GÜZELÄ°M TAÅžKENT Yavuz Bülent BAKÄ°LER ![](http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRjnj9YoJenbThjNsEF5Of6MbwFT0Bjx_l-PwYs0KsNsXILdRbp)
Uçağımız, Moskova Havaalanı'ndan saat 23.00'te kalktı. Bir süre sonra, gökyüzünde sanki rüzgârsız, bulutsuz, yıldızsız bir noktaya, uzun bir süre takılı kaldık. Önce koyu lacivert, sonra açık mavi bir gökyüzü, pencerelerimizi süslemeye baÅŸladı. Böyle, saatlerce güneydoÄŸuya doÄŸru uçtuk. TaÅŸkent'e indiÄŸimiz zaman, güneÅŸin ilk ışıkları, Türkistan topraklarını daha yeni yeni öpüyordu. Anlatılmaz bir ÅŸafak güzelliÄŸi, ruhumu ürpertilerle doldururken TaÅŸkent toprağına ilk adımımı attım...
Serin bir rüzgâr yüzümü okÅŸadı. Siz hiç rüzgâr öptünüz mü? Ben rüzgârı, hem de yüzlerce defa, o güzel TaÅŸkent sabahında öperek yürüdüm. Ä°çimden: "Merhaba huzur" diyordum. "Merhaba sevgili TaÅŸkent!..." Demek ki artık, Türkistan Toprağı'ndayım.
Karşı binalardan iki Özbek, uçaÄŸa doÄŸru koÅŸmaya baÅŸladı, ikisinin de başında, ipek ibriÅŸimlerle çiçek açan badem ve gözyaşı motifli Özbek takkeleri var. Badem motifleri, Asya Türkü'nün, çekik gözlerine benziyor. Orta yaÅŸlı Özbek, genç yardımcısına bağırdı:
"-Envar! Envar! Sen mihmanları surda yığışla, sonra bile getgen! çabıkl çabık! çabık!" TaÅŸkent'te, Türkçe duyduÄŸum ilk cümle budur. Her kelime bir dost selâmı gibi gelip yüreÄŸimi buldu: "Enver! Enver! Sen misafirleri ÅŸuraya topla. Sonra birlikte gidelim. Çabuk, çabuk, çabuk!"
Misafirler, saÄŸa sola koÅŸuÅŸan Enver'in gösterdiÄŸi salonda toplanmakta gecikmediler. Biraz sonra, arabalarla TaÅŸkent yoluna düÅŸtük. Ay yüzüne inmiÅŸ bir insan gibi, her yere dikkatle bakmaya, her kelimeye kulak kabartmaya baÅŸladım. AlabildiÄŸine uzanan düz bir toprak, sonsuzda, ufukla birleÅŸiyor. Toprak tanınır mı hiç? Gökyüzü tanınır mı? Rüzgâr tanınır mı? Herhalde hayır diyeceksiniz! Ama ben, ilk defa gördüÄŸüm o aziz toprakları tanıdım? Gökyüzünü tanıdım! Rüzgârını tanıdım! Kendi kendime: "Åžu alabildiÄŸine dümdüz uzanan topraklar, bal gibi Konya bozkırı! Åžu açık, ÅŸu insana huzur veren masmavi gökyüzü, bizim Bursa'dan! Åžu mis gibi serin rüzgâr Sivas yaylalarından! Ve bu sevimli yüzler, badem gözler, bizim eÅŸimizden dostumuzdan; bizim kavim kardeÅŸimizden!" diyordum.
Kilometrelerce yol aldığımız halde, ne bir karış yüksekliÄŸinde bir tümsekten atlıyor, ne de çok hafif bir meyilden kayıyoruz.
TaÅŸkent'e huzurlu yaklaşıyoruz. TaÅŸkent, sabahın ilk ışıkları altında yavaÅŸ yavaÅŸ gerinen bir dev gibi... Kendisine yaklaÅŸtıkça karşımızda önce toparlanıp oturmaya, sonra doÄŸrulup ayaÄŸa kalkmaya baÅŸlıyor. Arabalarımız ÅŸehrin büyük ve geniÅŸ caddelerine girer girmez ÅŸaşırıp kaldım. Çünkü gördüm ki TaÅŸkent, pırıl pırıl geniÅŸ caddeler, kocaman havuzlarla güzelleÅŸen büyük meydanlar, heybetli apartmanlar, gölgeli ve çiçekli parklar, gösteriÅŸli sinemalar, Özbek Nakışları'yla süslü zengin müzeler, alımlı heykeller, çeÅŸitli üniversiteler ve uÄŸultulu fabrikalar ÅŸehri... Etrafta ne bir kerpiç ev, ne bir kerpiç duvar, ne tozlu topraklı bir eski yol var. TaÅŸkent, Asya ruhundan sıyrılarak, tam bir Avrupa ÅŸehri olmaya baÅŸlamış.
Arabalarımız 16 katlı "Özbekistan Mihmanhanası" önünde durduÄŸu zaman, güneÅŸ bir-iki minare boyu ancak yükselmiÅŸti. Gördüm ki; Özbekistan Mihmanhanası, etrafını kuÅŸatan geniÅŸ caddelere, birkaç metre yükseltilen yığma bir düzlükten bakıyor. 16 katlı Özbekistan Misafirhanesi, modern bir otel. Meydanın bir köÅŸesinde, kocaman bir havuzun sayısız fıskiyelerinden sakırdayarak dökülen suların ince musikisi, kuÅŸ cıvıltılarıyla birlikte, etrafa perde perde yayılıyor. Ve o serin meydanı süsleyen iri güller, sabah mahmurluÄŸuyla yüzümüze gülümsüyorlar. Ä°ki bin kiÅŸilik Özbekistan Mihmanhanası'nda, bizim için ayrılan odalarımıza çekildik.
TaÅŸkent'i yakından tanımak için, akÅŸama doÄŸru sokaÄŸa çıkabildik. Günlerden pazardı. Dışarıda nefis bir hava vardı. Rastgele yürümeye baÅŸladık. Büyük ve güzel parklardan geçtik. Büyük ve güzel meydanlar gördük. Büyük ve güzel fıskiyeli havuzlar, ruhumuzu bir sonsuzluk türküsüyle kucakladılar. GeniÅŸ kaldırımlı caddelerde, yer yer açılıp saçılan zarif çiçeklikler, yüreÄŸimizi sevdalandırdı. Birdenbire TaÅŸkent'i bu haliyle de sevmeye baÅŸladım. TaÅŸkent bana, sessiz ve sakin bir sayfiye ÅŸehriymiÅŸ gibi geldi. MüthiÅŸ bir sessizlik, müthiÅŸ bir ıssızlık, ÅŸehrin bütün caddelerini, bütün meydanlarını kucağına çekmiÅŸti. Görünürlerde, hemen hemen hiç kimse yoktu. Güzelim TaÅŸkent, sanki bir hava hücumuna uÄŸramış veya terk edilmiÅŸ bir ÅŸehir kaderiyle, derinden derine kendisini dinliyordu. GeniÅŸ yapraklı aÄŸaçların arkasında yükselen blok apartmanlar, pencerelerin ve balkon kapılarını sıkı sıkıya kapayarak, esrarengiz hâllerini gözlerimizden kaçırmaya çalışıyorlardı. Bizi, zaman zaman olduÄŸumuz yere çivileyen bazı büyük binaların mimarileri, Türk - Ä°slâm medeniyetinin nakışlarıyla süslüydü. Ben, modern binaların ön cephelerinin büyük bir kilim gibi boydan boya iÅŸlendiÄŸini, ilk defa TaÅŸkent'te gördüm. Bu çarpıcı güzellikler içinde, birkaç Özbek'e rastlamak, konuÅŸmalarına kulak kabartmak, yüzlerine, gözlerine, kıyafetlerine bakmak için can atıyordum. Hayret! Kilometrelerce yürüdüÄŸümüz halde, karşılaÅŸtığımız kimseler ancak 5-10 sayısı içinde kaldılar. Kırmızı yanan trafik lambaları önünde 3-5 araba ya var; ya yoktu. Her köÅŸe başında, her cadde üzerinde, her meydan ortasında, sessizlik âdeta taÅŸ kesilmiÅŸ. Peki, ama bu bir milyon sekiz yüz bin nüfuslu ÅŸehrin halkı nerelerde acaba? Çetin Tunca, içimden geçenleri duymuÅŸ gibi söze baÅŸladı: "-TaÅŸkent böyledir iÅŸte! Âdeta bir sayfiye ÅŸehridir. Ama Bakü, sıcak, canlı, güzel bir ÅŸehir." Yavuz Bülent BAKÄ°LER, Türkistan Türkistan'dan Not.: Yazıyı Bülent aÄŸabeyimizin Türkistan Türkistan kitabından secip daktilo ederek sitemize gönderen Nergis TORAMAN kardeÅŸimize teÅŸekkür ederiz.
kriter
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |