amaç ve varılacak son menzil olarak cennet insana tattırılmış, arzusu ruhunun genetiÄŸine fıtrat olarak yerleÅŸtirilerek yeryüzüne indirilmiÅŸtir. Ä°ÅŸte asıl mesele burada ve bundan sonra baÅŸlamaktadır. Sınırsızlıktan gelen ve sonsuz ruhtan nefes taşıyan insan var olma serüvenini bu sınırlı ve sonlu mekânda sürdürmek durumundadır. Ä°çinde taşıdığı sonsuz varoluÅŸ coÅŸkusu bu dünyada hissedilen darlığın, daralmanın da kaynağıdır bir bakıma. Onu çevreleyen sarmalayan realiteler ağı içinde hakikatini, mutluluÄŸunu aramakta kendini sürgünde gibi, düÅŸüÅŸte gibi hissetmektedir.(9)
Yeryüzü bize mekân kılınmıştır. DoÄŸrusu cennetten indirilmiÅŸ, ebedi yurdun hazzını tatmış ÂdemoÄŸlu için dünya, yitik ülkesini çaÄŸrıştıran nimetlerden yoksun deÄŸildir. Ayrıca maddi ve ruhi varlığımız ona göre düzenlenmiÅŸ olduÄŸundan hem intikal ve intibakımız zor olmamakta hem de paradoksal eÄŸilimle dünyayı amaç edinme biçimiyle tezahür eden bir yanılsama içine girebilmekteyiz. Kim bilir belki de materyalist sapmanın duyuÅŸ, düÅŸünüÅŸ derinliÄŸinde fiilen koptuÄŸumuz yitik cenneti hiç olmazsa burada bulma, kurma isteÄŸi yatmaktadır. Biraz da bu arzuyla dünyayı biçimlendirme, yeniden imar ve inÅŸa faaliyetine girmiÅŸizdir. Bir bütünlük içinde yaratılan dünya insan ihtiyaçlarına tümüyle uygundu. YaÅŸamak için gerekli tüm donanımlar bize ve her ÅŸeye verilmiÅŸti. Yitik cennet arzusunun burada gerçekleÅŸtirilmesi yönündeki çabalar çevreye göre biçimlenmek yerine, çevreyi bize göre biçimlendirme sürecini baÅŸlatmış olmalı.
Ä°nsanın mekânla iliÅŸkisi, mekân bilinci ve bilgisi en ayrıntılı anlamda yeryüzüyle iliÅŸkisiyle baÅŸlar. Yeryüzü bizim geniÅŸ mekânımızdır.
Mekân nedir? Mekân varlığımızı sürdürdüÄŸümüz alandır. Varlığa, varlığımıza yüklediÄŸimiz anlam mekânlarımızın mimari ÅŸemalarını etkilemiÅŸtir, etkilemektedir. Mekân yaÅŸam alanımızdır. YaÅŸam soyut zenginlikleriyle zamana ve harekete tekabül ediyorsa eÄŸer; varlığımızın etkilediÄŸi, varlığımızı etkileyen tüm bu boyutlar birbirine bağımlıdır. Yani bir anlamda yeni mekânlar yeni zamanlar demektir. Farklı zamanlar farklı mekânlar demektir. Algıların gücü, çeÅŸitliliÄŸi, deÄŸiÅŸkenliÄŸi ölçüsünde zaman da mekân da farklılaşırlar. Sadece deÄŸiÅŸmez deÄŸiÅŸtirirler de. BeÅŸeri tepkilerimizden kimlik karakterimize kadar mekânla çok boyutlu ve derin iliÅŸkiler içindeyizdir. BulunduÄŸumuz yere aidiyet kesbeder ya da kendi tasavvurumuzu, ruhumuzu katarız. Bu kendimize katma ve kendimizi katma süreciyle oluÅŸan tarihsel, kültürel iliÅŸki biçimi varoluÅŸsal baÄŸdaÅŸlığa dönüÅŸür. Ülke, ulus, vatan, kültür gibi ortak genel kavramları bir deÄŸer olarak mekândan ayrı düÅŸünemez, kendimizi onlarsız ifade edemeyiz artık. Kültür tüm çeÅŸitliliÄŸiyle mekânla kurduÄŸumuz iliÅŸkiler sonucu ortaya çıkar; sonra tasarı, tasavvur, kullanım, anlayış, iÅŸlevsellik gibi en önemli yaÅŸamsal gerekliliklerle tekrar mekâna yönelir; bu gerekliliklerle mekânını arar, geliÅŸtirir, kurar ve orada yaÅŸar. Yeryüzü kültürel açılımı bilgi ve bilinç düzeyinde saÄŸlamaya harikulade uygun yaratılmıştır. Bütün bir âlem ve hususen insana mekân olmaklığı itibariyle yeryüzü bilinçle donatılmıştır.
Allah El Akıl’dır. Mutlak âlimdir. Bütün bir varoluÅŸ âlemi mukayyet akılla nasiplenmiÅŸtir. ‘EÅŸya tüm evreni kuÅŸatan mutlak akılla yaratılmıştır.’(10) Ä°nsanın dışında diÄŸer varlıklara verilmiÅŸ akıl tanzim edilmiÅŸ, iÅŸlevi formatlanmış akıldır. (11) Ä°nsan aklı kendine verilmiÅŸ geniÅŸ iradi alan içinde özgür olmakla farklıdır. O farklılık yeryüzünde bir halife oluÅŸunun icabıdır. DiÄŸer varlıklar kendileri için tayin edilene ÅŸaÅŸmaz ölçüde uyarlarken sadece insan kendi marifetiyle sınırları aÅŸabilmekte, anlamakta, öÄŸrenmekte, bilgi ve teknoloji geliÅŸtirmekte, çevresine egemen olabilmektedir. Yeryüzü insana bu imkânı ve hareket geniÅŸliÄŸini verecek yapıdadır. Ä°nsanın dünyayla iliÅŸkisi onun yabancılığını artırsa da sonuçta kültürel bir iliÅŸkidir. Ä°nsan ve dünya arasında kesintisiz bir bilinç akışı vardır. (12)Varlık ve bilinç. Yeryüzü ve bilinç!.. Ä°ÅŸte muazzam bir konunun daha kapısı aralandı. Åžimdilik bu kapıyı ihmal etmek zorundayız. Müstakil olarak deÄŸil, çerçeveyi insan- mekân iliÅŸkisiyle daraltarak bilinci konu edeceÄŸim. Yeryüzünü insan var oluÅŸunun en geniÅŸ doÄŸal mekânı olarak ele aldığımı yineleme gereÄŸi duymuyorum. Ä°ç dünyamızda uyandırdıkları duygularla tüm fenomenlerden, insan tasarımı her türlü mimariye, küçücük bir odaya kadar her mekânda bilinç de vardır ruh da. Mekânlar biraz da o bilinç ve ruhla var olurlar, yaÅŸarlar. Daha çok da o bilinç nesiller boyu süren aktarımlarla yaÅŸatılır. O duygular aidiyetimizin önemli parçası olur. Åžöyle de söylenebilir: Ä°nsan toplulukları din, varlık ve yaÅŸama dair algılarını evlerinden, sokaklarına, ÅŸehirlerine, mabetlerine kadar mücessem hale getirerek kalıcı kılarlar.
Allah’ın yarattığı hiçbir ÅŸey amaçsız, bilinçsiz olamaz. Anlam varlığın hakikatidir. Hakikate uzak veya yakın olsun bilinç, kevni ayetlerle devamlı desteklenerek yenilenmektedir. Yenilenerek desteklenir de denilebilir. Bilincin iletiÅŸim ve edinim yönü insandan doÄŸaya doÄŸru mudur yoksa doÄŸadan insana doÄŸru mu? Kimi varoluÅŸçulara göre bilinci doÄŸaya insan kazandırmıştır. Marksistler evrimsel süreç içinde bilincin doÄŸadan alınarak diyalektik iÅŸleyiÅŸle çoÄŸalttığı savını ileri sürerler.(13) Hangisi doÄŸru? Yoksa ikisi de bir doÄŸrunun deÄŸiÅŸik taraflarını mı ifade ediyor? Bir yönüyle belki evet. Ama iki yarım doÄŸrunun toplamı bir tam doÄŸru etmez. DoÄŸru kendine özgüdür. DoÄŸru olan, Elhamdülillahirabbilâlemin’dir. Tüm yaratılmışlar dünyasını eÄŸiten, onlara öÄŸreten Allah’a en yüce en yüksek övgülerle. Ä°ÅŸte gerçek hakikat budur. Yani bilincin ve bilmenin kaynağı Rabbimiz’dir. Kur’an’da sadece insanın deÄŸil yeryüzünde tüm varlıkların kevni ayetlerle bilgilendirildikleri, eÄŸitildikleri ifade edilmektedir. Yeryüzü bilinçlidir derken bunu kastediyorum. KendiliÄŸinden bilinç (sevk-i tabii). Üstün melekelerle yaratılan insan bilinçli varlık olarak kulluÄŸunu sürdürürken yaÅŸamı için gerekli tüm kolaylıkları yeryüzü mekânında bulur. Yeter ki varlıkla arasında ünsiyetini korusun. Hakikatle, veya hiç olmazsa ontolojik gerçeklikleriyle irtibatını saÄŸlayan kanalları tıkamasın. Yani yeryüzünü biçimlendirirken oranı, ölçüyü, maksadı fıtri ihtiyaç ve gereklilik çerçevesinde yapsın. DeÄŸilse yapıcı olmaktan çok yıkıcı, düzenleyici olmaktan çok ifsat edici, bozguncu olacaktır. DoÄŸrusu onun tabiatında bu eÄŸilim de yok deÄŸildir. Modern uygarlık adına bugün yaÅŸanılan salgın dehÅŸet ve trajediler bu ayetin tecellisi, insan ruhunun negatif mahiyetinin tezahürüdür.
Ä°nsan doÄŸayla barışık olduÄŸu zaman benliÄŸiyle uyumlu, yaÅŸamı kolaylaÅŸtıran kültür ve uygarlıklar kurdu. DoÄŸa insana kendi sırlarını, bilgilerini cömertçe açıyordu. Ä°nsan doÄŸanın diline, tarzına yabancı deÄŸildi. DoÄŸa insana bilmediÄŸini öÄŸretiyor, insan da fark ediyor, anlıyor, uyguluyordu. Adeta keÅŸfedilecek olanları hazır, hazırlanmış olarak önünde buluyor; kendini, kendiliÄŸinden bir kültürlenmenin içinde buluyordu. Ä°nsan doÄŸanın neresindeydi? Dışında mı, karşısında mı? Hayır, bir kopuÅŸu gerektiren böyle bir ayrılık söz konusu olamazdı. Bilakis yaÅŸamın anlam bütünlüÄŸünü saÄŸlayan üstün vasıflarıyla doÄŸanın tam içindeydi. Var olmuÅŸların süsü, efendisi, merkeziydi. Hakikatten kopuÅŸla baÅŸlayan derin unutuÅŸlar ve derin unutuÅŸlarla hakikati yitirmeye baÅŸlaması onu küstah, şımarık bir varlık yapmaya yetti. Hakikatin sırrını sapkın emel ve yöntemleriyle çözme çabası hakikatten çözülmeyi baÅŸlattı. Ölçme, deÄŸerlendirme düzeneÄŸi bozuldu. Asil konumunu ontolojik, epistemolojik sapmayla yitirmek yani yabancılaÅŸmak pahasına yeryüzüne egemen olmaya yöneldi. Zamana, mekâna ve tüm yaÅŸama egemen olmak! Makul ve kabul edilebilir sınırları çoktan aÅŸmış bu çıkış deÄŸiÅŸik form ya da modlarda, gizli ya da açık tanrılık iddiasının ifadesiydi. KopuÅŸ ve savaÅŸ baÅŸlamıştı. Olanca zenginliÄŸiyle yeryüzü fetholunacaktı. Yeryüzü insanın hayallerini, aÅŸkını, bilgisini, yaÅŸamını tehdit eden düÅŸman mıydı? Papalagi vahiyden ve doÄŸadan kopmuÅŸ tatmin olmaz, doyumsuz varlığıyla bunu ne yazık ki böyle algıladı. Güney Denizinde Samoa Adaları’nın yerlileri dilinde ‘göÄŸü delen adam’ demek olan Papalagi’yi tekrar hatırlatacağım. Papalagi, olanca geniÅŸliÄŸine raÄŸmen yeryüzünü daraltan modern insanın havada uçma, göÄŸü delme öyküsü. Göz ardı edilmeyecek bir ÅŸey var; modern insan yapay dünyasını doÄŸayı ve doÄŸallığını yitirerek kurdu. Åžimdi iki çıkmaz, iki çaresizlikle karşı karşıya kaldı, kalabilir. Birincisi yeryüzü bizi bilgilendirmede önceki gibi açık ve cömert deÄŸil. Birbirimizi karşılıklı besleyen bilgi ve bilinç akışı durdu. Yaptığımız sert, acımasız müdahaleler ölçüsünde sert ve acımasız karşılıklar alıyoruz. Ä°kincisi yeryüzü tüm masumluÄŸu, güzelliÄŸiyle bize açılsa bile dilini, tarzını anlayacak yetenek ve melekemizi yitirdik. SaÄŸlıklı iletiÅŸim kurmanın zorunlu ÅŸartı olması gereken yaratılış saflığımız bulandı. Diyalektik realite gereÄŸi olan bu sonuçta ÅŸaşılacak bir durum yoktur. Yani olmaması gereken olmuÅŸ deÄŸil. Kültür, kültürlü varlık olarak insan biraz da bu zaviyeden incelenmeli. Hangisi kültür, insanın çevresiyle dostane ve barışık iliÅŸkiler bütünü mü yoksa doÄŸaya egemen olma sapmasıyla çevremize, kendimize ve hakikate yabancılaÅŸma süreci mi? Sırf Allah’ı ve ilahi olanı kabul etmeme özkörlüÄŸü ve materyalizm ÅŸeytanlığı adına cenneti yeryüzünde kurma ütopyasıyla yeryüzünü cehenneme çevirdik. Kalan son akıl ve bilinç kırıntısıyla bile her geçen gün hiçbir ÅŸeyin eski güzelliÄŸinde olmadığını görüp duruyoruz. Artık kültür kültürsüzleÅŸmenin karşılığıdır. En insani zamanlarımızı yaÅŸadığımız yeryüzü mekânından; o mekânla, o mekânda kurduÄŸumuz bilinç ve ruh bağından, baÄŸlamından uzaklaÅŸtık. Biz kültürlü insanlar akvaryumdaki balıklar, kafesteki kuÅŸlar gibi yapay mekânlarımızdan çıkınca yaÅŸamımızı idame ettirecek yetenekten bile maalesef yoksunuz. Bir yönüyle ne kadar yoksunsanız o kadar kültürlüsünüz. Ah biz kültürlü insanlar!.. Apolitika ismli anarÅŸist grubun çıkardı bir dergide okumuÅŸtum; hatırladığım kadarıyla ABD.’de hatırı sayılır toplumsal mevkileri, statüleri de olan anarÅŸist bir sivil toplum örgütü üyeleri ÅŸimdiye kadar yaptıkları etkinliÄŸin zihinsel fanteziden öte gitmediÄŸi özeleÅŸtirisinden sonra bir aylığına olsun doÄŸaya çıkmaya karar verirler. Ancak yanlarına bıçak balta gibi kabul edilebilir aletler dışında bir ÅŸey almayacaklardır. El deÄŸmemiÅŸ daÄŸların ve ormanların en elveriÅŸli yerine bırakırlar kendilerini. Bu kamp aynı zamanda ilk insanın yaÅŸama biçimi ve zorluÄŸunu bire bir yaÅŸayarak tespit etmeyi amaçlamaktadır. Nasıl avlanmalı, hayvanlar nasıl evcilleÅŸtirilmeli, tarım nasıl yapılmalı, sel ve rüzgârlardan, yırtıcı hayvanlardan nasıl korunmalıdır? Ä°çlerinde bazılarının doÄŸa bilimci oldukları, yine fantezi de olsa bu yaÅŸama zengin bir bilgi birikimi avantajıyla girdikleri unutulmamalıdır. Uzatmayayım. Ancak bir hafta dayanabilirler. Nerdeyse öleceklerdir. Sözünü ettiÄŸim yazıyı kaleme alan yazar sonuç olarak yukarıda yoÄŸunlaÅŸtığımız konuya dikkat çekerek ÅŸöyle diyordu. ‘DoÄŸa sırrını açmada bize ketum davranıyordu. Bizse doÄŸadan hiç mi hiç bilgi edinemedik. Ä°lk insanların hayal edemeyeceÄŸimiz kadar akıllı, zeki, yetenekli olduklarını anladım.’
Huzuru nesnel dünyanın sınırlı imkân ve ölçekleri içinde bulmaya razı olduktan sonradır ki insan tüm amaç ve tasarılarını dünyada gerçekleÅŸtirme çabasına girdi. Çünkü onun için baÅŸka dünya yoktu. Ruhuna giydirilmiÅŸ en dar elbisenin yani teninin isteklerini tini umursamaz ÅŸekilde yerine getirmekte kural tanımadı. Tenini tatmin etmek, yaÅŸamdan tensel hazlar almak varlığının asıl amacı oldu. ÇoÄŸu müptezel, kaba, bayağı zevkler olan sınırlamalar içinde özgürleÅŸmesine izin ve imkân tanımayan ruhunun anlam ateÅŸi ise çoktan sönmüÅŸtü. Ruhu buz aklı zindan içinde, iç dünyası daraldıkça daralmıştı. Ä°çinde yeni bir varoluÅŸu büyütecek boÅŸluk bile kalmamıştı. Koyu karanlıkların söküp aldığı boÅŸluk içine ölümcül çöküntülerle hiçliÄŸi yıkmıştı. Åžimdi karşı konulmaz hiçliÄŸinin yıkılmaz sandığı tahtında sözde tanrılığının keyfini sürüyor. Özel varlığını, özgün varlığını yonta yonta iç evrenini küçülttü, yok etti. Bu iç dünyasında kendini küçülten yontmalardan, yok etmelerden dışında devasa ÅŸehirler kurdu. Özgürlükten kaçışına uygun en geniÅŸ dış mekânlardı kentler. Åžu çeliÅŸkiye bakın ki olanca geniÅŸliklerine raÄŸmen sıkıştırılmış dar(gın) mekânları, dar(gın) zamanlarıyla her geçen gün huzurun daha kaybolduÄŸu yerleÅŸim yerleri oldu kentler. Ä°çi darlık dışı zorluk içinde. Kentler modern insanın aceleciliÄŸini, telaşını, tatmin olmaz hırsını, doyumsuz ihtiraslarını, akıl almaz temposunu somut yaÅŸam biçimine dönüÅŸtürdüler. Niçin bu panik? Sanki birden bire beklenmedik bir ÅŸey olacak. Dünya yıkılacak, zaman sonlanacak. Yine de ruhlarda yılan gibi kıvranan, kıvrandıran sonsuzluk duygusuyla bir yudum olsun kaygısız yaÅŸamak, bir nefes olsun rahat soluklanmak uÄŸruna bütün bir ömür koÅŸmaya koÅŸullanıyoruz. Ä°nsanlar durmaksızın, anlamsızca koÅŸuyor. Bütün ömürlerini küçücük, daracık, sıkıntılı, gürültülü, doÄŸal olarak zevksiz kapalı mekânlarda geçiriyorlar.Aklı duman gönlü ziyan içinde. EÅŸler, babalar, anneler, çocuklar bir arada olmanın sıcak coÅŸkusunu pek tadamadan, yıllar yılı ayrı kalarak ömürlerini tüketiyorlar. Niçin mi? Çünkü üretim aksamamalı, dış satım oranında artış olmalı hazinede döviz rezervleri pozitif seyretmeli, Beyaz eÅŸya taksitleri rahat ödenmeli, vs. Buna medeniyet diyorlar. Papalagi tuhaf adam doÄŸrusu, böyle düÅŸünür. Bir kez olsun mehtaplı bir gecede aÅŸk ve ÅŸiirle dolu olarak gökyüzü sükûnetinde yıldızlarla dans eden ay’ın efsunlu güzelliÄŸini uzun uzun seyretmenin tadına varamadan göçüp gitmiÅŸ kim bilir kaç mazlum var ÅŸu dünyada. ‘Mazlum’ dedim kendiliÄŸinden, kabulümdür. Ayı, yıldızları, güneÅŸi adeta yer kürenin sonsuz uzamda ilave unsurları olarak deÄŸil de kartpostalları süsleyici, renklendirici figür olarak görmüÅŸ bilmiÅŸ kim bilir kaç zavallı var. Åžimdide ‘zavallı’ dedim, o da kabulüm. Bu kentlerin ruhu yok ve bu kentler ruhu öldürüyor. Kentler sabahlara uyanmıyor da sanki sabahlara patlıyorlar. Birden bire insanlar yataklarından sokaklara, iÅŸyerlerine varmak için saatte bilmem kaç yüz kilometre hızla uçan metrolara, trenlere, deniz otobüslerine patlıyorlar. Misket bombası gibi bir anda tüm kente dağılan insanlar ışık hızıyla akan yaÅŸamla yarışıyorlar. YaÅŸam mermi hızında. Åžehir rotatif gibi çalışıyor. Zamanın makası daralıyor. Hayatımızda dakikalar bile çok önemli olmaya baÅŸladı. Hatta saniyeler. Bize ait zamanlarımız yok. Ä°çimizi, aÅŸkımızı, acımızı, amacımızı düÅŸündüÄŸümüz zamanımız kalmadı. Hayır, kendimize zamanımız yok. Tüm zamanlarımız ve tüm varlığımız ruhumuzu eze eze inÅŸa ettiÄŸimiz kentlerimize, o kentlerimizin handiyse insani olan ne varsa silen süpüren iÅŸleyiÅŸine feda olsun!. Aslına bakılırsa tüm yeryüzünü fethedelim derken; ÅŸimdi, ne kendimize ait zamanımızın, ne kendimize ait mekânımızın olduÄŸu katı gerçeÄŸiyle karşı karşıya kaldık. Bu geri dönüÅŸsüz gerçeÄŸin tam ortasındayız. Özetle; zamansız mekânlar, mekânsız zamanlar yaşıyoruz. Daha doÄŸrusu zamansızlığı, mekânsızlığı yaşıyoruz. Bunun bir adım sonrası kıyamet mi yoksa? Ä°nsan kıyametine ne çok meraklıymış meÄŸer. Åžeytanı bile kıskandıracak kurgularla hayatını zehir etti. Kentler zamanın mekânsızlığında, mekânın zamansızlığında yoÄŸunlaÅŸtırılmış hercümercin, imparatorluk kurmuÅŸ hiçliÄŸin cinnet alanlarıdır artık. Sessizlik, sonsuzluk, sükûnet insana korku verir olmuÅŸtur. Kendi payıma yaÅŸadığım kentin, Ankara’nın 10-15 kilometre dışında her yönden alabildiÄŸine uzun, alabildiÄŸine uzak sessizlik, tenhalık baÅŸlamaktadır. Kent birdenbire baÅŸlamakta, bıçakla kesilircesine ansızın bitmektedir. Kaos, bunalım, gürültü, psiÅŸik sıkıntılar gibi sorunlarla birlikte yükselen yoÄŸun dikey yapılanma yerine, doÄŸadan kopmadan daha rahat, problemsiz, daha insani yatay planlamaya gidilemez miydi? Allah’ın arzı geniÅŸ deÄŸil mi? Allah’ın geniÅŸ olan arzını daraltmayı marifet sanmışızdır. Åžimdi o arza çıkmak ürkütüyorsa bizi bu zamansızlık özlemiyledir, mekânsızlık özlemiyle. Artık daracık iç gerçekliÄŸi, daracık iç mekânıyla insan geniÅŸ dış mekânlarda huzur bulamaz oldu. YaÅŸadığım kent nihayetinde 4 milyon civarında nüfusa sahip, devasa megapollere göre neredeyse köy sayılır. Bir de nüfusu 30 milyonu bulduÄŸu söylenen Tokyo’yu, 20 milyon nüfusuyla Meksiko City’yi, Bombay’ı, New York gibi kentlerin yoÄŸun kalabalığını düÅŸünün.
Trajik bir ÅŸekilde zaman ve mekân boyutunu yitirmiÅŸ insanın yine de ruhu sancımakta feci ÅŸekilde varoluÅŸ ya da yok oluÅŸ acısı çekmektedir. VaroluÅŸ ve yok oluÅŸ anlamsal zıtlıklarına raÄŸmen bu kadar birbirine yakın, hatta aynı alanda olmuÅŸlar mıydı? Kim bilir belki de bu durum yeryüzü serüvenimizde zaman, mekân ve hareketle oluÅŸan çemberde baÅŸlangıç noktasına mesafenin az kalması sebebiyledir. Sonsuz varlığımızın ve anlamın dairesel döngüsü tamamlanmak üzere midir? Çünkü kendi yok oluÅŸumuzu anlamakla varlık bilincimiz artmakta, varoluÅŸumuzu yeniden düÅŸündüÄŸümüzde yok oluÅŸla kuÅŸatıldığımızı anlamak durumunda kalacağız. BaÅŸarır, Kent’i cin ÅŸeytan iÅŸi sarmaşığa benzetir bir öyküsünde. ‘Tarihi tekerrürden ibaret kılan tuhaf bir yan vardır kentte ve onu önemsizleÅŸtiren. Kent cinler, periler iÅŸi. Burada yaÅŸayanlara geceleri yalnızlık çekmediÄŸini düÅŸünmek için yanındakinin horlaması yeterlidir. Yüksekten korkanlar kendilerini elma aÄŸacına asarlar, diÄŸerleri kulelerle ve gökdeÅŸenlerle hallederler intiharlarını…Åžeytan ki kentin kontudur, kayıtsız ÅŸartsız…YaÅŸarlar ardıardına, yan yana, dibdibe. BaÅŸ baÅŸa baÅŸlanan her ÅŸey baÅŸa baÅŸ bitirilir. Rekabet önde gider. AÅŸk da sonunda bir rekabete dönüÅŸüverir burada...Bir sarmaşıktır kent, karmakarışıktır.’(14) Åžehir, hatta kent olmaktan çoktan çıkmış megapoller ruhunu kemirerek, sömürerek beslendiÄŸi insan varlığını bitirme noktasına gelmiÅŸtir. Ä°nsan kendinden geçmiÅŸçesine keyifli savrulmalar, heyulalar içinde nasıl bir doÄŸa, nasıl bir yaÅŸam, nasıl bir ruh yitirdiÄŸinin ayrımında bile olamamaktadır. Ruhu ufuksuzluÄŸa mahkum eden beton kutular içinde yaÅŸadığı sürece varlıkla arasında bilinç akışı kurmak zor gözükmektedir. YaÅŸamdan kopuk yapay ve sanal bir yaÅŸama, bilinçten kopuk yapay ve sanal bir bilince bağımlılık onun adeta kaderi olmuÅŸtur.
Fıtratımızdaki cevheri fark etmeye dönük her bir çaba taktir edilmelidir. Modern sekülarist insan yeni uygarlığını kurarken oluÅŸan yeni insan tipi ve yaÅŸamının baÅŸka nazarlarca nasıl algılandığı merakını gidermek için, el deÄŸmemiÅŸ uzak yerlerin insanlarını Batı’nın sanayi kentlerine getirerek onların gözüyle kendini yansıtmayı denedi. BaÅŸka, ve hususen de ilkel insanın gözünde modern insan, modern yaÅŸam biçimi nasıl görünüyordu? Güney Denizi Adalarından birinde kabile reisi olan Tuiavii’ nin konuÅŸmaları ilginçtir. Samoa’ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmiÅŸti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta göÄŸün git git büyüyen yarılması, yırtılması gibi algıladılar. Daha sonra içinden beyaz adamın çıkıp geldiÄŸi bir delik. Onların dilinde ‘Papalagi’ denildiÄŸinde ‘GöÄŸü delen adam’ anlamında ‘yabancı ya da beyaz adam’ anlaşılır. Hatırlatacağımı söylediÄŸim konuÅŸmalardan konumuzla ilgili gördüÄŸüm kimi ifadeleri buraya almak istiyorum: ‘Barınağı dikine duran taÅŸ bir sandığı andırır, çok sayıda gözü olan delik deÅŸik bir sandığı. Çok zaman birbirlerinin adlarını bile bilmezler. GiriÅŸ deliÄŸinde karşılaÅŸtıklarında ya isteksizce selâmlaşırlar, ya da düÅŸman böcekler gibi mırıldanırlar. Gören de bir arada yaÅŸamak zorunda kaldıkları için hiddetlendiklerini sanır. Ama Papalagi, bu taÅŸ kutuları sever ve artık zararlarını ayrımsamaz. Papalagi zaman zaman, kendi deyimiyle, özel kutusunu terk edip baÅŸka bir kutuya gider. Burası iÅŸ yeridir. Burada karısı ve çocukları olmaksızın rahatça çalışır… gerçek bir gökyüzü mavisi bulmak çok zordur. Çünkü bir kulübenin en azından bir tane, çoÄŸunlukla da daha fazla bacası vardır. Bunlar havaya Savaii’deki volkan patlaması gibi duman ve kül savururlar. Kimi yarıklarda korkunç bir kargaÅŸa hüküm sürer, insanlar buralarda ağır bir balçık gibi akarlar. Bunlar caddelerdir. Gürültü dehÅŸet vericidir. Tabii sen de baÅŸkalarıyla anlaÅŸabilmek için bu gürültüyü delip geçsin diye avaz avaz bağırırsın. Genel bir uÄŸultudur duyulan. Ä°ÅŸte bütün bunların hepsi; yani kalabalık taÅŸ kutular, taÅŸ yarıklar.. gürültü, kargaÅŸa; aÄŸaçtan, gökyüzünün mavisinden, temiz havadan, bulutlardan yoksun kapkara kumlar ve dumanlardan kaplı yerler Papalagi’nin “ kent” adını verdiÄŸi ÅŸeydir. Ömründe hiçbir aÄŸaç, tek bir ırmak ve gökyüzünü görmemiÅŸ ve de Büyük Ruh’la yüz yüze gelmemiÅŸ insanların yaÅŸadığı, ama yine de gurur duydukları yaratıları. Acaba Papalagi, yarattığı bu taÅŸla övünüyor mu? Bilmem. O, kendine özgü fikirleri olan bir yaratıktır… Ama biz güneÅŸin ve ışığın özgür çocukları, Büyük Ruh’a sadık kalmalı, böyle taÅŸlarla onun kalbini kırmamalıyız. Yalnız yolunu ÅŸaşırmış, hastalıklı ve Tanrı’nın elini elinde hissetmeyen insanlar bu taÅŸtan yarıklar arasından güneÅŸten, ışıktan ve yerden yoksun kalarak mutlu olabilirler...’(15)
Modern adam çıkarcı bakışını, bir baÅŸkası ve öteki üzerinden yansıtıp kimileyin bir fanteziye çoÄŸu zaman ülke ve insanları iliklerine kadar sömürme programının parçasına dönüÅŸen sosyolojiden antropolojiye bir dizi araÅŸtırma sonucunda yitirdiÄŸini bulabildi mi? Asla bulamadı, bu yolda ve bu gidiÅŸle bulacaÄŸa da benzemiyor. Ruhlarının, gittikçe koyulaÅŸan karanlığın kancasında asılı kaldığını fark edenlere gelince, onlar da Forster’e göre diÄŸerlerinden farklı olarak kimi gerçeklerin bilincine varmış olarak ölürler. O’nun ‘Makinanın Sonu’ kimilerince kurgusal fantastik gibi deÄŸerlendirilse de hem savaÅŸ yıllarının baskıcı, insafsız rejimi, hem de o rejim özelinde yansıtılan global üretim iliÅŸkileriyle biçimlenen yeni hayat realitelerle birebir örtüÅŸmekle kalmayan, alttan alta bilinci ayaÄŸa kaldırmayı deneyen bir öyküdür. Bu öyküde doÄŸanın, yeryüzünün, yüz yüze iliÅŸki ve etkileÅŸimlerin yok olduÄŸu ortamda, yerin altına çekilmiÅŸ ve bir makine düzenine bağımlı kılınmış bir toplum ve yaÅŸam biçimi anlatılır. Her ÅŸeye kadir olduÄŸu düÅŸünülen genel kapsamlı bir makine insanların gereksinim saydığı her ÅŸeyi saÄŸlamaktadır…Bu ortama uygun olarak geliÅŸtirilen felsefe, yaÅŸamaya deÄŸil, yaÅŸam ve evren üzerine uzaktan fikir edinmeye dayanır.Bu ortama uymayan bir genç adam, yer yüzüne çıkar, yeri ve göÄŸü geçmiÅŸteki ataları gibi kendi gözleriyle görür, yeryüzünde ve makinenin dışında yaÅŸayan insanların bulunduÄŸunu anlar. Başından geçenleri annesine anlatır. Zamanla makinenin hizmetleri aksar, giderek bozulur, durur kalır. Bütün insanlar yeraltının karanlığında kimsesiz, güçsüz, yardımsız olarak ve dehÅŸet içinde ölüme giderler. Yer altı tünellerinin havasız karanlığında ve cesetler arasında bir kere daha buluÅŸan genç ve annesi, insan benliÄŸine uygun bir yaÅŸam biçiminin nasıl olması gerektiÄŸinin bilincine varmış olarak ölürler.(16) Demek ki biraz olsun düÅŸlerimizde özgürlüÄŸü tadarak ölme hakkımızı kimse elimizden alamıyor. Eugene Zamiatin ‘Biz’ yapıtında beyin ameliyatı yapılarak istenilen formata sokulmuÅŸ insanların durumu daha içler acısıdır. Orada kendi ölümünü seçecek iradeyi bile ortaya koyamazsın. Bu son cümle beni baÅŸka muazzam bir konuya doÄŸru itiyor. O salınım zihnimizin bir köÅŸesinde sürebilir. Ben zaten yeterince geniÅŸleyen ÅŸu anki çerçevem dışına daha fazla gidemem, gitmemeliyim.
Bir çok düÅŸünce adamı gibi, getirdiÄŸi felsefi açılımlarla da ilgi odağı olan mimar Berman’a göre modernizmin temelinde silinip gitme, sürekli deÄŸiÅŸme, hızla anlamsızlaÅŸma, sürekli devrim gibi kavramlar bulunur. Dönemin ortaya koyduÄŸu bu kavramlar aslında toplumda yoÄŸun bir yıkıcılığın temelini oluÅŸturmaktadır. Bu yaklaşımın, bilinçli olarak mekân ve insan arasındaki etkileÅŸimi kapsamaya yönelen bir eÄŸilim olduÄŸu da söylenebilir.(17)
Tüm çabam(ız) varoluÅŸumuzu öz cevherimize en uygun ÅŸekilde zengin ve donanımlı kılmaya dönüktür. Mekân bireysel, toplumsal gerçekliÄŸimizin en somut, en vazgeçilmez unsurudur. DüÅŸsel, düÅŸünsel, kültürel, sosyal olsun bütün realitemizle mekânları etkiler, aynı tonda etkileniriz. Sonuçta bir mekân içine doÄŸar, bir mekânda var oluruz. Ä°çimizde kurduÄŸumuz mekânlar bile dış mekânlarımızın deÄŸiÅŸik bir oluÅŸumudur. Ben bu oluÅŸuma bilinç ve bilinç çevresinde çift yönlü etkileÅŸime iÅŸaret etmekle yetindim. Ä°çimizden, evimizden baÅŸlayarak ÅŸehirlere doÄŸru gittikçe açılan, açıklayan; büyüyen ve büyüten tüm mekân örgüsünü, örgütlenmesini her açıdan düÅŸünmek, yeni duyarlıklar geliÅŸtirmek gerekmektedir.
Her kültür, her uygarlık kendi mekân tasavvurunu yaÅŸama katan, yaÅŸama katılan örnekler ve kendine özgü üslûpla net olarak ortaya koymalıdır.
Bir bitiriÅŸin yeni baÅŸlangıcıyla…
_________________________
- -Bu konuyu ‘doÄŸa’ baÅŸlığı altında genel ilkeler çerçevesinde anlayan ve açıklamaya çalışan filozof Milet’li Thales’tir. (Ä°.Ö.VII-VI. yy.) Ardından Herakleitos, Parmenides, Anaxagoras’tan günümüze doÄŸru Newton’a, Leibniz’e, Kant’a kadar hemen her düÅŸünür, bilim adamı, sanatçı bu konuda görüÅŸ sahibidir. GeniÅŸ ve toplu bilgi için bkz. Doç. Dr. Yalçın Koç, Determinizm ve Mekân, s. 1-16, BoÄŸaziçi Üni. yay. Ä°st.1984.
- -GeniÅŸ anlamda mekânın coÄŸrafik açılımıyla ilgili etütler için bkz. Prof. Dr. Erol Tümertekin- Prof. Dr. Nazmiye Özgüç, BeÅŸeri CoÄŸrafya –insan, kültür, mekân- Çantay Kitabevi yay. Ä°st.2002.
- -Gürkan Tümer, Ä°nsan-Mekân Ä°liÅŸkisi ve Kafka, Sanat-Koop. yay. 1984.
(4) -bkz. Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, s.81, çev. Murat Belge, Ä°letiÅŸim yay. Ä°st. 2003.
(5) -Yusuf Åževki Yavuz, Abdurrahman Çetin, TDV. Ä°slâm Ansiklopedisi, C.4, ‘Ayet’ maddesi, Bakara: 63,64, En’am: 59,95-99, Rad: 2-4, Nur: 43-46. ile bazı örnekleri verilebilecek yaklaşık 300 civarındaki beyyine de esasen kevniyata iÅŸaret eden lafzi veya diÄŸer tabirle kavli ya da kelâmi ayetlerdir. Ä°ÅŸaret, delil, delâlet anlamında her an kâinatta müÅŸahede edilen her ÅŸey ve onların oluÅŸumlarını, seyirlerini, devinimlerini ‘kevni ayet’ baÄŸlamında anlamalıdır.
(6) –Mevlüt Sarı, El mevarid- Arapça Türkçe Lügat- Bahar Yay Ä°st.1980., Ferit DevellioÄŸlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ank.1962.
(7) –MehmetMaksudoÄŸlu, Arapça Türkçe Sözlük, (ilgili maddeler) ifav yay. Ä°st., D. Mehmet DoÄŸan, Büyük Türkçe Sözlük, Gerçek Hayat Dergisi armaÄŸanı.
(8) -Bakara 30: ‘Hani Rabbin Meleklere, ‘Muhakkak Ben yer yüzünde bir halife var edeceÄŸim’ demiÅŸti.’)
(9) -Sezai Karakoç, Yitik Cennet, s. 7-26, DiriliÅŸ yay. 7.bas. Ä°st. 2001.
(10) -Abbas Mahmut El Akkad, Kur’an Felsefesi, Çev. Ahmet Demirci, s.34, Nur yay. Ank.
(11) -Bal arısına bal yapmanın vahyedildiÄŸine dair ayet bu konuda en iyi örneklerden biridir; En Nahl: 68,69. GeniÅŸ bilgi için; Prof. Dr Ä°smail CerrahoÄŸlu Tefsir Usûlü, s.38, Elif Ofset, Ank.1979.
(12) -Ä°nsanın kevni ayetleri gözleyerek bilinçlenme faaliyeti için bkz. Elmalı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.5, s. 117,118, Azim yay, Ä°st.
(13) -Ernst Fischer, Sanatın GerekliliÄŸi, çev. Cevat Çapan, s.14-49, Kuzey yay. Ank.1985.
(14) -BaÅŸar BaÅŸarır, ‘Bir Sarmaşıktır Kent’, Kent Kitabı, s.9, Armoni yay. Ä°st.1992.
(15) -Erich Scheurmann, GöÄŸü Delen Adam, s. 27- 34, Ayrıntı yay. Ä°st. 2000.
(16) -E.M.Forster, ‘Makinanın Sonu, Nail Bezel, Yeryüzü Cennetinin Sonu, -Ters Ütopyalar-, s. 65-94., Say yay. Ä°st. 1984.
(17) -Nur Ayalp, ‘Rekreasyon Alanındaki DeÄŸiÅŸimler ve ÇaÄŸdaÅŸ Sosyal Mekânlardaki Sonuçları’,s. 114, der. AyÅŸe Müge Bozdayı, ÇaÄŸdaÅŸ Kent YaÅŸamında Mekân Sorunları, Hacettepe Üni. yay. Ankara-2005.
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |